+1
-3
Zaman; 1950'lerin ilk yarısı, sonbaharın kışa döndüğü mevsim, akşam saatleri. Mekan; galiba Bursa - Karacabey arası... isteyen başka bir yer olduğunu söyleyebilir. Gerçeklik derecesi; çocukken duymuştum. Palavraysa günahı benim değil.
Akşam, iki vasıtanın ancak yanyana geçebildiği Bursa - izmir yoluna yavaşça çökmeye hazırlanıyordu. Yolcuların büyük bir kısmı Bursa'dan binmiş, daha sonra yoldan topladığı köylülerle tamamen yükünü almış Austin otobüs (bu o zamanın otobüsüydü, ancak şimdiki minibüsler kadardı) en ufak bir rampada bile ağlaya sızlaya Karacabey'e olan mesafeyi ortalamıştı. Sabahtan beri yağan ahmak ıslatan, hafiften kara dönmeye başlamıştı. Günün tek otobüsü olduğundan, şöför her gördüğü yolcuyu almış, otobüs tıklım tıkış olmuştu. Otobüsün içinde tavuklar, horozlar, insanlarla kucak kucağa otururken, otobüsün üstünde bulunan, minik bir merdivenle çıkılan bagajda neler yoktuki; otobüsün stepnesi, şöförün alet sandığı, köylülerin şehirden aldığı ıvır - zıvır, küfeler, aşağıda yolculuk eden bakkalın toptancıdan aldığı erzaklar, Bursa'ya satılmak için giden ancak şansı yaver giderek müşteri bulamayan bir koç, oraklar, yabalar, kazmalar ve konu mankeni olan Karacabey'de vefat edip adam gibi şehir tabutu ile gömülmeyi vasiyet eden meftanın, ertesi gün içinde son yolculuğuna uğurlanacağı bir tabut.
işte bu tabut yüzünden otobüs şöförünün içini bir sıkıntı kaplamış, yolun başından beri ölümü ve öteki dünyayı düşünüp, dualar sıralıyordu.