-
131.
0Rezzamkiltum priskallis 61
-
130.
+1Ne ahım şahım yakışıklı ne boylu poslu nede şık giyimli biriydim. Sivilce ekgib olmazdı suratımdan. Boy desen 1.70 civarı. iyi bir giyim zevkim hiç olmadı. Hala da öyleyimdir. Modaymış, markaymış, takıntılarım yoktur. Ne bulursam giyerim. Yakışmış yakışmamış çok dikkat etmem. Bu özelliğim yetiştirilmesi tarzımdan geliyor. Gerek çocukluk ve gerekse gençlik yıllarımda kıyafet seçme ve beğenme şansım olmadı. Aklım yetmeye başladığında beğenmediğim ve alınan kıyafet hakkında olumsuz bir yorum yaptığımda "Bunu bulamayanlar da var, otur haline şükret!" cevabını almam ve gırla azar işitmemin dışında benim değil ailemin istediği şekilde sonuçlanmasının kıyafet konusunda yetersiz kalmamda etkisi yadsınamazdı. Sadece bu kadar da değil. Kapalı bir çevrede yetişmiş olmanın verdiği eziklik kızlarla da etkili iletişim yeteneğimin gelişmesinin önünde aşılmaz bir duvar gibiydi. işte böyle biriyle bir kız neden iletişim içine girsin ki? Hele ki büyük şehirlerden birinde yetişmiş güzel bir kız. Benim gibi birinin yüzüne neden baksın ki?
-
129.
0Ben okuyorum devam et.
-
128.
+3Yoklama yapıyorum. Yazdıklarımı kaç kişi okuyor? Okuyanlar kimler görelim.
-
127.
+2O başkaydı. Bambaşka. Gözlerine bir kez bakmam yetmişti. Nefes alamaz olmuş, boğulacağım sanmıştım. Gözlerinin içinde kaybolmuş, kim olduğumu bile unutmuştum. O bambaşkaydı ve dünyada ondan bir tane daha yoktu. Yanında olmak inanılmaz duygular yaşatıyordu bana. Öyle karşımda dursa bir kartpostal seyreder gibi hep onu seyretsem. Yemek yemeden sadece gözlerine bakarak doysam. Su içmeden sadece gözlerine bakarak susuzluğumu gidersem. Ne kuş cıvıltısı, ne güzel bir şarkı ne de başka bir ses; o konuşsa ben dinlesem. Elini ilk tutuşumu hatırlıyorum da Yarabbim o neydi öyle? Elektriğe çarpılmış gibi olmuştum. Ellerinden, parmak uçlarından başlayarak bir enerji yayılmıştı vücuduma. Dayanamamış diğer elimle de tutmuştum elini. Çekmek istese çekemezsin diye iki elimin arasındaydı artık. Sımsıkı. Elinden vücuduma dolan bu şey neyse kesilmesindi. Durmasındı. Ağustosun yazı bile ellerini ısıtamazdı. Hep buz gibi olurdu o eller. Kendimce bir gerekçe bile bulmuştum ellerindeki bu serinliğe: içimdeki ateşe su serpmek... Elleri de sıcak olsaydı nasıl dayanırım ki? Hepten yanar, hepten kavrulurdum. Tüm masumiyetiyle elini neden o kadar sıktığımı sormasa, canının yandığını söylemese belki de o ince ve narin parmaklarına zarar verecektim ve bunun farkında bile olmayacaktım. Ellerimi yavaşça gevşetirken elini ellerimden kaçırma korkusu yaşadığımı bilmedi hiç. Söylemedim. "Ellerini kaçırırsın korkusundandır." diyemedim. Yalan değildi. Ben ilk kez onun elini tutmuştum. Bu tutuşla yarım olan bir yanım tamamlanmıştı. Ellerinden vücuduma yayılan enerjiyle kendim olmuştum. "Daha önce bir kızın elini hiç tutmadım ki." deyip canını yaktığım için özür dinlemiştim.
Aradan onca yıl geçmiş, hatırladıkça hala gözlerinden iki damla yaş süzülür. Tıpkı şu anda süzüldü gibi. Ve siz iyi ki gözyaşlarıma ellerinizle dokunamıyorsunuz. Orhan Veli'nindi değil mi? "Dokunabilir misiniz göz yaşlarıma ellerinizle?" -
126.
+1Namaza böyle başladım işte. Mektup yazma alışkanlığımsa daha eskilere dayanıyordu. insan bir alışkanlık kazandığında o alışkanlığı öyle kolay terk edemiyor. Mektup demek benim için o demekti. Onunla kuracağım hayat demekti. Balık için su neyse benim için o da oydu. Susuz, ekmeksiz hatta oksijensiz yaşayabileceğini düşünür, onsuz yaşayabileceğini düşünmezdim.
Bu vakitten sonra ona göndermeyeceğim halde mektup yazmaya devam ettim. O artık yoktu biliyorum ama kabullenemiyorum işte. Elimden ancak bu kadarı geliyordu. Mektup yazmak...
Öyle sıradan mektuplar değildi. Nasılsın, iyi misinlerle başlayıp cebını bekliyorumlarla bitiyordu. O yıllarda çok yaşamam, ölürüm düşüncesiyle içimde ne var ne yok hepsini döküyordum. Kendime bile itiraf edemediğim her şeyimi yazıyordum. Yazdıkça meğer ona daha söylemediğim ne çok şeyim varmış diyordum. Kendisiyle ilgili, kendimle ilgili ne çok şey biriktirmişim meğer. Meğer ona söylemediğim ne çok şeyim varmış. Bir yazarın eline geçse roman olabilecek mektuplar... Adı bile hazır:
Sahibini Bekleyen Mektuplar... -
125.
+1Siz hayata dönersiniz de hayatın size dönmeyeceğini bilirsiniz. Buna rağmen yaşamaya çalışırsınız. Seccadenizi serip her şeyin sahibinin huzurunda durabilirseniz biraz olsun rahatlayabilirsiniz.
-
124.
+1Şeytan gelir, tam karşınızda tahtına kurulup nefsinizi en hassas noktasından kaşımaya başlar. Gözünüzü kapatıp içinizdeki ateşi söndürecek kadar serin bir deniz hayal etmenizi ve bu denize dalmanızı telkin eder. O an için ihtiyacınız olan tek şey belki bir yaprağı dahi yerinden kımıldatamayacak kadar halsiz bir rüzgardır. Bırak kendini boşluğa ve her şey bir anda bitiversin. Onu düşünürsünüz. Öğrendiğinde canının ne kadar yanacağını... Geride bırakacaklarınız gelir birer birer gözlerinizin önüne. Ölüm sonrası gelir. Hepsi için, kendiniz için vazgeçer ve acılara rağmen yaşamaya karar verirsiniz. Şeytanı mağlup etmenin tesellisiyle ölümün kıyısından, yaşayacağınız her saniye tekrar tekrar öleceğiniz hayata dönersiniz.
-
123.
+1Up up up
-
122.
+1Up up up
-
121.
+1Gelecekten beklentisi kalmamış birinin nelerden vazgeçebileceğini çok iyi biliyorum. Yaşadım çünkü. O yıllarda en üst sınırlarda yaşadım. Yaşamak çok anlamsız gelir. Kendinizi yeryüzündeki en gereksiz en işe yaramaz varlıklardan biri görürsünüz. Aldığınız nefes bile ağır gelmeye başlar. Hiçbir şey canınızı yakmaz. Bundan sonra da bir daha canınızın yanmayacağını düşünür, ölmek istersiniz. Ölümle aranızdaki mesafenin elinizdeki sigara kağıdının kalınlığı kadar olduğunu düşünürsünüz. Sonra...
-
-
1.
+1olm devam et güzel hikaye underrated kalmış.
-
1.
-
120.
+1Rezerve
-
119.
+1Rezminkulpatri enskipovlakmi 54
-
118.
+1Damar yolu açılırken Fehmi gayet rahat görünmeye çalışıyor, espri yapıyor ancak iğneden korktuğunu yine de gizlemeyi başaramıyor. Bense iğneden ölümüne korktuğum halde umursamaz görünüyorum. Umursamadan çok bezgin de diyebilirim. Rutin sorular soruluyor kan grubunuz nedir? Emin misiniz? Bildiğiniz bir hastalığınız var mı? En son ne zaman kan verdiniz?.. Sorular, sorular, sorular. Bu soruların tamdıbının bilgi alınması için sorulan sorular olmadığını düşünüyorum. Donörü rahatlatmak... Mesela: sanki rahatsızlığım yok dediğimde tahlilleri yapılmadan hastaya verecekler.
Fehmi daha şanslı. Onun payına düşen hemşire daha alımlı. Benimle ilgilenen oldukça kısa boylu ve zayıf. Üstelik de somurtkan bir siması var. insanın yüzüne bile bakmıyor tamamen işine odaklı. Kan torbaya akmaya başlarken diyorum "isterseniz tüm kanımı alabilirsiniz."
"Alırım bak!" diyor tehditkar bir ses tonuyla.
"Ciddiyim, nasılsa artık benim işime yaramayacak, bari ihtiyacı olan birine gitsin."
Kafasını kaldırıp ilk kez yüzüme bakıyor. Matrak bir espri olmadığını anlayıp "Sadece bir ünite alabiliyoruz. Hem yaşamak güzeldir, ölümü değil, yaşamayı tercih edin." diyor daha yumuşak bir ses tonuyla.
Bense "Ciddiyim! Tamdıbını alın." diye tekrar ediyorum. Fehmi atılıyor söze: "Siz ona bakmayın. Bu günlerde bunalım takılıyor. Ciddi bir aşk acısı yaşıyor da... " Ah be Fehmi iyi bir arkadaşsın. -
117.
+1rezzervat
-
116.
+1Hastahane ortamı denilince akla gelen ilk şey hemşireler; hemşireler denilince de tornadan çıkmış gibi mankenlere eşdeğer güzellik geliyor. Bu durum aslında gerçeği yansıtmıyor. Sadece bilinçaltımıza filmlerle ve dizilerle işlenmiş hülyadan başka bir şey değil. Aklı selim düşünen herkes aslında hem başarı hem de güzellik ve yakışıklılığın bir arada nadiren bulunduğunu farketmiştir. Sıradan hemşirelerdi işte. Kısa boylu tıknaz, kimi oldukça sıska. Öyle hayalleri süsleyecek yapıda değillerdi.
-
115.
+1Hastahane ortamında bulunursam, ortamın kokusunu, o ortamda bulunan insanları, konuşmalarını, orada bulunmanın insan pgibolojisi üzerindeki etkilerini, kısaca her şeyi daha gerçekçi tasvir ve tahlil edebilir, yazacaklarımı okuyacak kişilerin, olayı benim yaşadığım gibi yaşamalarını sağlayabilirdim.
-
114.
+1itiraf etmem gerekirse Fehmi'yle kan vermeye gidişimin temelinde yatan gerçek buydu. Yazacağım romana heyecan katmak.
-
113.
+1Evet kaldığım yerden devam ediyorum. O yıllarda bir roman yazma merakı salmıştı. Vizeleri ve finalleri bir tarafa bırakmış, tamamen buna odaklanmıştım. Herkes son bir gayretle sabahlara kadar ders çalışırken ben de sabahlara kadar bir elimde sigara bir elimde kalem bir şeyler karalamakla meşgul oluyordum.
Tabi romanda her şeyi olduğu gibi yazmak yetmiyor. Aralara heyecanlı bir şeyler serpmek, tek düze geçen olay halkalarının arasına bir takım kurgular eklemek gerekiyordu. Bu, vazgeçilmez olmasa bile en azından o yıllarda böyle düşünüyordum. -
112.
+2Eğer bir de damar yolu açan hemşirenin yüz ve vücut güzelliğini anlatmış olsaydım hele ki abi be ya o ne bacaklardı öyle. Sütun gibi. Bizanstan kalma heykellerde bile görmedim böyle bir şey diye başlayıp olayı biraz da abartarak etek boyu ve göğüs dekoltesini, liseli ergen züppelerinin tam da zihninde canlandıracağı şekilde anlatsaydım her bir entyim en az 70 şuku alırdı.
Sahi bu arada şuku, çügü, entryleri gibi ipe sapa gelmez ve kullanmaktan tiksindiğim kelimeleri de kullanmaya başladım.
Alt tarafı bir hikaye anlatıp çıkıp gidecektim. Hikaye deyince. Nerede kalmıştık?