-
76.
+1Ne ahım şahım yakışıklı ne boylu poslu nede şık giyimli biriydim. Sivilce ekgib olmazdı suratımdan. Boy desen 1.70 civarı. iyi bir giyim zevkim hiç olmadı. Hala da öyleyimdir. Modaymış, markaymış, takıntılarım yoktur. Ne bulursam giyerim. Yakışmış yakışmamış çok dikkat etmem. Bu özelliğim yetiştirilmesi tarzımdan geliyor. Gerek çocukluk ve gerekse gençlik yıllarımda kıyafet seçme ve beğenme şansım olmadı. Aklım yetmeye başladığında beğenmediğim ve alınan kıyafet hakkında olumsuz bir yorum yaptığımda "Bunu bulamayanlar da var, otur haline şükret!" cevabını almam ve gırla azar işitmemin dışında benim değil ailemin istediği şekilde sonuçlanmasının kıyafet konusunda yetersiz kalmamda etkisi yadsınamazdı. Sadece bu kadar da değil. Kapalı bir çevrede yetişmiş olmanın verdiği eziklik kızlarla da etkili iletişim yeteneğimin gelişmesinin önünde aşılmaz bir duvar gibiydi. işte böyle biriyle bir kız neden iletişim içine girsin ki? Hele ki büyük şehirlerden birinde yetişmiş güzel bir kız. Benim gibi birinin yüzüne neden baksın ki?
-
77.
+1Kardeşten öte arkadaşımla birbirimizin bütün sırlarına vakıftık. Gerçi bizim açığa çıkarılmaması durumunda hayatımızın akışını değiştirecek sırlarımız olmadı. Böyle küçük ve hemen herkesin birbirini tanıdığı, çevre baskısının yoğun olarak yaşandığı yerde ne yaşayabilirim ki? Her ne yaşarsak yaşayalım hemen ertesi gün birbirimizi bulur paylaşırdık. O bizim evimize ailenin bir ferdi gibi girer çıkardı, ben de onların evlerine o evin bir evladı gibi girip çıkardım. Akşam evlerine davet etti. Bir aksilik olmazsa geleceğimi söyledim ve ayrıldık.
O daha sistematik çalışırdı. Her ikimiz de sınıf tekrarı yapanlar arasında olsak da benden daha düzenliydi. Onun üzerindeki aile baskısı benim üzerimdeki kadar değildi, o daha serbestti.
Kendine daha fazla zaman ayırabilir, gezer, tozardı. Benden önce üniversiteyi kazanmıştı. O ikinci sınıfı; bense henüz birinci sınıfı bitirmiştim. Buna bitirmek denirse. Üniversitenin ilk sınıfı okuyup bitirenlere malumdur; çok zor geçer. Yeni hayat tarzı, yeni sosyal çevre, yeni ve farklı şehir, o güne kadar yaşanmamış yeni sorumluluklar. Kısaca hayatın esas cilveleriyle karşılaşmak bir çok sorumluluğu da birlikte getiriyordu. Ben hatırı sayılacak kadar çok ders bırakmıştım bütünlemeye. Bütünlemede bu yükün altından kalkabilecek miydim bilmiyordum.
Her zamanki gibi üzerimdeki salaş kıyafetlerle kendi evime gider gibi gittim. Her zamanki gibi evin bir çocuğu gibi karşılandım.
Kardeş bildiğim bu arkadaşımın duvarında çizdiğim portresi dururdu. Kara kalem çalışması. Az sonra gerçekmiş de kağıttan ayrılıp canlanacakmış gibi durmasa da gerçeğe yakın kadar benzemişti.
Bu resimdi belki hayatımın akışını değiştirecek olan şey. -
78.
+2Büyükler salonda oturuyorlar ve eski günlerden konuşuyorlardı. Arkadaşım, ben, o ve kardeşi arkadaşımın odasına geçtik. Resmi çizenin ben olduğumu söyledi. Bir süre benden konuştuk. Okuduğum şehir, bölüm, resme karşı ilgim daha pek çok şey. Sonra sağdan soldan önemli önemsiz pek çok şey.
Akşam yemek yemeden gelmemi istemişti. Karnım açtı. Misafirleri olmasa istediğim gibi mutfaklarına girip dolabı açıp Allah ne verdiyse yiyecek kadar hukukumuz vardı ancak bu ortamda aç olduğumu dillendirmek görgüsüzlük olacağı için sofranın kurulmasını beklemekten başka çarem yoktu. Fazla beklemedik, sofra kuruldu. Biz de sofraya geçtik. Annesi oldukça cana yakın biri olmasına rağmen babası bir o kadar ciddi ve otoriterdi. Sofrada da okuldan, derslerden, üniversite ortamından konuşuldu. Konu zayıf olan derslerime geldiğinde sorulan sorulara esprili cevaplar vererek soruları geçiştirmeye çalışıyordum. Bir süre sonra dışarı çıkıldı. Mümkün olduğunca onunla aramdaki mesafeyi koruyor, daha ziyade, kardeşiyle ve arkadaşımla iletişim içine giriyordum. Sorulmadan da konuşmalara müdahil olmuyorum. Hava kararmış olmasına rağmen kafamı kaldırıp ona bakmıyordum. En yakın arkadaşımın, kan kardeşimin çok yakın akrabalarından biriydi çünkü. Yetiştiğimiz kültürde arkadaş yakınlarına göz koymak namussuzlukla eşdeğerdi ve bizde yamuk yapılmazdı. ilçenin nezih çay bahçelerinden birine gittik. Çay içtik sohbet ettik. Vakit oldukça ilerlemişti. Onlar daha uzun süre oturmayı düşünüyorlardı. Ben evdekilerin merak edeceklerini söyleyerek müsaade isteyip oradan ayrıldım. -
79.
+1Burcu'nun sesini ne zaman duysam ürperiyorum. Tüylerim diken diken oluyor ve vücuduma elektrik verilmiş gibi oluyorum. Ona hem acıyorum ve hem de ondan korkuyorum. Bu size çok tuhaf geliyor değil mi? Bir erkek kendisinden altı yaş daha küçük bir kızdan neden korksun ki? Hem korksun hem de korktuğu kıza niye acısın ki? Henüz size anlatamayacağım şeyler var. Olayın akışı içinde bütün bunların sebebini çok iyi anlayacak, siz de bana hak vereceksiniz. Ondan korkuyorum lakin onun bana zarar verme ihtimali olmadığını biliyorum. Ondan korkuyorum çünkü onun yüzünden kendime zarar verme ihtimalimin çok yüksek olduğunu biliyorum. Oysa o bana asla zarar veremez. Kendine zarar verir ama bana zarar veremez. Ona acıyorum evet hem de kendime acıdığımdan daha çok acıyorum çünkü böyle bir karakterde olmasının tek sebebi benim. Şimdi diyeceksiniz ki "Ne yaptın bu kıza ki vicdanın seni rahat bırakmıyor?" Belki inanmayacaksınız ama hiç, hiçbir şey yapmadım. Ona istemsiz bir şekilde bile dokunmadım. Dibi olmayan bir boşluğa düşer gibi duygusal boşluğumda bile onu kendime bağlamam neden olacak bir davranışta bulunmadım. Ona ümit verecek bir tavır takınmadım. Kulaklarımda çınlayan tatlı sesiyle hesap soruyor. "Böyle olmamın sebebi sensin. Ben sana ne yaptım da kafesteki bir kuş gibi beni kendine hoşça vakit geçirecek bir hayvan gibi davranıyorsun?"
Git artık Burcu! Ne olursun git. Bir daha gelme. Buraya hiç gelmedin sen aslında. Ben hiç olmadım. Ben senin ağabeyin de kan falan vermedim. Bana bir hayat borçlu değilsin. Git! Bunca yanlışım, bunca vicdan azabımın yanına bir de kendini koydurtma bana. Git! Ne olursun bir daha da hiç gelme! Git! -
80.
0Burcu hiç olmadı. ilçeye hiç gelmedi. Onun ağabeyin kan verip hayatını kurtaramadım. Oysa etiyle kemiğine, mesleğine capcanlı karşımda duruyor. Bu nasıl bir çelişki. Öylesine benimsemiş ki beni, içimi okuyor. Ona söylemediğim şeyleri bile biliyor. Nasıl oluyor da henüz tamamlanmamış bir mektuptan başka hakkımda bilgi sahibi olmayan bu kız benimle ilgili her şeyi biliyor?
-
81.
+1Ertesi gün geliyor. Yanıma heyecanla. "Lan oğlum dün sen gittikten sonra çok şey oldu." diye başlıyor. Uzun uzun annelerinin ve babalarının konuşmasını anlatıyor. Konuşmanın merkezi hep benmişim. Sürekli övmüş beni hem annesi hem babası. Konuşma sırasında annesi "Madem o kadar övüyorsunuz, yabancıya gitmesin. Şunu bizim kıza ayarla" diye arkadaşıma matrakça bir espri yapmış. O da dönüp kıza sormuş "Ayarlayım mı?" Kız da aynı matraklıkla "Annem onay verirse neden olmasın." diye yanıtlamış.
Hayatımın şokuydu bu. Arkadaşımın benimle dalga geçtiğini düşünmüş, kızmıştım. Hatta deneniyor muyum, diye kafa yormuştum. Kardeşim bildiğim arkadaşımın çok yakın arabasına yang zile bile olsa bakıp bakmadığım mı ölçülüyordu, anlamaya çalışmıştım. Şaka gibi dalga geçmek gibi görünmüyordu ve arkadaşım çok ciddiydi. O gün bu konu bu şekilde kapandı. -
82.
+1O günün akşamında yine benim konum açılmış. Gelirim diye beklemişler. Konuyu bana açıp açmadığını sormuşlar. Arkadaşım da şaka ortamında söylenen sözler olduğunu düşündüğü için ciddiye almadığını belirtmiş. Gerçekten ciddi ciddi söylüyorsa konuyu bana açabileceğini söylemiş. Hem annesi hem de kendisi ciddi ciddi konunun bana ulaştırılmasını istemiş.
-
83.
+1Bu arada yazdıklarımın hayatımda çok değer verdiğim kişilerin ifşa edilmesi riski taşıdığını düşünerek isim kullanmamayı tercih ediyordum ancak isim kullanmadan yazmak hem zor hem de karışıklığa neden oluyor. Bu yüzden bundan sonra kardeşimden öte bildiğim arkadaşımın yerine "Doğan" rumuzunu kullanacağım. Hayatımın aşkına ise şimdilik "O" demekle yetineceğim çünkü Ona kendi adından daha çok yakışan ikinci bir isim bilmiyorum.
-
84.
+1Doğan ertesi gün yine geldi. Onunla ve annesiyle yaptıkları konuşmayı bütün detaylarıyla anlattı bana. Onunla birbirimizi tanımamızı istiyordu. Hem ümitli hem de istekliydi. Doğan'a uzun uzun konuştuk. O güne kadar bir arkadaşlık yaşamadığımı ve katı kurallarımın olduğunu çok iyi biliyordu. Bir iki çocuksu ve platonik duygu yaşadığımı biliyordu. O zamanlarda bunu aşk zannediyordum. Doğan'a da uzun uzun anlattım. Kolay kapılıp uzun süre etkisinden kurtulamayacak bir mizacım vardı. Çok yakın akrabalardı. Yürümeyecek bir ilişki başlatacak olursam hem benimle kendisinin hem de ailelerimiz arasına aşılması mümkün olmayacak bir duvar örüleceği korkularımı anlattım. Doğan beni çok iyi tanıyordu. Kim olursa olsun dalga geçmek maksatlı bir ilişki içine girmeyeceğimi biliyordu.
-
85.
+1Hemen cevap vermek zorunda değildim. Birkaç gün daha burada kalacaklardı. Ben yine de yakın akrabası olması, onunla olumsuz bir şeyler yaşamamız durumunda kardeşliğimize de halel gelecek düşüncesiyle böyle bir ilişkiye cesaret edemeyeceğimiz söyledim. Doğan bana hep güvenmişti. ileride her ne olursa olsun benim tarafımda olacağının güvencesini verdi. Ayrıldık.
ilk kez bir kızın benden hoşlanabileceği gerçeğiyle karşı karşıyaydım. Üstelik güzeldi de. O gün bir serserilik mayın gibi bir başıma dolaştım durdum. Bir yanım, hadi bir cesaret!, deyip başlamamış istiyor, öbür yanım, yetiştiği iz çevrenin ve kültürlerimizin farklı olmasının bu ilişkiyi imkansız kılacağı için hiç başlamama kararımın isabetli bir karar olduğunu söylüyordu.
Hava kararmış, bu mevsimde buralarda görmeye alışkın olmadığımız bir yağmur başlamıştı. Ne yalan söyleyim, o zamanlarda yağmurda yürümeyi ve ıslanmayı sevmezdim. O gün yağmurda sırılsıklam olmayı ilk kez sevdim. Sonrasında da hiç vazgeçmedim yağmurda ıslanmayı sevmekten. Tıpkı onu sevmekten vazgeçmediğim gibi. Hatta bir seferinde sağanak yağışlı bir havada saatlerce yağmur altında bekleyip yağan o yağmurun altında hastalanmıştım. iki gün yatak yorgan yatmış okula dahi gidememiştim. Bu olayı da anlatacağım yeri gelince. Anlatılmamış hiçbir şey bırakmayacağım.
Anlayacağınız, bu yazı sizin beklediğinizden çok daha uzun olacak. -
-
1.
0Beklentilerimin sınırı yok ama fazla beklenti de değil sen rahat yaz
-
2.
0Beklenti değil beklediğiniz olacaktı düzeltiyorum
-
1.
-
86.
0Sık sık kaçıp geldiğim yerdeyim yine. Yine elimde olta aynı yerdeyim. Buralar insanların balık tutmak için genelde kaçtığı yerler. Çünkü otların ve kayalıkların çok yoğun olduğu yerler buralar. Balık tutmaya çok müsait değil yani. Her an oltanızın kurşununu ve kancasını kaptırabilirsiniz. Ben balık tutma peşinde olduğum için burada değilim. Ben biraz olsun huzur tutabilmek için buradayım. Oltayı suya bıraktıktan sonra öyle dakikalarca mantarın hareket etmesini beklemek başka bir şey. insanın zihnini boşaltıyor. Bazen yaşamak isteyip yaşayamadığımız şeyleri düşünüyorsunuz. Gerçeğin verdiği acılardan, hayalin verdiği iç huzura kaçıyorsunuz. Burada yeni ve çok farklı bir dünya kuruyorum kendime. Toplumun, ailemin, okulun ve öğretmenlerin üzerimde kurduğu baskıdan uzaklaşıyorum. Bazen ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı suya salıyorum mesela. Suyun serinliğini yaşıyorum. Çoğu zaman mantarın hareket etmesi umrumda olmuyor. Suyun derinliklerine doğru kaybolmasını öylece seyrediyorum boş bakışlarla. Yakalanacağı varsa yakalanacaktır düşüncesiyle bekliyorum. Yakalasam da alıp eve zütürmeyeceğim ki düşüncesiyle bekliyorum. Kimi zaman yakınlarımda başka huzur avcılarının bulunduğu da oluyor. Onların uyarıları için çekiyorum oltayı. Çoğu zaman geç kaldınlarına, nadiren de maşallahlarına maruz kalıyorum. Dedim ya buralar balık tutmaya müsait yerler olmadığı için, kayaların ve otların yoğun bulunduğu yerler olduğu için kalabalık olmuyor. işte bu yüzden çoğu zaman eliniz boş dönmek zorunda kalırken zaman zaman iri balıklar çıkarıyorsunuz. Bu da maşallahları beraberinde getiriyor. Çoğu zaman olduğu gibi çok kısmetli değildim bugün. Hatta hiç kısmetli değildim. Geleli çok bir zaman geçmeden kancayı ve kurşunu kayalara sıkıştırdım. Buna rağmen boş oltayı suya bırakıp sadece mantarı seyretmekle meşguldüm. Karşıdan Doğan'ı ve yanında O'nun kardeşinin bana doğru geldiklerini görmesem burada daha saatlerce böyle bekleyecektim.
-
87.
+2Kardeşiyle ilk kez o gün konuşmadık ancak o gün samimiyetimizi epeyce ilerlettik. Detayları sırası geldikçe anlatırım. O ve ailesi hakkında oldukça önemli bilgiler edindim. Belki aynı şehirde yetişmemiştik onunla ama temelinde aynı kültüre sahiptik. Aynı kültürden beslenmiştik. Aileler arasında ortak noktalar vardı. Bu ortak noktalarda buluşabilirdik. Daha önce bahsetmiştim. Ben onun ailesini oldukça zengin zannediyordum. Türkiye'nin güzide şehirlerinden birinde evleri, dükkanları; yine bir başka şehirde meyve bahçeleri vardı. Bütün bu varlıklarını gözümde büyütmüş olmalıydım. Hepsi onların değilmiş üstelik. Dededen kalan miras mallarının paylaşımı bile yapılmamış meğer. Yani sözün özü şu ki onun ailesi de tıpkı benim ailem gibi ancak kendi yağıyla kavrulabilecek durumdaydı. Yeri gelmişken anlatmak zorundayım. Ben dünya malına değer vermeyi sevemedim pek. Bugün karnını doyurabiliyorsan, yarın da ömrün olursa bugünkü rızkını veren, yarın seni unutacak değildi elbet. işte bu yüzden her şeyi O'nun yani Rabbimizin taktirine bırakmak gerekiyor. Zenginlik hep korkutmuştur beni. Ne kadar çok şey alacak kadar servet sahibi olursam o servetin, aslında beni o kadar satın alacağını düşünmüşümdür. Bu düşüncelerimde hala bir değişiklik olmadı. Onu kendime yakın hissetmeye başlamıştım. Doğan'ın söylediklerini düşündükçe bir yerlerden başlamak bana mantıklı gelmeye başlamıştı. Denemekten zarar gelmezdi. En azından birbirimizi tanıyabilirdik. Birbirimize uygun olmadığımızı görürsek kimselere duyurmadan başladığımız gibi bitirebilirdik.
-
88.
+1Hiç bitmeyecek sandığım çocukluğum ne kadar güzel ve masum şu meğer. Ne kadar temiz ve safmış. Büyümeyi isterken meğer ne büyük yanlış yapmışım. Çarşıda pazarda limonata satıp, su satıp üç beş kuruş kazanınca büyük adam olduğumu düşünmek ne güzelmiş. Akranlarımla mahallenin çayıra çıkıp top oynamak, üstüm başım toz toprak veya çamur içinde, ayakkabılarımın burnu delinmiş olarak eve gelirken az sonra yiyeceğim dayağın korkusunu yaşamak ne güzelmiş. Kurulan akşam sofrasına daha yenilen dayağın acısı geçmeden oturup acıkan karnımı doyurmak ne güzelmiş. Gecenin bir yarısında gördüğüm kabusun etkisiyle çığlık çığlığa uyanmak, tekrar uykuya dalmadan korktuğum halde ağırlaşan göz kapaklarıma yenik düşmem ne güzelmiş. Ağlarken birilerinin görecek de kınayarak kaygısının olmaması meğer ne büyük bir nimetmiş. Hele ki gözyaşlarınızı silerken sizi teselli eden birilerinin yanınızda olması... Şimdi öyle mi? Hanginiz gelip teselli edebilirsiniz, gözyaşlarımı silebilirsiniz? Doya doya yaşamadan avuçlarımdan kayıp giden çocukluğum ne olur geri gelsen? Ya babam? Ne olurdu beni böyle zamansız bırakıp gitmeseydin? Başımı göğsüne bastırıp, yanaklarımdan süzülmesini engelleyemediğim şu göz yaşlarımı parmak uçlarınla silip beni teselli etsen ne olurdu!
Babam ben seni çok özledim çok! -
89.
+1O gün gideceklerdi. Doğan da yolcu edecekti onları. Tüm cesaretimi toplayıp onunla denemek istediğimi söyledim. iyi de nasıl olacaktı? Gidiyorlardı. Telefonda konuşur, yazışırken, bu şekilde birbirimizi tanıma fırsatı bulurduk. En azından dedikodumuz olmazdı. Ben de Doğan'a gittim. Üniversite birinci sınıfı bitirmiştim ama daha önce de dediğim gibi aşk olduğunu zannettiğim platonik bir iki duygu yaşamama rağmen duygusal ilişki içine girdiğim bir kız arkadaşım olmamıştı. Hiçbir zaman puştluk peşinde olanlardan olmadım. Önce gez, toz, eğlen, bir şeyler yaşa, sonra da vur tekmeyi gitsin, anlayışında değildim. Doğan'ı yakın akrabası olmasa isterse kırk yabancı olsun durum yine de değişmezdi. Elbette ki Doğan nedeniyle daha fazla dikkatli olmam gerekecekti.
-
90.
+1Elim ayağım titriyordu. Ağzım dilim kuruyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kardeşim gibi çok yakın bir arkadaşıma, ailesine ihanet ediyor gibi bir suçluluk duygusu içinde boğulacak gibiydim. O, kardeşi, annesi ve babası önden gidiyorlar; Doğan'la ben arkalarından gidiyorduk. ince uzun bir endam vardı. Boyu 1.60 civarındaydı ama zayıflığı onu olduğundan daha uzun gösteriyordu. Belki çok güzel değildi başkalarına göre ama benim güzellik kriterlerine uygundu. Arada bir arkasına dönüp bize bakıyordu. Bize diyorum ama biliyorum ki bana bakıyordu. Geriye her dönüşünde göz göze geliyordu ve her göz göze gelişiminde güzelliği gözümde daha da büyüyordu. içim bir tuhaf oluyordu. Bu güzellik benim mi olacak anlaşabilirsek, diyordum. Allahı ne olur anlaşalım, ömür boyu o gözlere ben bakayım diyordum. O gözlerin ışığı hep bana parlasın.
-
91.
+1Tarih 16 Haziran, yıl... Yılı öğrenip ne yapacaksınız ki? O da bende saklı kalsın. Size göre çok eski bir zaman bile olabilir. Bana göre dün... Hatta dün bile değil. Bugünden bile yakın.
-
92.
+1Evet bu kızı benimsemeye başlamıştım. Doğan'ın yanına gelişi, elindeki telefon numarasının yazılı olduğu küçücük kağıdı Doğan'a verirken kaçamak göz göze gelişimiz, Doğan'ın kimselere göstermeden o kağıdı elime tutuşturması kalbimin daha bir hızlı çarpmasına neden olmuştu. içimi bir tuhaf etmişti. Sonra otobüsün gelişi, bagajlarını otobüse yerleştirirken bakışmalarımız, içimde daha önce hissetmediğim bir takım duyguların uyanmasına neden olmuştu. Annesiyle ya yana oturmuştu. Cam kenarındaydı. Gidiyordu. Giderken o tatlı gülümsemesi yine dudaklarında duruyordu ve el sallıyordu. Annesi de bakıyordu. Bir tarafım yarım kalıyordu. O gün gençliğin verdiği toylukla idrak edemiyordum ama bugün biliyorum ki annesi de fark ediyordu.
-
93.
+1Zaman zaman hala giderim oraya. E-bilmem ne karayolunun şehir merkeziyle kesiştiği köşe başında tam da o noktada durur beklerim. Otobüsler gelir, otobüsler gider. Yolcular iner, yolcular biner. Gelenlerden biri de o olsa ne olur derim. Ya da o gün giderken ellerimi ceplerimde çıkarıp onun bana el salladığı gibi ben de ona el sallayabilseydim.
-
94.
+1Gidişinin bir kaç gün sonra başladı telefon konuşmalarımız. Hemen ertesi gün de arayabilirim ama arayamadım. Ne konuşacağımı bilmiyordum çünkü. Çünkü daha önce böyle ciddi bir girişimde bulunmamıştım. Bir kaç gün sonrasıydı. Onu tanımak istediğimi söyleyerek başlamıştım söze. Nasıl bir kişiliğim vardı. Hayattan beklentilerim nelerdi uzun uzun anlattım. Flört aşamasında insanlar karşısındakine genelde kendini olduğu gibi anlatmak yerine ya olmak istediği kişi gibi anlatırdı ya da karşısındaki kişiyi çözdükten sonra o kişinin istediği biri göstermeye çalışırdı. Bu durumun günümüz için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Hem kız için geçerli bir durumdur bu hem de erkek için. Ben öyle yapmadım. Bir ilişki yalan üzerine kurulursa eğer uzun soluklu olmazdı. Yalan üzerine kurmak bana göre değildi.
-
95.
+1O dönemlerde şimdiki gibi cep telefonu falan yoktu. Varsa bile tek tük vardı. O da servet değerindeydi ve kelli felli adamlarda vardı. Üstelik cep telefonuyla konuşmak cesaret isterdi. Zira cepten konuşmak oldukça pahalıydı. Telefonu bazen annesi açıyordu. Önceleri annesi açtığında çekiniyor, hiçbir şey söylemeden kapatıyorum. Annesi oldukça anlayışlı bir kadındı. Sonraları karşıdan ses gelmeyince arayanın ben olduğumu anlıyor hemen kızına sesleniyordu. Daha sonraki zamanlarda ise merhabalaşmaya, arkasından da hal hatır sormaya bile başlamıştık. Dersler nasıl? Annen babalar nasıl? Bu gibi şeyler. Benim utangaç ve çekingen tavrımdan da etkileniyor olmalıydı. Zaman zaman bana "Oğlum!" diye hitap ediyordu. Bu "Oğlum!" öylesine candan bir oğlumdu ki insan kendi çocuğuna ancak bu kadar sıcak ve içten diyebilirdi. O sıcak "Oğlum!" sözcüğünü ve dolayısıyla annesinin çok sevmiştim. Annem gibi. Annem gibi sevmiştim. Bazen çok şey söylemek ister de söyleyemezsiniz ya, boğazınıza bir şeyler düğümlenir de öylece kalakalırsınız ya işte şu anda tam o durumdayım. iyi ki beni göremiyorsunuz. Gözlerimin nemli olduğuna iyi ki bakamıyorsunuz. Biraz daha devam edecek olsam ağlamaktan kendimi alamayacağım. içinde bulunduğum ortam uygun olsa salıverirdim ama değil işte. Aklıma şu dizeler geliyor:
Yağmurun dolaşıyor tuzlu nemiyle gözlerimde.
Akıyor ayrılıkların ilkel ırmağı
Bir sarı çiçek durmaksızın kanıyor mendilimde
Anlıyor musun bana bıraktığın yalnızlığı?