-
26.
+4 -1Ellerinde onca fotoğraf varken üstelik fotoğraftaki kişinin ben olduğuna neredeyse ben bile inanmışken bu ben değilim demek bana benzeyen hem de çok benzeyen biri olduğunu söylemek polislere ne kadar inandırıcı gelebilirdi. Gelmezdi elbet. Bazen doğruları söylemek işe yaramaz. Şimdi öyle bir durumla karşı karşıyayım. Fotoğrafların birinde elimde getirdiğim kovanın içindekileri gölete döküyorum. Israrla onu soruyorlar. Onlara göre suçlu olduğumu gösterecek en büyük delil bu.
Göletin kenarına balık tutmaya giden bir çok kişinin yanlarında içi ıslatılmış bayat ekmekle dolu kova getirdiklerini, balık tutmaya başlamadan önce bu ekmekleri göle döktüklerini anlatıyorum. Sebebini soruyorlar. Ekmek kokusunun balıkları çektiği yönünde açıklama yapıyorum. -
27.
+4Hak veriyorlar. ifademi alıyorlar. Gidebilirsin diyorlar. istersem beni evime kadar bırakabileceklerini söylüyorlar. Yürümek istediğimi söyleyip çıkıyorum. Kapının önüne geldiğimde arkadan sesini duyuyorum.
"Bir dakika bekler misiniz?" diyor. Dönüyorum. Bu ses de bana oldukça tanıdık geliyor. Kendisiyle gelmemi istiyor. Soldan ikinci koridordan dönüyoruz. Koridorun sağındaki en son odaya girmemi istiyor benden. Hala sesi nefret dolu hala öfkeli bir şekilde nefes alıp veriyor."Buyrun sorun nedir?" diyorum. Kapıyı sertçe kapatıp yakamdan tutup duvara yaslıyor ve işaret parmağının ucuyla göğsümün üstüne bastırarak "Beni de öldürdün sen!" diyor. Beni de öldürdün! iyi olup olmadığını anlamak için yüzünden kaçırdığım gözümü yerden kaldırıp yüzüne bakıyorum. Gözgöze geliyoruz. Yüzündeki öfke gözlerinde yok. Gözler yalan söylemez diyorlar ya anlıyorsunuz. O an bu sözün anldıbını yeniden keşfediyorum. "Gözler yalan söylemez." -
28.
+2Çok eskilerden bir yerlerden kendisinin bana tanıdık geldiğini, zihnimi çok zorlamama rağmen bir türlü hatırlayamadığımı anlatıyorum. Şaşkınlığıma bakarak olsa gerek inanıyor sözlerime. Yüz ifadesi değişiyor birden. Daha sevimli oluyor. Daha yumuşak bir ses tonuyla, "Sen ciddisin." diyor. "Gerçekten beni hatırlamıyorsun. Ne oldu sana hafızanın mı kaybettin? Hani alzheimer dahi olsan beni unutmayacaktın? ."
Hatırlatmasını istiyorum kendisini. "Otur şuraya anlatayım öyleyse." diyor. "Az bekle iki bardak çay alıp geleyim." deyip çıkıyor odadan. Çıkarken telefonu çalıyor. "Efendim komiserim!" dediğini duyuyorum. -
29.
+4Neredeyse bir saate yakın beklememe rağmen gelen giden olmadı. Sıkıldım ve odadan dışarı çıkıyorum. Bir işi çıkmış olmalı. Bir tiryaki için azamsanamayacak kadar uzun zamandır sigara içmiyorum. Beni almak için gelmeden önceki süreyi de katacak olursam üç saat kadar. Özellikle de hiç alışık olmadığım karakol, polis, sorgu, ifade gibi sıkıntılı ortamın verdiği stresi de hesaplayarak olursak benim için dayanılması zor bir zaman dilimi anldıbına geliyor. Kapıdan çıkar çıkmaz bir sigara yakıp bahçedeki kamelya bulunan bankalardan birine oturuyorum. Öte taraftan buralarda mı diye sağıma soluma bakınmayı da ihmal etmiyorum. Arkamdan omzuma dokunan bir el.
-
30.
+4Beni getiren polislerden biri. ifadem alınırken de odada bulunuyor ve halletmesi gereken işiyle ilgileniyorken benimle ilgili olan konuya ilgisiz gibi hörünmeye çalışıyordu. Neden gitmediğimi birkaç cümleyle anlatıyorum. Kimi beklediğimi de. Adının Elif olduğunu öğrendiğim bayanın acil ve önemli bir görevinin çıktığını söylüyor umarsız bir tavırla. Boşuna bekleyeceğimi bugün gelmesinin çok zor olduğunu ekliyor sözlerine. Gelse bile görüşemezmişim. imkansızmış. içimdeki merak ateşiyle ve ertesi gün görüşürüz düşüncesiyle ağır adımlarla oradan ayrılıyorum. Eve de gitmeyi istemiyorum. Uzun zamandır evden işe işten eve git gel. Sıkıldığımı ve dışarıyı özlediğimi farkediyorum. Görsel hafızamın iyi olduğunu söyleyebilirim. Bakmakla görmek arasındaki farkı iyi bilirim yani. Fotoğrafların çoğu gözümün önünde duruyor gibi. Oraya gitmeye karar veriyorum birden. Çık uzak değil. On beş, yirmi dakika arası yürüme mesafesinde. Orada belki aradığım bir şey bulurum düşüncesindeyim.
-
31.
+4Önceleri insanlardan kaçıp giderek kendimle baş başa kalmanın huzurunu yaşadığım, sonraları beni her hatırladığımda dertlere garkeden acılarla dolu geçmişimde kaybolduğum ve kaçtığım o yer. Bu sefer kim bilir hangi hatırlamak istemediğim acımı suratıma suratıma çarpacak düşüncesiyle adımlıyorum yolları. Bu gidiş her zamanki gibi bir gidiş değil. Bu gidişte her zaman olduğu gibi elimde olta yok mesela. Yol boyunca yarısını yediğim fırından yeni çıkmış buharı üstünde sıcacık ve burcu burcu kokan ekmek yok. Burcu burcu kokan... BURCU, BURCU!.. Evet evet! O! Burcu...
-
32.
+3Tabi ya. O! Nasıl hatırlayamadım onu. Henüz üniversitede okuduğum yıllardı. Yaz tatilindeydik. Çalıştığım saatlerde gelmişti çalıştığım iş yerine. Zor durumdaydı. Kan kaybından ölmek üzere olan ağabeyin kan arıyordu. Yer bilmiyordu. Yol bilmiyordu. Çaresizdi. Kendini suçluyordu. Ağabeyi ölürse bu vicdan azabıyla yaşayamayacağını düşünüyordu. Türkiye kan grupları oranına göre her yüz kişiden sadece on dört kişide bulunan kan gurbuydu. Brh+. Benim kan grubum. Yani ağabeyine kan vererek kendisine yardımcı olabilecek her yedi kişiden biriydim. O gün bana ne kadar çok minnettar minnettar kalmıştı. Oldukça varlıklı bir aileden geliyordu. Varlıklı ama ne oldum delisi olan bir aile ve o zihniyetle yetiştirilmiş bir çocuk değildi. Hatta oldukça da mütevazi insanlardı. Birkaç gün birlikte vakit geçirmiştik. Vakit geçirme dediysem sıkıntılı günlerinde yalnız bırakmamak adına onunla, anne ve babasıyla ilgilenmiştim. Sonuçta yabancı insanlardı. Zengin olsalar da içinde bulundukları durumdan ötürü gariban insanlardı. Ağabeyinin kendine gelip toparlanmasından sonra gidecekleri gün yine çalıştığım yere uğramış "Sen bana canımdan bir can bağışladın, seni hayatımın sonuna kadar hiç unutmayacağım." demişti.
-
33.
+2iyi biriydi. Mütevaziydi. Hem oldukça güzeldi de. Yani her erkeğin evlenmek ve yuva kurmak isteyeceği bir çok şeye sahipti. O yıllarda oldukça ağır bir gençlik acısı sendromu yaşıyordum ve dış dünyaya kendimi neredeyse kapatmıştım. Hem bu sebepten hem de zor durumda kalan birine yardım etmenin bir bedeli olarak benimle yakınlaşmasını beklemek gibi geldiğinden duygusal yönden yaklaşmayı düşünmemiştim. Hatta olabildiğince mesafeli ve resmi bir duruş sergilemiştim. Onları bir daha görmemek üzere yolcu ederken arabanın arka koltuğundan bana el sallaması karşılık içimden "Git, ben de seni alzhaimer olsam bile unutmayacağım." demiştim. Benim bile duymadığım bu söyleyişi onun duymasına hiç ihtimal yoktu. iyi ama "Hani alzhaimer dahi olsan hayatının sonuna kadar beni unutmayacaktın." demesi de neyin nesi oluyordu?
-
34.
+3Yaşadığınız bazı şeyler ne kadar acı verirse versin zaman içinde unutulup gidiyor ve hiçbir iz bırakmıyor geriye. Oysa yaşadığınız hadi be ya, bunlar da bir gün unutulacak dediğiniz öyle şeyler var ki yıllandıkça daha da acı veriyor insana. Öldürse de kurtulsam diyorsunuz. Öldürmüyor. Ondurmasını zaten hiç beklemiyorsunuz. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi? Bu arada şunu söylemeliyim. Bu entrynin anlatacaklarımın bir parçası olmadığını bilmenizde fayda olduğunu düşünüyorum. Neredeydi, nereye geldik? Dememeniz için. Evet bazen anlatacaklarıma ara vermem farklı şeylerden bahsetmem size göre yanlış olabilir. Bu tür entryleri çay molası gibi düşünün. Olmaz mı?
-
35.
+3Gerçekte adı Burcu değildi. Bu ona benim verdiğim isimdi. Ona bu ismi verdiğimi ve bunun nedenini asla bilmiyordu. Hiçbir zaman da söylemediğimi adım gibi hatırlıyorum. Evet, bendeki adı Burcu'ydu. Çok güzel ve çocuksu bir yüzü vardı ve burcu burcu masumiyet kokuyordu. Ailesine ve özellikle ağabeyine çok bağlıydı ve burcu burcu sadakat kokuyordu. Öyle uçuk kaçık davranışları düşüncesi ve kıyafetleri yoktu ve burcu burcu terbiye kokuyordu. Ağabeyinin yaralanmasına hep kendini suçlu görüyordu, onun kendine gelme sürecinde bir an olsun başından ayrılmayı düşünmüyordu ve burcu burcu merhamet kokuyordu. işte bu yüzden ona Burcu demiştim. O bu ismi hiç bilmedi. Hiç söylemedim. Adım gibi hatırlıyorum. Onu son gördüğümde arabanın arkasından bana hoşçakal diyerek el sallarken içimden "Git! Alzheimer olsam bile seni hayatımın sonuna kadar unutmayacağım." sözümü duymadığı gibi.
Zihnimizi bize hatırlatmamakta inat ettiği şeylerle ilgili küçücük hatta miniminnacık bir ipucu yakaladığımızda gerisi nasıl da çorap söküğü gibi kopup geliyor.
Meğer benim Burcu'yla ilgili bildiğim ne çok şeyim varmış. Birkaç günlük zaman diliminde bu kadar çok şeyi nasıl oldu da öğrendime ben bile şaşırıyorum desem yeridir -
36.
+3Sürekli konuşacak bir şeyler bulan bir yapıdaydı Burcu. Ağabeyinin kendine gelme sürecinde anlatacak bir şeyler bulamadığı bir anda konuşmaya başlamıştı. Sanatla ilgilenmeyi çok seviyordu. Söylediğine göre oldukça geniş ve bol odalı evlerinin odalarından birini resim atölyesi haline getirmişti. Akranları diğer kızlar gibi orada burada gezip dolaşmayı eğlenmeyi seven bir kişiliğe sahip değildi. Hayatı evle okul, okulla ev arasında geçiyordu. Derslerinden arta kalan zamanlardaki boş vakitlerini atölyesinde resim yapmakla geçiriyordu. Annesi de en çok onun resim merakından şikayetçiydi. Zira üzerinde hangi kıyafeti varsa onunla giriyormuş ve üzerinde boya lekesi olmayan bir kıyafeti yokmuş. Ona sürekli yeni kıyafet almaktan bıkmışlarmış. Emniyette bana gösterdikleri fotoğrafların çekildiği gölete geliyorum. Fotoğraflar ve özellikle elimdeki kovayla gölete bireyler döktüğüm fotoğraf adeta gözümün önünde duruyormuş gibi zihnimde kazılarda duruyor. Tam da o noktaya geldiğimde bir dedektif edasıyla inceliyorum. Aynı otlar aynı taşlar resimdeki gibi yerli yerinde duruyor. Üzerinden bir hafta gibi bir süre geçmemiş olsa ve yağmur yağmamış olsa neredeyse ayak izlerim bile göreceğim. iyi de madem geçen hafta işte tam şu anda bulunduğum yerdeyim, neden hatırlamıyorum? Madem geçen hafta buradayım öyleyse neden buraya yaklaşık on beş yıldır ilk kez geldiğimi düşünüyorum. Çıldıracağım. Bedenimde başka biri varmış gibiyim. Bu ben, ben değilim de sanki başka biri. Çıldıracağım...
-
37.
+3Kafam hala allak bullak. Kafam hala bir milyon. Bu ne menemen bir durum. Ayrılıyorum. Ayrılmasam ne yapacağım? Geldiğim yolu kullanmak istemiyorum. Ağaçlar arasındaki yürüyüş yolunu seçiyorum. Ağaçlar arasındaki yürüyüş yolu dediysem, yıllar öncesinde kalan diye de eklemem gerektiğini belirtmeliyim. Bu yol artık öyle bir yol değil. Geçen 15 yıllık süre içinde ne ağaç kalmış ne de yürüyüş yolu. Resmen bildiğiniz sağlı sollu tamamen evlere dolu bir mahalle yolu olmuş. Adı bende saklı kalsın aynı mahallede çocukluğumuzun birlikte geçtiği arkadaşlarımdan birine rastlıyorum. Bir elinde oltası diğer elinde kovasıyla karşıdan geliyor. Selamlaşıp ayak üstü hal hatır soruyoruz. Son zamanlarda burada sık karşılaştığımızı söylüyor. Bu sefer neden oltasız geldiğimi soruyor. Şaşkın şaşkın söylediklerini dinliyorum. Anlattıklarına bir anlam vermeye çalışıyorum. Olmuyor. Gerçekten buraya sık mı geliyorum? Madem ki geliyorum, öyleyse ben niye geldiğimi bilmiyorum. "Can sıkıntısı ne yapayım?" diyorum. "Kahvehane kültürüm de yok, öylesine yürüdüm biraz." diyorum. Birbirimize iyi günler dileyip ters istikamete doğru yollarımıza devam ediyoruz.
Burcu! işte karşıdan geliyor. Yanında da göreve gittiğini söyleyen polis... Yanılıyor olmalıyım. -
38.
+1Bir daha Burcu'yu göreceğimi sanmıyorum. Evet yanılıyorum. Yaklaştıklarında onlar olmadığını anlıyorum. Zihnimi yeniden keşfetmeye, içimdeki ben olmayan beni anlamaya çalışıyorum. Zihnimin bana oynadığı bu oyuna gelmemem gerekiyor. Aksi taktirde bir daha kendimi toplayamayacak kadar dağılacağımı çok iyi biliyorum. Burcu'ya aşık olduğumu düşünüyorsunuz değil mi? Hayır. Ben ona aşık değilim. Her ne kadar ağabeyine kan vererek ona yardım etmiş gibi görünsem de aslında onun bana yardım ettiğini ileride çok daha iyi anlayacaksınız. Burcu'ya kendisiyle ilgili hiçbir şeyi yüksek sesle söylemediğim gibi benim kendisine yardımcı olduğumun kat be kat fazlasıyla kendisinin bana yardımcı olduğunu söylemedim. Hayatımın bundan sonraki kısmının çok daha çetin geçeceği Burcu'yu yıllar sonra ete kemiğe bürünmüş haliyle karşıma çıkmasından belli.
"Sen; beni de öldürdün." cümlesinin ardında yatan gerçeğin ne kadar korkunç olduğunu kendime itiraf etmekten bile korkuyorum. Gayrı varın gerisini siz hesaplayın. -
39.
+4Daldan dala alıyormuş gibi olacağım. Hatta kafanız da çok karışacak biliyorum. Bunaldığınız yerde okumaktan vazgeçmekte serbestsiniz. Hatta peşinen söylemek zorundayım: okumayı bırakmayı düşünüyorsanız en uygun zaman işte tam bu satırları okuduğunuz zamandır. Bundan sonra bırakmak sizin için çok zor olabilir. Şayet bırakmayıp okumaya devam yönünde karar alırsanız benim gibi hasta ruhlu bir adam haline gelme olasılığınız oldukça yüksek olacaktır. Bitirmek kısmet olursa anlatacaklarımı bitirdikten sonra uzun bir pgibiyatrik desteğe ihtiyaç duyabilirsiniz. Buna rağmen devam diyorsanız başınıza geleceklerden dolayı hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum.
-
40.
+3Yıllar öncesine, ağabeyin kan verdiğim güne geri dönüyorum. Hiç bilmediği bir yerde yapayalnızdı. Bir tek ağabeyi vardı ve o da hayati tehlikeyi atlamasına rağmen henüz kendinde değildi. Telaştan gün boyunca koşuşturmuş, anne ve babasına bile telefon etmeyi aklına getirmemişti de ben telefon edip uygun bir dille anlatmıştım. Ağabeyi henüz yoğun bakımdan çıkarılmasını için bekleme salonunda bir koltuğa kıvrılmış kalmıştı. Gün boyunca koşuşturmanın oluşturduğu yorgunluk ve sorumluluğunu yerine getirmenin verdiği huzurla kıvrıldığı koltukta uyuyup kalmıştı.
Buz mavisi kot pantolonu ve ondan dala koyu tonda mavi gömleğinin üzerinde abisine ait olan kan lekeleri hala duruyordu. Tırnak aralarında ve tırnak ile etin birleştiği yerlerde bile kurumuş kan lekelerini görebiliyordum. Kahretsin! Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen bu kadar ince ayrıntıları nasıl oluyor da hala hatırlayabiliyorum. Şaşıyorum.
Unutmak!..
Çoğu zaman ne kadar büyük bir mimettir biliyor musunuz? Unutamamak ne kadar büyük bir acı veriyor insana. Unutamamanın ne demek olduğunu bilmiyorsanız anlayamazsınız.
O haliyle o kadar güzel görünüyordu ki. Ona en yakın koltuğa geçip oturdum. Uzun uzun seyrettim. -
41.
+6Hala okumakta kararlıyım diyenleri görelim.
-
42.
+3Bir taraftan da tedirgindim. Uyansa göz göze gelebilirdik. Arada bir kımıldanıyor koltukta daha rahat bir pozisyon almaya çalışıyordu.
Buralarda yazlar ne kadar sıcak geçerse geçsin geceler de o kadar serin geçerdi. Ceketimi çıkarıp omuzlarını hemen üzerinden beline doğru yavaşça bıraktım. Onu orada o haliyle kimsesiz bir halde bırakıp gidemezdim. Birkaç saate kadar annesi ve babası gelecekti. O zamana kadar beklemem en doğru olandı. Sonra gönül rahatlığıyla eve dönebilirdim. Tahmin ettiğim saatlerde geldiler. Geldiklerinde hastahanenin kapısı önünde sigara içiyorum telaşlarından kim olduklarını anlamak çok zor olmadı. Kızlarının yorgun olduğunu içeride uyuduğunu söyledim. Vakit geç olduğu için gitmem gerektiğini de. Oradan ayrıldım.
Evimiz çok uzak sayılmazdı. Seri adımlarla 15 dakikada ulaşabilirdim.
Yolu neredeyse yarılamıştım ki aklıma, ceketimin cebinde unuttuğum ve henüz tamamlanmamış mektup geldi. -
43.
+2O yıllarda mektup yazmayı çok sevdiğimi yeni öğreneceksiniz. Sürekli mektup yazıyordum. Sözle anlatamadığım şeyleri yazıya döküyordum. Biraz araştıracak olursanız hem yazma hem konuşma yeteneğinin gelişmiş olduğu insan sayısının çok az olduğunu göreceksiniz. Benden, ben de işte her iki yeteneği de gelişmiş bu nadir insanlardan biriyim, dememi bekliyorsanız hayır değilim. Yazdıkları belki bir nebze okunabilen ama konuşmaya geldiğinde kendini dinletmeyi beceremeyen, hatta bu yüzden konuşmak yerine daha çok susmayı tercih edenlerden biriyim. Gerçek hayatta beni tanıyacak olsanız bu yazıları yazdığıma inanmakta zorlanır, belki, hadi oradan!, der geçersiniz.
Ceketimin cebinde yarım kalmış mektupları dan biri vardı ve o mektuptan haberdar olmamalıydı. -
44.
+1Bir de böyle takıntılarım var benim. Mektup yazar, zarfa koyar, zarfın ağzını yapıştırır hatta pulun dahi yapıştırıp atarım bir kenara. Göndermek için değil, sadece içimdekileri döküp biraz olsun rahatlamak için yazarım.
-
45.
+1Önce önemsemedim. Yarın erken de gidip alırım düşüncesindeydim. Yazdıklarım aklıma geldikçe düşüncelerim değişti. içinde yazılı olan şeylerin onun tarafından öğrenilmesinden ziyade iç dünyamda kopan fırtınaların hiçkimse tarafından bilinmesini istiyordum. Birkaç saat uyumuş yorgunluğunu atmış olmalıydı. Hem annesiyle babası da gelmişti. Uyanmış olma ihtimali çok yüksekti. Geri döndüm. Annesi ve babası oradaydı ama kendisi yoktu. Lavaboya gittiğini söylediler. Uyanınca karşısında anne ve babasını görünce çok şaşırmış. Olanları anlatmış. Benden de bahsetmiş. Bol bol teşekkürlerini ve minnet duygularını dinledim.
başlık yok! burası bom boş!