/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 51.
    +2
    Burcu'ya ne oldu? Neden Burcu'yu gördüğümde şaşırdığımı merak ediyorsunuz değil mi? Neden mesai arkadaşının adını farklı söylediğini, gerçek adının ne olduğunu, o benimle yakınlaşmak isterken neden benim ondan kaçtığımı, yıllar sonra durup dururken karşıma çıktığını, daha pek çok şeyi merak ediyorsunuz. Hatta bütün bunların yaşanıp yaşanmadığını... Ne yazık ki bunun cevabını henüz almaya hazır değilsiniz. Burcu'nun bana kendisini öldürdüğümü söylemesinin altında yatan gerçeğin ne olduğunu da öğrenmek istiyorsunuz. Aklınızdaki bütün soruların cevabını alacaksınız. Sorduğunuzda değil, ben istediğimde de değil. Sadece yeri geldiği zaman öğreneceksiniz. Burcu şimdilik olduğu yerde kalsın. Sahibi olmayan mektuplar kime yazılıyordu? Onu anlatayım.
    ···
  2. 52.
    +2
    Hikaye bitene kadar burdayım
    ···
    1. 1.
      +1
      Ön koltuklarda yeriniz hep hazır olacaktır.
      ···
  3. 53.
    +2
    O başkaydı. Bambaşka. Gözlerine bir kez bakmam yetmişti. Nefes alamaz olmuş, boğulacağım sanmıştım. Gözlerinin içinde kaybolmuş, kim olduğumu bile unutmuştum. O bambaşkaydı ve dünyada ondan bir tane daha yoktu. Yanında olmak inanılmaz duygular yaşatıyordu bana. Öyle karşımda dursa bir kartpostal seyreder gibi hep onu seyretsem. Yemek yemeden sadece gözlerine bakarak doysam. Su içmeden sadece gözlerine bakarak susuzluğumu gidersem. Ne kuş cıvıltısı, ne güzel bir şarkı ne de başka bir ses; o konuşsa ben dinlesem. Elini ilk tutuşumu hatırlıyorum da Yarabbim o neydi öyle? Elektriğe çarpılmış gibi olmuştum. Ellerinden, parmak uçlarından başlayarak bir enerji yayılmıştı vücuduma. Dayanamamış diğer elimle de tutmuştum elini. Çekmek istese çekemezsin diye iki elimin arasındaydı artık. Sımsıkı. Elinden vücuduma dolan bu şey neyse kesilmesindi. Durmasındı. Ağustosun yazı bile ellerini ısıtamazdı. Hep buz gibi olurdu o eller. Kendimce bir gerekçe bile bulmuştum ellerindeki bu serinliğe: içimdeki ateşe su serpmek... Elleri de sıcak olsaydı nasıl dayanırım ki? Hepten yanar, hepten kavrulurdum. Tüm masumiyetiyle elini neden o kadar sıktığımı sormasa, canının yandığını söylemese belki de o ince ve narin parmaklarına zarar verecektim ve bunun farkında bile olmayacaktım. Ellerimi yavaşça gevşetirken elini ellerimden kaçırma korkusu yaşadığımı bilmedi hiç. Söylemedim. "Ellerini kaçırırsın korkusundandır." diyemedim. Yalan değildi. Ben ilk kez onun elini tutmuştum. Bu tutuşla yarım olan bir yanım tamamlanmıştı. Ellerinden vücuduma yayılan enerjiyle kendim olmuştum. "Daha önce bir kızın elini hiç tutmadım ki." deyip canını yaktığım için özür dinlemiştim.
    Aradan onca yıl geçmiş, hatırladıkça hala gözlerinden iki damla yaş süzülür. Tıpkı şu anda süzüldü gibi. Ve siz iyi ki gözyaşlarıma ellerinizle dokunamıyorsunuz. Orhan Veli'nindi değil mi? "Dokunabilir misiniz göz yaşlarıma ellerinizle?"
    ···
  4. 54.
    +2
    Hikaye bitmediği sürece gitmek yok anlatımın çok güzel
    ···
    1. 1.
      +2
      Teşekkür ederim. Eğer son kararınızsa uzun bir süre burada olacaksınız demektir.
      ···
    2. 2.
      +1
      Yazdığın sürece burdayım
      ···
  5. 55.
    +2
    iyi biriydi. Mütevaziydi. Hem oldukça güzeldi de. Yani her erkeğin evlenmek ve yuva kurmak isteyeceği bir çok şeye sahipti. O yıllarda oldukça ağır bir gençlik acısı sendromu yaşıyordum ve dış dünyaya kendimi neredeyse kapatmıştım. Hem bu sebepten hem de zor durumda kalan birine yardım etmenin bir bedeli olarak benimle yakınlaşmasını beklemek gibi geldiğinden duygusal yönden yaklaşmayı düşünmemiştim. Hatta olabildiğince mesafeli ve resmi bir duruş sergilemiştim. Onları bir daha görmemek üzere yolcu ederken arabanın arka koltuğundan bana el sallaması karşılık içimden "Git, ben de seni alzhaimer olsam bile unutmayacağım." demiştim. Benim bile duymadığım bu söyleyişi onun duymasına hiç ihtimal yoktu. iyi ama "Hani alzhaimer dahi olsan hayatının sonuna kadar beni unutmayacaktın." demesi de neyin nesi oluyordu?
    ···
  6. 56.
    +2
    O yıllarda mektup yazmayı çok sevdiğimi yeni öğreneceksiniz. Sürekli mektup yazıyordum. Sözle anlatamadığım şeyleri yazıya döküyordum. Biraz araştıracak olursanız hem yazma hem konuşma yeteneğinin gelişmiş olduğu insan sayısının çok az olduğunu göreceksiniz. Benden, ben de işte her iki yeteneği de gelişmiş bu nadir insanlardan biriyim, dememi bekliyorsanız hayır değilim. Yazdıkları belki bir nebze okunabilen ama konuşmaya geldiğinde kendini dinletmeyi beceremeyen, hatta bu yüzden konuşmak yerine daha çok susmayı tercih edenlerden biriyim. Gerçek hayatta beni tanıyacak olsanız bu yazıları yazdığıma inanmakta zorlanır, belki, hadi oradan!, der geçersiniz.
    Ceketimin cebinde yarım kalmış mektupları dan biri vardı ve o mektuptan haberdar olmamalıydı.
    ···
  7. 57.
    +2
    Eğer bir de damar yolu açan hemşirenin yüz ve vücut güzelliğini anlatmış olsaydım hele ki abi be ya o ne bacaklardı öyle. Sütun gibi. Bizanstan kalma heykellerde bile görmedim böyle bir şey diye başlayıp olayı biraz da abartarak etek boyu ve göğüs dekoltesini, liseli ergen züppelerinin tam da zihninde canlandıracağı şekilde anlatsaydım her bir entyim en az 70 şuku alırdı.
    Sahi bu arada şuku, çügü, entryleri gibi ipe sapa gelmez ve kullanmaktan tiksindiğim kelimeleri de kullanmaya başladım.
    Alt tarafı bir hikaye anlatıp çıkıp gidecektim. Hikaye deyince. Nerede kalmıştık?
    ···
  8. 58.
    +2
    Çok eskilerden bir yerlerden kendisinin bana tanıdık geldiğini, zihnimi çok zorlamama rağmen bir türlü hatırlayamadığımı anlatıyorum. Şaşkınlığıma bakarak olsa gerek inanıyor sözlerime. Yüz ifadesi değişiyor birden. Daha sevimli oluyor. Daha yumuşak bir ses tonuyla, "Sen ciddisin." diyor. "Gerçekten beni hatırlamıyorsun. Ne oldu sana hafızanın mı kaybettin? Hani alzheimer dahi olsan beni unutmayacaktın? ."
    Hatırlatmasını istiyorum kendisini. "Otur şuraya anlatayım öyleyse." diyor. "Az bekle iki bardak çay alıp geleyim." deyip çıkıyor odadan. Çıkarken telefonu çalıyor. "Efendim komiserim!" dediğini duyuyorum.
    ···
  9. 59.
    +2
    Kardeşiyle ilk kez o gün konuşmadık ancak o gün samimiyetimizi epeyce ilerlettik. Detayları sırası geldikçe anlatırım. O ve ailesi hakkında oldukça önemli bilgiler edindim. Belki aynı şehirde yetişmemiştik onunla ama temelinde aynı kültüre sahiptik. Aynı kültürden beslenmiştik. Aileler arasında ortak noktalar vardı. Bu ortak noktalarda buluşabilirdik. Daha önce bahsetmiştim. Ben onun ailesini oldukça zengin zannediyordum. Türkiye'nin güzide şehirlerinden birinde evleri, dükkanları; yine bir başka şehirde meyve bahçeleri vardı. Bütün bu varlıklarını gözümde büyütmüş olmalıydım. Hepsi onların değilmiş üstelik. Dededen kalan miras mallarının paylaşımı bile yapılmamış meğer. Yani sözün özü şu ki onun ailesi de tıpkı benim ailem gibi ancak kendi yağıyla kavrulabilecek durumdaydı. Yeri gelmişken anlatmak zorundayım. Ben dünya malına değer vermeyi sevemedim pek. Bugün karnını doyurabiliyorsan, yarın da ömrün olursa bugünkü rızkını veren, yarın seni unutacak değildi elbet. işte bu yüzden her şeyi O'nun yani Rabbimizin taktirine bırakmak gerekiyor. Zenginlik hep korkutmuştur beni. Ne kadar çok şey alacak kadar servet sahibi olursam o servetin, aslında beni o kadar satın alacağını düşünmüşümdür. Bu düşüncelerimde hala bir değişiklik olmadı. Onu kendime yakın hissetmeye başlamıştım. Doğan'ın söylediklerini düşündükçe bir yerlerden başlamak bana mantıklı gelmeye başlamıştı. Denemekten zarar gelmezdi. En azından birbirimizi tanıyabilirdik. Birbirimize uygun olmadığımızı görürsek kimselere duyurmadan başladığımız gibi bitirebilirdik.
    ···
  10. 60.
    +2
    Büyükler salonda oturuyorlar ve eski günlerden konuşuyorlardı. Arkadaşım, ben, o ve kardeşi arkadaşımın odasına geçtik. Resmi çizenin ben olduğumu söyledi. Bir süre benden konuştuk. Okuduğum şehir, bölüm, resme karşı ilgim daha pek çok şey. Sonra sağdan soldan önemli önemsiz pek çok şey.
    Akşam yemek yemeden gelmemi istemişti. Karnım açtı. Misafirleri olmasa istediğim gibi mutfaklarına girip dolabı açıp Allah ne verdiyse yiyecek kadar hukukumuz vardı ancak bu ortamda aç olduğumu dillendirmek görgüsüzlük olacağı için sofranın kurulmasını beklemekten başka çarem yoktu. Fazla beklemedik, sofra kuruldu. Biz de sofraya geçtik. Annesi oldukça cana yakın biri olmasına rağmen babası bir o kadar ciddi ve otoriterdi. Sofrada da okuldan, derslerden, üniversite ortamından konuşuldu. Konu zayıf olan derslerime geldiğinde sorulan sorulara esprili cevaplar vererek soruları geçiştirmeye çalışıyordum. Bir süre sonra dışarı çıkıldı. Mümkün olduğunca onunla aramdaki mesafeyi koruyor, daha ziyade, kardeşiyle ve arkadaşımla iletişim içine giriyordum. Sorulmadan da konuşmalara müdahil olmuyorum. Hava kararmış olmasına rağmen kafamı kaldırıp ona bakmıyordum. En yakın arkadaşımın, kan kardeşimin çok yakın akrabalarından biriydi çünkü. Yetiştiğimiz kültürde arkadaş yakınlarına göz koymak namussuzlukla eşdeğerdi ve bizde yamuk yapılmazdı. ilçenin nezih çay bahçelerinden birine gittik. Çay içtik sohbet ettik. Vakit oldukça ilerlemişti. Onlar daha uzun süre oturmayı düşünüyorlardı. Ben evdekilerin merak edeceklerini söyleyerek müsaade isteyip oradan ayrıldım.
    ···
  11. 61.
    +1
    Rezervasyon
    ···
  12. 62.
    +1
    Anlat babuş
    ···
  13. 63.
    +1
    Zaman zaman hala giderim oraya. E-bilmem ne karayolunun şehir merkeziyle kesiştiği köşe başında tam da o noktada durur beklerim. Otobüsler gelir, otobüsler gider. Yolcular iner, yolcular biner. Gelenlerden biri de o olsa ne olur derim. Ya da o gün giderken ellerimi ceplerimde çıkarıp onun bana el salladığı gibi ben de ona el sallayabilseydim.
    ···
  14. 64.
    +1
    Emeğine ellerine yüreğine sağlık. Diğerlerinden çok farklı bir yazarsın devam etmelisin.
    ···
  15. 65.
    +1
    Geleceğe dair beklentim kalmamıştı. Oturup ders çalışmam ve yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdiğim şu okulu bitirmek yerine bir elimde sigara diğerinde kalem, sabahlara kadar bireyler karalamaktan başka bir şey yapmıyordum. Burcu'nun ağabeyine kan vermeden bir kaç ay önceydi. Yani burcu henüz yoktu. Üniversite çalışanlarından birinin yakınına kan lazımmış. Okul arkadaşlarımdan biri, adı Fehmi olsun, kan vermeye gideceğini söyledi. Öğrenciydim. Doğru dürüst beslenemiyordum. Olsun. Gelecekle ilgili hayallerim de yoktu nasılsa. Belki işe yararım, düşüncesiyle beklemesini söyledim. O gün hayatımda ilk defa kan verecektim. Apar topar çıktık. Kanımızı verdik ve döndük. Arkadaşım çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Benimse umrumda değildi. Meğer kan ticareti yapan bir sahtekarmış. Aynı şekilde defalarca çaresiz rollerine bürünüp insanlardan kan toplamış. Bugüne kadar kandırdığı öğrencilerin haddini hesabını bilen yokmuş.
    ···
  16. 66.
    +1
    Evet bu kızı benimsemeye başlamıştım. Doğan'ın yanına gelişi, elindeki telefon numarasının yazılı olduğu küçücük kağıdı Doğan'a verirken kaçamak göz göze gelişimiz, Doğan'ın kimselere göstermeden o kağıdı elime tutuşturması kalbimin daha bir hızlı çarpmasına neden olmuştu. içimi bir tuhaf etmişti. Sonra otobüsün gelişi, bagajlarını otobüse yerleştirirken bakışmalarımız, içimde daha önce hissetmediğim bir takım duyguların uyanmasına neden olmuştu. Annesiyle ya yana oturmuştu. Cam kenarındaydı. Gidiyordu. Giderken o tatlı gülümsemesi yine dudaklarında duruyordu ve el sallıyordu. Annesi de bakıyordu. Bir tarafım yarım kalıyordu. O gün gençliğin verdiği toylukla idrak edemiyordum ama bugün biliyorum ki annesi de fark ediyordu.
    ···
  17. 67.
    +1
    Her şey bir tarafa, Fehmi'le yol boyunca konuştuklarımız alıma geldikçe hala gülerim. Daha önce kan vermiş insanların diyaloglarını hatırlatıyor. Aga! insanlar sana öylesine minnettar kalıyormuş ki anlatamam. Taksiyle kapıdan alıyorlar seni. Kan verdikten sonra bir kaç litre meyve suyu koyuyorlar önüne. Ardından seni lokantaya zütürüp güzelce ziyafet çektiriyorlar. Yetmedi. Cebine para bile koyuyorlar. Sonra da gideceğin yere kadar arabayla getirip bırakıyorlar. Yol boyunca duyduğun teşekkürler, Allah razı olsunlar, Allah tırnağınıza taş değdirmesinler de cabası.
    Taksi tutacak kadar parası yoktu heralde ki minibüs durağına kadar yürüyerek gitmiş, oldukça uzak olan hastahaneye ancak iki minibüs değiştirerek ulaşmıştık. Gariban bir adama benziyor. Yazık! Yemek ısmarlamak ya da cebimize para koymak gibi bir takım girişimi olursa geri çevirelim, işimizin acele oluşundan, finallere çalışmamız gerektiğinden bahsedelim. Adamcağıza bir de bizim için masraf ettirmeyin, diyoruz. Belki kan verdikten sonra sadece meyve suyuna hayır demeyiz.
    Nerede o teklifler? Bir tanesi bile yok. Meyve suyunu kendi paramızla aldık. Dinlenip kendimizi toparlaması sonrasında adam bize "Ben hastamın başından ayrılmayım, siz gidersiniz artık demesin mi?" bana kalsa yürüyüp giderdim. Ne zamandır iştahım yoktu. Fehmi duramadı. En sonunda patladı. " Buraya gezmeye gelmedik. Zor durumda olan yakınına kan vermek için geldik. Öğrenciyiz, cebimizde para var mı yok mu? O kadar yolu nasıl yürüyeceğiz? Bari bir taksi tut." aslında hiç gerek yoktu. Fehmi bunları bekleyecek bir arkadaş değildi. Beklediği biraz ilgi minnettarlık ve bir şeyler teklif edilmesiydi.
    ···
  18. 68.
    +1
    Gidişinin bir kaç gün sonra başladı telefon konuşmalarımız. Hemen ertesi gün de arayabilirim ama arayamadım. Ne konuşacağımı bilmiyordum çünkü. Çünkü daha önce böyle ciddi bir girişimde bulunmamıştım. Bir kaç gün sonrasıydı. Onu tanımak istediğimi söyleyerek başlamıştım söze. Nasıl bir kişiliğim vardı. Hayattan beklentilerim nelerdi uzun uzun anlattım. Flört aşamasında insanlar karşısındakine genelde kendini olduğu gibi anlatmak yerine ya olmak istediği kişi gibi anlatırdı ya da karşısındaki kişiyi çözdükten sonra o kişinin istediği biri göstermeye çalışırdı. Bu durumun günümüz için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Hem kız için geçerli bir durumdur bu hem de erkek için. Ben öyle yapmadım. Bir ilişki yalan üzerine kurulursa eğer uzun soluklu olmazdı. Yalan üzerine kurmak bana göre değildi.
    ···
  19. 69.
    +1
    Tarih 16 Haziran, yıl... Yılı öğrenip ne yapacaksınız ki? O da bende saklı kalsın. Size göre çok eski bir zaman bile olabilir. Bana göre dün... Hatta dün bile değil. Bugünden bile yakın.
    ···
  20. 70.
    +1
    Evet kaldığım yerden devam ediyorum. O yıllarda bir roman yazma merakı salmıştı. Vizeleri ve finalleri bir tarafa bırakmış, tamamen buna odaklanmıştım. Herkes son bir gayretle sabahlara kadar ders çalışırken ben de sabahlara kadar bir elimde sigara bir elimde kalem bir şeyler karalamakla meşgul oluyordum.
    Tabi romanda her şeyi olduğu gibi yazmak yetmiyor. Aralara heyecanlı bir şeyler serpmek, tek düze geçen olay halkalarının arasına bir takım kurgular eklemek gerekiyordu. Bu, vazgeçilmez olmasa bile en azından o yıllarda böyle düşünüyordum.
    ···