-
76.
+1Elim ayağım titriyordu. Ağzım dilim kuruyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kardeşim gibi çok yakın bir arkadaşıma, ailesine ihanet ediyor gibi bir suçluluk duygusu içinde boğulacak gibiydim. O, kardeşi, annesi ve babası önden gidiyorlar; Doğan'la ben arkalarından gidiyorduk. ince uzun bir endam vardı. Boyu 1.60 civarındaydı ama zayıflığı onu olduğundan daha uzun gösteriyordu. Belki çok güzel değildi başkalarına göre ama benim güzellik kriterlerine uygundu. Arada bir arkasına dönüp bize bakıyordu. Bize diyorum ama biliyorum ki bana bakıyordu. Geriye her dönüşünde göz göze geliyordu ve her göz göze gelişiminde güzelliği gözümde daha da büyüyordu. içim bir tuhaf oluyordu. Bu güzellik benim mi olacak anlaşabilirsek, diyordum. Allahı ne olur anlaşalım, ömür boyu o gözlere ben bakayım diyordum. O gözlerin ışığı hep bana parlasın.
-
77.
+1O dönemlerde şimdiki gibi cep telefonu falan yoktu. Varsa bile tek tük vardı. O da servet değerindeydi ve kelli felli adamlarda vardı. Üstelik cep telefonuyla konuşmak cesaret isterdi. Zira cepten konuşmak oldukça pahalıydı. Telefonu bazen annesi açıyordu. Önceleri annesi açtığında çekiniyor, hiçbir şey söylemeden kapatıyorum. Annesi oldukça anlayışlı bir kadındı. Sonraları karşıdan ses gelmeyince arayanın ben olduğumu anlıyor hemen kızına sesleniyordu. Daha sonraki zamanlarda ise merhabalaşmaya, arkasından da hal hatır sormaya bile başlamıştık. Dersler nasıl? Annen babalar nasıl? Bu gibi şeyler. Benim utangaç ve çekingen tavrımdan da etkileniyor olmalıydı. Zaman zaman bana "Oğlum!" diye hitap ediyordu. Bu "Oğlum!" öylesine candan bir oğlumdu ki insan kendi çocuğuna ancak bu kadar sıcak ve içten diyebilirdi. O sıcak "Oğlum!" sözcüğünü ve dolayısıyla annesinin çok sevmiştim. Annem gibi. Annem gibi sevmiştim. Bazen çok şey söylemek ister de söyleyemezsiniz ya, boğazınıza bir şeyler düğümlenir de öylece kalakalırsınız ya işte şu anda tam o durumdayım. iyi ki beni göremiyorsunuz. Gözlerimin nemli olduğuna iyi ki bakamıyorsunuz. Biraz daha devam edecek olsam ağlamaktan kendimi alamayacağım. içinde bulunduğum ortam uygun olsa salıverirdim ama değil işte. Aklıma şu dizeler geliyor:
Yağmurun dolaşıyor tuzlu nemiyle gözlerimde.
Akıyor ayrılıkların ilkel ırmağı
Bir sarı çiçek durmaksızın kanıyor mendilimde
Anlıyor musun bana bıraktığın yalnızlığı? -
78.
+1Kız yurdunun giriş kapısı stadyuma bakıyordu. Kapının sol tarafında bulunan büyük pencereleri olan bölüm de kafeteryaları olmalıydı. Bir kaç turdan bir ara gözüm o pencereye takıldı. içeride lambalarının yanıyor olmasının da etkisiyle bir iki kişinin dışarıyı seyrettiğini farkettim. Belki de kim bu manyak diye bana bakıyorlardı. Doğrusu kime ve neye bakıyor olurlarsa olsunlar hiç umrumda değildi. Vakit ilerledikçe tur sayısı arttıkça pencereden dışarı bakan öğrenci sayısı da artıyordu. Kim bilir hakkımda neler düşünüp hangi tahminlerde bulunarak nasıl bir yorum yapıyorlardı. Bu da umrumda değildi.
iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
insandan insana şükür ki fark var
Kimine cennetse kimine zindan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Şair kalabalıkların cam arkasından yağmura bakmayı bilmediğini söylese de asıl gerçek değilmiş bu.
Buraya bacaklarımın beni artı taşımayacağı duruma gelinceye kadar, yıkılınca kadar koşmaya gelmiştim. Saatimi çıkarmamıştım. Gelirken de bakmıştım. Koşmaya başladığımda da. Su geçirmez özelliği olduğu için çıkarmaya gerek görmemiştim. Ekonomik şartları sınırlı olan bir öğrenciye göre hatırı sayılır derecede yüklü bir para vermiştim. Belki abarttığımı düşüneceksiniz ama değil: saatin içi su dolmuştu. Koşmaya başladığının on sekizinci dakikasından itibaren çalışmıyordu. Başka zaman olsa kandırıldığım için çok zoruma gidecek olan bu durum da umrumda değildi. Bozulan saat de umrumda değildi. Bir saatten fazla olmuştu ve ben, yağmur iliklerime geçmiş olmasına rağmen, üzerimdeki kıyafetlerin ve özellikle onun hediyesi olan kazağın emdiği onca yağmur suyunun ağırlığına rağmen hala yorulmamıştım. -
79.
+1Henüz çevre düzenlemesi tamamlanmamış olan stadyuma ulaştığımda geçici olarak yapıldığını düşündüğüm çitin kapısının kilitli olduğunu gördüm . Çiti tırmanıp içeri geçebilirdim ancak bir de çıkması vardı. Tartan pistte koşmasam da olur düşüncesiyle vakit kaybetmeden koşmaya başladım. O anda istediğim iki şey vardı. Biri yağmur hafiflemesindi ve dinmesindi. ikincisi yanıma benim gibi manyakça bir saplantılı olan kimse gelmesindi. Daha ilk turu tamamlamadan ağlamaya başlamıştım. En az altmış metre yakınımdan kimse geçmediği için hıçkırıklarımı engellemeye çalışmıyordum. Bırakayım çağladığı gibi çağlasındı.
Nasıl olsa en az altmış metre yakınımdan kimse geçmediği için hıçkırıklarımı kimse duyamazdı. Arada bir tek tük, bazen çiftler geçiyordu. Onlar da ne ağladığımı görebilirler ne de hıçkırıklarımı duyabilirlerdi. -
80.
+1iyi gidiyordu be! Yaz okuyoruz işte nazlanma? Tam kendimi kaptırmışım olayın akışına ara veriyorum diyorsun.
-
81.
+1Yıllar önce yine böyle bir yağmurlu havada içimdeki yangına su serper diye ıslanmak istemiştim. Derdim bacaklarım beni taşımayacak hale gelinceye kadar koşmak, yıkılana kadar koşmak, koşarken gözyaşlarım kuruyuncaya kadar ağlamaktı. Onun hediye ettiği bir kazak vardı üstümde. Üstü gri, altı siyahtı. Altıma bir eşofman giyip çıkmıştım. Erkek öğrenci yurdunun yüz metre kadar yakınlarında kız yurdu vardı. Kız yurdunun altmış, bilemediniz yetmiş metre karşısına olimpik ölçülerde bir futbol sahası yapılmıştı. Sahanın etrafı koşu pistiydi. Hava şartlarının uygun olduğu zamanlarda hiç boş olmazdı. Hem kız hem erkek öğrenciler için derslerden arta kalan zamanlarda vakit geçirilecek güzel bir yerdi. Bu saha sayesinde mesire alanlarında boş boş vakit kaybetmektense, kahveanelerde, kafeteryalarda oyun oynayarak geçirmektense spor yapmak daha iyidir, düşüncesinde olan öğrenci sayısında hatırı sayılır derecede artış olmuştu.
Elbette ki bunlar içinde spor yapmadan ziyade karşı cinsten bir arkadaş bulma düşüncesinde olanların sayısı az değildi. Benim böyle bir derdim olmadığı için spor bahanesiyle oraya gitmeyi hiç ihtiyaç hissetmemiştim.
Gerçekten spor yapma niyetiyle neden buraya gelme ihtiyacı duymadığım gelince: Ekonomik durumum pek iyi değildi. Okula servisle gitmek yerine yürüyerek gitme yolunu tercih ediyordum. Bunun yanında kendi harçlığımı büyük oranda kendim kazanıyorum. Hem okuyup hem çalışıyordum yani. Bu sayede yeterince dolaylı yoldan da olsa spor yapıyordum zaten. -
82.
+10
Dışarıda şu anda inanılmaz bir yağmur var. Nice zamandır böyle bir yağmura hem bedenimin hem ruhumun ihtiyacı var. Yağmur altında ıslanmaya gidiyorum. -
83.
+1Yanağımda tokatın etkisiyle hissetmeye başladığım sıcaklık uzun süre gitmedi. Aynaya bakmam gerektiğini hissettim. Burcu gerçekten var olamazdı. Dolayısıyla tokatı da yoktu aslında. Sadece pgibolojik bir travma yaşıyordum. Öyle hissediyordum. Aynaya bakacaktım ve yüzümde bir tokat izi göremeyecektim. Yanağımdaki bu pgibolojik yanma hissi de yok olup gidecekti. Aynaya koştum. O kadar emindim ki aynaya bakacaktım ve Kendimce Burcu'nun hiç olmadığını bir kez daha test etmiş olacaktım.
Bir kez daha yanıldım. Dört parmağının izi yanağımda öylece duruyordu. Üstelik kabartma da başlamıştı. Ne yani aslında sadece bir roman kahramanı olan bu kız şimdi gerçekten gerçek miydi yoksa aklım benimle dalgasını mı geçiyordu? -
84.
+1"Her kız böyle güzel bir mektup almak ister. Tamamlayınca göndermelisin." deyiverdi birdenbire. Keşke okumasaydı. Keşke okumasaydın, dedim. Okuduğu için özür diledi. Peşinden okuduğunda pişman olmadığını eklemeyi unutmadı. Uyurken ceket sırtından kaymış, mektup da neredeyse düşecek kadar sıyrılmış. Zarfın ağzını açık görünce kendisine yazdığımı düşünmüş. Başkasına yazıldığını görünce de merakını yenememiş.
-
85.
+1Olanca gücüyle tokat attı. Atamaz sanıyordum. Üstelik bu kadar güçlü olabileceğini hiç düşünmemiştim. Bir taraftan ağlıyor bir taraftan "Şimdi mutlu musun ha? Söyle şimdi mutlu musun? " diye üstüste tekrarlıyordu bozuk plak gibi. Burcu kapıyı sertçe vurup ağlayarak odayı terk etti.
Gözümün önüne o geldi. Bu tokatı atan Burcu değil de o olsaydı diye düşündüm. Hiç beklemez, arkasından koşup yakaladım. Omuzlarından tutup gözlerinin içine bakar, onunla birlikte ağlarken parmaklarımla gözlerinin yaşını silerdim. Başını göğsüme yaslar, saçlarında ellerimi gezdirirdim ama Burcu'ydu. O değildi. Olduğum yerde çivilenmiş gibi öylece kalakaldım. Ben onsuz işte böyle yarım, yaparım kaldım. Siz bunun nasıl bir duygu olduğunu nereden bileceksiniz. -
86.
+1Onu kaybettiğim sıralardı. Artık ders çalışmayı bırakıp kendimi tamamen roman yazmaya vermiştim. Herkes sabahlara kadar finallere çalışırken ben de sabahlara kadar yazacağım romanın pasajlarını oluşturmakla meşguldüm. Günde üç paket, evet tam üç paket sigara içerken doğru dürüst yemek bile yemiyordum. Acemice bir romanıdı. Hiç bitmeyecekti. Bu romana bir bayan karakter lazımdı. Burcu işte bu bayan karakterdi. Konuşma üslubunu, ses tonunu, saçının rengi ve uzunluğunu, hatta yeteneklerini ve sakarlıklarını tamamen ben tasarlanmıştım zihnimde. Bana minnettarım duyacağı bir yardımda bulunacaktım kendisine. Bu minnettarlık duygusuyla bana aşık olduğunu zannedecek ve bir süre sonra gerçek duygularının farkına varacaktı. Yollarımızın kısa kesişmesi sonrasında herkes yoluna gidecek ve konu da böylece kapanıp gidecekti. Burcu her zaman olduğu gibi romanda kalmaya devam edecekti. Öyle olmadı. Kendimi yazacağım romanın büyüsüne çok fazla kaptırmış olmalıyım ki birden bire romandan çıkıp karşıma çıkıverdi. Yine yemek yemeyi unuttuğum ve aç karnına belki de ikinci paketimi yarıladığım böyle bir gün rahatsızlanmış, kendimi ranzamın zaten alt katında olan yatağıma zor atmıştım. Uyku ile baygınlık arası, uykudan ve baygımlıktan daha çok rahatsızlığının etkisiyle sersemleştiğim bir sırada duymuştum Burcu'nun sesini. Henüz gözüme görünmemişti. Bana ölmememi telkin ederek yalvarıp duruyordu. O zamanlarda bunu rahatsızlığımın etkisi ve bir aydan daha uzun zamandan beri romana tam manasıyla konsantre olmama yormuştum.
Gerçekte böyle olmadığını anlamam biraz zamanımı alacaktı. Karşıma çıkıp kendisini bana gösterince kadar durumun ciddiyetinin farkına varamayacaktım. -
87.
+1insan zamanla alışıyor, diyorlar ya yalan işte. insan zamanla alışmıyor. Siz sadece kendinizi alıştığınıza inandırmaya çalışıyorsunuz, acılarınızı zamanla azalmıyor, siz kendinizi azaldığına inandırmaya çalışıyorsunuz. ilk şokta büyük bir yıkım yaşıyorsunuz. Sizi kimselerin göremeyeceği bir köşeye çekilip saatlerce hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz. Gözlerinizden artık yaş gelmeyince bu kadarmış işte, bitti diyorsunuz. Bitmiyor işte bitmiyor. Bitmiyor.
Onunla yapmak isteyip yapamadığınız şeyler geliyor aklınıza. Unuttuğunuzu zannettiğiniz en küçük detaylar geliyor aklınıza.
Akşam yorgun argın işten gelecektim güya. En az yüzü kadar gülen gözlerimin içine bakması tüm yorgunluğumu unutturacaktı. Daha kapıda sarılacaktım ona. Birbirimize günümüzün nasıl geçtiğini sorup, hiç azalmayan, geçtikçe artan sevgimizle ayak üstü sımsıkı sarılmış halde birbirimizin gözlerinin içine bakacaktık. O gözlerin ışığıyla ısınacaktım. Bir süre sonra omuzlarıma koyduğu ellerini, incecik beline doladığım kollarıma zütürecek, "Dur! Ocakta yemek yanacak." diyerek kollarımdan sıyrılıp acele adımlarla mutfağa yönelecekti. Ben de arkasından gidecektim. O tabakları hazırlarken arkasından yine sarılacaktım. Başına dudaklarımı değdirip o dokunmaya kıyamadığım kıvırcık saçlarını öpecek, kokusunu içime çekecektim. işim var. Dur! deyip kollarımdan kurtulmaya çalışırken elindeki tabağı düşürüp kıracaktı. Gördün mü yaptığını, diyecekti. Gitti canım takım da bozuldu diye sitem edecekti. Tabağın kırık parçalarını birlikte toplayacaktık. Yaşamak istediğim ve yaşayamadım ne çok eksiğim kalmı. Onunla bir tabak bile kıramadık. -
88.
+1Onu tanıdıkça birbirimizden çok farklı yönlerimiz olduğunu görüyordum. Her birini uzunu uzun anlatmayı düşünüyorum. Bu günün payına düşen sevdiğim bir farklılıktı. Ben sigara içiyordum. Hala da içiyorum. Hiç bırakmadım. O içmiyordu. Üstelik sigaradan nefret ediyordu. O tatlı sesiyle biraz da tehditkar bir edayla ben sana sigarayı bıraktırırım derdi hep. Bennsana sigarayı bıraktırırım.
-
89.
+1O gün gideceklerdi. Doğan da yolcu edecekti onları. Tüm cesaretimi toplayıp onunla denemek istediğimi söyledim. iyi de nasıl olacaktı? Gidiyorlardı. Telefonda konuşur, yazışırken, bu şekilde birbirimizi tanıma fırsatı bulurduk. En azından dedikodumuz olmazdı. Ben de Doğan'a gittim. Üniversite birinci sınıfı bitirmiştim ama daha önce de dediğim gibi aşk olduğunu zannettiğim platonik bir iki duygu yaşamama rağmen duygusal ilişki içine girdiğim bir kız arkadaşım olmamıştı. Hiçbir zaman puştluk peşinde olanlardan olmadım. Önce gez, toz, eğlen, bir şeyler yaşa, sonra da vur tekmeyi gitsin, anlayışında değildim. Doğan'ı yakın akrabası olmasa isterse kırk yabancı olsun durum yine de değişmezdi. Elbette ki Doğan nedeniyle daha fazla dikkatli olmam gerekecekti.
-
90.
+1itiraf etmem gerekirse Fehmi'yle kan vermeye gidişimin temelinde yatan gerçek buydu. Yazacağım romana heyecan katmak.
-
91.
+1Hiç bitmeyecek sandığım çocukluğum ne kadar güzel ve masum şu meğer. Ne kadar temiz ve safmış. Büyümeyi isterken meğer ne büyük yanlış yapmışım. Çarşıda pazarda limonata satıp, su satıp üç beş kuruş kazanınca büyük adam olduğumu düşünmek ne güzelmiş. Akranlarımla mahallenin çayıra çıkıp top oynamak, üstüm başım toz toprak veya çamur içinde, ayakkabılarımın burnu delinmiş olarak eve gelirken az sonra yiyeceğim dayağın korkusunu yaşamak ne güzelmiş. Kurulan akşam sofrasına daha yenilen dayağın acısı geçmeden oturup acıkan karnımı doyurmak ne güzelmiş. Gecenin bir yarısında gördüğüm kabusun etkisiyle çığlık çığlığa uyanmak, tekrar uykuya dalmadan korktuğum halde ağırlaşan göz kapaklarıma yenik düşmem ne güzelmiş. Ağlarken birilerinin görecek de kınayarak kaygısının olmaması meğer ne büyük bir nimetmiş. Hele ki gözyaşlarınızı silerken sizi teselli eden birilerinin yanınızda olması... Şimdi öyle mi? Hanginiz gelip teselli edebilirsiniz, gözyaşlarımı silebilirsiniz? Doya doya yaşamadan avuçlarımdan kayıp giden çocukluğum ne olur geri gelsen? Ya babam? Ne olurdu beni böyle zamansız bırakıp gitmeseydin? Başımı göğsüne bastırıp, yanaklarımdan süzülmesini engelleyemediğim şu göz yaşlarımı parmak uçlarınla silip beni teselli etsen ne olurdu!
Babam ben seni çok özledim çok! -
92.
+1Hemen cevap vermek zorunda değildim. Birkaç gün daha burada kalacaklardı. Ben yine de yakın akrabası olması, onunla olumsuz bir şeyler yaşamamız durumunda kardeşliğimize de halel gelecek düşüncesiyle böyle bir ilişkiye cesaret edemeyeceğimiz söyledim. Doğan bana hep güvenmişti. ileride her ne olursa olsun benim tarafımda olacağının güvencesini verdi. Ayrıldık.
ilk kez bir kızın benden hoşlanabileceği gerçeğiyle karşı karşıyaydım. Üstelik güzeldi de. O gün bir serserilik mayın gibi bir başıma dolaştım durdum. Bir yanım, hadi bir cesaret!, deyip başlamamış istiyor, öbür yanım, yetiştiği iz çevrenin ve kültürlerimizin farklı olmasının bu ilişkiyi imkansız kılacağı için hiç başlamama kararımın isabetli bir karar olduğunu söylüyordu.
Hava kararmış, bu mevsimde buralarda görmeye alışkın olmadığımız bir yağmur başlamıştı. Ne yalan söyleyim, o zamanlarda yağmurda yürümeyi ve ıslanmayı sevmezdim. O gün yağmurda sırılsıklam olmayı ilk kez sevdim. Sonrasında da hiç vazgeçmedim yağmurda ıslanmayı sevmekten. Tıpkı onu sevmekten vazgeçmediğim gibi. Hatta bir seferinde sağanak yağışlı bir havada saatlerce yağmur altında bekleyip yağan o yağmurun altında hastalanmıştım. iki gün yatak yorgan yatmış okula dahi gidememiştim. Bu olayı da anlatacağım yeri gelince. Anlatılmamış hiçbir şey bırakmayacağım.
Anlayacağınız, bu yazı sizin beklediğinizden çok daha uzun olacak. -
-
1.
0Beklentilerimin sınırı yok ama fazla beklenti de değil sen rahat yaz
-
2.
0Beklenti değil beklediğiniz olacaktı düzeltiyorum
-
1.
-
93.
+1Doğan ertesi gün yine geldi. Onunla ve annesiyle yaptıkları konuşmayı bütün detaylarıyla anlattı bana. Onunla birbirimizi tanımamızı istiyordu. Hem ümitli hem de istekliydi. Doğan'a uzun uzun konuştuk. O güne kadar bir arkadaşlık yaşamadığımı ve katı kurallarımın olduğunu çok iyi biliyordu. Bir iki çocuksu ve platonik duygu yaşadığımı biliyordu. O zamanlarda bunu aşk zannediyordum. Doğan'a da uzun uzun anlattım. Kolay kapılıp uzun süre etkisinden kurtulamayacak bir mizacım vardı. Çok yakın akrabalardı. Yürümeyecek bir ilişki başlatacak olursam hem benimle kendisinin hem de ailelerimiz arasına aşılması mümkün olmayacak bir duvar örüleceği korkularımı anlattım. Doğan beni çok iyi tanıyordu. Kim olursa olsun dalga geçmek maksatlı bir ilişki içine girmeyeceğimi biliyordu.
-
94.
+1Burdayim ben hacı selam olsun
-
-
1.
+1Sağolasın sanırım içinde erotizm ya da ferregrafi olmadığı için çok kişi takip etmiyor.
-
2.
0Kesinlikle haklısın
-
1.
-
95.
+1Bu arada yazdıklarımın hayatımda çok değer verdiğim kişilerin ifşa edilmesi riski taşıdığını düşünerek isim kullanmamayı tercih ediyordum ancak isim kullanmadan yazmak hem zor hem de karışıklığa neden oluyor. Bu yüzden bundan sonra kardeşimden öte bildiğim arkadaşımın yerine "Doğan" rumuzunu kullanacağım. Hayatımın aşkına ise şimdilik "O" demekle yetineceğim çünkü Ona kendi adından daha çok yakışan ikinci bir isim bilmiyorum.