1. 1.
    +1
    borozan... zütüne girenleri nick olarak mı aldın se yannan kafalı.
    ···
  2. 2.
    0
    1-karılar
    2-kızlar
    3-travestiler
    4-muallakler
    5-dişi eşek
    6-dişi köpek
    gerisini de siz yazın
    ···
  3. 3.
    0
    garezin kime borozan kendinle ilgili çözemediğin sorunlar mı var dıbına koydugumn gibişkeni.
    ···
  4. 4.
    0
    Tüm canlıların ortak bir atadan tesadüflerle türediklerini savunan evrim teorisi, adaptasyon kavrdıbını yoğun biçimde kullanır. Evrimciler, canlıların içinde yaşadıkları ortamlara uyum sağlayarak yepyeni canlı türlerine dönüştükleri iddiasındadırlar. Aslında adaptasyonla evrim kavramı, Lamarck döneminin ilkel bilim anlayışının bir kalıntısıdır ve çoktan bilimsel bulgular tarafından reddedilmiştir. (bkz. Adaptasyon)

    Ancak bilimsel bir temeli olmamasına rağmen, adaptasyon fikri çoğu kişiyi etkiler. Özellikle de Dünya'nın yaşam için özel bir gezegen olduğu anlatıldığında, hemen "bu tür bir gezegenin şartlarında böyle bir yaşam çıkmış, başka gezegenlerde ise başka türlü yaşamlar gelişebilir" gibi bir düşünceye kapılırlar. Örneğin Dünya üzerinde bizim gibi insanlar yaşarken, Pluton gibi bir gezegenin üzerinde de, -238°C derecede terleyen, oksijen yerine helyum soluyan ya da su yerine sülfürik asit içen canlıların yaşayabileceğini düşünürler. Fakat bu tür bir hayal gücünün temelinde cehalet yatmaktadır. Nitekim biyoloji ve biyokimya hakkında bilgisi olan evrimciler bu gibi fantezileri savunmazlar. Çünkü hayatın sadece belirli elementlerle ve belirli şartlar sağlandığı takdirde var olabileceğini gayet iyi bilirler.

    Söz konusu adaptasyon yanılgısı da bu tür bir cehaletin ürünüdür. Çünkü hayat sadece belirli elementlerle ve belirli şartlar sağlandığı takdirde var olabilir. Bilimsel gerçekliği olan yegane hayat modeli "karbon temelli bir hayat"tır ve bilim adamları evrenin hiçbir noktasında başka tür bir fiziksel hayatın olamayacağı sonucuna varmışlardır.

    Karbon, periyodik tablodaki altıncı elementtir. Bu atom, dünya üzerindeki yaşamın temelidir, çünkü bütün temel organik moleküller (amino asitler, proteinler, nükleik asitler gibi) karbon atomunun diğer bazı atomlarla çeşitli şekillerde birleşmesiyle oluşur. Karbon; hidrojen, oksijen ve azot gibi diğer atomlarla birleşerek vücudumuzdaki farklı türlerdeki proteinleri meydana getirir. Karbonun yerini tutabilecek başka bir element yoktur; çünkü başka hiçbir element, karbon gibi sınırsız türde bağ yapma özelliğine sahip değildir.

    Dolayısıyla evrendeki herhangi bir gezegende hayat var olacaksa, bu mutlaka "karbon temelli" bir hayat olmak durumundadır. (Michael Denton, Nature's Destiny, The Free Press, 1998, s.106)

    Ayrıca karbon temelli yaşamın değişmez bazı kuralları vardır. Örneğin karbon temelli organik bileşikler (proteinler) sadece belirli bir ısı aralığında var olabilirler. 120°C'den yüksek ısılarda parçalanmaya, -20°C'den düşük ısılarda donmaya başlarlar. Sadece ısı değil, ışık, yerçekimi, atmosfer bileşimi, manyetik güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir yaşama izin verebilmeleri için çok dar ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları gerekmektedir. Dünya, işte tam bu dar ve belirli çerçevedeki sınırlara sahiptir. Eğer bu sınırların herhangi biri bozulsa, örneğin Dünya'nın yüzey ısısı 120°C'yi aşsa, artık Dünya üzerinde yaşam olamaz.

    Hayat, ancak çok özel ve belirli şartların yerine getirildiği bir ortamda var olabilir. Bir başka deyişle, canlılar ancak kendileri için özel olarak yaratılmış bir mekanda yaşayabilir. Dünya da, Rabbimiz'in özel olarak yarattığı bir mekandır ve bütün detaylar Allah'ın üzerimizdeki rahmetini göstermektedir.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    0
    gibileybıl dediğimize göre ingilizce de devam edebiliriz sanırım;

    o zaman lets continue in ingıliş
    ···
  6. 6.
    0
    carbon based lifeforms;

    Carbon forms the backbone of biology for all life on Earth. Complex molecules are made up of carbon bonded with other elements, especially oxygen, hydrogen and nitrogen, and carbon is able to bond with all of these because of its four valence electrons. It is often assumed in astrobiology that if life exists somewhere else in in the universe, it will also be carbon based. This assumption is referred to by critics as carbon chauvinism.

    In cinematic and literary science fiction, a moment when man-made machines cross from nonliving to living, is often posited,[citation needed] this new form would be the first example of non-carbon-based life. Since the advent of the microprocessor in the late 1960s, these machines are often classed as computers (or computer-guided robots) and filed under "silicon-based life", even though the silicon backing matrix of these processors is not nearly as fundamental to their operation as carbon is for "wet life".

    Contents [hide]
    1 Characteristics of carbon as a basis for life
    2 Key carbon-based molecules in the life processes
    3 See also
    4 References
    5 External links


    [edit] Characteristics of carbon as a basis for life
    The two most important characteristics of carbon as a basis for the chemistry of life, are that it has four valence bonds and that the energy required to make or break a bond is just at an appropriate level for building molecules which are not only stable, but also reactive. The fact that carbon atoms bond readily to other carbon atoms allows for the building of arbitrarily long and complex molecules.

    There are not many other elements which appear to be even promising candidates for supporting life-like behavior, but the most frequent alternative suggested is silicon.[citation needed] This is in the same group in the Periodic Table of elements and therefore also has four valence bonds. It also bonds to itself, but generally in the form of crystal lattices, less amenable to a complete source of life, rather than long chains. However, its compounds are generally highly stable and do not support the ability to readily re-combine in different permutations in a manner that would plausibly support life-like processes.

    This speculation of a life based on the chemistry of silicon is clearly distinct from "silicon-based life" in the above sense of artificial intelligence based on electronic processes utilizing silicon integrated circuits.

    [edit] Key carbon-based molecules in the life processes
    The most notable groups of chemicals used in the processes of living organisms include:

    Proteins, which are the building blocks from which the structures of living organisms are constructed (this includes almost all enzymes, which catalyse organic chemical reactions
    Nucleic acids, which carry genetic information
    Carbohydrates, which store energy in a form that can be used by living cells
    Fats, which also store energy, but in a more concentrated form, and which may be stored for extended periods in the bodies of animals.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    biography
    Carbon Based Lifeforms (CBL) are Johannes Hedberg and Daniel Segerstad (né Ringström), both born in 1976 and based in züteborg, south-west Sweden. They met at the tender age of 15 and are still, amazingly, working happily together, almost 20 years later. CBL itself was formed in 1996, as an offshoot from other projects, but soon became their focal point, culminating in their first release on 'mp3.com' in 1998.

    It is hard to categorise CBL's music but the best description might be that of a groundbreaking mixture of acid, techno and house music. The term 'acid/ambient' has also been coined; perhaps a respectful nod to the great pioneer Brian Eno?

    CBL signed with the celebrated Lyon-based Ultimae label in 2002 and have since released two full-length albums (Hydroponic Garden in 2003, and World of Sleepers in 2006). Both albums have been extraordinarily well received by connoisseurs within the ambient scene.

    Additionally they have actively participated in successful collaborations with several artists, including Magnus Birgersson of Solar Fields in a project to compose the music for the Swedish dancer Olof Persson's 'Fusion' performance in 1999.

    Johannes often creates the building blocks of sounds and harmonies and could tweak sounds forever, whereas Daniel develops the rhythms and sculpts the ideas into tracks. It remains unclear which of them derives the greatest pleasure from manipulating the distinctive, squelching sounds of the Roland TB-303; certainly it is much more fun than any man is entitled to have whilst twiddling electronic knobs...

    Through this synergy of ideas, their aim is to combine earth and space in their music. Daniel and Johannes use the combination of nature and technology as the main inspiration for their work. They like to represent both the positive and negative effects that this collaboration can lead to, including the negative impact that incorrect technology can have on the environment.

    Visitors to this unique part of the world never cease to be amazed by the stunning scenery which exists in its varying, often contrasting, forms across the whole of Sweden. Whether it be the snow-and-ice-bound beauty of Lapland in deepest winter, or the sweeping, rolling hills of Dalarna during the short, warm summer nights, the genius of CBL's music is that it suits any occasion.

    Their creativity occasionally overspills into what become 'new' projects. The results can be enjoyed by listening to releases from Thermostatic and Digidroid, as well as Daniel's own SYNC24, which is the result of sudden impulses of inspiration, giving room for his personal reflections.

    The music often seems to reflect the natural landscape of its land of inception; indeed if you listen to 'Photosynthesis' on the World of Sleepers album then you find yourself feeling genuine concern for the forests. Given the source of the quotation in the song, perhaps this is the point. If so, it's a damned good one and epitomises the aim of the group in pricking the conscience when it comes to something as critical as the environment.

    In fact, it's such a good point that we designed our own t-shirts in tribute, with the slogan on the rear of 'What about the forests?' and we wore them to our first visit to The Eden Project, a major ecological and environmental educational facility in England's south-west corner, promoting awareness of global climate change and the importance of sustainable development. A perfect place to promote CBL's ideology, we felt!

    We first became aware of CBL through the iTunes channel 'radioioambient' during a particularly warm Nordic summer, immersed in the perfect harmony between complex nature and multi-faceted soundscape; such music hadn?t had such a profound effect on us since the Higher Intelligence Agency released their innovative first album 'colourform' in 1993.

    When driving home to England we usually travel through the night and CBL is the primary music of choice. It is relaxing, yet not sleep-inducing; a definite advantage when driving 2000km in a short space of time!

    The live edit of the track 'Inertia' was, with kind permission, the accompaniment to our own wedding video that's how much of an impact their music can have on people; it touches lives and evokes strong memories of deeply emotional experiences, which is exactly how ambient music should be: a soundtrack for life, not a backdrop to it.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 8.
    0
    taaam pes gibtin attin beynimi
    -gibilmiş beyin salata-
    ···
  9. 9.
    0
    karbon fiber egzos
    ···
  10. 10.
    0
    Asit ve bazlar canlı organizmalarda önemli işlevleri olan maddelerdir. Asitlerin ve bazların
    çoğu oldukça tehlikeli ve tahrip edici maddelerdir; bunlar proteini çözerek dokuyu
    tahrip ederler. Örneğin, derişik sülfürik asit kuvvetli bir asittir, suyu tutma özelliğine
    sahiptir. Eğer sülfürik asit canlı bir dokunun üzerine dökülürse çok kısa süre içinde o doku
    tahrip olur. Derişik bazlar da hücre duvarlarının (zar) yapımında rol alan yağlar ile reaksiyona
    girerek bu zarları asitlerden daha çok tahrip ederler. Örneğin, çamaşır yıkamada
    kullanılan bazı tür sabunlar ve deterjanlar baz içerirler. Yün ve ipek içeren elbiseler bu tür
    sabun ve deterjan ile yıkandıkları zaman, temizlik maddesinin içindeki bazlar yün ve ipek liflerinin
    kısalmasına ve kısmen de olsa çözülmelerine sebep olacaktır.
    Asitler suda çözündükleri zaman elektriği ileten çözeltiler elde ederiz. Asitler çinko, magnezyum
    gibi elementler ile reaksiyona girerek reaksiyon sonunda hidrojen gazı çıkmasına
    neden olurlar. Asitlerin tadı ekşidir ve mavi turnusol kağıdını kırmızıya çevirirler. Bazlar
    da suda çözündükleri zaman elektriği ileten çözeltiler oluştururlar. Bazların tadları
    acıdır ve ellendikleri zaman kayganlık hissi verir. Bazlar kırmızı turnusol kağıdını maviye
    çevirirler. Bazlar asitler ile reaksiyona girerek birbirlerinin özelliklerini nötralize ederler.
    Örneğin, mide hastalıkları ile ilgili ilaçlar bir baz olan bikarbonat (HCO3
    - ) içerirler. Bu
    baz midede bulunan hidroklorik asiti nötralize ederek kişiye rahatlama hissi verir.
    Asitler Formülü Yer
    Hidroklorik asit HCl Mide özsuyu
    Sitrik asit C6 H8 O7 Limon suyu
    Fosforik asit H3 PO4 Coca-Cola gibi içkiler
    Asetik asit CH3 COOH Sirke
    Karbonik asit H2 CO3 Gazoz
    Tartarik asit C4 H6 O6 Şarap
    Bazlar Formülü Kullanım Yeri
    Amonyak NH3 Gübre yapımı
    Sodyum hidroksit NaOH Sabun yapımı
    Sodyum bikorbonat NaHCO3 Cam yapımı, gübre yapımı
    ···
  11. 11.
    0
    Bazlar genel olarak molekülünde bir hidroksil grubu (OH ) ile en az bir metal atomu bulunan bileşikler olarak tanımlar; bu nedenle kimyasal açıdan metal hidroksitleri sayılır. Bunların çoğu suda çözünmeyen katı bileşiklerdir. Oysa bazıları, örneğin metal atomları içermeyen amonyağın (NH 3 ) ve sodyum, potasyum gibi alkali metallerin hidroksitleri suda kolayca çözünür. Sanayi açısından büyük bir önem taşıyan bu bazlara alkaliler denir. Alkali terimi , “kül” anlamındaki Arapça bir sözcükten türetilmiştir. Çünkü bu bileşikler eskiden odun ve bitki küllerinden elde edilirdi. Gerçekten de alkalilerin küllü suyu andıran kendine özgü, acımsı bir tadı vardır. Bu çözeltiler deriye kaygan bir izlenim bırakır ve baz belirteci olarak kullanılan kırmızı turnusol kağıdının rengini maviye dönüştürür.

    Kostik (yakıcı) alkali denen en kuvvetli bazlar, büyük bir dikkatle ve sakınılarak kullanılması gereken çok tehlikeli maddelerdir. insanın üzerine sıçradığında giysilerini parçalayan ve derisini ateş ve kaynar su gibi yakan bu maddelerin kazayla yutulması da yemek borusunun ve midenin delinmesiyle, hatta ölümle sonuçlanan ağır yanıklara yol açar. Sanayide çok önemli uygulamaları olan bu bileşikler arasında en çok kullanılanları sodyum hidroksit (sudkostik ) potasyum hidroksit (potas kostik) kalsiyum hidroksit (sönmüş kireç ) ve amonyum hidroksittir. (amonyaklı su)

    En önemli alkalilerden biri olan sudkostik beyaz renkli bir bileşiktir. Ya ince levha ve çubuklar halinde katı olarak ya da suda eritilerek sıvı halde satışa sunulur. Sabun yapımında ve reyon denilen yapay ipekli kumaşların üretiminde çok önemli bir ham madde olan sudkostik, ayrıca pamuk ipliklerine sağlamlık ve parlaklık kazandırmak amacıyla pamuklu dokuma sanayisinde de kullanılır.

    Potaskostiğin sanayideki en önemli kullanım alanı arap sabunu ve öbür temizlik maddelerinin üretimidir. Sönmüş kireçten inşaat sanayisinde sıva, çimento ve badana yapımında, ayrıca asitli toprakları nötrleştirmek için tarımda yararlanılır. Yaygın ama yanlış bir adlandırmayla kısaca amonyak olarak bilinen amonyaklı su evlerde en çok kullanılan temizlik maddelerinden biridir. Bütün yağ ve kirleri çözen bu bileşik özellikle banyo küveti, lavabo ve cam temizleyicileri bileşimine katılır. Gene kısaca karbonat tozu olarak ya da karbonat olarak bilinen sodyum di karbonat oldukça zayıf bir alkalidir. Kabartma tozlarının ve bazı köpüklü içeceklerin yapımında kullanılır; midedeki fazla asidi giderdiği için mide yanmalarına ve arı sokmasından dolayı meydana gelen ağrıya karşı etkilidir.

    Dünyanın bir çok yerinde, özellikle ABD’nin batısında alkali topraklar denen geniş topraklar vardır. Bu bölgelerde çok az yağmur yağdığı için, çözünebilen tuzlar yağmur suyuna karışarak akıp gitmez ve alkaliler toprakta birikir. Alkali oranı çok yüksek olan topraklarda pek az bitki ve hayvanın yaşama şansı olduğundan, sonunda bu bölgeler çorak alanlara dönüşür.

    NASIL HAZIRLANIRLAR?

    Bazlar çeşitli yollarla hazırlanır. Bu yöntemlerin başlıcaları arasında, NaOH ve KOH için alkali klorürlerin elektroliz yoluyla ayrışmaları amonyağın (NH 3 )doğrudan bileşimi kireç ve barit için, suyla “söndürmeyle” süren karbonatların ısıl- bozulmaları (piroliz) sayılabilir.

    Bazlar çeşitli alanlarda kullanılmalarının yanı sıra bir ortamın PH’ını yükseltir ve ester hidrolizi tepkimelerini sonuçlandırır.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    0
    II.SÜLFÜRiK ASiT

    II.I.A H 2 SO 4 ELDESi

    Arı sülfürik asit (H 2 SO 4 ) 10 o c’ta katılaşan renksiz, kokusuz kıvamlı bir sıvıdır. Formülü H 2 SO 4 olan sülfürik asit, ısıtıldığında, 290 o c’ta kaynamaya ve aynı sıcaklıkta da ayrışmaya başlar.

    Sülfürik asit üretimi kimya sanayisinin en önemli işlemlerinden biridir ve iki ayrı metoda göre gerçekleştirilir. Sanayide, ya kontak metoduna göre hazırlanan SO 3 ‘den, yahut da kurşun odalar metoduna göre SO 2 ‘den hazırlanır.

    Kontak metodu: yüksek gerilimli kutuplar arsına gönderilerek dumandan, özellikle AS 2 O 3 dumanından kurtarılan, SO 2 gazı oksijen ile karıştırılır ve sıcakta katalizörden geçilir:

    2SO 2 + O 2 D 2SO 3 + 46kcal

    katalizör dengenin konumunu değiştirmez., dengeye çabuk varılmasını sağlar. Katalizör olarak ince dağılmış platin (platinli asbest) kullanılabilir. Platin zamanla zehirlenerek etkisini kaybettiğinden ve pahalı olduğundan günümüzde yerini vanadyum pentaoksit ‘e ( V 2 O 5 ) bırakmıştır. iki yönlü olan bu eksoterm reaksiyon, sıcaklık derecesinin artırılması ile sola kayacağından (600 o de SO 3 ’ün %24’ünü SO 2 ’ye parçalanır.), soğukta ise yavaş yürüyeceğinden ortalama en uygun şart olarak, 400 o – 450 o de yapılır. Böylece SO 2 nin %98 i SO 3 haline geçer. içinde SO 3 bulunan gaz karışımı suya gönderirse büyük bir sis tabakası dışarı yayılır, yani su, sülfürik asit çözeltisi haline gelmez. Kükürt trioksidin suya karşı çok düşkün olması ilk bakışta bağdaşmayan bu olayın nedeni şudur; suya girer girmez gaz kabarcığı içinde H 2 SO 4 damlacıkları oluşmuştur. Bunların kinetik hareketleri çok yavaştır, kabarcık içinin gaz fazından sıvı sınırına ulaşmadan atmosfere çıktıkları görülür. Bunun için kükürt trioksit H 2 SO 4 içine gönderilir. Burada gaz kabarcığı içinde SO 3 molekülleri vardır. Moleküllerin çok hızlı kinetik enerjileri dolayısıyla kükürt trioksidin çözünmesi yani

    SO 3 + H 2 SO 4 " H 2 S 2 O 7 reaksiyonu daha kabarcık atmosfere çıkmadan gerçekleşir ve dumanlı sülfürik asit denen %40 – 60’lık bir çözelti meydana gelir. Sonradan dumanlı sülfürik asit su ile seyreltilerek istenen konsantrasyonda sülfürik asit hazırlanır.

    Kurşun odalar metodu (azot oksitleri yöntemi): Bu işlem kükürt dioksit gazının sulu ortamda havayla yükseltgenmesi ilkesine dayanır; tepkime, katalizör olarak kullanılan azot oksitlerle hızlandırılır.

    SO 2 + ½ O 2 + H 2 O " H 2 SO 4

    Kükürt dioksit, azot oksit, hava ve su buharı birbirleri ile karşılaştıkları zaman özetle şu reaksiyonlar oluşur:

    NO + ½ O 2 " NO 2 ( gaz fazında )

    SO 2 + NO 2 + H 2 O " H 2 SO 4 + NO (başlıca sıvı bazda)

    Görüldüğü gibi olay heterojendir. Fazlar arası yüzeyi geliştirmek için eskiden duvarları kurşun levhalarla kaplı büyük odalar gerekli sayılmıştı. Bugün ki modern fabrikalarda sıvı ve gaz fazlar durmadan karşılaştırılarak daha küçük hacimlere inilmiştir.

    Odalarda yeteri kadar su buharı yoksa nitrozil bisülfat billurları ortaya çıkar, su ekgibliği giderilince bu billurlar kaybolur:

    2SO 2 + 3NO 2 + H 2 O " 2[ HO – SO 2 – O ] - [ | N ≡ O | ] + +NO

    2[HO – SO 2 – O ] [NO] + H 2 O " 2H 2 SO 4 + NO 2 + NO

    azot monoksit katalizördür, oksijen taşır, reaksiyon ortdıbına yeniden geri dönmesi Gay – Lussac ve Glover kuleleri ile sağlanır. içi taşlarla dolu Gay – Lussac kulesinden kurşun odalarının gaz karışımı aşağıdan yukarıya, derişikçe sülfürik asit, yukarıdan aşağıya doğru geçirilir. Azot oksitler bu ters akımda sülfürik asitte, belki nitrozil bisülfat halinde çözünürler. Kulenin dibinde toplanan bu çözeltiye nitrozlu sülfürik asit denir. Glover kulesi kurşun odalardan önce yer alır. Nitrozlu sülfürik asit bir miktar odalar asidi ile karıştırıldıktan sonra Glover kulesinde yukarıdan aşağıya doğru aktarılır. Çok sıcak olan kükürt dioksit ve hava karışımı ters yönden gider ve azot oksitleri gaz fazına geçirir.

    “Kurşun odalar” metodunda %60 – 70’lik sülfürik asit yapılır. Her hangi bir sülfürik asit çözeltisi distillenirse kaynama noktası %98’lik azeotropik karışımınkine varıncaya kadar artar. (338 o ) saf G 2 SO 4 1.84 gr/ml yoğunluğundadır, zayıf iletkendir., suda kolay çözünür, 10.5 o ’de donar, 340 o de bozunarak kaynar.

    II. I. B. FABRiKA TEKNiKLERiNiN iNCELENMESi

    Fabrikalarda H 2 SO 4 kontak yöntemine göre elde edilir. Bu yöntem “oleum” denen daha derişik asitlerin elde edilmesini sağlar. Bu yöntemde kükürt dioksit gaz evresinde yükseltgenir.

    SO 2 + ½ O 2 " SO 3

    Fabrikalarda, kontak yöntemine göre kükürt dioksitten sülfürik asit üretim şeması

    Yüksek sıcaklıkta tersinir olan bu tepkimenin meydana gelen kükürt trioksidin ayrışmaması için orta sıcaklıkta ( 400-450 o c) gerçekleştirilmesi gerekir. Bunun için vanadyum pentaoksitten yararlanılır. Bu yöntem genellikle iki aşamada uygulanır; birinci aşama, 550 o c’ta uygulanan hızlı bir tepkimeyi, ikinci aşama ise oluşan ürünlerin 450 o c ‘ta soğutulmasını (dönüşüm %80) kükürt dioksit kataliz borularına gönderilmeden önce tozlarından, özellikle katalizörü zehirleyen arsenik asit anhidriti (AS 2 O 3 ) gibi katışkı maddelerinden arındırılır. Meydana gelen kükürt trioksit buharları, 66B o ’lik sülfürik asit tarafından soğurulur ve böylece “oleum” elde edilir.

    II.I. C. H 2 SO 4 ’iN KULLANIM ALANLARI

    Sülfürik asit kimya sanayisinin temel bir ürünüdür. Öteki asitlerin çoğunun (hidroklorik asit, nitrik asit, fosforik asit vb.) pek çok sülfatın (sodyum sülfat, amonyum sülfat, demir sülfat, bakır sülfat, alüminyum sülfat)şap ve süper fosfatların yanı sıra ayrıca boyarmaddelerin, plastiklerin, patlayıcıların, parfümlerin, ilaçların ve yapay liflerin üretimi için gerekli olan sayısız organik ürünün elde edilmesinde kullanılır. Ayrıca istenmeyen maddeleri katran biçiminde özütleyerek ayırdığından özel benzinlerin, gaz yağının ve kimi yağların arıtılmasında işe yarar. Nişasta ve alkolün şekerleştirilmesi yoluyla glikoz üretiminde metallerin yüzeylerinin temizlenmesinde parşömen kağıdı ve cila yapımında, hayvansal atıkların yok edilmesinde geniş ölçüde kullanılır. Bütün bunların dışında özellikle kurşunlu akümülatörlerde elektrolit işlevi görür.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    0
    olm biraz am züt meme yaz.
    açık öğretim fakültesine çevirdin huur analı
    ···
  14. 14.
    0
    Periyodik cetvel kimyasal elementlerin sınıflandırılmasına yarayan tablodur. Bu tablo bilinen bütün elementlerin artan atom numaralarına (buna proton sayısı da denir) göre bir sıralanışdır. Periyodik cetvelden önce de bu yönde çalışmalar yapılmış olmakla birlikte, icadı genellikle Rus kimyager Dimitri Mendeleyev'e maledilir. 1869'da Mendeleyev, tabloyu, atomların artan atom ağırlıklarına göre sıralandıklarında belli özelliklerin tekrarlanıyor olmasından oluşturmuştur.

    Tarih [değiştir]
    Altın, gümüş, kalay, bakır, kurşun ve cıva gibi elementler eski çağlardan beri biliniyordu. Bir elementin ilk bilimsel olarak bulunması 1649 yılında Henning Brand'ın fosforu bulmasıyla başlamıştır. Bundan sonraki 200 yıl boyunca elementler ve onları bileşikleri hakkında kimyacılar tarafından pekçok bilgi elde edilmiştir. Bununla beraber 1869 yılına kadar toplam 63 element bulunabilmiştir. 1817 yılında Johann Dobereiner benzer kimyasal özelliklere sahip olan stronsiyum, kalsiyum ve baryuma bakarak, stronsiyumun atom ağırlığının kalsiyum ve baryum atom ağırlıklarının ortasında olduğuna dikkat çekmiştir. 1829 yılında klor, brom ve iyot üçlüsünün de benzer özellikler gösterdiği bulunmuşdu. Yine benzer davranış lityum, sodyum ve potasyum için de gözleniyordu. 1829 ve 1858 yılları arasında bu konuda pek çok araştırma yapıldı. Bu sırada halojenler grubu katıldı. Oksijen, kükürt, selenyum ve tellür bir grubun üyesi olarak düşünülürken azot, fosfor, arsenik, antimon ve bizmut başka bir grup içine yerleştirildiler. ilk periyodik tabloyu oluşturma şerefi Fransız bilim adamı A. E. Beguyer de Chancourtois'e düştü. De Chancourtois, silindirin çevresine 16 kütle birimleri yerleştirerek elementleri buraya oturttu. Benzer özelliklerdeki elementler bu silindir üzerinde düşey satırlarda gruba ayırmıştı. Atom ağırlıkları sekizin katı kadar olan elementlerin özellikleri benzerdi. 1864 yılında yazılan bir yazıda Newlands bunu Oktav kanunu (Law of Octaves) olarak tanımladı. Bu kanuna göre herhangi bir element tablodaki sekizinci elementle benzerlikler gösteriyordu.


    Dimitri ivanoviç MendeleyevGenelde periyodik tablonun babası olarak Alman bilim adamı Julius Lothar Meyer ve Rus bilim adamı Dimitri Mendeleyev kabul edilir. Her ikisi de birbirinden habersiz olarak dikkate değer benzer sonuçlar ürettiler. Mendeleev atomların artan atom ağırlıklarına göre sıralandıklarında belli özelliklerin tekrarlandığını görmüştür. Daha sonra elementleri tekrarlanan özelliklerine göre alt alta sıralayarak ilk iki periyodu yedişer, sonraki üç periyodu ise onyedişer element içeren bir periyodik sistem hazırlamıştır. Mendeleev'in hazırladığı periyodik sistemde bazı yerleri henüz keşfedilmemiş elementlerin olduğunu düşünerek boş bırakmıştır. Daha sonra bulunan skandiyum, galyum, germanyum elementleri tablodaki boşluklara yerleşmişlerdir.

    1895 yılında Lord Rayleigh, kimyasal olarak inert yeni bir gazı (argon) keşfettiğini bildirdi. Bu element periyodik tabloda bilinen hiçbir yere oturtulamadı. 1898 yılında William Ramsay bu elementin klor ile potasyum arasında bir yere konulabileceğini önerdi. Helyumda aynı grubun bir üyesi olarak düşünüldü. Bu grup elementlerinin değerliklerinin sıfır olması nedeniyle sıfır grubu olarak adlandırıldı.

    Mendeleev'in periyodik tablosu her ne kadar elementlerin periyodik özelliklerini gösterse de neden özelliklerin tekrarlandığı konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir.

    1911'de Ernest Rutherford atom çekirdekleri alfa parçacıklarının saçılması deneyiyle çekirdek yükünün belirlenebileceğini gösterdi. Rutherford'un gösterdiği diğer bir şey bir çekirdeğin yükünün atom ağırlığı ile orantılı olduğuydu. Yine 1911'de A. Van den Broek bir seri çalışmasıyla elementlerin atom ağırlıklarının atom üzerindeki yüke yaklaşık eşit olduğunu gösterdi. Bu yük daha sonra atom numarası olarak tanımlandı ve periyodik tablodaki elementleri yerleştirmede kullanıldı. 1913 de Henry Moseley bir grup elementin X-ışınlar tayf çizgilerin dalga boylarını ölçerek, atom numarası ile elementlerin X-ışınları dalga boylarının ilişkili olduğunu gösterdi. Bu çalışma Mendeleev, Mayer ve diğerlerinin yaptığı gibi atom ağırlıklarını temel seçmedeki yanlışlığı gösteriyordu.

    Fakat neden periyodik özellikler gözleniyor sorusunun yanıtı ise Niels Bohr un elementlerdeki elektronik yapıyı incelemesiyle başlar denilebilir.

    Periyodik tablodaki en son büyük değişiklik, 20. yüzyılın ortalarında Glenn Seaborg'un çalışmasıyla ortaya çıktı. 1940'da plutonyumu bulmasıyla başlayan araştırması, 94 den 102 ye kadar olan tüm uranyum ötesi elementlerin bulmasıyla sürdü. Periyodik tablodaki lantanit serisinin altına aktinitler serisini yerleştirdi. 1951'de Seaborg bu çalışmaları ile kimyada Nobel ödülünü kazandı. 106 nolu element seaborgiyum (Sg) olarak adlandırıldı. 111

    periyot özellikleri şunlardır [değiştir]
    Bir periyotta soldan sağa doğru gidildikçe,

    Proton, nötron sayıları ve kütle numarası artar.
    Atom numarası artar.
    Değerlik elektron sayısı artar.
    Elektron alma isteği (ametalik karakter) artar.
    Yörünge sayısı değişmez.
    Atom hacmi ve çapı azalır.
    Bir grupta yukarıdan aşağıya inildikçe,

    Proton, nötron sayıları ve kütle numarası artar.
    Atom numarası artar.
    Değerlik elektron sayısı değişmez (Bu nedenle aynı gruptaki elementlerin kimyasal özellikleri benzerdir).
    Elektron verme isteği (metalik karakter) artar.
    Yörünge sayısı artar.
    Atom hacmi ve çapı artar.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    anani gibmek vacipken farz oldu
    ···
  16. 16.
    0
    böyle yarak kafalı davranmanıza sebep olan şey ne
    ···
  17. 17.
    0
    borazaaaan. annenin dıbını gibeyimmmmmm
    ···
  18. 18.
    0
    dıbına koyduran izafiyet gibinide annat bari
    ···
  19. 19.
    0
    Dünya değil ama Türkiye bunu konuşuyor... Bir televizyon progrdıbına çıkan ve sansasyonel açıklamalar yapan UFO Araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan, Yaratığı bulan çiftçinin normal ötesi biçimde otomobilinde yanmış olarak bulunduğunu iddia etti. Medyamız da bunu dinledi...

    Aslında, 2007'de ortaya atılan bu iddia, 32 yaşındaki ABD'li UFO Uzmanı Joshua P. Warren'a ait ve forumdan aldığımız örnekte de görebileceğiniz gibi UFO sitelerinde yayınlandı bir şehir efsanesi olarak. Fare kapanına yakalanan bu uzaylılar, eğer iddia edildiği gibi paranormal güçleriyle öldürülerse, o öldürdükleri yanlış adamdı...



    iddialar 2007'den beri konuşuluyor ve 2009 Eylül ayı başında Alman Bild gazetesinde çıkan fotoğrafları ve internet sitesinde yayınlanan videosu ile dünyanın gündemine oturan olaydaki ayrıntı, Bild muhabirinin yaratığı fare kapanına yakalanmış vaziyette (foto) bulup öldürdükten sonra bilimadamlarına zütüren çiftçi Francisco Garcia ile o röportajda konuşmuş olması. Yaratığı görmek için Mekgiba'daki Metepec kentine giden Bild muhabiri Michael Remke, çiftçi ile konuşuyor. Dahası yaratık Akdoğan'ın söylediği gibi suda boğularak öldürülmüyor. Fare kapanında kolu kopuyor ve ve öyle yakalanıyor (fotoda kopuk kolu görebilirsiniz)... Sonra bir yalağa atmış olabilir korkudan...

    • Yaratığın fotoğrafları

    O HABERiN TEKRARI...
    Mekgiba'da 2007'de çiftçi Francisco Garcia tarafından bulundu ve öldürüldü. Uzaylı mı, keşfedilmemiş bir hayvan türü mü? Yaratığın bir fake olduğunu düşünenler de var ama cesedini inceleyen Bilimadamları DNA'sını bulamaması şaşkınlık yarattı. Dört ayrı laboratuvarda DNA yapısı çözülmeye çalışıldı ancak bir sonuç alınamadı. Uzmanlar ikiye ayrıldı bir kısmı ''DNA'sı yokderken, diğerleriDNA'sının bugünkü tekniklerle tespit edilemediğinidüşünüyor.

    Üstelik, Francisco Garcia yaşayan 70 santim kadar boyunda ikinci bir
    yaratık''ı daha gördüğünü söylüyor. Daha enteresanı 2007'de ilk ortaya çıktığında fake diye bakılan; derisi yüzülmüş imparator Tamarin Maymunu ile yapılan bir kandırmaca olduğu düşünülen bu yaratık ile Roswell Vak'asının arasında bağ olduğunu öne sürenler de var. Etobur bir hayvanın diş yapısına sahip bu yaratığın; aynı zamanda kafatasının yapısı itibariyle de diğer hayvanlara göre daha zeka seviyesine sahip olduğu düşünülüyor. Diş yapısı, kertenkeleye benzeyen yaratık; eklem ve iç kulakları yapısıyla insana benzediği söyleniyor. Bulunan yaratığın hücre testlerinde, bedenini ince bir deri tabakasının kapladığı ve daha önce tanımlanmamış, ilkel yaratıklara göre çok daha gelişmiş gözlere ve iç kulağa sahip olan bir canlı olduğu tespit edildi.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    0
    Yaratık (ingilizce: Alien) Alien dünyasında geçen bir seri filmlerden oluşur. Bu seride Yaratık (1979), Yaratıklar (1986), Yaratık³ (1992), Yaratık: Diriliş 1997 filmleri bulunur, bazen Alien Predator'e Karşı (2004) ve Alien Predator'e Karşı 2 (2007) filmleri de serinin parçası sayılır.

    Seri 1979'da Ridley Scott tarafından çekilen ilk filmin büyük başarısı sonrası oluşmuştur. Bilim kurgu sinemasının klagiblerinden sayılan ve bu tarzı ciddi anlamda etkileyen film dörtlemenin (Alien Quadrilogy) ilham kaynağı oldu.

    Filmlerin yanı sıra aynı veya benzeri konsept dahilinde oyuncaklar, video ve masaüstü oyunları, yap-bozlar, kitaplar gibi ürünler çıkarıldı.
    ···