/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 51.
    +1
    rezerv alın beyler
    ···
  2. 52.
    -1
    açıklama beklermiş gibi yüzüne baktım. baktığımı gördü neden baktığımı da anladı oysaki cevap vermedi. Yürümeye devam ettik. bergamot kokusundan yaklaştığımızı seziyordum ama hala aklımdan tuğçenin bir sevgilisi olduğu gerçeğini çıkaramıyordum. Neyden sonra bilmiyorum. "burası işte geldik" dedim
    öyle karakafalı bir garson yanımıza geldi ne istediğimizi sordu. "Çay ve simit" dedim " Gevregmi abey" dedi he ondan işte dedim. "bacım sen ne içersin" dedi. "çay 2 gevrek ve boyoz" dedi.
    ···
  3. 53.
    +1
    Sokağın ortasında oturmuş yine “Clash of Clans” oynamaya başlamıştım. Şarjım yüzde dokuz kaldığında bir otuz beş dakikanın daha geçtiğini oyundan, telefonumun masaüstüne geri çıktığımda anladım. Bir saattir sokakta öylece bekliyordum, gelen giden birkaç araba haricinde dikkatimi çeken hiç birşey olmamıştı. Umudumu yitirmiş ve oturduğum kaldırımdan soğuk çekmeye başlamış olacağım ki burnum akmaya başladı. Üşümemek için ayağı kalkıp sırtımı bahçe duvarına ve üstündeki siyah parmaklıklara yasladım. Cep telefonumun şarjının bitmemesi için kapattım. On dakika olmuş veya olmamıştı ki ilerideki villanın otomatik bahçe kapısının açılma sesini ve sarı renkteki yanıp sönen uyarı lambasının ışığını fark ettim.
    Sesin geldiği eve doğru yavaşça yürümeye başladım, bu ev mahalledeki çoğu evin aksine tripleks dedikleri villalardan biriydi. Tripleks villanın önüne geldiğimde şoför “Chrysler 300c” model siyah arayı çoktan çalıştırmış bahçenin otopark kapısını açmıştı. Ben otopark kapısının açıldığı evin karşısındaki bahçe duvarına yaslanmıştım fakat yaslandığım bu duvar az öncekine göre daha kısa olduğundan duvarın üstündeki beyaz demir parmaklıkların çıkıntıları sırtımı acıtıyordu. Beklemek için tercih etmeyeceğiniz bu yerde; elimde biraz evvel kapattığım cep telefonumla acelem varmışçasına mesajlaşıyor ve bu sebeple bekliyormuş havası yaratmaya çalışıyordum.
    Çelik kapının arkasında iki adam belirdi ikisi de orta boylu ve şişmandı. Sağda duranın top sakalı olduğu fark edebiliyordum. Solda duran, boğazlı sarı basic bir kazak ve altına açık kahverengi keten pantolon giymiş, top sakallı olanda ise beyaz gömlek üzerine düz kırmızı kravatın takılı olduğu siyah bir takım vardı. Karşılıklı gülüşüyorlardı. Konuşma sesleri ve kahkahaları araba motorunun çıkardığı gürültüye rağmen bana kadar ulaşıyordu. Keyiflerinin yerinde olduğu birbirlerine yaptıkları el şakalarından belliydi. Arkalarından uzun boylu, güzelce traş olmuş, siyah takım elbisesinde sadece gömleğinin beyaz olduğu, siması bana çok tanıdık gelen bir adam çıkıverdi. Bu adamı nereden tanıdığımı bulmak için hafızamı yoklamaya başladım. Daha fazla ayrıntı görebilmek için gözlerimi kısarak adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Bu üç adam, evin mermer merdivenlerinden inerken ben sadece onları izliyor, kafamda ise en arkada yürüyen adamı nerede gördüğümü hatırlamak için hafızamı yormaya devam ediyordum. Tam olarak kapanmamış olan evin çelik kapısı tekrar açıldı. Tuğçe’ye çok benzeyen lacivert renkte pileli eteği üzerinde beyaz düz bir gömlek giymiş olan kız merdivenlerden hızlı adımlarla inmeye başladı. Bütün dikkatimi bu kıza çevirdiğimde onun gerçekten de Tuğçe olduğunun farkına vardım.
    “Aman Allah’ım işte karşımda.” “Yanına gitmeliyim ama hiç de korkuyor gibi gözükmüyor.” içimden geçen bu cümlelere rağmen tek bir hareket dahi yapmadan izlemeye devam ettim. Tuğçe en arkada yürüyen uzun boylu adama yaklaşarak anlayamadığım bir şeyler söyledi. Adamın gür ve ciddi bir tonla “Çok acelesi yok" dediğini duyduğumda hafızamda iki dakikadır yapmaya çalıştığım kimlik eşleştirme işlemi sonuç verdi. Bu sesi geçen hafta olan dönem açılış konuşmasında duymuştum. “Bizim mühendislik fakültesinin dekanı” “Evet o!” Neydi ismi?” “Mustafa mı?” “Yok, yok” “Muzaffer mi?” “Hah Mutluer” “Mutluer Şen” “Şen mi?” on saniye içerisinde isminin ve soyisminin ne olduğunu karar verdiğimde önden yürüyen iki adam gruptan daha da ayrılmış ve arabanın arkasındaki kahverengi taşlarla kaplanmış büyük garaja doğru yönelmişlerdi. Mutluer ve Tuğçe’nin yüz benzerliklerini, soyisimlerinin aynı olduğunu anladığım andan itibaren daha da fark eder olmuştum. “Yok artık ya?” “Tuğçe bizim dekanın kızımı?” hala olanlara inanmakta güçlük çekerken Mutluer arabanın sağ arka kapısına doğru yöneldi. Sol arka kapıyı, şoför Tuğçe’nin binmesi için biraz önce açmıştı. Aralarındaki mesafe arttığı için konuşmaları kısa süreliğine son buldu ve Tuğçe etrafına bakındığında sokağın karşı tarafında buz kesmiş halde ayakta bekleyen beni fark etti. Yüzündeki ekşimeyi ve şaşkınlığı fark etmemek bu mesafeden bile olanaksızdı fakat o bir saniye duraksamadan arabaya bindi. Şoför, Tuğçe arabaya bindiğinde kapıyı kapattı ve iliklediği ceketinin, ön düğmesini açarak şoför kapısına doğru yöneldi.
    Garajın içerisinden olsa gerek başka bir arabanın marş sesi duyuldu. Bir yirmi saniye civarı bekledikten sonra “Chrysler” hareket etti. Araba kapıdan sağa doğru döndüğünde Tuğçe’nin oturduğu arabanın sol kısmı benim yanımdan geçecek şekilde ilerdi. Tuğçe’nin beni görmemesi imkânsız olmasına rağmen arabadaki siyah cam filmlerinden dolayı ben onu görememiştim. Araba garajla aramdaki görüş alanını terk ettikten sonra arkadan gelen kırmızı “Volvo S60” model aracı ancak görebildim. Volvo’da diğer araba gibi sağa döndü ve villanın araçlar çıksın diye yapılmış otomatik bahçe kapısı olarak kapanmaya başladı.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 54.
    +1
    Yüzüme birşeyler anlatacakmış gibi baktı. O kadar merak içerisinde, ağzından çıkacak sözleri bekliyordum, bunu anlamış olacak ki korktuğundan veya sanırım çekindiğinden ceketinin cebinden cep telefonunu çıkardı. arama kaydını açıp, aşağı yukarı kaydırmaya başladı. Kocaman ekranlı sony marka cep telefonunun ıps ekranından ne yaptığını rahatlıkla görebiliyordum ama o bunun farkında değildi. O düpedüz zamanı eritmeye çalışıyordu, ben ise konuşmuyor gözlerimi yüzüne dikmiş onu izliyordum. “Saçları ne kadar güzel taranmış.” “Gözlerinin altında belirli belirsiz çilleri mi var ne?” “Kaç tane vardır ki acaba?” “Bir, iki, üç, dört…” Neyden sonra bilmiyorum sessizliği Remzi abi bozdu. Dikkatimi onu çevirdim.
    -Genç "çifte kumrulara" benden harika iki tane kokoreç. Ayranlarda müesseseden.
    “Genç çifte kumrular mı?” bu adamın boş boğazlılığını bazen seviyorum. içimden o an sırıtmak bile geldi. Tuğçe’ye tekrar yüzümü döndüğümde o çoktan gülmeye başlamıştı bile. “Yok remzi abi biz sevgili değiliz.” dedim. Böyle bir cümle kurma gereksinimini nerden çıkardığımı hala anlamış değilim. Ortama sıktığım limon suyu tadını Tuğçe’nin cümlesi değiştirdi.
    -Aşkım tamam özür dilerim. Affet işte artık! Uzatmanın manası yok!
    “Aşkım mı dedi?” “Sanırım bana dedi… Yok yok kesin bana dedi.” Remzi amca bana baktı. Yapmacık bir şekilde gözlerini kısıp, kaşlarını çatarak;
    -Üzme len kızı! Bide Angaralı olucan haaa…
    +Tamam o zaman affederim ama bir daha yapmıycak.
    Bir anda sahte tiyatro gösterisinin oyuncularından biri oluvermiştim. Belki de günün en ilginç kısmı sevgiliymişiz rolü yapmak bile beni mutlu etmişti. Tuğçe de “Tamam söz bir daha üzmiycem.” gibi bir söz verdikten sonra, remzi abi son repliği olan “Aferim size, Hadi afiyet olsun.” cümlesini kurarak sahneden ayrıldı. Sanırım tiyatro gösterimiz de orda bitti. Harika bir oyun sergilememize rağmen alkışları duyamıyordum.
    ···
  5. 55.
    0
    tuğçe kanser demi lan
    ···
  6. 56.
    0
    reservuaded
    ···
  7. 57.
    0
    devam et amk tam sigarayı yaktım yarım kaldı
    ···
  8. 58.
    0
    Yürümeye başladığımızda yağmur da hafiften atıştırmaya başlamıştı. Nasılda üşümüyordu ben bile soğuğu hissediyordum. O ise mini bir etek ve siyah çoraplaydı.
    +Nasıl üşümüyorsun?
    -Üşümediğimi kim söyledi!
    Ceketim onun vücuduna göre yeterince büyüktü rahatlıkla kendi ceketinin üstüne giyebilirdi. Boyu da uzun belki ayaklarını bile ısıtırdı. Tek sorun benim fazlasıyla üşüme ihtimalimdi. Yaz kış farketmeksizin içime atlet giyme alışkanlığım vardı. Benim değil de annemin bana kazandırdığı bir alışkanlık olabilirdi. Yine gömleğimin içine giymiştim. “Aman en fazla 5 dakika üşürsün oğlum” diyerek. Tuğçe’ye döndüm clubdan çıktığımızdan beri elele değildik.
    +Ceketimi giymek istermisin?
    -Hayır!
    Filmin birinde gördüğüm, yakışıklı başrol karakterinin tavsiyeler lisetesi aklıma geldi.
    “Piliç’e ceketi isteyip istemediğini sorma! Çıkar ve ver!”
    "Lanet olasıca Amerikan tabirleri." Kendi kendime ironi yaparak yolda yürürken aniden sırıttım. Yine de denemeye değer bir hareket olabilirdi. Hayır demesine rağmen ceketimi çıkardım ve ona dönerek.
    +Ceketimi giy yoksa donacaksın hem ben zaten çok üşümüyorum kalın giyindim.
    Mahçup olmuş bir yüz ifadesiyle ceketi giydi. Kollarını sıktığı bariz belli oluyordu. Üstündeki çift ceketle fazlasıyla komik görünüyordu, lakin haklıydım bacaklarını güzelce kapatmıştı.
    -Teşekkür ederim.
    Yol boyunca konuşmadan yürümeye devam ettik. Ben ona, o ise kafasında az sonra yapacağı konuşmanın kalıplarını oluştururmuş gibi yerdeki bordur taşlarına bakıyor ve hızlı adımlarla yürüyordu.
    Kırmızı coca-cola tabelalı kokoreççiye geldik. “Açılışa Özel Yarım ekmek kokoreç + Ayran 6 TL” Açılalı kaç sene olmuştur diye düşünürken, kapısındaki hava perdesini delerek içeriye girdik.
    -Oooo hemşerim hoş geldin!
    Kokoreççi elemanla, Ankaralı olduğuma dair bir muhabbette hemşeri çıktığımız için fazlasıyla samimi olmuştuk. Klagib ve yapmacık pazarlama harekeleri işte. Duvardaki ustalık belgesinde Konyalı olduğu yazıyordu oysaki. Zaten sürekli olarak onun dükkanın da yiyordum. Hemşeri olduğumuzu uydursa da uydurmasa da...
    +Kokoreç yermişin?
    -Daha önce hiç yemedim ama denemek istiyorum. Bir çeyrek alabirim!
    Benimle birlikteyken kokoreç yemeye cesaret etmişti. "Harika bir kız olmalıydı. Bu kadar harikaysa nasıl satanist olabilirdi? Satanistlik kötü birşey mi?
    Kötülüğe tapıp iyi olmaya çalışmak... ironilerin en büyüğü Tuğçe'ydi"
    +Remzi abi bir yarım, bir çeyrek, ,iki de ayran! Biz üst kattayız.
    Remzi abi “Anlaşıldı hemşerim var mı başka bir isteğin” dediğinde biz üst kata doğru yürümeye başlamıştık. Merdivenleri çıkmaya başlamadan asma katın lambasını lavabonun üstündeki aynanın yanından ben açtım. Az önce clubda çıktığımız merdivenlerin gıcırtısına benzer gıcırtılar senfonisi içerisinde asma kata çıktık. Caddeyi gören sonradan yapıldığı çok belli olan pencerenin önündeki iskembelere oturduk.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 59.
    0
    Gıcırdaya gıcırdaya merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başlamıştık. Düşme pahasına dahi olsa ellerimi bırakmıyordu. “Ne kadarda değerli biri olmalıyım onun için.” Club müziğinin sesi gittikçe boğuklaşarak azalmaya başladı. Kulağımdaki çınlama ise gittikçe artıyordu. Salonun arkasındaki bistro masanın üzerinde asılı duran hoparlör bu akşam kulaklarıma biraz fazla acımasız davranmış olmalıydı.
    Kapının önüne çıktık aynı dört-beş kişi sigara içmeye devam ediyorlardı. Karanlıkta yüzlerini seçemiyordum. “ Belki de aynı kişiler değildir.” Kapının önüne geldiğimizde; Tuğçe’ye nereye gideceğimizi sordum. “Çok kalabalık bir yer istemiyorum. Konuşacaklarım özel” dedi. Alsancak’a çok sık çıkan bir tip olmasam da clublardan çıktığımda karnımı doyurduğum alalade bir kokoreççi vardı. ileride yürüme mesafesinde…
    içeriye girdiğinizde, lavabonun sağından merdivenleri çıktığınızda kendinizi hiç güvende hissetmediğiniz bir asma kata ulaşırdınız. Küçük ve ikea masalarıyla son derece eğreti duran eski ahşap iskembeleri ve masa üzerinde turşu biberlerin bulunduğu, plastik kaşığının sürekli içinde durduğu, kapağının yukarı doğru sürüklenerek açıldığı kırmızı kapaklı turşu kavanozlarını vardı. Markasını daha önce hiç görmediğim ayranı da yanında hediye veriyordu. Asma kat o saatler de boş olurdu. Ben oraya gittiğimde küçük penceresinden insanların koşuşturmacalarını izlerdim. Şimdi ise Tuğçe’yle konuşmak için çok sofistike bir yer gibi geliyordu.
    +Öyle bir yer biliyorum ama biraz yürümemiz gerek.
    -Olur problem değil sakin bir yer değil mi?
    Neden bu kadar sakin bir yer arıyordu ki? En fazla satanist olduğunu söyleyecekti. Yani en kötüsü bu olabilirdi.
    +Evet! Alsancak için fazlasıyla sakin. Hem karnım acıktı karnımı doyurabilirim.
    -Hadi o zaman yürüyelim.
    ···
  10. 60.
    0
    devam et kanka
    ···
  11. 61.
    0
    e hadi artık huur çocuğu
    ···
  12. 62.
    0
    reserved
    ···
  13. 63.
    0
    reserved
    ···
  14. 64.
    0
    reservedd
    ···
  15. 65.
    0
    reserved
    ···
  16. 66.
    0
    Tuğçe’nin o pamuk gibi sesini, yüksek volümlü şarkının içinden bile duyabilmiştim.
    -Hey geldik!
    Daha önce tanıştıkları yüz ifadelerinden belli olan bir çocuğun önünde durdu. Sahnenin önüne gelmiştik. Yanımızdaki bir grup insan kendinden geçmişçe dans ediyordu. Sahnenin üzerinde tebeşirle çizilmiş yıldız benzeri işaret, yanmış mumlar ve üzerinde kan mı şarap mı henüz kestiremediğim bir kırmızı sıvı görebiliyordum. “Keşke gözlerim daha güzel göreseydi.” Aslında görmeyi istediğimi de çok sanmıyorum. Korkuyordum işte o kırmızı sıvının kan olmasından. Hayvan veya kedi kanı falan olmasının bile önemi yoktu yeterince korkunçtu, insan kanı olması ise hayallerimin ötesindeydi. Korkudan tüylerim diken diken olmuş, mideme korkunun sıkıştıran ağırlığı çökmüş ve üşümeye başlamıştım. Bayılmak o an iş bile sayılmazdı. Omzumda bir elin olduğunu ancak o el omzumu sıkıştırdığında fark edebildim. Gözlerimi hala sahneden alamıyor, içimdeki korkuyla boğuşuyordum. Müziğin arasından kalın ve kendinden emin bir sesle.
    -Hoşgeldin!
    Sesin geldiği yöne doğru yüzümü çevirdim. Benden daha uzun boylu, kulağında üçgen bir küpe takan, saçında tek telin bile kumral olmadığı uzun siyah saçlı, kemikli yüzlü, zayıf çocuğu gördüm. Omzundan başlayarak beni tutan elinin kol hattı boyunca gözüm onu süzdü. Kolunda boylu boyunca uzanan, şeklini tasvir edemeyeceğim dövmesi vardı. Onu inceleme işlemini o kadar yavaş yapmış olacağım ki. Bu sefer daha yüksek bir sesle.
    -Hey kardeşim hoş geldin.
    +Hoşbulduk!
    Diyebildim alçak bir sesle. Benle daha iyi diyalog kurabilmek veya samimiyetini gösterebilmek için mi bilmem kulağıma doğru eğildi ve gülümseyerek.
    -Korkmana gerek yok o sahneye dökülen sıvı, şarap… içmeyi çok severiz bu da onunla alakalı bir durum. Sen yine de şarabı yere döktüğümüzü falan söyleme tuhaf arkadaşlarının olduğunu düşünmelerini istemem.
    +Yani öyle herşeyi anlatan biri değilim.
    -Peki o zaman Tuğçe’yle size iyi eğlenceler.
    Tuğçe’ye doğru sanki onu öpecekmiş gibi yanağından daha çok kulağına doğru eğilerek; müziğin içinde benim duyamacağım ses yüksekliğinde birşeyler söyledi.
    ···
  17. 67.
    0
    Reserved
    ···
  18. 68.
    0
    anlat amk anlat
    ···
  19. 69.
    0
    anlatsana yavşak
    ···
  20. 70.
    0
    yav 2 entri atıyon kaçıyon uzun yaz aq asosylaın tekisin oyun mu oynuyon napiyon amk
    ···