-
26.
0ilginç bir şekilde bu gecelik dişlerimi fırçalamaya karar verdim. Banyo dolabının rafları arasından tozlar içinde yatan diş fırçamı ve alt rafta duran kapağı kapatılmadığı için ağzı kurumuş powerdent markalı diş macunumu çıkardım. ağzı kuruduğu için macun tüpünü tüm gücümle bastırıp ince bir çiçek dalı misali tüpün ağzından çıkan diş macununu, fırçama sürdüm. Dişlerimi fırçaladıktan sonra şapşalca bir gülümsemeyle aynadaki suretime baktım. Yatağa geçtim. Telefonun alarm sesiyle uyandım saat 8.00 falandır veya 8.30 tam olarak hatırlayamıyorum, telefonun alarmını 10 dk erteleyip tekrar uyudum sanki bir dakika geçmişcesine tekrar alarm sesiyle uyandım. "Ne yapıyon olum geç kalıcaksın." diye içimden geçirerek bir hışımla kendimi yataktan dışarı attım.
-
27.
0apar topar dolabımı açtım böylesine özel günler için sakladığım gri kareli spor gömleğim mütevazi bir şekilde askıda duruyor, altında ise daha yeni yıkadığım kot pantolonum dolapta bulunan kıyafet hengamesinden göz kırpıyordu. Allah'ın sevdiği kulu falan olmalıydım. öyleydim ama bu temiz kıyafetleri bulmamın asıl sebebi çoğu insanın aksine, bana yakıştığını düşündüğüm kıyafetleri çok nadir giymemdi. eskir diye korktuğumdan mı, insanların gözü alışır mı diye çekindiğimden bilinmez giymezdim işte. duşa girmeden önce sabahın ilk sigarasını yavan yavan dudaklarımın arasından kül ettim. boğazım rahatsız oldu, 3-4 gün öncede kalma le-mandyden biraz yudumladım. Duştan sonra, o bahsettiğim güzel gömleğimle, kot pantolonumu giydim. Kapının önünde sigara, telefon, anahtar, cüzdan dörtlüsünün cebimde olup olmadığını yokladım ve kahverengi kapımı zorla kilitleyip dışarı çıktım.
-
28.
-1Havada güneş yine bir güzel parlıyordu ama ısıtmıyordu. Biraz daha iyimser biri olsam, harika bir hava vardı diyebilirdim. Dün yürüdüğüm aynı yollar ve aynı kaldırımlardan yürüyor, bordür taşlarının çizgilerinin arasına basmamaca oyununu oynarak, o otantik poğaçacıya gidiyordum. bergamot kokusundan oraya gelmek üzere olduğumu yine anlıyordum. Saat 9.30 u biraz geçiyordu hatırlıyorum çünkü telefonumun saatine baktım ne bir arama, ne bir mesaj da yoktu. Oturdum o hasırdan tabure ve üzerinde mert'le aslının aşkını senelerdir bağıran masaya. Kalbin yamuk çizildiğini, mert'in kim olduğunu falan düşünüyordum ki; az önce elimle sipariş ettiğim çayımı getirdi kara kafa garson. Bir sigara yaktım. " ohh bir nefes aldım verdim, takiben bir nefes daha" bağımlı olduğunu bilen bir eroinkeş gibi. "sonra kötülük gelicekse bundan gelsin" dedim. içmeyeyip 50 sene yaşayacağımı içip 40 sene yaşamayı tercih ederimdim.
-
29.
+1Sigaralar 1 saat boyunca birbirini kovaladı 3 çay ve yarım paket sigarayı hiç etmiştim işin kötüsü başka sigaramda yoktu. Son sigarayı küllükte ağır bir şekilde söndürdükten sonra telefonumu çıkardım. Normalde böyle cesaretlerim pek sık olmasa da rehberden adını buldum ve aradım
-Aradığınız kişiye şu anda ulaşıl...
"Aradağım kişiyi gibeyim" dedim telesekreter mesajına hıncımı alamadan.
Artık emin olmuştum adeta gelmiyecekti. çaresiz bir şekilde, neden üzüldüğüme anlam veremeden evin yolunu tuttum. kendime kızıyordum en çok üzüldüğüme, umut bağladığıma, sabah sabah kalkıp hazırlandığıma böyle şeylere anlayacağınız. Markete girip bir camel soft daha aldım yolda yürürken o anda yakıverdim. Sigaramın ortasına geldim ki telefonum çaldı. Tanımadığım bir numara!
"Acaba" diye geçirdim içimden. Elim titreyerek açtım.
-Alo tatlım napiyon ben Tuğ...
"Buyur tuğçe" dedim adını bile söylemeden.
-Sakin olur musun, ben şimdi gelmek üzereyim, geç kaldım onu haber vericektim.
Telefonun sevgilisinin telefonu olduğundan emindim nedense onları kavga ettirmek istercesine. "Güzelim bu telefon kimin" diye sordum.
-Bilmiyorum durakta birinde istedim işte, çok konuşmada... dediğin yerde bekle ben çok acıktım!
+Tamam
Diyebildim anca telefonu kapattım ama yüzünde, yine tarif edemediğim saçmalıkta bir gülüşme belirdi. -
30.
+1"neyse şimdi zamanı değil gururlanmanın" diyerek, koşar adım aşağıya doğru yürümeye başlamıştım. Aklımda birkaç tane soru aynı anda vardı. "Telefonu hiç tanımadığı birinden sırf bana haber vermek için mi istedi?" "Numaramı ezbere mi biliyor?" "Böyle bir fedakarlığı neden yapsın ki benim için?" Bu soruları düşünürken bergamot kokusu tekrar geldi burnuma... Tek bir sigara bile yakmadım yol boyunca! Gözlerim hemen o kıraathaneden bozma kafede onu aramaya başladı. Gözlerim uzağı çok iyi seçmezdi ama gözlükte çok sık takmazdım. O günlerden biriydi yine... Hafifçe kıstım o ortalamanın üstünde beğenilen yeşil gözlerimi. Hızlı bir şekilde sağa sola bakındım. ilerideki masada mini olarak tabir etsem alınacak kısalıkta bir etek, eteğin altında diz kısımları kegib kegib kilotlu çorap giyen, göğüs çatalının belli olan kız... "Tuğçe'ye çok benziyorsun nolur o olma." diye iç geçirerek titrek adım yürümeye başladım.
-
31.
+1Daha kim olduğunu anlayamadan; o pamuk sesiyle…Tümünü Göster
-Kusura bakma! Biraz geç kaldım.
+Yok ya önemli değil, ben de gelmeyince çok beklemedim zaten.
“Neden böyle bir şey söyledim?” “Onu aslında çok da önemsemediğimi ima etmek için mi?” yanılıyordum, aslında onu çok önemsiyorum. Dizlerimin altına zorlukla sığdığı sehpanın önündeki hasır sandalyeye oturdum.
-Ne yiyeceğini bilmediğin için sipariş vermedim.
Ne yemek istediğimi ben de tam olarak bilmiyordum. Simit yine cazip olan yegane seçenekti. Yanında bir de eritme peynir, bugün için bu jesti kendime yapabilirdim. Bunları düşürken karakafalı o garson geldi. Siparişimi sormasına meydan vermeden; “2 simit 1 çay birde üçgen peynir.” Diyerek siparişimi tamamladım. “Gevrek istedin herhal abey?” “Anladın işte ne istediğimi! Biraz acele edersen!” Arkasını döndü ve gitti. Tuğçe “Garsona neden bu kadar ters davrandığımı? izmirde simit’e gevrek dediklerini buna alışmam gerektiğini falan anlatıyordu. Benim ise aklım gözlerine sürdüğü koyu ton rimel ve göz kaleminde, kırmızı rujunda, göğüs dekoltesindeydi. Haklıydı ona olan hıncımı garsondan çıkarıyordum. Zaten o sırada bizimki gelmiş benden para istiyordu. 3-5 kez söylemiş olacak ki, Tuğçe ona 20 lira vermiş para üstünü bekliyordu. Cebime ani bir hareketle hamle yapmış olsamda; garson para üstünü Tuğçe’ye teslim etmek üzereydi. Yaptığım hareketin boşa gidip, beni bozmaması için cebimden sigara paketi ve kibriti çıkarmaya koyuldum. “Ne kadar da kool’um dimi?” diye düşünmeden edemedim. Kibrit ve paketi sehpa üzerine rastgele koydum.
Tuğçe bunu bekliyormuş olacak ki siyah, yuvarlak zımbaları olan deri Pierre cardin çantasından muratti paketini çıkardı. Kibritimi masadan ağır hareketlerle aldı. “Belki de benim yakmamı istemişti.” yazarken aklıma geliyor. Kırmızı dudaklarını açarak sigarasının öyle güzel yaktı ki ucunda ateş topu çıkararak… dünya üzerinde sigara içmeyi hak eden tek kızın o olduğuna inanabilirdiniz.
Ben yavaş bir şekilde simitime peynir sürmeye çabalıyordum. O ise sigarasını içmiş bir tane daha çıkarıp ağzındaki sigarayı çakmak yaparak bir tane daha yakmıştı oysaki kibrit önünde duruyordu Allah’ım nasıl bir ironi bu.
+Çok sigara içiyorsun.
-Evet ama aramızdaki fark, Sen sigarayı keyif için içiyorsun ben ise ölmek için.
O an anlam veremedim. "bir kitaptan alıntı olduğunu anlamak için de geç kalmıştım." Hayatta yapacağım bir şey değil ama hiç tavırlarımı değiştirmeden;
+Çok farklı giyinmişsin.
-Çokla başlayan ne kadar çok cümle kuruyorsun? Ayrıca neyi farklı?
+Sanki biraz soğuk.
Giyim tarzıyla ne alakası var ama, başka da bişey bulamadım. -
32.
0-Soğukla ne alakası var üşümüyorum. Beğenmedin mi yani?Tümünü Göster
Beğenmiştim tabi ki ama sadece ben yanındayken veya en güzeli sadece benim yanımdayken böyle giyinmesi daha hoş olurdu. “ne yani bir de kıskançlık mı yapıcaksın?” diye sordum kendi kendime. “Tanışalı kaç gün olmuştu” yani evet 2 gün oldu. “Sahi kaç diyince aklıma geldi.” “Kaç yaşında bu kız?”
+Tuğçe bu arada kaç yaşındasın?
-Anladığın üzere reşitim.
+Farkettiysen bunu sormadım.
-93 doğumluyum.
Nasıl bir doğum tarihi bu ya? Ne gün verdi ne de ay, burcunu bile öğrenemezdim burdan.
-Üşüdüm çok!
Az önce üşümüyorum dediğini hatırlatıp, onu kırmaya gerek yok diye düşündüm.
+Napalım? kapalı bir alana geçelim istersen?
-Yok ya sizde ufo vardı. Size geçsek hem biraz ısınırız zaten sonra okula gidicem.
Bendeki ufo’yu ne zaman görmüştü? Nasıl bu kadar dikkatli olabilirdi? Tuğçe bildiğiniz bana gelmek istiyordu. Gelmesini istiyordum. Neden adam akıllı tanımadığın birinin evine gitmek istiyorsun diye de kızmak istiyordum. Sadece “Olur.” dedim. Kalktık ve yanyana yürümeye başladık, ben eve yaklaştıkça heyecanlanıyor. O yanımda yürürken, dünyanın adil olmadığını, kimsenin onu anlamadığını falan anlatıyordu. Hayata isyan eden ergenvari şeyler… Ben işte bu kıza bu cümleler yakışmıyor diye düşünüyordum.
-Eee sustun!
+Yok ya. Dedim ya dalgınım bugün biraz.
+Neyse geldik zaten.
Kahverengi kapıyı yine binbir zorlukla açtım içeri girdik. Marka uzun botlarını çıkardı. Hemen önümden yürüyerek hole’den beyaz pembe puantiyeli çoraplarıyla salona geçti. Oturdu.
-Brrrrrr, çok soğuk açsana hadi ufoyu…
+Tamam bir saniye prize takıyorum.
Kablosu prize takılı şekilde ufoyu ona en yakın mesafeye getirip üzerine sıcaklığı gelecek şekilde koydum. Salonda bir tane ikili koltuk, bir tane tekli koltuk, bir tane de çekyat vardı. Çekyatın üstü o kadar karmaşık ve doluydu ki oraya oturamazdım. Tekli koltuk ise ufoya uzak ve çok alakasız bir konumdaydı. Yanına mı otursam acaba diye düşünürken;
-Ayakta beklemesene otur yanıma.
Beni ne kadar zor bir seçimden kurtarmıştı bilemezsiniz. Yanına oturmak için hareketlendiğimde
-Çekyatın üstündeki battaniyeyi de alır mısın?
Battaniyeyi de kucakladım. Sigara kokuyor mu diye belli etmeden burnuma yaklaştırdım. Kokmuyordu kokuyorsa bile ben anlamıyordum o da anlamazdı. Yanına oturdum o ise battaniyenin uçlarını çekiştirerek ikimizin de üstüne serdi. inanmayacaksınız omzuma uzandı. Ufonun verdiği sıcaklık güneş misali yüzümüzü ve boynumuzu yakıyor. Battaniyenin altında vücudumuz ısınırken onun saçları burnumu kaşındırıyor, kaşındırmakla kalmıyor krema kokulu o harika saç kremi burnumun hatta hücrelerimin her birine işliyor, nefes alıp verdikçe göğsü, yükselip alçalıyor her an ona biraz daha kapılıyordum. Bu kadar varoş ve bu kadar güzel bir anın var olabileceğini daha önce hiç hayal etmemiştim. Beş veya on dakika geçti, belki bir ömürdür veya saniyelerdir bilmiyorum! Vücudumun o kasılmış hali o sıcak ortamın verdiği ısıdan çözülmeye başlamış rahatlamıştı, istemsiz bir şekilde başımı onun başına koymuştum. iki gece önce pervasızca seviştiğim kızın, saçlarını elimle okşamaya bile çekinir olmuştum. -
33.
+1Kollarını kavuşturduğu göğsünün üstünden ellerini çözdü. Benim göğsümün üzerine attı sanki bir sarmaşıkmış gibi elini daha da koltuğum altına zütürüyordu. Ben ise bütün arsızlığımla saçlarını okşamaya başlamıştım. Bir süre sonra koltuğumun altında olan eli yavaşça aşağı inmeye başladı. Kasıklarımın arasına geldiğinde durdu. Yüzüme bakarak gülümsedi tüm sempatikliğiyle;
-Kolum çok yoruldu.
Ben ise tahrik olup, ereksiyon olmayayım diye kendini zorluyordum. Anlamaması için bacaklarımı üst üste attım.
-Neden böyle yaptın? Öyle çok güzeldi!
Yüzüme baktı sanki izin istermiş gibi anlaşılmaz bir tavırla gülümsedi. Ani bir hareketle elini pantolonumun içine daldırdı. Teslim ettim kendimi. Yine onundum. istediğini yapabilirdi bana izin veriyordum. Daha rahat hareket etmesi için pantolunumun düğmesini söküp, fermuarımı indirdim. Bulutlara dokunmak, yüreğinin küçülmesi, titremek ama üşümemekti hissettiğim. Ani bir hareketle olduğu yerden doğruldu, adil ışık’tan aldığını söylediği krem rengi dekolteli gömleğini çıkardı. Pamuk şekeri pembe renkli, krem dantel işlemeli oysho sütyeninin içinde göğüsleri ne kadar da güzel görünüyordu. Daha önce nasıl farketmemiştim. Kör olmam gerekirdi. Elleri sırtına doğru uzandı ve bir anda sütyen göğüslerinin üzerinde aşağıya doğru aktı. Sütyenin çıkarıldığı o ilk an, her seferinde yüzünün gülümsemesi, heyecan ve kalp atışları… güzel göğüsleri… tarif edilemeyecek kadar dolgun, dik ve güzel. Göğüs ucu ve çevresi hiç bu kadar orantılı ve pembe olan başka göğüs görmemiştim. Nasıl bu kadar heyecan verebilirdi bir erkeğe…
-Durma dokun hadi, sadece seninler.
Eğildim ve emmeye başladım. Saçlarımı okşuyordu… Nefes nefese kalmıştım. “Ah aşk nelere kadirsin!” dedim tekrar, bir kızla sadece onu sevdiğin için sevişmelisin. Cehennemde yanılacaksa buna değer olabilirdi. içki, sigara… tüm günahların toplamı bile bunun kadar güzel olamazdı. “Neyse! Tanrı bir yasa koyduysa vardır bir bildiği.” Üstünde battaniye tamamen çekti ve pantolununu çıkarmaya başladı. Bende biliyordum, hissediyordum, soyunmam gerektiğini. Kıyafetlerimin hepsini çıkardım ve comfort family boxer’ım ile kaldım. Gözlerini aşağıya indirerek
-Hadi onu çıkar dedi. -
34.
+1ikiletmesine müsade etmeden üzerimde pamuktan imal edilmiş hiçbirşey bırakmadım. Sadece hücrelerimle onun karşısındaydım. Koltuğun üzerinde poposu bana dönük olacak şekilde eğildi. Öyle güzel seviştik ki hayatım boyunca bir daha eşi benzerinin olacağını umut etmiyorum. inlemelerin ardından sadece üzerime yığıldı. Darmadağın olmuş saçlarıyla kucağımda yatıyor, tatmin olduğunu alamama yetecek bir şekilde alt dudağını ısırıyordu. Yüzünde öyle bir gülümseme vardı ki dünyanın en mutlu insanı olduğunu falan sanırdınız, sanki dünyada olma amacına hizmet etmiş gibi sadece…
-Evet oldu işte.
Fısıltılarını duyabiliyordum. Kucağımda öyle en az yirmi dakika boyunca yattı. Hiçbirşey yapmadığım halde hayatımda en hızlı akan yirmi dakikamdı. Birden doğruldu...
-Sıcak su var mı?
+Evet banyoda elektrikli ısıtcı var.
Boşaldıktan sonra üzerine sardığı battaniyeyi üzerinden attı ve ayağa kalktı. Tansiyonu düşmüş olacak ki bir on saniye kadar öylece bekledi. Hole doğru yürümeye başladı. Banyonun yerini biliyor mu diye düşünüyordum;
-Banyo hole’un sonundaki kapı dimi?
+Evet
Masanın üzerindeki camel ve çakmağa uzandım. Hayatımın en güzel ciksini tabiki de, hayatımın en güzel sigarasını içmek ile taçlandırabilirdim. Her nefeste sigara içtiğim için kendimi yeniden ödüllendiriyormuş gibi hissediyordum. Sigaramı daha yeni söndürdüm ki o pürüzsüz vücuduyla kapıda göründü. Saçlarını yıkamamıştı sadece üzerine gelen spermleri temizlemişti.
-Hani bana sigara?
Sanki acelesi varmış gibi kanepeye oturdu.
-Kanepe örtünü ve battaniyeni havlu olarak kullanıcam!
Onlar az, ruhumla kurula kendini demek istedim. Sadece “Tabiki hayatım” dedim. Hayatım kelimesini duyduğunu an üzüleceğine ve sevineceğine karar verememiş gibi sahte bir gülümseme attı. Boynuma sarıldı.
-Bana bunu yapman yasak dedi! Bunu yapamam ölürüm. Öldürürler.
Tabiki de anlam veremedim, korkarak…
+Nasıl yani öldürürler, Kim? Öyle şey mi olur? Dağ başı mı burası?
Bu tarz şeyler söylediğimi hatırlıyorum sırası aynı olmayabilir ama şaşırdığımı ve korktuğumu rahatlıkla anlayabilirdi. -
35.
+1-Saat kaç okula geç kalmak istemiyorum.
Saat sanırım 2.00’a geliyordu ama kaç kaldığını hatırlamıyorum. Az önce baktığım telefonumu referans olarak söylemiştim saati. Kafasını sallayıp bir şey söylemeden az önce kanepeye fırlatığı iç çamaşırlarını ve kıyafetlerini giymeye başladı. Beş dakika sonra tamamiyle giyinmişti. Çantasından çıkardığı saç fırçası ile saçlarını taradı ve düzeltti. Çantasından makyaj malzemeleri için taşıdığı koyu yeşil çantası çıkardı ve içinden çıkan küçük istiridye tipi aynasıyla makyaj yapmaya başladı işin anlaşılamayan kısmı iki haliyle de çok güzeldi. Bütün işleri bitince, evden çıkmak için izin istedi. Onu bırakmak istediğimi söylesem de, tek gitmek istediğini ve acelesi olduğunu söyledi çıkmadan önce çantasının bir tükenmez kalem çıkardı. Elime bir birşeyler karaladı.
+Hey Allahım kağıda yazsana…
-Akşam buraya gelmeyi sakın unutma
-Bu arada daha önce hiç söylemedim ama ben ateistim. Böyle Allah, kitap cümlelerini çok duymak istemiyorum umarım senin için bir sıkıntı yaratmaz.
+Hayır proble…
Dememe izin vermeden kapıyı açıp dışarı çıkmış, kapıyı hemen kapatmıştı. Daha önce okulda ateist arkadaşlarım olmuştu aslına bakarsanız iyi insanlardı herhangi bir kötülüklerini görmemiştim hatta ortalamanın üzerinde iyi insanlardı. Elimdeki yazıya baktım ve bir adres olduğunu hemen farkettim. izmir’de Alsancak olarak bilenen çok popüler club, disko ve içkili mekanların bulunduğu muhitin ara sokaklarındaydı, istanbuldaki istiklal benzeri bir yerdeydi. Elimdeki yazı silinmeden bir kağıda not ettim. -
36.
0Tekrar tekrar elimdeki yazıyı okuyordum. “Saat 9’da Meze 542. Sokak Alsancak.” 6 kelimelik bir cümleyi, aslında cümle bile olmayan satırı unutmamak, yazdığı adresi karıştırmamak için ezberlemeye çalışıyordum. Aklıma kazındığından emin olduktan sonra okumayı bıraktım. Saat öğlen 3’e geliyordu, az önce yaptığım harika ötesi ciksten olsa gerek midemin boş olduğunu daha da fazla hissetmeye başlamıştım. Ne yemek yapacağıma ben değil dolaptaki yiyecek malzemeler karar verirdi, o sebeple yine dolaba doğru yürümeye başladım. 4-5 tane farklı yerlere duran yumurta, dolap kokmasın diye poşetin içine koyduğum bim’den aldığım sucuk, ve sole margarin… Yumurta yapmak için harika üç’lü dolabımdan hazır bekliyordu. Hemen yumurta kızartmaya başlamalıydım.
Karnımı öyle güzel doyurmuştum ki en az iki sigara içmeliydim. Kabul ediyorum bazen sigara içmek için yemek yiyordum. Arka, arkaya iki sigara içtim ve ansızın öksürmeye başladım. Bardakta kalan musluktan doldurduğum, suyun kensinden klor tadının daha ağır bastı klor kokteylini hemen kafama diktim. Bir iki tekrardan sonra öksürmem geçti. Sıradaki en büyük soru tabiki de, akşam ne giyeceğimdi… Ellerimi bulaşık yıkama deterjanı ile yıkadım. Hole’den geçerken giysi dolabında ne olduğunu düşünüyordum. Aklıma bişey gelmedi. Dolabı açtım 3-5 gömlek arasından siyah olanın akşam gideceğim mekan için en uygun tercih olduğunu düşündüm. Kapının arkasında askıda duran koyu lacivert renk, taşlama yapılmamış klagib olarak adlandırabileceğim bir kot pantolonum vardı mükemmel kombinasyon bu işte. -
37.
0Sigara kokusunun geçmesi için kıyafetlerimi kuru olmalarına rağmen pencerenin önündeki tel askıya astım. Ne kadar da sigara içmekten utanan biri olmaya başlamıştım. Akşam 9’a kadar olan zamanı bekleyerek tüketemezdim, hem heyecanlı hem sabırsız hem de korkak hissediyordum. Akşam olsa da gitsem derken, gitmekten korkuyordum. “Nedir bu utangaçlığım, nedir senden çektiğim?” ama korkuyordum işte. Yapmamam gereken bir şey yapmaktan, söylememem gerek bir şey söylemekten, küçük düşmekten, insanlar birbiriyle konuşurken yine üçüncü tekil şahıs olmaktan, bu kim sorusundaki işaret sıfatı olmaktan korkuyordum. Televizyondaki sıkıcı kadın programlarını izlerken uyuya kaldım. Rüyamda ne gördüğümü tahmin etmeniz o kadar zor değil tabi ki.Tümünü Göster
Tuğçeyi gördüm, o kadar şık giyinmişti ki yanında yürümekten gurur duyacağınız cinsten.
“Hayatım boyunca bu kız, bu öküze nasıl baktı cümlesindeki öküz olmak istedim.”
Öylesine yürüyorduk yağmurun altında, o kadar gerçekti saçlarımdan yüzüme akan su damlalarını bile siliyordum. Boş sonsuz caddede turuncu sokak lambaları altında yürüyor ıslanıyor ama üşümüyorduk. Caddenin karanlık kısmına geldiğimizde öyle sıkı sarıldım ki bırakmayacakmış gibi; o ise yağmurun ortasında kayboldu gitti, ağlamaya başladığımdan eminim. Öyle hıçkıra hıçkıra ağladım ki.
Samsung’un o klagib arama sesi ile uyandım…
-Gelen Arama Tuğçe Şen-
Panik ile telefonu açtım.
-Hadi oğlum! Nerdesin? Geliyorsun dimi?
+Evet evet geliyorum yoldayım.
Telefonu kapattığı anda sağ üst köşede yazan saate baktım. “21.18” “Of oğlum nasıl uyuya kaldın?” Öyle apar topar giyinip çıktım ki, sanırım toplam harcadığım zaman dört dakika bile değildir. Ceplerimi kontrol ettim. “Anahar?, sigara?, cüzdan?, telefon?” Mükemmel dörtlü yine yerinde. (Çakmak nerede diye sorduğunuzu duyar gibiyim, her çıkışta marketten kibrit alırım. Sigarayı çakmakla yakmayı sevmem.)
Koşarak otobüs durağına ilerlemeye başladım. Nedendir bilmem gideceğim yolu kafamda sürekli parçalara bölerim. “ilk marketi geçeceğim, sonra ileride fırın var orayı geçeceğim, ondan sonra okulu geçicem, sonra durağa varacağım.” Belki de bana gideceğim yere daha çabuk ulaşıyormuş hissi yarattığındandır. Beş dakika sonra durağa ulaştım. Durağın üst kısmındaki gelecek otobüslerin nerede olduğunu gösteren ışıklı tabelaya baktım “63’ün gelmesine 2 durak var, Tanrının sevdiği kuluyum.” -
38.
0Otobüs beklediğimden de erken geldi. Otobüse bindim ve kent kartımı bastım. “Dıt dıt” “Oh çok şükür bakiye varmış.” Geçtim, arkalara bir yere oturdum. Zaman hızlı geçsin diye; telefonumu çıkardım ve oyun oynamaya başladım. Oyun o kadar iyi geldi ki her başımı kaldırdığımda umduğumdan daha ilerdeki bir durakta oluyordum. Yirmi dakika kadar sonra Alsancak’a en yakın durakta indim. Apar topar otobüsten indim ve koşarak dediği adresteki yere ilerlemeye başladım. Koşarken cebimden telefonu çıkardım.
“Son arayanlar - Tuğçe Şen – Arama yap”
Telefonu kulağıma koydum. 7-8 çalışından sonra telefon açıldı. Daha iyi konuşabilmek ve onu anlayabilmek için durdum.
+Tuğçe napiyon? Nerdesin? Ben beş dakika sonra dediğin yerde olurum.
-Sakın tek başına girmeye çalışma! Ben kapıdan seni alıcam!
+Tamam 5 dk sonra kapının önünde olacağım!
Mekan’a damsız almadıklarını düşündüm tabiki de. Beş dakika bile geçmeden yazdığı adreste olmuştum. Ara sokakların birinde, kırmızı ışıkla aydınlatılmış tabelasında siyah yağlı boya ile “Meze” yazan ahşaptan yapılmış 2 katlı bir bina gözüme çarptı. Girip de bir şeyler içmeye tenezzül etmeyeceğiniz bir yerdi. Girişinin önünde 4-5 kişi sigara içiyordu. Kapının arkasındaki fotoselli lamba yandı. Ardından merdivenlerden inen bir çift bacak gördüm. Bacaklardan sonra çok kısa deri bir etek, ardından göbeği açık dantel işlemeli siyah bir bluz. Yüzünü görmeme gerek bile yoktu bu vücut Tuğçeye aitti. Yüzünü gördüğümde şaşırmadım bile, kapının önünde beni gördüğünde daha da hızlı yürümeye başladı. Yanıma geldi elimden tuttu.
-Hadi gel benimle
Dediğini yine ikiletmeden yaptım ve yürümeye başladım. Elleri sıcacıktı. Ahşaptan ve her adım attığında gıcırdayan merdivenlerden üst kata çıkıyorduk. Merdivenleri çıktık. Kırmızı loş ışıkla aydınlatılmaya çalışılmış koridor benzeri bir yerden, kapısı olmayan bir girişe geldik. Girişin önünde yarma gibi iki kişi öylece bekliyordu. içeri girdik. Salon gibi genişçe bir alandı. Aşağı yukarı, içeride 50-60 kişi ve küçükçe bir sahne vardı. Sahne de ise siyah t-shirtler giymiş üç kişi vardı. -
39.
+1Sanki az önce konuşma yapılmış gibi bir hava vardı içeride. insanların birbirleriyle konuşmasından doğan anlaşılmaz bir uğultu kaplamıştı salonu. Hani konuşmaların sonunda alkış yapılır ardından bir konuşma uğultusu dolar ya içeriye işte o cinsten. Sahnedeki üç eleman elleriyle işaret (sembol) benzeri bir şey yapıp sahneden indiler. Tuğçe ise beni sanki çok sevdiği bir arkadaşına göstereceği cisimmiş gibi hala çekiştiriyordu. Kalabalığın içinden adım adım yavaşça ön saflara doğru, nehrin içindeki bir kayık misali akıyorduk. Müzik başladı, insanlar da onunla birlikte hareketlenmeye. O beni sol kolumdan çekerken, nereye yürüyeceğimi düşünmediğim için çevremdeki hareketliliği izliyordum. ileride sağda çılgınlar gibi öpüşen iki erkek gördüm. Biri diğerinin saçından kavramış, biri ise diliyle diğerinin dudaklarını yalıyordu. “Bayanlardan hoşlanan bir erkekseniz böylesine iğrenç bir manzarayı bir daha çok zor göreceğinize yemin edebilirim.”
içimden gay bara geldiğimizi düşünmeye başlamıştım bile. Bu fikri yalanlamamı sağlayan tek düşünce salondaki kız sayısının fazlalığıydı. Klagib bir club müziğinin ortalarına geldiğimizde biz salonun nerdeyse sahne tarafına gelmek üzereydik. Bu sefer daha sağ kısımda öpüşen iki kız vardı. Bunlar ise çılgınlar gibi birbirlerini elliyorlardı. “Fena manzara değil!” Burası gay bar falan değildi. “ne gibim bir yer burası.” Diye düşündüm içimden. -
40.
0Tuğçe’nin o pamuk gibi sesini, yüksek volümlü şarkının içinden bile duyabilmiştim.
-Hey geldik!
Daha önce tanıştıkları yüz ifadelerinden belli olan bir çocuğun önünde durdu. Sahnenin önüne gelmiştik. Yanımızdaki bir grup insan kendinden geçmişçe dans ediyordu. Sahnenin üzerinde tebeşirle çizilmiş yıldız benzeri işaret, yanmış mumlar ve üzerinde kan mı şarap mı henüz kestiremediğim bir kırmızı sıvı görebiliyordum. “Keşke gözlerim daha güzel göreseydi.” Aslında görmeyi istediğimi de çok sanmıyorum. Korkuyordum işte o kırmızı sıvının kan olmasından. Hayvan veya kedi kanı falan olmasının bile önemi yoktu yeterince korkunçtu, insan kanı olması ise hayallerimin ötesindeydi. Korkudan tüylerim diken diken olmuş, mideme korkunun sıkıştıran ağırlığı çökmüş ve üşümeye başlamıştım. Bayılmak o an iş bile sayılmazdı. Omzumda bir elin olduğunu ancak o el omzumu sıkıştırdığında fark edebildim. Gözlerimi hala sahneden alamıyor, içimdeki korkuyla boğuşuyordum. Müziğin arasından kalın ve kendinden emin bir sesle.
-Hoşgeldin!
Sesin geldiği yöne doğru yüzümü çevirdim. Benden daha uzun boylu, kulağında üçgen bir küpe takan, saçında tek telin bile kumral olmadığı uzun siyah saçlı, kemikli yüzlü, zayıf çocuğu gördüm. Omzundan başlayarak beni tutan elinin kol hattı boyunca gözüm onu süzdü. Kolunda boylu boyunca uzanan, şeklini tasvir edemeyeceğim dövmesi vardı. Onu inceleme işlemini o kadar yavaş yapmış olacağım ki. Bu sefer daha yüksek bir sesle.
-Hey kardeşim hoş geldin.
+Hoşbulduk!
Diyebildim alçak bir sesle. Benle daha iyi diyalog kurabilmek veya samimiyetini gösterebilmek için mi bilmem kulağıma doğru eğildi ve gülümseyerek.
-Korkmana gerek yok o sahneye dökülen sıvı, şarap… içmeyi çok severiz bu da onunla alakalı bir durum. Sen yine de şarabı yere döktüğümüzü falan söyleme tuhaf arkadaşlarının olduğunu düşünmelerini istemem.
+Yani öyle herşeyi anlatan biri değilim.
-Peki o zaman Tuğçe’yle size iyi eğlenceler.
Tuğçe’ye doğru sanki onu öpecekmiş gibi yanağından daha çok kulağına doğru eğilerek; müziğin içinde benim duyamacağım ses yüksekliğinde birşeyler söyledi. -
41.
0beyler kusura bakmayın erasmus işlemleri sebebiyle bir haftadır aşırı yoğunum pasaport işleri için istanbula gitmem gerekti devam ediyorum.
-
42.
0Tuğçe yeniden elimden tuttu, tekerlekli bir bavulmuşum gibi beni arkasına bakmadan yine çekmeye başladı. Bu duruma o kadar alışmıştım ki çekerken yorulmasın diye ona yakın olacak biçimde yürümeye çalışıyordum. Salonun sonundaki bir bistro masaya geldik. Üstümde marka tek şey olan “MAVi’den” aldığım deri ceketi çıkardım, etiket kısmı dışarıya bakacak şekilde elimde tutuyordum. Nedense Tuğçe’ye ceketin markasını gösterme ihtiyacı duyuyordum. Tam o sırada bana baktı ceketin markasını umursamaz bir şekilde kulağıma doğru eğildi. Nefesinin o tatlı sıcaklığı karşılığında vücudumdaki bütün tüylerin diken diken olduğunu hissedebiliyordum. Yüksek ama tatlı bir sesle;
-Ceketini masanın altına asabilirsin.
Yine söylediğini yaptım. Sağ elimden tuttu, elimi o kıvrımlı muhteşem beline yerleştirip bana bir adım daha yaklaştı. Ona kaşlarındaki rimel topaklarını görebilecek kadar yakındım artık… Sol elimi de poposunun hemen üzerine koydum. Volanlı deri eteğinden poposunun o harika dolgunluğu ve yumuşaklığını daha güzel hissediyordum. O ise ellerini belimin hemen üzerine koymuş siyah gömleğimin üzerinden belimi okşuyordu. Onu daha hissedebilmek için boynuna doğru yaklaştım. O ferah çiçeksi parfümünü derin bir nefes alarak içime çektim. Birşeyler söylemenin zamanının geldiğini, hatta geçtiğini hissediyordum. Dudaklarımı kulağına değecek kadar yakınlaştırıp;
+Hiç bilmediğim bu yerde, hiç bilmediğim insanların içinde kollarımın arasında olmak o kadar güzel ki.
Kafasını geri doğru çekti, dişlerini gösterecek biçimde bana gülümsedi. Bana güzel sözler söylemesini bekliyordum. O ise ani bir hareketle dudaklarıma yapıştı. “Sıcak, ıslak, yumuşak mmmm belkide biraz tuzsuz tarif edemiyorum. Damağıma gelen bu çilek tadı? Muhtemelen lipstickinin tadı. Nefeslerimiz ne kadar da senkronize... ” -
43.
+1Sonra kulağıma yaklaştı. “Hakkımda hiç bir şey bilmiyorsun tatlı çocuk.”Tümünü Göster
+Anlat da bileyim!
Gözleriyle ortalığı kolaçan edercesine, kafasını hızlı hareketlerle sağa ve sola çevirdi. Kimsenin duymasını istemeyeceği bazı şeyler söyleyeceğini bekliyordum ki.
-Pardon bakar mısınız?
“Buyrun” dedi garson.
-Buraya bir kadeh kırmızı şarap bir de bira alabilirmiyim?
“Bira sevdiğimi nerden biliyordu ki?” “Acaba şarabı benim için mi söyledi?” Ne kadar da dert etmiştim herhangi birisini içebilirdim. Tabi ki birinci tercihim bira olurdu. Tuğçe’yle hala aynı pozisyonda dans benzeri birtakım hareketler yapıyorduk. Aslında daha doğrusu birbirimize sarılıp vücutlarımızın, aşkımızın birbirimize ait olmanın tadını çıkarıyorduk. Komik bir şey yokken gülümsüyor, Tuğçe başını omzuma koydukça krem şanti esanslı saç kreminin kokusunu içime çekiyordum.
“Erkekler kadınların sadece kokusuna bile aşık olabilir. Hele ki vücudunun kokusuyla harmanlandıysa…”
Aslında onun bana aşık olduğuna emindim. Hatta o kadar emindim ki şuan çıkma teklifi etsem kabul ederdi. Bana her baktığında gülümsüyor. Boş olduğu her saniye sarılıyordu. Yeni çıkmaya başlamış amatör çiftler gibiydik.
“Sevdiğim kıza değil, seviştiğim kıza aşık olmuştum.”
Kulağına doğru usulca başımı eğdim başı omuzlarımda olduğu için çok eğmeme bile gerek kalmadı. Az sonra söyliceklerime hazırlanırmış gibi boğazımı temizleyip;
+Sana gerçekten fena aşık oldum.
Yüzünü bana doğru çevirdi, o kadar aşıkmış gibi gülümsedi ki… “Bende sana diyeceğine emindim.”
-Hakkımda hiç bir şey bilmiyorsun bana nasıl aşık olabilirsin?
+Hakkımda hiç bir şey bilmiyorsun benle nasıl sevişebilirsin ki?
-Sevişmek bir olaydır. Sevmek ise bir olgu.
“Of Allah’ım bu kızla neden laf dalaşı başlattım ki” diye kendime soruyordum. “Senden zeki işte.” O kollarımın arasında yine başını omzuma koydu. Mekan kopuyor. Biz ise yumak yumak sarılıyorduk. Başını kaldırdı.
-Buraya neden geldiğimizi anladın dimi?
Tahmin ediyordum aslında muhtemelen satanist falandı. “Ne kadar ergence” diye düşünmekten kendimi alamadım. Acırcasına boğuk bir sesle
+Tahmin edebiliyorum. Satanist falansın.
-Tam olarak öyle değil.
Sarılmayı bıraktık masanın üzerindeki içkilerimizi içmeye başladık. Gözlerinin dolmaya başladığını görebiliyordum.
-içkini bitir. Biraz dışarda oturalım başım ağırdı.
+Olur nasıl istersen.
Masamın üzerinde duran birayı iki hamlede bitirdim. O ise şarabı yarım bıraktı. Masanın altına eğildi deri ceketlerimizi alıp bana ait olanı uzattı. Yavaş tavırlarla ceketini giydi. Elini uzattı, parmaklarının arasına parmaklarımı kenetleyerek çıkışa doğru yöneldi. -
44.
0Gıcırdaya gıcırdaya merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başlamıştık. Düşme pahasına dahi olsa ellerimi bırakmıyordu. “Ne kadarda değerli biri olmalıyım onun için.” Club müziğinin sesi gittikçe boğuklaşarak azalmaya başladı. Kulağımdaki çınlama ise gittikçe artıyordu. Salonun arkasındaki bistro masanın üzerinde asılı duran hoparlör bu akşam kulaklarıma biraz fazla acımasız davranmış olmalıydı.
Kapının önüne çıktık aynı dört-beş kişi sigara içmeye devam ediyorlardı. Karanlıkta yüzlerini seçemiyordum. “ Belki de aynı kişiler değildir.” Kapının önüne geldiğimizde; Tuğçe’ye nereye gideceğimizi sordum. “Çok kalabalık bir yer istemiyorum. Konuşacaklarım özel” dedi. Alsancak’a çok sık çıkan bir tip olmasam da clublardan çıktığımda karnımı doyurduğum alalade bir kokoreççi vardı. ileride yürüme mesafesinde…
içeriye girdiğinizde, lavabonun sağından merdivenleri çıktığınızda kendinizi hiç güvende hissetmediğiniz bir asma kata ulaşırdınız. Küçük ve ikea masalarıyla son derece eğreti duran eski ahşap iskembeleri ve masa üzerinde turşu biberlerin bulunduğu, plastik kaşığının sürekli içinde durduğu, kapağının yukarı doğru sürüklenerek açıldığı kırmızı kapaklı turşu kavanozlarını vardı. Markasını daha önce hiç görmediğim ayranı da yanında hediye veriyordu. Asma kat o saatler de boş olurdu. Ben oraya gittiğimde küçük penceresinden insanların koşuşturmacalarını izlerdim. Şimdi ise Tuğçe’yle konuşmak için çok sofistike bir yer gibi geliyordu.
+Öyle bir yer biliyorum ama biraz yürümemiz gerek.
-Olur problem değil sakin bir yer değil mi?
Neden bu kadar sakin bir yer arıyordu ki? En fazla satanist olduğunu söyleyecekti. Yani en kötüsü bu olabilirdi.
+Evet! Alsancak için fazlasıyla sakin. Hem karnım acıktı karnımı doyurabilirim.
-Hadi o zaman yürüyelim. -
45.
0Yürümeye başladığımızda yağmur da hafiften atıştırmaya başlamıştı. Nasılda üşümüyordu ben bile soğuğu hissediyordum. O ise mini bir etek ve siyah çoraplaydı.Tümünü Göster
+Nasıl üşümüyorsun?
-Üşümediğimi kim söyledi!
Ceketim onun vücuduna göre yeterince büyüktü rahatlıkla kendi ceketinin üstüne giyebilirdi. Boyu da uzun belki ayaklarını bile ısıtırdı. Tek sorun benim fazlasıyla üşüme ihtimalimdi. Yaz kış farketmeksizin içime atlet giyme alışkanlığım vardı. Benim değil de annemin bana kazandırdığı bir alışkanlık olabilirdi. Yine gömleğimin içine giymiştim. “Aman en fazla 5 dakika üşürsün oğlum” diyerek. Tuğçe’ye döndüm clubdan çıktığımızdan beri elele değildik.
+Ceketimi giymek istermisin?
-Hayır!
Filmin birinde gördüğüm, yakışıklı başrol karakterinin tavsiyeler lisetesi aklıma geldi.
“Piliç’e ceketi isteyip istemediğini sorma! Çıkar ve ver!”
"Lanet olasıca Amerikan tabirleri." Kendi kendime ironi yaparak yolda yürürken aniden sırıttım. Yine de denemeye değer bir hareket olabilirdi. Hayır demesine rağmen ceketimi çıkardım ve ona dönerek.
+Ceketimi giy yoksa donacaksın hem ben zaten çok üşümüyorum kalın giyindim.
Mahçup olmuş bir yüz ifadesiyle ceketi giydi. Kollarını sıktığı bariz belli oluyordu. Üstündeki çift ceketle fazlasıyla komik görünüyordu, lakin haklıydım bacaklarını güzelce kapatmıştı.
-Teşekkür ederim.
Yol boyunca konuşmadan yürümeye devam ettik. Ben ona, o ise kafasında az sonra yapacağı konuşmanın kalıplarını oluştururmuş gibi yerdeki bordur taşlarına bakıyor ve hızlı adımlarla yürüyordu.
Kırmızı coca-cola tabelalı kokoreççiye geldik. “Açılışa Özel Yarım ekmek kokoreç + Ayran 6 TL” Açılalı kaç sene olmuştur diye düşünürken, kapısındaki hava perdesini delerek içeriye girdik.
-Oooo hemşerim hoş geldin!
Kokoreççi elemanla, Ankaralı olduğuma dair bir muhabbette hemşeri çıktığımız için fazlasıyla samimi olmuştuk. Klagib ve yapmacık pazarlama harekeleri işte. Duvardaki ustalık belgesinde Konyalı olduğu yazıyordu oysaki. Zaten sürekli olarak onun dükkanın da yiyordum. Hemşeri olduğumuzu uydursa da uydurmasa da...
+Kokoreç yermişin?
-Daha önce hiç yemedim ama denemek istiyorum. Bir çeyrek alabirim!
Benimle birlikteyken kokoreç yemeye cesaret etmişti. "Harika bir kız olmalıydı. Bu kadar harikaysa nasıl satanist olabilirdi? Satanistlik kötü birşey mi?
Kötülüğe tapıp iyi olmaya çalışmak... ironilerin en büyüğü Tuğçe'ydi"
+Remzi abi bir yarım, bir çeyrek, ,iki de ayran! Biz üst kattayız.
Remzi abi “Anlaşıldı hemşerim var mı başka bir isteğin” dediğinde biz üst kata doğru yürümeye başlamıştık. Merdivenleri çıkmaya başlamadan asma katın lambasını lavabonun üstündeki aynanın yanından ben açtım. Az önce clubda çıktığımız merdivenlerin gıcırtısına benzer gıcırtılar senfonisi içerisinde asma kata çıktık. Caddeyi gören sonradan yapıldığı çok belli olan pencerenin önündeki iskembelere oturduk.
başlık yok! burası bom boş!