1. 53.
    0
    bu gece flood yapsam siz görmeseniz
    ···
  2. 52.
    0
    şu sözlükte sevdiğim adamlardan biri de sensin. kaliteli duruşun ve olaylarla cool yaklaşımınla takdirimi toplamaya devam ediyorsun. çıtanı bozma. bu muallakler gibini yesin. hadi git.
    ···
  3. 51.
    0
    kendisi toşmikim olur.
    ···
  4. 50.
    0
    gazeteleri̇n internet sayfalarının başına, son zamanlarda bir işler geldi. tıklanma sayılarını arttımak istediklerinden olacak, sitelerini “sır”, “esrar” yahut “gizem” başlığı altında birbirinden tuhaf ve birbirinden yanlış konularla dolduruyorlar.
    açılış sayfalarında “i̇nanılmaz gerçek: bundan bilmemkaç yüz sene önce yaşamış feşmekân paşa’nın büyük sırrı” diye koskoca bir başlık görüyor, merak edip tıkladığınız takdirde bir alay uydurma ile, dünya kadar saçmalıkla karşılaşıyorsunuz.
    ama senelerden buyana dini bütün görünen yahut son zamanlarda mecburiyetten dolayı öteki tarafa yaklaşıp dindarlaşmaya soyunan gazetelerin sitelerindeki bir başka saçmalama, “cehaletin bu kadarına da pes!” dedirtip acı acı tebessüm ettiriyor:
    “osmanlı padişahlarının anneleri” diye bir başlık altında 36 padişahın annesinin gûya hangi milletten geldiklerini ve özelliklerini anlatıyorlar. yazılanlara bakarsanız, hükümdarların annelerinin hemen hepsi birer fahişe ve osmanlı devleti’nde idarecilik yapmış kim varsa, “frenk dölü”!
    bu ifadeler, neredeyse her bahsi uydurma olan bir kitaptan alınmış: sayfalar dolusu yalandan, yanlış bilgiden, nefretten ve hakaretten meydana gelen “padişah anaları” isimli kitaptan... böyle palavralar bol tıklanma getirir ya, internet sayfasının editörü cehlinin verdiği hızla mâlum kitabın bölüm başlıklarını siteye aynen koymuş ve bu site, tekrar söyleyeyim, artık tanınmayacak hâle getirilen bir gazeteye ait!
    “da vinci’nin şifresi” özentisi olan bütün bu tuhaflıklara kaynaklık eden internetteki bilgi kirliliği de, tabii hızla yayılmada...

    munch’un başina gelenler

    son günlerden bir örnek vereyim:
    1863 ile 1944 arasında yaşamış olan norveçli ressam edvard munch‘u herhalde bilirsiniz, bilmiyor iseniz de “çığlık” isimli tablosu bir ihtimal bir yerlerde gözünüze takılmıştır.
    munch, ekspresyonist akımın önde gelen isimlerindendir ve en meşhur eseri, karamsar döneminde yaptığı bu tablodur. bir köprü parmaklığının kenarında çığlık atan yamru yumru adamın haykırışını, hakikaten hissedersiniz.
    aklıevvelin biri oturmuş, munch‘un tablosunu gazze’de bugünlerde yaşananlara uyarlamış! haykıran adama filistin bayrağının renklerinden meydana gelen bir elbise giydirmiş, tablonun tepesine i̇srail’in geçen sene gazze’de kullandığı misket bombalarını andıran bir ışık demeti koymuş, köprünün gerisinde yürümekte olan iki adama da haham havası vermiş ve munch' un “çığlık”ını bu şekilde sefilleştirdikten sonra internetten önüne gelene göndermiş.
    i̇ki günden buyana aldığım mail’lerin en az ellisine bu munch komedisi eklenmişti ve hepsinin altında hemen hemen aynı cümle yazılıydı: “i̇nanılmaz bir rastlantı değil mi?”
    munch‘un eserinin aslını ve uydurulmuş hâlini, bu köşede birarada görüyorsunuz.
    i̇nternetten yayılan bütün diğer yanlış bilgilerle beraber şimdi bu saçmalık da yayılacak, milyonlarca kişiye ulaşacak ve işin kötü olan tarafı, tabii bu şekilde bellenecek, böyle hatırlanacak ve yanlış öğrenenlere artık doğrusunu anlatıp gerçeğini gösterme imkânı kalmayacak.
    “i̇nternet bilgi kaynağıdır” diyenlere ithaf
    Tümünü Göster
    ···
  5. 49.
    +1
    trt’nin radyolarından birinde geçen gün bir müzik sohbeti dinledim.
    sohbetin konusu safiye ayla, amatör bir üstad da konuk idi.
    amatör üstad önce lûtfetti, safiye hanım’ın çok büyük bir icracı olduğunu söyledi; safiye ayla’nın sanat hayatının ilk dönemindeki taş plaklarının sonraki senelerdeki kayıtlarına göre daha büyük önem taşıdığından falan bahsetti ve nihayet baklayı ağzından çıkardı: safiye hanım, bazı parçaları “eserin ruhunu hissettirmeden” okumuştu, hattâ arada bir falso perdeler bile basmıştı! çok sonraki dönemlerde yaşamış olan bazı icracıların 1970’lerden sonraki kayıtlarındaki duygu yoğunluğu, safiye hanım’da maalesef yoktu!
    canım benim! senin kulağına ve zevkine kurban olsunlar!
    müzik meraklısı bir kişinin, amatör bile olsa, “safiye ayla’nın icrasında ruh ekgibliği vardır” demesinin sanat anlayışıyla yahut zevk meselesiyle değil, sadece bilgi ile alâkası vardır ve bilginin bu seviyesine türkçe’de kısaca “cehalet” denir. amatör üstadın programda mükemmel icraya örnek olarak gösterdiği isimlerle safiye ayla arasında değerlendirme yapmaya kalkışmak ise, sadece ve sadece kulağın işitme gücündeki çok önemli bir azalma ile alâkalıdır, bu duruma da “sağırlık” derler.
    sözünü ettiğim programda sarfedilen bu tuhaf ifadeler, türkiye’de estetik konularda 12 eylül sonrasında yaşanan değişikliklerin ve bu değişikliklere bağlı olarak zevkteki ucuzlaşmanın tam bir örneği idi.

    tezhi̇pte gülün i̇şi̇ ne?

    bazı uhrevî kavramların 12 eylül sonrasında günlük hayatta daha fazla etkili olmaya başlaması toplumda inanç, davranış ve estetik alanlarda değişiklikler yarattı. i̇mparatorluk döneminin mirası olan i̇slâmî yorumlar yerini kıt’a arabistanı’ndan ithal edilmiş dinî anlayışa bırakırken, ezanın ve kur’an’ın tavrı yavaş yavaş değişti. daha önce de yazmıştım, i̇stanbul üslûbunun yerini “ayın”ları çatlatma ve “e”leri “a”ya çevirme çabası içerisinde bir arap gırtlağı taklidi işgale başladı.
    değişimden geleneksel sanatlar da nasibini aldı. geçmişte sadece cild kapaklarında ve tezyinatta kullanılan ebru bile ilâhi bir kimliğe büründü ve duvarlara asılır oldu. klagib tezhipte alışılmış tonlardan uzaklaşıldı, işin içine kâbe ve gül çizimleri ile beraber pembelerle, yeşillerle dolu bu zamana kadar hiç görülmemiş tuhaflıklar girdi.

    hamamdan gelen uğultu

    müzikteki çöküş ise, çok daha derin oldu. diğer klagib sanatlar arabeskleştiği sırada, aslında gayet dinamik olan klagib müziğimiz mistikleşti! ritm ağırlaştı, bu ağırlaşma pest seslerden okuma gayretkeşliğini ve melodi yerine perdeye hâkim olma çabası gibisinden tuhaflıkları getirdi ve bir zamanların gümbür gümbür olan mugibisi, hamam kubbesinden aksedercesine bol ekolu, ağır ve dinleyeni bıktıran bir mıymıntı nağmeler silsilesi halini aldı. kedi miyavlaması gibisinden bir tavır, bugünlerin ciddî icrası oldu.
    i̇şin çok daha vahim tarafı, ciddî çalıştırmaya ihtiyaç bırakmayan bu kolay, ucuz, zevksiz ve icranın artık gerçek üslûp zannedilmesiydi.
    bugün eskinin icralarını “ruhsuz” bulup safiye ayla’nın, hattâ münir nureddin’in tavrına dudak bükenler, kültürde son 30 sene içerisinde yaşanan bu çöküntünün altında kalan ve şimdinin enkazını “sanat” zanneden zevâttan ibarettir. asırlar boyunca mükemmel şekilde icra edilmiş olan eski mugibiyi ya hiç dinlememiş, yahut estetik sınırlarının darlığından dolayı, vaktiyle dinlediklerini de çoktan unutmuşlardır.
    ama, meselenin bir de edep tarafı var: safiye ayla hakkında “eserin ruhunu hissettirmiyor” yahut “arada bir falso yapıyor” gibisinden hezeyanlar, hayâ ve utanç sınırlarının bile çok ötesind
    Tümünü Göster
    ···
  6. 48.
    +1
    vuvuzela bazen lepatata diye bazen de güney afrika zurnası diye adlandırılan, güney afrika yöresine ait üflemeli bir çalgı, 61 cm boyunda ve 100 gram ağırlığındadır. herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarır.
    güçlü bir ciğer ve üfleme yeteneği isteyen vuvuzela'nın çıkardığı ses sis düdüğü ya da fil sesine benzerdir. sinek ve arı vızıltısına benzetenler de olmuştur. vuvuzela toplu olarak çalındığında çıkarmış olduğu ses yaklaşık olarak 135 desibeldir.
    güney afrika kültüründeki yeri

    vuvuzela, adını zulu dilindeki vuvu sözcüğünden alıyor. vuvu sözcüğü, türkçe'de gürültü anldıbına geliyor. güney afrikalıların anlattıklarına göre kudu adı verilen bir antilop çeşidinden yapılmakta olup(günümüzdeki modelleri plastikten üretiliyor) yüzyıllardır afrika kabilelerin haberleşmesinde kullanılıyordu. günümüzde ise vuvuzela, güney afrika futbol kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
    vuvuzela ve futbol

    vuvuzela, çoğunlukla güney afrika'da ki futbol maçlarında çalınan bir çalgıdır. 2009 fifa konfederasyon kupasında futbolcuların yüksek sesten rahatsız olması nedeniyle yasaklanmıştır. güney afrika'da düzenlenen 2010 fifa dünya kupasında ise uzun tartışmaların neticesinde fifa başkanı ve güney afrikalı yetkililerin baskısının etkisiyle serbest bırakılmıştır. dünya kupası maçlarında binlerce vuvuzela doksan dakika hiç durmadan çalmaktadır.
    1970'li yıllardan itibaren başta mekgiba olmak üzere futbol maçlarında trampet çalmaktaydı ve bu anlayış dünyaya yayılıyordu. 1990'dan itibaren ise vuvuzela, dünyada adını duyurmaya, trampetin yerini almaya ve başta güney afrika olmak üzere futbol maçlarında çalınmaya başlandı. 2009 yılında güney afrika'nın konfederasyon kupasına ev sahipliği yapması sayesinde vuvuzela, tüm dünyada daha geniş kitleler tarafından tanındı. bu tarihten itibaren vuvuzela büyük bir çılgınlık halini aldı ve tüm dünyada maçlarda çalınır hale geldi. 2010 dünya kupasının ise şimdiden bir parçası haline gelmiştir.
    i̇nsan sağlığına etkileri

    vuvuzela'nın insan sağlığına bazı zararları tespit edilmiş, bu zararlardan dolayı yer yer yasaklanmıştır. örneğin almanya'nın köln belediyesi vuvuzela'yı insan sağlığına zararlarından dolayı yasaklamıştır.
    i̇şitme cihazları üreticisi phonak tarafından yapılan araştırma vuvuzela'nın insan sağlığına zararlı olduğunu ortaya koymuştur. uzmanlar 85 desibelin üzerindeki bir sesin kulak sağlığına olumsuz etkiler yapabileceğine dikkat çekiyorlar. ayrıca 100 desibel seviyesindeki bir sese 15 dakika maruz kalmak, kalıcı işitme sorunlarının oluşması için yeterli. vuvuzela ise yukarıda belirtildiği gibi 135 desibel ses çıkarı
    Tümünü Göster
    ···
  7. 47.
    +1
    hıyarto
    ···
  8. 46.
    +1
    ankara’da, sabah ayazı insanın içine işleyen bir kış günüydü. mahallede herkes birbirine özellikle belediye otobüslerine tek binmemesini öğütlüyordu. bir, bilemediniz iki hafta önce, ziraat fakültesi öğrencisi aynur sertbudak öldürülmüş ve fakülte civarı, yolu oradan geçen bizler için ‘tehlikeli bölge’ ilan edilmişti. ‘faşolar’, fakülte durağında otobüs basıp ‘komünist’ gördükleri kim varsa sopa muşta veya zincirle dalıyorlardı.
    otuz dört yıl öncesinden söz ediyorum.
    sabahın erken saatlerinde işe güce ve okula gidenlerle kendi çapımızda bir konvoy oluşturup güvenliğimizi sağlayabiliyorduk. ama her zaman böyle toplu hareket etmek imkânı olmuyordu. tek başına kalmışsak, otobüste mutlaka yaşlı bir kadın veya erkek bulup ya yanına oturacak ya da başında duracaktık. ana oğul halim selim bir görüntü vermemiz gerekiyordu.
    hangi nedenle bilmiyorum, sabah konvoyunu kaçırdığım bir gün, öğlen saatlerinde kızılay’a inmek için otobüse biner binmez, yaşlı bir teyzenin yanına oturdum. üç beş koltuğun boş olduğu otobüs, fakülte durağına gelir gelmez kalabalık bir grup, her iki kapıdan içeri daldılar. elinde cumhuriyet gazetesi olan birini bulmak zor olmamıştı onlar için.
    tedbirsiz, belli ki bir o kadar da cüretkâr bu çocuğu koltuğundan yaka paça kaldırıp “i̇lhan selçuk’un bini” diye haşat edene kadar dövmeleri, sonra çekirge sürüsü gibi otobüsü terk etmeleri bir dakika bile sürmemişti.
    yolculardan kimsenin sesi çıkmamış, kimse ortaya çıkıp “yapmayın, durun” dememişti. diyemezdi de.
    şoför, bütün durakları pas geçip gençlik parkı girişindeki solmaz kılıçtepe karakolu önünde durdu. yüzü gözü kan içindeki çocuğu benimle birlikte birkaç kişinin yardımıyla karakola taşıdık. sonrası, rutin ifadeler, çocuğu hastaneye zütürmeler filan...
    i̇lhan selçuk’un öldüğünü öğrendiğim gün, 1976 yılının o berbat gününü hatırladım.
    ‘faşolar’ için elinde cumhuriyet gazetesi taşıyanlar, görüldüğü yerde ezilmesi gerekenlerdi. i̇lhan selçuk da, şer odağının örgüt şefiydi, onların gözünde.
    doğrusu bizim gözümüzde de i̇lhan selçuk, 12 mart’da gördüğü işkenceyle, sert yazılarıyla, ‘yiğit bir aydın’dı. 12 eylül öncesinde solcular, ya da en azından benim temasta bulunduklarım arasında ‘yiğit bir aydın’ olmak, bir sevgi sözcüğü olduğu kadar, bir mesafeyi de işaret ediyordu. severdik i̇lhan selçuk’u ama asla bir chp’li ya da ne bileyim töb-der’li bir öğretmen kadar yakın bulmazdık.
    “i̇lhan selçuk’un bini” diye dövülen, hatta öldürülen gençler; aynı zamanda i̇lhan selçuk’la tedip ve terbiye edilirdi. ‘anarşiye karışmamamız’ için gösterilen örneklerden biriydi, selçuk.
    bir sağcı, bizim yanımızda i̇lhan selçuk’a laf söyleyemezdi. i̇lhan selçuk bizim adamımızdı. biz ise, ‘örgütlü’ olmadığı için bozuk atardık. örgütlü, hele bizim örgütümüzde olmayan birisinin, ‘aydın’ diye hafiften küçümsendiği yıllardı.
    yine de her gün ne yazmış diye merak ettiğimiz iki adamdan birisi uğur mumcu
    ise, diğeri de tartışmasız i̇lhan selçuk’tu. ‘faşist odaklar’a çatması, ‘eli kanlı katillerden dem vurması hoşumuza giderdi.
    i̇lhan selçuk’u okumayı ne zaman bıraktım. hatırlamaya çalıştım, unuttuğuma göre, yıllar olmuş. cumhuriyet’i satın almamaya başlamıştım. o aralar olmalı.
    görüşlerindeki kimi değişimlere de çok ilgi duyamadım. haberim oldu tabii ki. tartışma yaratan yazılarından pasajlarla karşılaştım. “dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal gereği sayıyorum” dediğinde, kızdım, üzüldüm, mesela. tıpkı gözaltına alınma tarzına kızdığım, üzüldüğüm gibi.
    ama işin aslı astarı nedir diye merak etmedim. şimdi düşünüyorum da i̇lhan selçuk’a küsmekten korkmuşum.
    1976 yılının, soğuk bir aralık günü, belediye otobüsünde kanlar içinde yatan yaşıtımın boşuna o dayağı yemiş olmasından korkmuşum.
    gençliğimde değer gördüğüm sözlerin, bu kadar kolay ve hoyratça elimden kaçıp gitmesine gönlüm razı olmamış.
    sanırım o da bunu istemedi ki, 11 ocak 2010 tarihli söyleşisindeki şu sözleri, bize güzel bir vedadır: “artık türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. ben türkiye’nin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm. faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım. türkiye kendisiyle
    Tümünü Göster
    ···
  9. 45.
    0
    sayın goloğlu, yazınızı okuyunca ne güzel de yakışmış "i̇çerden kumandan" pencere başlığı diye düşündüm. evet, sizin de belirttiğiniz gibi bir kuşak gelip geçti selçukların, altanların, arenlerin, avcıoğluların, bellilerin ve daha nicelerinin rahle-i tedrisatından ! efendim bizlerde i̇lhan selçuk deyince aklımıza hep deniz'e (gezmiş) köşesinden yazmış olduğu mektup gelir... i̇nanın tam tarihini hatırlayamıyorum ama, 68 olaylarının doruk yaptığı günler olsa gerek ki, "yapma, etme, haklısınız ama, bu yol yol değil" kabilinden bir çağrı mektubuydu... ve sonuç malüm, başta i̇lhan abi'mizde dahil olmak üzere bir kuşak faşist 12 mart darbesinin sonuçlarını acı biçimde yaşadılar. fakat asıl üzerinde durmak istediğim konu "i̇çerden kumandan" meselesi... belki kel âlâka diyebilirsiniz ama, bizlere orhan pamuk'un nobel ödülü aldığı esnada yaptığı konuşmayı çağrıştırdı... üstâd yazarlık sevdasını anlatırken kürsüden şöyle sesleniyordu, "herkese kızıyorum ve o nedenle de yazıyorum !" diyerek gerekçesini tüm dünyaya ilân ediyordu... i̇nanın dinlerken çok keyif almıştım "herkese kızmak" fikrinden ve işte "aydın" olmanın temel şiarı bu olsa gerek diye düşünmüştüm... aynen "içerden komutan" olmak gibi bir şey... nereden nereye, yine de iyi ki i̇lhan abi'mizi tanımışız, okumuşuz... özgür düşünceyi olmasa bile, "aydınlanmayı" öğrenmişiz selçuklardan... saygılarıml
    ···
  10. 44.
    +1
    imanını gibiyim züt
    ···
  11. 43.
    +1
    ankara’da, sabah ayazı insanın içine işleyen bir kış günüydü. mahallede herkes birbirine özellikle belediye otobüslerine tek binmemesini öğütlüyordu. bir, bilemediniz iki hafta önce, ziraat fakültesi öğrencisi aynur sertbudak öldürülmüş ve fakülte civarı, yolu oradan geçen bizler için ‘tehlikeli bölge’ ilan edilmişti. ‘faşolar’, fakülte durağında otobüs basıp ‘komünist’ gördükleri kim varsa sopa muşta veya zincirle dalıyorlardı.
    otuz dört yıl öncesinden söz ediyorum.
    sabahın erken saatlerinde işe güce ve okula gidenlerle kendi çapımızda bir konvoy oluşturup güvenliğimizi sağlayabiliyorduk. ama her zaman böyle toplu hareket etmek imkânı olmuyordu. tek başına kalmışsak, otobüste mutlaka yaşlı bir kadın veya erkek bulup ya yanına oturacak ya da başında duracaktık. ana oğul halim selim bir görüntü vermemiz gerekiyordu.
    hangi nedenle bilmiyorum, sabah konvoyunu kaçırdığım bir gün, öğlen saatlerinde kızılay’a inmek için otobüse biner binmez, yaşlı bir teyzenin yanına oturdum. üç beş koltuğun boş olduğu otobüs, fakülte durağına gelir gelmez kalabalık bir grup, her iki kapıdan içeri daldılar. elinde cumhuriyet gazetesi olan birini bulmak zor olmamıştı onlar için.
    tedbirsiz, belli ki bir o kadar da cüretkâr bu çocuğu koltuğundan yaka paça kaldırıp “i̇lhan selçuk’un bini” diye haşat edene kadar dövmeleri, sonra çekirge sürüsü gibi otobüsü terk etmeleri bir dakika bile sürmemişti.
    yolculardan kimsenin sesi çıkmamış, kimse ortaya çıkıp “yapmayın, durun” dememişti. diyemezdi de.
    şoför, bütün durakları pas geçip gençlik parkı girişindeki solmaz kılıçtepe karakolu önünde durdu. yüzü gözü kan içindeki çocuğu benimle birlikte birkaç kişinin yardımıyla karakola taşıdık. sonrası, rutin ifadeler, çocuğu hastaneye zütürmeler filan...
    i̇lhan selçuk’un öldüğünü öğrendiğim gün, 1976 yılının o berbat gününü hatırladım.
    ‘faşolar’ için elinde cumhuriyet gazetesi taşıyanlar, görüldüğü yerde ezilmesi gerekenlerdi. i̇lhan selçuk da, şer odağının örgüt şefiydi, onların gözünde.
    doğrusu bizim gözümüzde de i̇lhan selçuk, 12 mart’da gördüğü işkenceyle, sert yazılarıyla, ‘yiğit bir aydın’dı. 12 eylül öncesinde solcular, ya da en azından benim temasta bulunduklarım arasında ‘yiğit bir aydın’ olmak, bir sevgi sözcüğü olduğu kadar, bir mesafeyi de işaret ediyordu. severdik i̇lhan selçuk’u ama asla bir chp’li ya da ne bileyim töb-der’li bir öğretmen kadar yakın bulmazdık.
    “i̇lhan selçuk’un bini” diye dövülen, hatta öldürülen gençler; aynı zamanda i̇lhan selçuk’la tedip ve terbiye edilirdi. ‘anarşiye karışmamamız’ için gösterilen örneklerden biriydi, selçuk.
    bir sağcı, bizim yanımızda i̇lhan selçuk’a laf söyleyemezdi. i̇lhan selçuk bizim adamımızdı. biz ise, ‘örgütlü’ olmadığı için bozuk atardık. örgütlü, hele bizim örgütümüzde olmayan birisinin, ‘aydın’ diye hafiften küçümsendiği yıllardı.
    yine de her gün ne yazmış diye merak ettiğimiz iki adamdan birisi uğur mumcu
    ise, diğeri de tartışmasız i̇lhan selçuk’tu. ‘faşist odaklar’a çatması, ‘eli kanlı katillerden dem vurması hoşumuza giderdi.
    i̇lhan selçuk’u okumayı ne zaman bıraktım. hatırlamaya çalıştım, unuttuğuma göre, yıllar olmuş. cumhuriyet’i satın almamaya başlamıştım. o aralar olmalı.
    görüşlerindeki kimi değişimlere de çok ilgi duyamadım. haberim oldu tabii ki. tartışma yaratan yazılarından pasajlarla karşılaştım. “dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal gereği sayıyorum” dediğinde, kızdım, üzüldüm, mesela. tıpkı gözaltına alınma tarzına kızdığım, üzüldüğüm gibi.
    ama işin aslı astarı nedir diye merak etmedim. şimdi düşünüyorum da i̇lhan selçuk’a küsmekten korkmuşum.
    1976 yılının, soğuk bir aralık günü, belediye otobüsünde kanlar içinde yatan yaşıtımın boşuna o dayağı yemiş olmasından korkmuşum.
    gençliğimde değer gördüğüm sözlerin, bu kadar kolay ve hoyratça elimden kaçıp gitmesine gönlüm razı olmamış.
    sanırım o da bunu istemedi ki, 11 ocak 2010 tarihli söyleşisindeki şu sözleri, bize güzel bir vedadır: “artık türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. ben türkiye’nin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm. faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım. türkiye kendisiyle
    Tümünü Göster
    ···
  12. 42.
    +1
    türkiye’de erkek cinsel sağlığına ilişkin erken boşalma sıklığı hakkında epidemiyolojik araştırmada her beş erkekten 1’inin erken boşalma yaşadığı, ancak yüzde 10’unun hekime başvurduğu belirlendi.
    araştırma, türkiye’de erkeklerdeki erken boşalma sıklığının yüzde 20 olduğunu ve sorunun ilerleyen yaş, kronik hastalıklar, düşük gelir, eğitim düzeyi, artan çocuk sayısı ve işsizlikle doğru orantılı arttığını ortaya koydu. türk androloji derneği (tad) tarafından 2 bin 593 çiftle türkiye genelinde yapılan araştırma, türkiye ve avrupa’da bu boyutta yapılmış ilk araştırma özelliğini taşıyor.
    dört ay boyunca incelenen gönüllü çiftlerle 17 ilde gerçekleştirilen çalışmanın sonuçları, i̇stanbul üniversitesi i̇stanbul tıp fakültesi androloji bilim dalı ve türk üroloji derneği başkanı prof. dr. ateş kadıoğlu, ankara üniversitesi tıp fakültesi üroloji anabilim dalı öğretim üyesi ve tad başkanı prof. dr. önder yaman ile mersin üniversitesi tıp fakültesi üroloji anabilim dalı öğretim üyesi ve tad genel sekreteri prof. dr. selahittin çayan tarafından dünyadan uzman hekimlerin katıldığı uydu sempozyumunda açıklandı.
    araştırmaya yaş ortalaması kadınlarda 38, erkeklerde 41 olan çiftler katıldı. çiftlerin yüzde 25’i, 10-20 yıllık evli çiftler. katılımcıların yüzde 55’i çalışmazken, yüzde 38.5’i yüksek eğitim almış, yüzde 52’si lise veya ilkokul mezunu.

    kadınlarda oran yüzde 20
    sonuçlara göre, katılımcı erkeklerin yüzde 20’si erken boşalma sorunu yaşarken, kadınların yüzde 10’u da bu durumdan şikâyetçi. katılımcı erkeklerin yüzde 13’ü yüksek tansiyon hastası, yüzde 7’si kalp ve damar rahatsızlıklarına sahip, yüzde 7’si şeker hastası. erkeklerin yüzde 47’si cinsel ilişki sırasında üç ile yedi dakika içinde boşaldığını belirtirken, yüzde 24’ü iki dakika ve üzerinde, yüzde 22’si yedi dakika ve üzerinde, yüzde 11’i ise bir dakika civarında boşaldığını söylüyor. erkeklerin yüzde 20’si boşalma süresini kısa buluyor.

    ‘bilinçlendirme şart’
    erken boşalma şikâyeti olan erkeklerin yüzde 66’sı doktora başvurmadığını, yüzde 33’ü başvurmayı düşündüğünü, yüzde 10’u başvurduğunu belirtiyor.
    erken boşalma yüzde 25 ile en çok doğu anadolu’da görülüyor. bunu sırasıyla yüzde 24 ile karadeniz, yüzde 23 ile ege bölgeleri izliyor. marmara bölgesi’nde yüzde 20 çıkan oran, i̇ç anadolu’da yüzde 18, akdeniz’de yüzde 17 ve güneydoğu anadolu’da yüzde 10. uzmanlar, halkın hekime başvurduğunda sorundan kurtulabileceğini bilmediğini, utanma duygusuyla hekime gitmekten kaçındıklarını, bilinçlendirmeye ihtiyaç duyulduğu yorumunu yapı
    Tümünü Göster
    ···
  13. 41.
    +1
    bu ülke vicdani reddi mehmet tarhan’la, osman murat ülke’yle, halil savda’yla, mehmet bal’la, enver aydemir’le tanıdı. örnekleri az biraz daha artırabiliriz belki. ama sel olup akmaz. zor bir mücadele. hem kendileri azınlıkta bu ülkede, hem savundukları. her türk asker doğardı ya; türk olup askerliği reddetmeleri kabul görmedi asla. onların vicdanları askerliği reddediyordu gerçi ama reddi vicdandan ayırma ezberi hep hazırdı. biri zaten eşcinseldi, diğeri vatan haini, bir başkası örgütçü, beriki gericiydi falan.
    tüm bunlar, vicdanın redde açılacak olası kapılarını daha açılmadan kapatıyor, türklüğümüz askerliğimizle güvenle devam ediyor, korunaklı tabuları üstümüze örtüp rahatlıyorduk. çünkü medyasıyla/halkıyla karşı propaganda, savcısıyla/hâkimiyle resmi muhafızlar türklüğümüzü ve askerliğimizi korumak için her zaman tetikteydi.
    ama tüm bunlara rağmen isimleri ‘sayılabilecek kadar az’ olan vicdani retçiler hapse atıldılar, bitmez davalarla, ödün vermez ayak diremeyle hayatları cehenneme çevrildi ama bir şey yaptlar: direnirken; sessiz sedasız, ince ince bir oya işlediler ve tüm yaftalardan öte bu reddin ahlaki bir karşılığı da olabileceği toplumsal bilinçaltına ufaktan yerleşti.

    derken...
    bdp grup başkanvekili bengi yıldız sürpriz bir çıkış yaptı, bm sözleşmeleri/ai̇hm kararlarına göndermeler yapıp vicdani ret hakkını anımsattı ve “100 yıl da cezaevinde yatsam umurumda olmaz, ben bu kirli savaşın ortağı olmam, vicdani redde inanıyorum” dedi.
    tarhan da bunları diyordu, ülke de, savda da, bal da, aydemir de. sadece demek mi? bdp’li vekilin fantezisini onlar yaşıyordu üstelik. yüz yıl değil belki ama azımsanmayacak zamandır hapis de işkence de onlar içindi.
    ama redde karşı görece yumuşayan vicdanlar bdp’li vekilin çıkışı ardından bir anda kapandı, karşı refleks kabardı, kaşıkla toplanan yumuşama kepçeyle dağılıverdi.
    bengi yıldız’ın çıkışında vicdani kaygıdan çok siyasi hesap baskındı çünkü. kürtlere “askere gitmemek bir haktır. kendi çocuklarımızı öldüreceğimize gider paşa paşa cezaevinde yatarız” diye çağrı yaparken pkk’nın silahlarına aynı tavrı göstermemesi özünde silahı reddeden vicdani reddin asıl sacayağı olan ahlaki tutarlılığı altından çekip aldı. siyasi hesaplaşmanın araçlarından biri yapıverdi. zaten retçi vicdanları söküp almak için susta bekleyen militer refleksi şahlandırdı.
    “bakın” diyorlar şimdi. “dememiş miydik asker doğmayan türk’te bir sorun var diye. gördünüz mü? pkk’nın silahlarına ses etmiyorlar ama askerin silahını elinden almak için vicdanı redde sarılıyorlar.” hatta kürşad tüzmen el artırarak işi ‘şerefsizlik’ seviyesine bile çekti, kürt vicdanı reddedemez noktasına getirdi.
    ve yıllardır hesapsız/kitapsız, vicdanlarından gelen sesten dolayı askere gitmemek için direnenlerin küçücük de olsa araladığı kapı şak diye kapanıyor. kapanacak.
    her şeyimiz kayıkçı kavgasına meze zaten. günlük siyasi eyyamı sürdürmek için elinizde malzeme mi yok? bari bunu harcamasaydınız.
    bakın, yukarıdaki retçilerin etnik aidiyetini bilmiyoruz. konu bile değil. onların mücadelesi bu değil çünkü.
    bitmeyen, bitirilmeyen ve muhtemelen daha kullanışlı bir oyuncak bulana kadar bitirilmeyecek olan kürt sorunu çorbasına vicdani ret mücadelesini katmasaydınız ve onu da çözümsüzlüğe mahkûm etmeseydiniz... olmaz mıydı?
    yoksa siz de bu askeri düzenin sürmesi için görevini yapan zinde güçlerden biri misiniz? hani teze hayat veren, onu canlı tutan antitez... o iddia doğru mu yoksa? düşman gibi görünen militer kardeş misiniz
    Tümünü Göster
    ···
  14. 40.
    +1
    hafta sonu, dünyanın dört bir yanındaki meydanlardan eşcinsellerin eşitlik talepleri yükseldi. i̇stanbul’da 18 haziran’da başlayan lgbtt onur haftası etkinlikleri dün akşam i̇stiklal caddesi’nde yapılan onur yürüyüşüyle tamamlandı. tramvay durağından tünel’e doğru yürüyen yaklaşık beş bin kişi ‘kavaf istifa’, ‘alışın biz buradayız’, ‘susma haykır, interciksler vardır’, ‘ahmet yıldız burada, katilleri nerede?’, ‘ayşe fatma’yı, ahmet mehmet’leri, birbirlerini sevebilmeli’ sloganları eşliğinde yürüdü. etkinlik tünel meydanında düzenlenen sokak partisiyle devam etti.
    paris’te de cumartesi günü 800 bin kişi montparnase-bastille arasında yürüdü. ‘şiddet ve ayrımcılık yeter’, ‘her yerde, her zaman özgürlük ve eşitlik’ pankartlarının taşındığı yürüyüş festival havasında geçti. tekno müzik eşliğinde ve eşcinsel olmayanların da destek amacıyla katıldıkları yürüyüşte çoraplar, kayışlar, sivri topuklu çizmeler, aksesuarlar, rengarenk kıyafetler, üniformalar, çarpıcı kıyafetler dikkat çekti. st. petersburg’ta ise beş eşcinsel hakları aktivisti izinsiz protesto yürüyüşü yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı. 30’a yakın aktivistin ‘uzlaşmasız eşitlik’, ‘homofobi bir hastalıktır’ sloganları attığı protestoda beş kişi tutuklandı. 200 gay, lezbiyen ve düzinelerce insan hakları aktivistiyle birçok heterociksüelin yürüdüğü sofya sokaklarında eşcinsellere eşitlik talebinde bulunuldu. ‘aşk eşitliği, sevgi çeşitliliği’ ana sloganlardı.
    100 milliyetçinin anti-eşcinsel protesto yaptığı sofya’da, bir polis memuruna göre yine de her şey mükemmeldi. onur yürüyüşlerinin 1970’ten beri yapıldığı san fransico’da binlerce kişi meydanda toplandı. kutlamalar pazar günü backstreet boys konseri ve yürüyüşle devam etti. mekgiba’da da binlerce kişi mekgiba’nın aaltı ay önce latin amerika’da eşcinsel evliliklere izin veren ilk ülke olması kararını kutla
    ···
  15. 39.
    +1
    birçok turistik otelin bulunduğu ünlü sahil şeridinde kıyıya 200 metre kadar yaklaşan dev köpekbalığı kano keyfi yapan bir grup turist tarafından fark edildi. köpekbalığını gören tatilcilerden adrian waite “gerçekten çok büyük bir köpek balığıydı. bize yaklaştıkça ne kadar büyük olduğunu ve nasıl hızla hareket ettiğini daha iyi gördük” dedi. büyük panik yaşayan waite ve arkadaşları köpekbalığının resmini çekmeyi başardı. ancak “basking” tipi olan köpekbalığının küçük balık ve omurgasız canlılar ile beslendiği, dolayısıyla tehlikesiz olduğu ortaya çıktı.
    ···
  16. 38.
    +1 -2
    ben böyle saçma başlığın böyle gibik ibiş yazarların amlarına koyayım.*
    ···
  17. 37.
    +1 -2
    çok iyi de oldu, çok güzel iyi oldu taam mı? şimdi meselam nesil olayını çok garıştırdılar. haa aralarında bi fark galdı o farklan çok güzel olduu. meselam herkesin nesline kimse garışamaz. ha nasıl garışamaz. ben üçüküncü nesilim, bu bayan ikinci nesil, şu birinci nesil. ha hiç kimse kimseye garışmaya bi hakkı yok. özgürlüğü bidir. haa nesil gurban olduğum yaresullahdan gelebilir amma lakin ki öyle deyildir. beem yorumlamam bu gadar, hadi hayırlı işler.
    ···
  18. 36.
    0
    bir garip huurçocuğu, bu acımasız dünyada yemediği yarak kalmadı zavallının, babası tecavüz mü etmedi, annesi manava mı vermedi, bacısını köprü altlarında mı yakalamadı?..ahh ahh sözlüğün en bahtsız yazarı
    ···
  19. 35.
    0
    bihter ölmeyecek
    ···
  20. 34.
    0
    seviyenizi gibeyim zütler
    ···