/i/Ben

Kendini ifade et !
  1. 1.
    0
    Baharın habercisi olan nisan ayının bir Pazar sabahıydı. Tatlı esen meltem, tenime dokunarak ilerliyor, adeta ruhumu okşuyordu. içimde tarifsiz bir heyecan ve his vardı; belki de bu yüzden insanlar bahar ayında aşık oluyordu. Her şeyin yeniden canlandığı, doğanın renkleriyle dolup taştığı bu güzel günde, aşkın kendisi de çiçek açıyordu. Ama o günün benim için bir kıyamet günü olacağını kim tahmin edebilirdi ki? Diğer insanların aşka düştüğü bir mevsimde, ben ölümle yüzleşecektim. Bazen kıyametler, yeni bir hayatın başlamasına vesile olur ve işte benim hikayem de tam burada başlıyor.

    Her insanın içinde bir iyi, bir de kötü taraf vardır. iyi ve kötünün savaşı, Habil ile Kabil kadar eskidir. Bu antik savaşta hangi tarafın kazanacağını biz belirleriz; hangisini besleyip büyütürsek, o galip gelir. Ama bu benim için geçerli değildi. Ne kadar iyi olursam olayım, o kadar kötülük gördüm. iyi olmak, hiç de güzel değildi. Ta ki onu tanıyana kadar.

    'Aşkım' dediğim, uğruna hayatımı verecek kadar sevdiğim insandan bir darbe daha yemiştim. Ama bu darbe hepsinden betermiş. Gönlümdeki tüm aşk bahçesini çöle çevirmişti. Artık kalbim, kuru bir ağaç ve toz ile doluydu. Sanki bir orman yangını çıkmış ve geride hiçbir canlı bırakmamıştı. Zor nefes alıyordum, boğazım düğümleniyordu. Tek söyleyebildiğim, 'Neden? Ben sana ne yaptım?' sorusuydu. Karşımda sevdiğim dediğim insandan eser kalmamıştı. Zorba ve kaba biriydi bana karşı. Sanki ben ona büyük kötülükler yapmıştım. Oysa tek yaptığım, sadık bir eş olmaktı.

    'Yaşadıklarımı anlatmaya kelimeler yetmez,' diye düşündüm. Benim acılarımı yaşayanlar ancak beni anlar. Yusuf gibi kuyunun dibindeyim, ateşe atılmayı bekliyorum, ibrahim Halil gibiyim. Rızasıyla bıçağın altına yatan ismail gibiyim, susuzum, Kerbela’da Hüseyin gibiyim. Kayaların altında Bilal-i Habeşi gibi, Peygambere inandım, Allah'a taptım. Her gece Yakup gibi gözyaşı döktüm yattım. Eyüp gibi dert çektim, sabrettim. Rabbim hepsine bir ödül verdi. Ben hepsi kadar sıkıntı çektim ve bana seni verdi.'

    Birisini karşılıksız sevmek güzeldir. Ama tek taraflı sevgi, içinde kötülüğü barındırır. insan sevdiği kadar sevilmek ister. Ben, sevdiğim kadar nefret edildim. Keşke kötü birisi olabilseydim, belki o zaman değerim anlaşılırdı. Hayatta beni öldürmek isteyen birisini oturup teselli etmişliğim var. Merhametimin sınırı yok ama sabrımın bir sınırı var, ve bu sınır çoktan aşılmış durumda.

    Tükenmiştim. Gözlerim hep nemliydi; ağlamak için bir bahaneye ihtiyacım yoktu. Birbirini seven insanlar bile beni duygulandırmaya yetiyordu. insanlar gelecekleri için hayaller kurar; ev, araba, zenginlik... Ben ise sevilebilme ihtimalim üzerine hayal kuruyordum. Acaba bir daha biri beni sevebilir mi? Hiç sevilmeden mi öleceğim? Belki de hayali kahramanlar yaratarak hiç sevilmedim. Sadece bir kez olsun, sevilmek istiyordum. Tanrı'nın mizah anlayışı bazen bizi şaşırtabiliyor.

    Zor kararlar aldım. Bana ihanetler yaşatan kadını elde tutmak için değildi bu kararlar. Sözde aşkımızın gerçek meyvelerini, yani çocuklarımızı, korumak için elimden geleni yapıyordum. Bazen kendimden iğreniyordum, ama düşünmem gereken melekler vardı. Onlar için sonsuza dek çürüyeceğim bir zindana girmiştim. Tek amacım, onların iyi olmasıydı. Bunu her baba yapar sanırım. Onun bana göstermediği merhameti, ben çocuklarıma gösteriyordum. Çocuklarım annelerini kötü bilmesinler istiyordum. Hayatını cehenneme çevirebilirdim; tek yapmam gereken doğruları söylemekti. Ama yapmadım, o iki melek bunu hak etmiyorlardı.

    Vücudum yara bere içinde, her yerimden kan kaybediyordum. Kimsenin umurunda değildim. Yaralarımın hepsini saklamam gerekiyordu. Eline tuz almış yaralarıma basmayı bekleyen o kadar çok dostum vardı ki... Bazen düşmanlarımın olmasına seviniyordum. Ama saklamalıydım. Gerekirse rol yapacaktım, ama saklayacaktım. En kötüsü de bu değil mi? Yapmak istemediğim bir şeyi yapmak zorunda olmak.

    Tam 6 yıl boyunca kalbimi kimseye açmadım. insan kalbi boş kalınca, yavaş yavaş kararır. Her geleni kapı dışarı ettim. Hiçbir kadını içeri almayı düşünmedim. Matadorun son hamlesini bekliyordum. O kılıcı saplayacak ve bu sefil yaşantıya son verecekti. Kalbimdeki yaşam ağacı kurumuştu. Tohumları uçsuz bucaksız çöle saçılmış, bir damla su ile buluşup yeniden yeşermeyi bekliyordu. Her şeyin yeniden yeşermesi ve eski haline dönmesi imkansızdı. Kimseye güvenim kalmamıştı. Tüm kadınlardan soyutlanmış ve insanlardan nefret eder bir halde, karanlığın esiri olmuş, bir daha sevilmeyecek bir adam olarak ölümü bekliyordum. Ölüm de çok uzak değildi; bir hamlelik canım kalmıştı.

    Öyle bir yere gelmiştim ki, artık o küsmüş, bu darılmış, şu mesafe koymuş; gram umurumda değildi. Taşın çiçek açmadığını ve suyu boşa harcadığımı anlamıştım. O kadar çok ihanet ve entrika vardı ki, yaraların birisi iyileşmeden diğeri açılıyordu. Düşmanca, acımasızca öldürmek için yara açıyorlardı. Yara açmada sevdiklerimin üzerine kimseyi tanımadım. Çok profesyonellerdi.

    Karanlığın içinde kaybolmuş bir ruhum. Gökyüzünden sızacak bir damla ışığa doğru gitmeyi bekleyen kararmış bir ruhtum sadece. Celladını bekleyen bir ölüm mahkumu gibi, yaşam ile ölüm arasındaki o küçük çizgide infazımı bekliyordum. Bir kahraman bekliyordum; son anda gelip celladımı indirecek ve beni kurtaracak bir kahraman. iyi de, bu sadece filmlerde olmaz mı? Son anda celladın elinden ölüm mahkumu kurtulurdu; bu sadece filmlerde olur diyordu beynim kalbime. Ona göre kalbim aptaldı, ama bu sefer yanılmıştı beynim. Kahramanlar gerçek hayatta da varmış ve sanırım ben birisini bulmuştum.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    0
    Bazen çekilen acıların bir karşılığı olur, Tanrı'nın bir hediyesi gibi. 'Sen yandın, artık yaşa biraz,' der gibi. 'Bırak artık yanmayı, biraz da onlar yansın,' der gibi. Bir ödül, belki cennetten bir parça, hiç bitmesini istemediğim bir rüya gibi. Ama ben yanmakta kararlıydım. Yanıp kül olmayı göze almış, hiçbir şeyi düşünmeyen, başkasını sevmekten korkan bir adam olmuştum. Kadınları kendimden uzak tutmak beni sadece bu hayatta bir defa yaraladı, diğerleri için üzülmemiştim. Ama o farklıydı. Ayrıca bu konuda iyiyim sanırım; istersem hiç kimseyi hayatıma almam ya da anında çıkartabilirim. O hariç. Onda farklı bir şey var. Bir insan her zaman nasıl güzel olabilir ki? Zor bir ihtimal var yeniden doğmak, bir çölü tamamen yeşertmek kadar zor, ilahi bir güç gerektiren zor bir yol. En büyük ilahi güç aşk değil mi zaten?

    Hadi başlayalım. O kadar güzel gülüyor ki… 'Tamam,' diyorum, 'bu kadar yaşadığım yeter.' Atilla ilhan’ın dediği gibi, 'Ama baştan söyleyeyim birçok şeyi yazmayacağım, birçok şeyi atlayacağım. Bize yapılan kötülükler buradan sonra yazacaklarımda olmayacak. Bunlar sadece bizimle kalmalı, hiçbir yerde yazılmamalı.' Yoğun olan bir şey var; o da sevgim. Tutarsızlık ve kusur arama. Parça parça iyileşiyorum, parça parça yazıyorum bunları.

    insanların vefasız ve saf kötü olabildikleri bu zamanda ne demiş ibrahim Battal YILDIZ? 'Aşk bir kişiye duyulan sevgi değil, o kişi uğruna bütün cihanı gözünde öldürebilmektir. Ve sevişmek iki bedenin birbirine değmesi değil, iki ruhun birbirine teması demektir.' Bana neden savaştığımı sormayın. Savaşmaya değecek bir ruh görmesem ben de savaşmazdım. Zaten savaş meraklısı değilim. Sonumu beklemeye devam ederdim.

    Kimse bilemez kaderin bize ne yapacağını. Bir gün o tohumlardan birisi belki de yeşerecek ve gönül bahçem yeniden şenlenecek. Gerçi benim hiç umudum yoktu. Şayet böyle bir fırsatım olsa hiç düşünmezdim. Onu korumak ve yeşertmek için elimden geleni yapardım. Artık yaralarımın iyileşmesi gerekiyordu. Çok zor, asla unutamayacağım travmalarım var. Sadece bunları unutturacak doğru insanı bulmam gerekiyor. Hatalarımı yüzüme söyleyecek, beni sarsıp kendime getirecek bir kadın. Ama o kadını bulmayı istediğimden bile emin değildim zaten. Zaten ölmüştüm, kim yaşayan bir ölüyü sever ki?

    Yaşama olan ilgim ve hevesim bitmek üzereydi. Yaralarımı ne kadar saklamaya çalışsam, bir o kadarı açıktaydı ve yavaş yavaş ölüyordum. Artık ölümün nasıl bir his olduğunu biliyordum ve korkmuyordum. Çünkü öldürüp, öldürüp diriltmişlerdi beni, hem de defalarca. Hiç merhamet görmedim. Belki de çok fedakardım, onlar da merhamet etmiyorlardı.

    Tek anlamadığım, suçumdu. Ben hiçbir şey yapmamıştım. Tek derdim, ailemin mutlu olabilmesi için para kazanmak ve onları iyi yaşatmaktı. Neden bu kadar kin duyulmuştu bana? Yoksa önceki günahlarımın bedelini mi ödüyordum? iyi de, bu çok değil mi? 'Çok' kelimesinin çektiğim sıkıntılar karşısında bu kadar az şey ifade edebileceğini hiç düşünmemiştim.

    Çelikten dikenleri olan ve korku tünelini andıran bir kalbe girmek, her kadının cesaret edebileceği bir şey değil. En azından ben öyle sanıyordum. Hiç aslan yürekli asil bir kadınla tanışmamıştım. Bir de parçalanmış kalbi saran karanlığı delebilecek kadar ışık saçan bir kadın. Neden bu ürkütücü yere girmek ister ki? Delirmiş olması gerekmiyor muydu? Belki de delidir.

    Ve bir gün onu gördüm. Yine soğuk ve egolu olarak, iğrenç bir şekilde selamlayıp yoluma devam ettim. Bunu yıllarca yüzüme vuracak. Evet, etkilenebileceğimden daha güzeldi. Bende bundan korkmuştum. Ya aradığım su damlası oysa? Ya yeniden yeşerecekse her şey ve sonunda yine çöl olacaksa? Ne gereği vardı böyle bir şeyi? Bir daha kaldıramazdım zaten. Bir sıkımlık canım kalmıştı. Tabi o her şeyden habersizdi. Adamın biri gelmiş, üstten bakarak 'merhaba' demiş. Onu da yarım yamalak, soğuk ve kibirli bir şekilde söylemişti. Aşk başlamasına imkan kalmadan bitmişti. Amacım da oydu zaten. Ama yanılmışım. Çok pişman olacağımı hiç tahmin etmezdim.

    Uzak durmak en iyisiydi. Gerekirse aynı ortamda bile bulunmayacaktım. Denemedim de değil; hem de her fırsatta kaçmayı denedim. Ben karanlığın içinde can çekişirken, onun da benimle yanmasına izin veremezdim. Uzak durmalıydım. Ben istemesem olmazdı sonuçta, ama oldu. Kader öyle ya da böyle, bizi kınayanlar tarafından birbirimize bağladı.

    Korkuyordum. Hem de ölesiye korkuyordum. Ya yeniden başlarsa ve ben onu koruyamazsam? Ne yapacaktım? Yeniden ölmeyi göze alamazdım. Bir kere hayata dönme ihtimaline yaklaşmıştım, bu ihtimalin olması bile nefes almama yetiyordu. Ama direniyordum, en azından sonuna kadar direndim. Kaçmaya kararlıydım. Elimden geldiğince uzak duruyordum. Ama bir şekilde tüm yollar ona çıkıyordu. Hangi sapağa sapsam, hangi çıkmaz yola girsem, karşıma çıkıyordu. Bir yere kadar kaçtım ve sonra bir gün kaçmak istemediğimi fark ettim. Bu beni korkutmuştu. Çünkü değişiyordum. Belki de konuşmalıydım onunla.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    0
    Ondan haber alamadığımda huzursuz olduğumu fark ettim. Bu da beni ciddi anlamda korkutuyordu. Kara bir sevdaya düşmüştüm. Aramak istiyordum ama korkuyordum. Onu kırmaktan ve ürkütmekten korkuyordum. Her şey tertemiz başlamalıydı, sıfırdan. Cesaretimi topladım, bu akşam onunla iletişime geçecektim. Ama yine yapamadım. Korkularıma yenik düştüm. Böyle günler geçti, içim iyice kararmıştı. Saçma sapan her şeye duygulanıyor, çevremdeki herkesten uzak duruyordum. Ben bunları yaşarken acaba o ne yapıyordu, ne düşünüyordu? Umurunda bile değildim belki de.

    Eminim bu kadar zorluk çektiğimden haberi bile yoktu. Kendime kızmaya başlamıştım. Ne olabilirdi, ne yanlış gidebilirdi? Sonuçta daha önce de konuşmuştuk. 'Bir ara mesaj at, dışarı kahve içmeye davet et,' diyordu susuzluktan çöle dönen kalbim. Sanki yeniden yaşamak istiyordu. Yorulmuştu ama yaşamaktan vazgeçemiyordu. Oysa ben her şeyden vazgeçmiş, ruhumu bir kutu içinde derin ve karanlık bir kuyuya atmıştım. Kimsenin çıkaramayacağı kadar derin. Anahtarı hayat ağacının çiçeğinde saklıydı. Nasıl olsa kurumuş ağaç çiçek açmazdı. En emin yer orasıydı. Korkmama gerek bile yoktu. Sonsuz bir döngünün içine sıkışmış olan ruhum, ebedi hapishanesinde çürümeye devam edebilirdi.

    Kalbimde bir şeylerin yeşermesi için içime doğacak bir güneşe ihtiyacım vardı. O güneşin doğmaması için elimden geleni yapıyordum. Siz hiç gün doğmasın diye uğraştınız mı? Ben çok uğraştım. Çünkü aptalım. Bu kadar zor bir şeyi başarabileceğini düşünen bir aptal.

    Eğer kalbimi kullanmayacaksam, kırılmasından bu kadar korkmama gerek yoktu. Orada çürüyen bir kalp olacağına, binlerce kez kırılmış ama yaşamaya devam eden kalbimin bir defa daha kırılmasında bir sakınca yoktu. Hem ne olabilirdi ki? En fazla ölecektim. Sanki defalarca ölmemiştim. Artık harekete geçmeliyim diye kendimi cesaretlendiriyordum. Ama buna gerek kalmadı. Bizi birbirimize çeken bir güç vardı. Acı çeken ruhların birbirine çekimi. O kadar zorlamaya rağmen ruhen birbirimizi çekiyorduk.

    Beklemek cehennemdir. Ama ben beklerim seni, W. Shakespeare'in dediği gibi.

    Telefonuma gelen bir mesaj, adeta onun da güneş gibi doğmak istediğini müjdeliyordu. 'Bırak gireyim içeri,' diye fısıldıyordu. Ben tüm önlemlerimi almıştım. Onu dışarıda tutmam gerekiyordu. Girmemeliydi. içeride iyilik ndıbına hiçbir şey yoktu. Ne yapacaktı ki içeride? Kocaman boş ve kurak bir çöl vardı. Beynim kalbime hükmetmeye çalışıyordu. 'Bırak gelsin, ne yapabilir ki?'

    Cesaretimi toplayıp o daveti yaptım. 'Dışarıda, yüz yüze görüşelim,' dedim. Mesajıma cevap verene kadar geçen süre normal şartlarda çok kısa iken, sanki yıllar geçmiş gibi gerilmiştim. Sonunda mesajıma cevap verdi. Evet, görüşmek istiyordu. Sanki üzerimde oturan bir fil kalkmaya karar vermiş kadar rahatlamıştım.

    Ve evet, karşımda oturuyordu. Onun ne istediğini anlamak istiyordum. Yaralıydı, bunu biliyordum. Beynim, 'Dur artık. Sadece dinleyelim. Ne diyecek, ne anlatacak? Ama heveslenme hemen. Senlik bir durum olduğunu sanmıyorum,' diyordu kalbime. Kalbim, onun karşısında eriyordu. Adeta tüm dünya sessizliğe bürünmüş, böcekler bile nefes almıyordu. Sadece onun sesi vardı. Sanki Pan, Sirinks çalıyordu.

    Kalbim, yaramaz bir çocuk gibiydi. Biliyordu, sonunda Seyduna’sını bulmuştu. Ya da kendini fazlasıyla Şahrud sanıyordu. Aslında fark eden bir şey de yoktu. Kadim bir aşkı yaşamasa da onun acısını çekiyordu kalbim. Bir gün kavuşacaklardı. Bu da birilerinin kıyameti olacaktı. Daha önce hiç kıyamet görmemişlerdi. Siz kıyameti bir de Şahrud'a sorun; kıyamet nasıl olur, anlatsın size.

    Kalbim ve beynim arasında kalmıştım. Karşımda bazen ağlayan, bazen gülen, tatlı ve azıcık şımartılmak isteyen bir melek vardı. Gücü beni etkiliyordu. Acılarını bir kenara atıp gülebilirken, bazen acılarını engelleyemeyip ağlıyordu. Anlatmak istediği çok şey vardı ama zaman yetmiyordu. Neden durmuyordu ki zaman? Evrenin en başından beri çalışıyordu. Az dinlense, belki biraz daha çok görecektim onu. Beynim sadece izliyordu ama kalbim, ruhumdan bir parçayı onun ruhuyla birleştirmişti bile. Beynim kalbimi durduramadı. Bunu hiçbir zaman başaramamıştı zaten. O da çok doluydu. Belki ona da iyi gelecekti konuşsa, her şey düzelebilirdi. O ise türlü oyunlarla onu uzak tutmaya çalışıyordu. 'Bırak gelsin, neden korkuyorsun?'

    Sonunda beynim pes etti. O ise zaman kaybetmedi, girdi kalbime. Korkmadı. Savaşta ön saflarda olan kahramanlar gibi, karanlığın içine girdi. Hem de hiç tereddüt etmeden, korkusuzca girdi. Fethetmek istiyordu. Zaten ilk savunmayı geçmişti bile. Ben savaşta yenilmek isteyen bir komutandım. O da fethetmek isteyen bir komutandı. Merhametine bırakmıştım her şeyi. istese istila edip arkasını dönüp giderdi. Ama yapmadı. Şimdi bunları okuyacak ve tek tek hesap soracak. 'Bu ne? Bunu böyle mi düşünüyorsun?' diye. Evet, böyle düşünüyorum tatlı dillim.

    Ben ilk defa teslim oluyordum. Sözde binlerce savaş kazanmış komutandım. Karşımdaki komutanın merhametine kalmıştı hayatım. Tüm şartlarını kabul edecek kadar çaresizdim açıkçası. Tüm ordularımı teslim ettim. Önünde kocaman fethedecek bir kalp vardı. Her yerini sarması uzun sürmedi. ikinci buluşmada tüm sırlarımı, tüm zayıflıklarımı öğrenmişti. Ben de saklamamıştım. iki seçenek vardı: Yapıcı olmak ve yıkıcı olmak. O, yapıcı olmayı seçmişti. Tüm duvarları yıkılmış olan kalemin içindeki dormant durumundaki hayat ağacımın tohumlarına güneş gibi doğmuştu. Her şey tamdı, sadece sevgi ekgibti. Mağrur bir komutan edasıyla sevgisini esirgemedi.

    ilk defa o zaman anlamıştım. Yakıp yıkmaya gelmemişti. istila etmek değildi amacı. Bilmiyorum ama o da sanki istila edilmiş ve hayal kırıklığı yaşamıştı. Bu hoşuna gitmediği için bana merhamet ediyordu. Ben birileri için değerliydim. Alışmadığım bir duyguydu. Abarttım, 'Dur,' dedi. Birisi beni sevmişti ve şefkat ile ölümden döndürmeye çalışıyordu. Başarılı olması ürkütüyordu ama bana 'Dur,' diyordu. Bu kalp, bir başkası tarafından yok edilmişti. Hem de birçok kere. Öldüğümden emin olmak istiyordu birileri. O ise tam tersi; yaşadığımdan emin olmak için elinden geleni yapıyordu. Başarılı da olmuştu, artık kalbim atmaya başlamıştı. Yine de 'Dur,' diyordu. Ben nasıl duracağım? Bu, ölmeye benziyordu. Durmadım, durmayacağım.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    0
    insanlar bilmedikleri ve anlamadıkları şeylerden korkarlar. Bu doğamızda var. Bizden de korkuyorlar. Aşkımızın olduğunu bilmeden, sadece konuşuyoruz diye bizden korkuyorlar. Anlamıyorlar çünkü. Bana bunu yapan, beni böyle değiştiren, yaşamamı sağlayan bir kadın. Peki, ben o kadın için ne yaparım? işte bundan korksunlar, çünkü bilmiyorlar.

    Ben de korkuyorum onu kaybetmekten. Çok korkuyorum. Sanki bir rüyadayım. Her şey o kadar güzel ki, gerçek olması imkânsız gibi geliyor. Birisi beni uyandıracak diye çok korkuyorum. Ya da öldüm ve cennete gittim. Arada şeytanlarla savaşsam da, yanımda beni seven bir kadın var. Size onu hiç anlatmadım.

    Ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. Bazen kelimeler yetersiz kalıyor. Hani şarkılar, şiirler yazdıran kadınlar vardır ya şairlere, sanatçılara. işte öyle bir kadın. Keşke benim gözümden görebilseydiniz onu. Ama görmeseniz daha iyi, kıskanırım. Çok da anlatmayacağım, nazar değmesin aşkıma.

    Düşmüş bir melek düşünün; ilgi ve şefkat ile iyileşebilecek yaralı bir melek. Onun için daha çok çabalamak istiyorum. Daha fazlasını yapmak istiyorum. Ama sanki dünyaları versem yetmeyecekmiş gibi geliyor. Onun için yapacaklarımın bir sınırı yok.

    ilk defa onun tatlılığını ikinci buluşmamızda görmüştüm. Masum ve utangaç bir şekilde bana bakıyordu. içimde kocaman bir güneş doğmuştu. Tüm karanlığı silip süpürmüştü bile. Kalbim, ilk defa gerçekten yaşamak için atıyordu. Daha önce kederden ve üzüntüden nefes alamazdım. Bu sefer mutluluktan nefesim kesilmişti.

    Uzun bir süre geçmişti birisine âşık olmayalı. Açıkçası ne yapacağımı da bilmiyordum. Sadece karşılıksız sevgi vardı elimde. Tek yapabileceğim onu sevmekti. Ben de sevdim. Karşılıksız, menfaatsiz bir sevgi. Ama sanki yetmiyordu. Daha fazla nasıl sevilir bilirim ama nasıl anlatırım bilemiyorum.

    Ben onu ilk defa utangaç ve masum görmüştüm. Bu beni derinden etkilemişti. Duygusal bir buluşmaydı. Sorunlarından bahsetmiş, kayıplarını anlatmıştı. Gülerken güldürüyor, ağlarken ağlatıyordu. Gözyaşlarımın çoğunu içime akıtmıştım ama dışarıdan da görünecek kadarını istemesem de dökmüştüm. Çünkü salağın birisi 'Erkekler ağlamaz,' demişti. Bal gibi ağlıyordum.

    Ona güvenebileceğimi anladım ve yaşadığım cehennemi az da olsa anlatmaya karar verdim. Ben anlattıkça o dinliyordu. Bir süre sonra benden bir sigara istedi. içmiyordu ama benim derdime bir sigara yakmıştı. Ona yaşadıklarımı anlatmak beni rahatlatmıştı. Öyle ki, günde 3 saat uyuyabilen ben, artık eski halimdeki gibi daha uzun süreler uyuyabiliyordum. Beni iyileştiriyordu. Ben ona nasıl kötü davranabilirim veya birisinin ona kötü davranmasına nasıl müsaade edebilirim?
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    0
    Günler geçtikçe onu tanıyordum. Çektiği acıları unutup, benim acılarıma ortak oluyordu. O da benim gibi, kendisini üzenleri teselli edebilecek kadar güçlüydü. Bu özelliği benim çok hoşuma gidiyordu ve ona daha çok bağlanmamı sağlıyordu. Biz artık âşık olmamak için çaba gösteriyorduk. Bazı şeyler yanlıştı. Benim esaretimin anahtarı onun elindeydi. istese o anahtarı çevirir ve ben eski şanlı günlerime dönebilirdim. Bu, kimileri için cehennem, onun içinse cennete giden bir kapının anahtarı.

    Siz bir insanın her halini sevebilir misiniz? Ben onun her halini seviyorum. Şımarıklığını, gıcıklığını, merhametini, sevecenliğini, cömertliğini, sevincini, hüznünü, kızgınlığını... Ve onu seviyorum. Ömrümün sonuna kadar da seveceğim. O, beni bir süre sonra sevmeyi bıraksa bile, ben onu sonsuza kadar seveceğim. Beni hiç kimse sevmedi, ben de hiç kimseyi senin kadar sevmedim. Söyle sevgilim, seni kim israf ediyor ben senin zerrene muhtaçken?

    Ben âşık oldum.

    Ben bir kere sevdiğimi sandım hayatımda, onda da bin defa öldüm. Bir daha sevmek, âşık olmak bana büyük bir günah gibi uzaktı. Her şeyi kapattım. Ne sevebilir, ne de sevilebilirdim. Artık benim için her şey sonsuza kadar kapanmıştı. Karşıma o çıkana kadar. Hiç hesapta yoktu zaten. Plansız olan her şey güzel olmaz mı?

    Zehir olan hayatımı düzeltmem için bir şanstı. Ama o, kendinden beni mahrum etmek istiyordu. Kalbim atıyordu ama zayıftı. 'Neden beni kendinden mahrum bırakıyorsun? Bırak, her şey yoluna girecek. Bırak, değecek insan için savaşayım, her şeyi yakayım, tüm cihanı. Sen buna değmeyeceğini mi düşünüyorsun? Seni hiç kimse sevmedi mi? Senin için kimse kavrulmadı mı? Sensiz kimse nefes alamadığını söylemedi mi?' Ben söylüyorum işte. Neden görmüyorsun? Neden bana yaşama hakkı verdin ki o zaman? Bıraksaydın beni o halde, çürümeye devam etseydim. Ona göre ben çok hızlı gidiyordum. Bilmiyordu ki, ben nefes almak için çırpınıyordum. Sadece hayata tutunmaya, yaşamaya çalışıyordum.

    Benim için, onu tanıyana kadar erkekler doğru kadına âşık oluyor, kadınlar ise doğru erkeğe yanlış yapıyordu. Vücudumdaki tüm yaraların sorumluları sevdiklerimdi. Yaşamı boyunca herkes birini bulur ama birbirini bulmak çok az insana hediye edilir. içimde sonsuz bir enerji var. Bunun çıkmasını engelleyen tek şey, o enerjinin sahibi olan melek. En düşük güçteki sevgim bile ona çok geliyordu. Bilmediği daha hiçbir şey yapmamış olmamdı. Ben başlamamıştım bile.

    Ağzımı doldurup haykırmak istiyordum. Son nefesime kadar bağırarak: 'Seni seviyorum! Sana aşığım! Sensiz yaşayamıyorum, nefes alamıyorum!' Durmalıydım, durmam gerektiğini söylemişti. Aslında durmamı istemiyordu. Ben de durmadım zaten. Büyük bir şeyler başlayacaktı. Belki her şey yıkılacaktı, bilmiyordum. Sadece sevilmek istiyordum. Bir bağımlının maddeye olan ihtiyacı gibi sevilmek istiyordum. Bir hayvanın karşılıksız sevgisi gibi sevilmek istiyordum. Tek derdim, beni gönülden sevmesiydi.

    Sinirli ve ciddi biriydim. Birçok kişinin kalbini istemsizce kırabiliyordum. Yapmak istemediğim hiçbir şeyi bana yaptıramazlar. Ama o hariç. Ona karşı bir zaafım vardı. Beni iyileştirdi. Artık insanlara başka şekilde bakıyordum. Yaşamayı başka şekilde seviyordum. Sinirlenmiyor ve devamlı gülebiliyordum. Başka zaman olsa hiç acımayacağım hatalara gülüp geçiyordum. Beni iyileştiriyordu, o küçük elleriyle, hem de.

    O çok güçlü bir kadın. Birçoğunun başaramayacağı kadar güçlü. Kalbimi kaplayan bu hissin ne olduğunu bilmiyordum. Hiç böyle hissetmemiştim. Sanki sıcak bir öpücüktü, doğrudan kalbimden. Yanımdayken kalp atışlarım hızlanıyor ve heyecanlanıyordum. Bana ne yaptığını bilmiyordum ama daha iyi hissetmemi sağlamıştı. Ona olan sevgim saf ve temizdi. Ona yaklaşmaktan ve dokunmaktan korkuyordum. Büyünün bozulmasını istemiyordum. Ama kendimi tutmakta zorlanıyordum.

    Sanırım bunu fark etti, daha da yakınlaştı bana. Belki güven vermiştim ona, belki de yakın olmak istiyordu. Ama dikkat etmeliydim. O da benim gibi yaralıydı. Kırılmaması gereken bir pamuk ipliği kadar hassas geliyordu bana. Cesaretimi topladım ve saçlarını koklayıp öptüm. Kokusunu içime çekip, damarlarımdan kalbime, ait olduğu yere gönderiyordum.

    Daha fazlasını hak ettiğimi düşünmedim. Bu bile benim kalbimin iyileşmesine yardım etmişti, şimdilik. Mutluydum. Akşam eve gidene kadar koluma sımsıkı sarılmıştı. Sanki huzuru bulmuştu. Onu bilmiyorum ama ben bulmuştum. Kaybetmemek için de elimden geleni yapacağıma kendime söz vermiştim.

    O benim hayata dair tüm umutlarımın melek haline bürünmüş haliydi. Onu öpüp koklamak, kokusuyla uyumak, uyanmak istiyordum. Kendimi ne kadar sıkarsam, ne kadar engellesem de ona sımsıkı sarılıp öpme isteğimi içimden atamıyordum. Durmam gereken yeri hatırlayıp, kendime verdiğim sözü zor da olsa tutuyorum. Bu arada bundan nefret ediyorum. Neden tutuyorum ki kendimi? Ne yapacak?

    Sanki yıllardır tanıdığım ama uzun süre görmediğim birisi gibiydi. Birileri yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuştu. Bu da bizim kayıp ruhlarımızın bir araya gelmesine vesile olmuştu. Artık kınanıyorduk. Ama birbirimizden vazgeçebileceğimiz sınırı çoktan aşmıştık. Belki de ayrılsak ölecektik.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    0
    Ne güzel şeydir, bir çift gözün içine bakarak 'Sen rastlantıların en güzelisin,' diyebilmek. Sabahattin Ali.

    Ölümden korkmayan birisi ile savaşamazsınız. Yenilmeye mahkûm olursunuz. Tabi savaşçının kaybedecek kadar önemsediği bir şey yoksa. Benim kaybetmek istemediğim bir meleğim vardı. Kanatları kırılmıştı. Yeniden uçabilmesi için sevgiye ihtiyacı olan bir melekti sadece. Onun için savaşırım. Bunu yapabilirdim. Ama kayıp ruhumun anahtarı, hayat ağacımın çiçeğinde. Önce onun yeşermesi gerekiyor ve sanırım yakında bahar gelecek. Kalbimdeki çölde çiçek açacak tüm ağaçlar. O güne kadar ben savaşmaya devam edeceğim. Kaybetmekten korkarak.

    Kıyamadığım birine bir başkasının acımadan saldırması... Bu ilk defa olmuyordu. Ama buna ilk defa müsaade etmeyeceğim. Artık yeter. Kaybetmekten yoruldum. Bu son savaş ve bunu kazanmalıyım.

    Her şeyin fazlası zarardır ya, sevgim fazla gelirse? Ona zarar vermeden nasıl seveceğimi bilmiyorum. Bana fazla gelmeyen iki şey vardı. Biri meleğim, diğeri kokusu. Her şeyi yapmam için bana güç veriyordu. Kimseden korkmuyorum. Hadi gelin üstüme, korkmuyorum.

    Hepimizin koşarak sarılmak istediği, ruhlarımızı birleştirmek istediği bir sevdası vardır. Benim daha fazlasını istemem, buna aç olmamla alakalıydı. Açtım. Bir Afrikalı çocuğun suya olan açlığı kadar sevgiye açtım. O, bana sevgisini vermek istiyordu. Benim de vermem gerekiyordu. Veremediğimden emindim ama bu bile ona yetiyordu. Çok mütevazı birisi, ancak bu kadar az sevgiyle yetinebilirdi. Ya da ben abartıyordum. Gerçi onunla ilgili olduktan sonra abartmayı seviyor olmam, aşkımın kanıtı bence.

    'insanlar tuhaf yaratıklardır. Tamamen arzuları ile hareket ederler ve kişilikleri çektikleri acılarla şekillenir. Acılarını bastırmak isteseler de, arzularını susturmak isteseler de, kendilerini sonsuza dek duygularının esiri olmaktan kurtaramazlar. içlerindeki fırtına koptukça huzuru bulamazlar. Yaşarken de, öldükten sonra da. Bu yüzden günlerini gerekeni yapmakla geçirirler. Acılarıyla yol alıp, arzuları ile yönlerini bulurlar. insanoğlunun elinden bu kadarı gelir.'

    'Aynı duyguyu paylaşan kederli ruhlar, birbirleriyle karşılaştıklarında huzur bulurlar.' Halil Cibran.

    iyileşiyorum.

    içim simsiyahtı, karanlıkta kalmış gibiydim. iyi hiçbir şey kalmamıştı. Ufacık şeylerden bile bir sürü kötülük düşünüyordum. Vicdanım olmasa, Josef Mengele bile imrenirdi bana. Birisinden alacağım en küçük negatif enerji, galaksideki en büyük yıldızdan daha büyük negatif enerjiye dönüşebiliyordu. Patlamaya hazır bir bomba gibiydim ve patlatmak çok kolaydı.

    Annemin dizlerine uzandım. 'Ben neden hiç iyi bir şey düşünemiyorum? Her zaman aklımda kötülük var. Her zaman birilerinin bana kötülük yapabileceğini düşünüyorum ve uzak duruyorum insanlardan,' diye sormuştum. Her anne gibi o da evladını savunuyordu. Benim kötü birisi olmadığımı düşünüyordu. Onun için ben iyi bir insandım. Kimseye kötülük yapmayan, merhametli bir insandım. Evet, merhamet. Her şeyin suçlusu o değil mi zaten? Merhametim olmasa, beni kim durdurabilirdi ki? Düşmanlarına merhamet eden bir zavallıyım sadece.

    Başımı dizlerinden kaldırdım. 'Anne, ben kötü bir insanım. iyi olduğumu düşünmüyorum. Sen sadece benim iyi olduğumu sanıyorsun,' dedim. Tabi inanmadı ama gerçekleri söylüyordum. Ben saf kötü olmaya çok yaklaşmış, geriye kalan birkaç damla merhametle kötülüğü durdurmaya çalışıyordum. Kovayla cehennemi söndürebileceğimi sanacak kadar saftım belki de.

    Pire için yorgan yakan bir insanı düzeltmek için nasıl bir güç gerekiyor bilmiyorum. Onun gücü karşısında yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bıraktım kendimi ona. Ne derse itaat ediyorum. Belki bir gün bundan bıkacak ve o da terk edecek beni. Ama ben ona dayanamıyorum. Çok güzel.

    Her şey iyi gidiyordu. Birbirimizi iyileştiriyorduk. Ama bir süre ayrı kalmamız gerekiyordu. Birbirimizi bir süre göremeyecektik. Bu ikimizi de korkutuyordu. Kâbus gibi bir hafta geçirecektim. O celladın varlığına nasıl dayanacağımı bilmiyordum. Cehenneme hoş geldin yazıyordu kapıda.

    O zor hafta, ikimize de birbirimizi ne kadar sevdiğimizi ve birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu öğretmişti. Öyle ki, ikimiz de aynı şeyleri hayal etmiş, aynı şeyleri arzulamıştık. Ben kaybolan ruhumu bulmuştum. Her şeyi ile bana benziyordu. O bilmese de, aslında benim hayatıma tecavüz edilmeden önceki beni görüyordum onda. Tabi o da hırpalanmış, kanatları kırılmış ve birkaç aptalla imtihan edilmişti.

    insan nasıl âşık olur? Kendinde olmayana, ekgib yanını tamamlayana âşık olur.
    Tümünü Göster
    ···