-
51.
0Yaz yaz twd den daha çok izlenir olm bu hepsini yazda birleştirip birilerine veririm guzel para eder . Rezzzzz
-
52.
0Uzattığı elini tuttum. Kafamı kaldırıp uzun bedenini izledim. Dar, siyah bir tişört ve kot pantolon giyiyordu. 3 numara siyah saçları dikkatimi çekti. Yaşadığımız duruma rağmen saçlarını yakın zamanda kestirmişti.Tümünü Göster
"Ben de Savaş." dedim ve beni yerden kaldırmasına izin verdim. Adama baktım, arkasından biri kız diğeri erkek iki kişi daha geliyordu. Bu üçlünün depoda sürekli bahsedilen takım olduğunu anladım; Berkay, Cemre ve Salih. Arkasındakileri gösterdi. "Bunlar da-"
Sözünü kestim. "Biliyorum, Cemre ve Berkay." dedim. Gözlerini kıstı ve çenesini öne doğru uzattı. "Depodan mı geliyorsunuz?" Kafamı salladım. Gözleri büyümüştü.
"Bizi aramaya ekip göndermeleri şaşırtıcı." dedi silahını cebine sokarken. Cemre, Berkay, Kemal ve Özgür de yanımıza yaklaştı.
"Aslında tam olarak sizi aramak için değil. Bu uzun bir hikaye. isterseniz minivana giderken konuşalım." dedi Kemal. Eliyle yolu gösterdi. Yaşı Salih'ten biraz daha küçük olan ve onun kadar yapılı olmayan Berkay atladı:
"Bize vermedikleri minivanı size mi verdiler? Pislik herif... Hem de Bora iti için o kadar şey yapmıştık... " Salih eliyle onu susturdu. "Yeni dostlarımızın yanında ağzını toplasan iyi olur Berkay. Zaten Bora iyi bir adam, ne yapacağını bilir. Eminim mantıklı bir açıklaması vardır." dedi. Caner de yaklaştı, kafasıyla depodan tanıdığı dostlarına selam verdi ve konuşmaya
katıldı:
"Evet, var. Minivanı biraz çalmış sayılırız. Yani ben çaldım." Saçlarını karıştırdı ve zoraki bir şekilde gülümsedi.
"Her şey gittikçe daha da ilginçleşiyor." dedi Salih. Sakallarını kaşıdı. Yerlerdeki poşetlerimizi ve çantalarımızı topladık. Minivana doğru yürümeye başladık. Yarım saat yürüdük. Bu süre içinde kimse konuşmamıştı. Sessizliği bozan Kemal oldu. Salih'le yan yana yürüyorlardı ve ikisinin de belli ki merak ettikleri şeyler vardı. "Neden depoya dönmediniz?" diye sordu Kemal. Salih, cevap vermeden önce derin bir nefes aldı.
"Dönemedik. Karşımıza hep aylaklar çıktı ve yönümüzü kaybettik. Verdikleri haritalar da bir işe yaramadı açıkçası. Bildiğin kaybolduk."
"Peki neden gönüllü oldunuz?"
"Bu takımdakilerin hepsi silah ve dövüş eğitimli, mesela Cemre polistir. Berkay taksör. Ben de başkomserdim, belki kod adımı duymuşsundur; Ölüm Makinesi. Salgın başladığında Cemre'yle çok önemli bir operasyon yürütüyorduk. Kaçakçı, serserinin tekinin peşindeydik. Uzun zamandır uğraşıyorduk ve sonunda yakalamıştık. Ama karşımıza bu salgın hastalık çıktı. Biz de ne yazık ki tutuklayamadık. Bu arada, bil bakalım kaçakçı kim?" dedi. Kemal bilemedi. "Berkay." dedi Salih ve güldü. Caner de gülümsüyordu. Bu hikayeyi depoda duymuş olmalıydı. Peşinden koşup yakalamaya çalıştıkları suçluyla salgında mahsur kalmaları gerçekten eşsiz bir hikayeydi. Salih devam etti:
"Neyse işte, önceden biz onu kovalar o da kaçarken, sonra hepimiz kaçmaya başladık ve depoyu bulduk. Sonrası malum, insanlar aç ve dışarı çıkacak kadar cesur kimse yok. Zaten gönüllüler olsaydı da hayatta kalamazlardı, kimse yeterli değil. Caner, sen neden burdasın?"
Caner bütün hikayeyi minivanı çalışına kadar anlatırken en arkada sessizce yürüyen Özgür'ün yanına gittim ve Kemal'in bizi duymayacağına emin olunca konuştum:
"iyisin, değil mi?"
"Çok iyiyim." dedi. Gülümsedi. Öyle çekiciydi ki insan bir anlığına zombi salgının ortasına düştüğünü unutuyordu. Bir insanın hep gülümseyebilecek olamaması ne kötüydü.
Bir anda onun tarafındaki elim yavaşça açıldı. Parmaklarımı ayırdı ve ufacık elini benimkinin içine yerleştirdi.
"Ne-ne yapıyorsun?"
"Elini tutuyorum." Tekrar gülümsedi. Sırıtışı tüm suratına yayıldı. Ona kızamıyordum bile.
"Yapmamalısın. Kemal abin görecek." dedim. Yüzü asıldı. Ama elini çekmedi.
"Umrumda değil. Er ya da geç anlayacaktır." derken elimi daha da sıktı.
"Benim umrumda." Kemal'in bizi böyle görmesini istemiyordum. Hele daha yeni ölümden dönmüşken, o kadar kişinin içinde bizi görmesi hoş olmazdı. Ben tam elimi çekecekken o beni bıraktı. Birkaç adım öne geçti. "Özgür!" Onu kolundan yakaladım. Umarım bu hareketimi önde Salih'le beraber yürüyen Kemal fark etmemişti.
"Yavaşlar mısın? Konuşmaya devam edecektim." dedim.
"Sadece yürü, tamam mı?" Kafamı salladım ve dediği gibi yaparak onun arkasında sessizce minivana kadar yürüdüm. Yanıma oturmadı. Yol boyunca da Berkay ve Cemre'nin soruları hariç hiçbir şey söylemedim. Depoya gelmiştik. Kapıyı çaldık, Caner küçük delikten bakan kapıdaki çocuğa kapıyı açmasını söyledi. Hepimiz sıra olmuş içeri girmeyi, kaçırdığımız minivanla ilgili olarak Bora'yla yüzleşmeyi bekliyorduk. Onlara Berkay, Salih ve
Cemre'yi geri getirmiştik, aynı Ozan'a önceden söylediğim gibi. Ama yine de neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Kapı gıcırdayarak açıldığında Ozan'la yüzleşmek istediğimden en önde duruyordum. Fakat yüzleştiğim kişi Ozan olmamıştı. Kapıyı açan Bora'ydı ve alnıma silahını dayamıştı. Sesinin daha önce duymadığım bir soğukluğuyla konuştu:
"içeri girin." -
53.
0Kardeş isi civittin AMK 10 saat de 1 part ne
-
54.
0Ya gibeyim madem bitirmiceksiniz yazmayin hikaye amk
-
-
1.
0Birader okuyan yok sana özel hikaye mi yazamıyım vakti mi ayırıp ?
-
2.
0Ne biliyon yok
-
3.
0Çalıntı zaten
-
4.
0Nerden kardeş soyle okiyim aq
-
5.
0Wattpad de var adı
bile aynı değiştirmemiş
diğerleri 3 -
1.
-
55.
0Kardeş hizlan ya 2 saat de 1 part
-
56.
0Haritadan pek bir şey anlaşılmıyordu. Herkes buruşuk kağıtları eline alıp biraz evirip çevirmişti fakat bir yerden sonrası tamamen yanlıştı. Dolaşıp dursak da işaretli yere bir türlü gelememiştik. Bu yüzden arabadan inmek zorunda kaldık. Dört kişi ıssız yollarda elimizden geldiğince ses çıkarmamaya çalışarak yürüyorduk.Tümünü Göster
"Depodakileri sevdin mi?" diye sordu Caner Özgür'e. Bu çocuk asla akıllanmayacaktı. Özgür'ün onunla ilgilenmeyeceğini anlamıyordu.
"Evet, önceden görmediklerimle de tanıştım, herkes iyi insanlar."
"Seninle birlikte yaşamak güzel."
Bu çocuk ağzının ortasına bir yumruğu daha hak ediyordu. Ama bu sefer yumruk atan kişi ben olmalıydım. Sinirimi dışa vurmak istiyordum.
"Ee, Caner? Anlat bakalım, nedir bu iyilik meleği tavırları?" diye sordum. Minivanı çalması iyi bir şeydi, bizi ölüme terk etmemişti. Ama bunu neden yapmıştı?
"Senin de söylediğin gibi Savaşcığım, ben senin iyilik meleğinim." Sınırlarımı zorlamak için yaratılmış olmalıydı.
"Bir şeyi sadece iyilik olsun diye yapacak bir insan değilsin. Bunun karşılığında ne isteyeceksin?"
"Bir şey istemiyorum. Bak, tanışmamız iyi olmayabilir ama ben sadece Bora abinin emirlerini uyguluyordum. Yoksa Özgür'ü neden kaçırayım ki? Onu sevdim."
"Ama şimdi Bora'nın emirlerine uymuyorsun."
"Evet, kuralı çiğnedim. Ama hayatınız söz konusuydu. Of, bir teşekkür yeterdi. " diyerek konuyu kapattı. Dediklerinin hiçbir kelimesine inanmamıştım. Bence o yalancının tekiydi. Ama onu benim kadar iyi göremeyen biri karşıdan doğru söylediğine ve tamamen güvenilir biri olduğuna inanırdı. Saatlerce yürümüştük. Suyumuz bitmişti ve acıkmıştık da. Kim bilir minivanla aldığımız yolu ve bu yolu topladığınızda kaç kilometre ederdi. Bir saat daha yürüyüp sonra geri dönmek için sözleşmemizden 10-15 dakika sonra yolun sonunda
bir süpermarket göründü. Özgür sevinç çığlıklarıyla Kemal'e sarılmıştı. Herkes gülümsüyordu. Süpermarkete girdik, ilk olarak su bulmak için içecek reyonuna gittim. Etraf yağmalanmıştı. Hiç su yoktu.
"gibtir."
Özgür, Caner ve Kemal, yerde buldukları gofret gibi şeyleri çantalarına atıyorlardı ama yetmezdi ki. Salgın başladığında market yağmalanmış ve her şey çalınmıştı. Özgür derin bir of çekip dizlerinin üstüne düştüğünde yüzündeki hayalkırıklığını yakalamıştım. Böyle olmamalıydı. Buraya kadar gelmişken böyle bitmemeliydi. Derken... Aklıma yine bir fikir geldi.Ben ve fikirlerim. Süpermarkette kısa bir dolanmadan sonra "Sadece personel girişidir." yazan kapıyı bulup ittim. Karşıma merdivenler çıkmıştı. Merdivenleri atlayarak indikten sonra yolun sonunda iki kapı gördüm. Birini açtım ve baktım, personel
tuvaletiydi. Diğerini ittim fakat açılmadı. Etrfa kapının cdıbını kıracağım bir şey var mı diye kontrol ettim. Acil durumlarda kullanılması için duvara asılmış baltayı gördüm. Elime aldığım gibi kapıya geçirdim. Kalın cam parçalara ayrılmıştı. Ve sonunda girdiğim odanın tahmin ettiğim oda olduğunu görünce gülümsememi tutamadım. Stokların
tutulduğu depo. Raflar ağzına kadar yiyecek paketleriyle doluydu.
Koşup takıma haber verdim. Yarım saat sonra karnımız, çantalarımız ve ellerimizdeki poşetler dolmuş halde süpermarket kapısından çıktığımızda dışarıda bizi neyin beklediğinden haberimiz yoktu. Aylaklar. Herhangi bir şeyin sesini duymuş olabilirlerdi. Özgür'ün sevinç çığlığı, benim baltayla camı kırma sesim. Bizi ele veren her neydiyse sonumuzu hazırlamıştı. Ve herkesin eli kolu dolu, keyfi yerinde olduğundan kimse silahını eline almayı akıl edememişti. Yem gibi kalmıştık yani ortada. Hızlıca saydım, 13 tanelerdi. Tabancam elimde olsaydı bu mesafeden birçoğunu saniyeler içinde haklayabilirdim.
Yakındalardı. Caner ve Özgür daha geriden geldikleri için avantajlıydılar. Poşetlerimi yere bıraktım, koşmaya, bir andan da cebimden silahımı çıkarmaya çalışıyordum ama sırtımdaki ağırlıkla çok zor oluyordu. Sonunda çantamı da bırakmaya karar verdim ve onu yere koyup kafamı kaldırdığım anda yaratıkla gözgöze geldim. Zombi! Hemen önümdeydi. Ellerini bana uzattı ve kollarımdan tuttu. Yüzüme doğru bağırıyor, pis salyasını üzerime akıtıyordu.
Omzuma doğru uzandı. Dişlerini geçireceğini biliyordum. Ölüme daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştım. ilk defa tam anlamıyla ölmek üzereydim ve başka bir şey düşünmüyordum. Yapacağım hareketlerin bir anlamı olmayacaktı. Onu
vurmak için yanlış bir pozisyondaydım ve kurtulamayacaktım. Acının gelmesini istiyordum. Ya da beyaz ışığın. Gözlerimi kapattım. Bekledim. Anneme söz vermiştim. Bekledim.
Sözümü bozacaktım. Ve üstüme bir anda bir ağırlık çöktü. Beklediğim şey bu değildi. Belki bir üşüme hissi olurdu, ya da o keskin acı. Ama hiçbiri yoktu. Sadece ağır bir şey hissediyordum. Gözlerimi açtım. Koyu mavi gökyüzünü gördüm. Zombi, üzerime düşmüştü. Vücudundan sızan iğrenç ötesi sıvı bedenimi kapladı. Berbat kokuyordu. Etrafıma bakıp olanları idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Biri bana saldıran zombiyi vurmuştu. Fakat Caner de Özgür de Kemal de benim yanımda değillerdi. Kafamı kaldırdığımda daha önce
görmediğim bir yüzle karşılaştım. Uzun boylu esmer adam elini uzattı:
"Ben Salih." -
57.
0Rez sen yaz hacı tutar bu
-
58.
0iki gündür depodaydık. Açıkçası burada hayat güzeldi. Kahvaltı ve akşam yemeği için hep beraber yemekhaneye dönüştürdükleri bir yere iniyorduk. Zemin ve bütün duvarlar gri metalden yapılmıştı, son derece güvende hissettiriyordu. Dışarıya yemek bulmak için giden gruptaki 3 kişi hala geri dönmemişlerdi. Onların gitmesi ve bizim gelmemizle sayıları 27'ye çıkmıştı. Depo çok büyüktü. Salgının başlamasından önce burada ne vardı tam olarakTümünü Göster
bilmiyordum ama kalan kişiler için 50'ye yakın yatak, yastık ve yorgan vardı. Küçük çekmeceli dolaplar, eski çalışma masaları da odalara yerleştirilmişti. Çlftikteki lükse alışmış olabilirdim ama artık oraya dönemezdik. Çok tehlikeliydi. Ayrıca, depo da yeri gelince lüks sayılabilirdi. Lüks bir... hapisane mesela. Bize boş odalardan iki tanesini vermişlerdi. Birinde Özgür, Alp ve Elena kalırken diğerine de Kemal'le ben yerleşmiştik. Çok fazla eşyamız kalmamıştı. Birkaç parça giysimiz vardı sadece. insanların çoğu bize iyi davranıyordu. Caner bizi birkaç kişiyle tanıştırmıştı. Hepsi Ozan ve diğer orta yaşlı olan Turgut gibi değillerdi. Belki başkaları da bizi istemiyordu ama en azından onlar gibi yüzümüze söyleyen olmamıştı. 50'lerinin başında olan bir kadın dün öğlen odamıza geldi ve kirli çamaşırımız olup olmadığını sordu. Sonradan öğrendiğime göre adı Çiçek'ti ve çamaşır-bulaşık yıkama işlerine bakıyordu. Depoda belli bir yaşa gelen herkese farklı farklı görevler
vermişlerdi. Biz şimdilik sadece "Dışarıya Çıkmaya Gönüllü Olan Takım"dık. Ve insanlar bunu çok büyük bir cesaret göstergesi olarak görüyorlardı. Burada yaşayan küçük çocuklar da vardı. Hatta ufak Ada daha 2 yaşındaydı ve salgın başladığından beri aynı Özgür'ün Alp'e yaptığı gibi onu evlat edinen aileyle birlikte kalıyordu. Sema ve Cenk 30
yaşlarında yeni evli bir çiftti. Salgından birlikte kurtulmayı başarıp bebek arabasında ağlamakta olan Ada'yı da yanlarına almışlardı. Sabah kahvaltıda yanımıza oturan Sema, bütün olayı ayrıntılarıyla-fazladan ayrıntılarıyla anlatmıştı hepimize.
"... Elime telefonu alıp Cenk'i aramaya çalıştım ama ne cep telefonu ne de iş telefonu cevap veriyordu. Sonra kapı çaldı, açsam mı açmasam mı bilemedim. Eh bilirsiniz, ev hanımıyım. Öyle zırt pırt kapım çalmaz. Aslında mutluyumdur ben evde yalnız olmaya. Şikayetim yoktu yani. Ama güzel de bir kızım olsa fena olmaz diye düşünüyorum. Yalnızlık çekmeyeyim diye. Neyse işte şaşırdım tabi. Hem de televizyonlar da telefonlar da çalışmıyor yani. Eşimin gelmesi için de erken. Nasıl korktum nasıl korktum. Ben de aldım elime tencereyi tavayı, kapının yanına geçtim ve çekip açtım. Giren adamı göremedim önce, paralamışım biraz kocacığımı. Halbuki sağdan soldan o yaratıklardan çıkmaya başlayınca kocacığım atlamış arabasına evine gelmiş karısını kurtarmaya. Sonra ben bir iki parça bir şey aldım yanımıza, arabaya bindik ama ne fayda! Etrafımızı sarmışlar. Yerler et parçaları, insan organlarıyla doluydu. Ben hayatımda böyle çirkin bir sahne görmedim. Biz daha sokaktan çıkamadan inmek zorunda kaldık. Koştuk biraz, sonra bir de ne görsek? Kırmızı bir
bebek arabası. Merdivenin üstünde kalmış, tabi yaratıklar ulaşamamış oraya. Gittik kurtardık yavrucağı. Durmadan ağlıyordu. Kucağıma alıp sarıldım, inanmazsınız ama sustu o an... " "Hikayenin devdıbını da dinlemek isterdik Sema'cığım ama bizim gitmemiz lazım artık. Bugün dışarı çıkacağımız gün." dedi ve hayatımızı kurtardı Kemal. Yine.
Sema biraz kırıldı fakat bozuntuya vermedi. Zaten Ada'ya yemek zütürmesi gerektiğini söyledi ve masadan kalktı. Biz de ayağa kalktık. Elena ve Alp bizimle vedalaştıktan sonra odalarına gittiler. Özgür yanıma geldi ve koluma dokundu:
"Hayatta kalacağız."
"Söz."
Elini tuttum ama nerede olduğumuza dikkat etmemiştim. Bu halimizi Kemal'in gördüğünü fark ettim. Birbirine kenetlenmiş ellerimize baktı. Hemen çektim.
"Hadi, gitmemiz lazım." dedi Kemal. Yemekhaneden çıkarken Mustafa amca bana selam çaktı. O, 67 yaşında emekli bir denizciydi. Ve depodaki en yaşlı kişiydi. Bana dışarının durumunu sormuştu. Anlattığım korkunç şeyler karşısında
"Yine mi en güvenli yer okyanus?" demişti. "Bıktım bu okyanustan."
Bora abinin odasına doğru yürüdük. Attığım her adım beni daha çok korkutuyordu. Dışarda olmak eğer bir aracınız varsa çok da zor değildi. Hızlıca ilerleyebilir, zorda kalırsanız aylakları arabanızla ezebilirdiniz. Oysa depodaki tek araç minivandı ve onun kullanıp kullanılmayacağına da Bora abi karar veriyordu. Dönmeme şansımız olduğu zamanlar
minivanı yanımıza almamıza izin vermediğini söyledi. Haklı olduğu yerler vardı, giden gruptaki Salih, Berkay ve Cemre geri dönmemişler, dönememişlerdi. Bu durumda minivan da onlarla kalabilirdi. Ama yakınlardaki yiyeceklerin hepsi tükendiği için uzun mesafeyi koşmamız gerekiyordu, ki bu da çok zor ve tehlikeliydi. Arabasız her şey daha zor olacaktı.
Ayrıca, o kadar uzağa hiç gitmemiştik. O tarafta ne olduğunu bilmiyorduk. Belki de bunların binler, on binlercesi vardı. Ve keşfetmek zorunda olan bizdik; ben, Kemal ve Özgür.
Böyle bir durumda Özgür'ün yakınımda olması avantaj mı yoksa dezavantaj mıydı bilemiyorum. Onun bu kadar tehlikeli bir yerde bulunması yerine depoda güvende olmasını isterdim. Ama yakınımda olması da bana moral veriyordu. Zaten burada kal desem de kalmazdı ki. Toplantı odasına girdik. Ozan ve Bora masaya oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Caner ve Turgut ortada yoktu. Her zaman peşimizde gereksizce dolaşan Caner bey şimdi nerelerdeydi acaba?
"Hoşgeldin takım!" dedi Bora kollarını açıp. Ses tonu ve bakışları bile "Burası benim, hepiniz bana aitsiniz ve dediklerimi yapmak zorundasınız. Yoksa ölürsünüz." diyordu. Bunu dile getirmesine gerek yoktu. Gülümsese ve canayakın davransa bile orada kimin patron olduğunu göstermekten çekinmiyordu.
"Hazır mısınız?"
"Her zaman." dedi Kemal tüfeğini omzuna takarken.
"Kendinize dikkat edin ve lütfen geri dönün." diye öğütledi Bora. Aynı askere gidiyormuş gibi hissettim, ki askerliğimi daha yapmamıştım. Üniversite yüzünden ertelemek zorunda kalmıştım çünkü. Ama bu olayda da dönmemek vardı. Ozan bizimle kapıya doğru yürürken ellerimize birkaç kağıt tutuşturdu ve ne olduklarını açıkladı:
"Bunlar bu mahalleyi bilenler tarafından çıkarılmış ve doğruluk payı yüksek olan haritalar. Çok uzak mesafeleri göstermiyor ve bazı yerler yanlış olabilir ama yine de size yardım edebilecek her şeye ihtiyacınız var çünkü Bora da ben de geri dönme ihtimaliniz olduğunu sanmıyoruz." Cümlesini bitirir bitirmez onu boğazına yapıştığım gibi duvara ittim.
"Sen neden bahsediyorsun bin herif?"
"Savaş sakin ol." Kemal'in bana dokunan elini sertçe itip Ozan'ı sarsmaya devam ettim. Ozan geri çekilmeye ya da kendini kurtarmaya çalışmıyordu. Tam tersi, yüzüme iyice yaklaştı ve gözlerime baktı:
"Salih bile dönememişken, şu cılız bedenin ve küçücük kız arkadaşınla hayatta kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" dedi. Kafasını duvara vurdum. Dediklerinin bir kısmının doğru olduğunu biliyordum ama onun da bilmediği şeyler vardı. Biz de güçlüydük. Ama bu yeterli miydi? Ellerimi gevşetip Ozan'la göz temasını kesmeden onu serbest bıraktım.
"Arkadaşlarınızı getireceğim."
---
Her şeyimizi kontrol edip kapıdan çıktık. Konserve yiyecekler ve birkaç sandviç almıştık yanımıza. Bize ait olan kurşunumuz azalmıştı ama Bora ve denizcilerin kralı Mustafa amca bize kendi silahlarından kurşun vermişlerdi. Dış kapıdan çıktık ve kendimizi ıssız sokağın ortasında bulduk. Bir süre kimse konuşmadı. Birbirimize bakıyorduk. Sevdiklerimizi korumak için ortaya atlamıştık fakat şimdi kimse ne yapacağını bilmiyordu. Özellikle Ozan tarafından gerçekler yüzümüze söylendikten sonra moralimiz yerlerdeydi. Özgür'le gözgöze geldiğimizde onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Ve bir anda bizi kurtaran bir ses duyuldu.
Caner minivana atlamış tam da önümüzde durmuştu. Camı açtı. Herkes şok geçirirken Özgür şaşkınlığını gizleyemedi:"Ne yapıyorsun burada?"
Caner iki elini yana açtı ve cevap verdi:
"Minivanı Bora abiden çalıyorum." dedi ve bir düğmeye basıp arka kapıyı açtı.
"Atlayın." -
59.
0Onlara olanları anlattık. Öpüştüğümüzü değil tabii ki. Bunu kendimize saklasak daha iyi. Oraya kadar olan kısmı. Özgür'ün nasıl kurtulduğunu ben de tam anlamamıştım. Hızlı hızlı ve nefes nefese anlattı:Tümünü Göster
"... Sonra lamadan atladım ve onu ayaklarımla zombilerin üstüne ittim. Hayvancağız üstlerine düşünce kalkmakta zorlandı, o sırada onu ısırmaya başlamışlardı bile. Pis yaratıklar, öyle hızlılar ki... " Herkes olayı bizim ağzımızdan pür dikkat dinlerken Caner de hızlıca önceden yalnızca bir kere gittiğimiz depoya sürüyordu. Onu her ne kadar sevmesem de yanımızda olması işimize yaramıştı. Hem arabasını kullanabilmiştik hem de
saklanabilecek bir yerimiz vardı. Özgür'ün öptüğü kişi de bendim ayrıca, Caner'den nefret etme sebebimin büyük bir kısmını Özgür'le olan yakınlığı oluşturuyordu. Depoya gelmiştik. Arabadan inip bahçe kapısından içeri girdik. Etrafta yaratıklardan yoktu. Caner büyük kapıya sertçe vurdu. Biri delikten baktı, Caner'i görünce kapı açıldı.
"Bunlar kim?" dedi daha önce görmediğim bir adam.
"Bizle yemeklerini paylaşan aile. Bu Özgür. Bu Kemal abi, Alp, bu da Elena, pek Türkçe konuşamıyormuş. Ve Savaş." Adam uzanıp elimi sıktı.
"Ben Aslan." dedi. Benden en fazla 10 yaş büyük olabilirdi. Geniş koridorda yürüdük. Kapısı açık olan bir odada 40'lı yaşlarında bir kadın ve küçük bir kız gördüm. Kadın kızın saçlarını örüyordu. Biz yürüdükçe hafızam yerine geldi ve buradan daha önce geçmiş olduğumu anladım. Aslan ve Caner yanyana yürüyorlardı "Sizi Salihler sandım." dedi Aslan.
"Onlar hala gelmediler mi?"
"Dört gündür yoklar." dedi adam ve sesinin tonu bir an bile değişmeden devam etti:
"Bence öldüler." Caner "bilmem" der gibi kafasını salladı. Büyük odaya gelmiştik. Aslan metal kapıyı çaldı. "Hoşgeldiniz eski dostlarım." dedi biz içeri girer girmez tanıdık bir yüz.
"Merhaba Bora bey." Kemal elini uzattı ve el sıkıştılar. Özgür'ü kaçırıp yiyeceğimizi elimizden alan bu adamdan her ne kadar tiksinsem de şuan ona ihtiyacımız vardı.
"Onlardayken saldırıya uğradık." dedi Caner bir sandalyeye otururken. Köşedeki koltukta oturan çocuk konuşmaya katıldı:
"Buraya getirmek zorunda mıydın onları?" Çocuğa baktım, bu daha önce Özgür'ü kaçırmasında Caner'e yardım eden Ozan'dı. Halbuki Özgür giderken ona sarılmıştı. iyi anlaştıklarını sanmıştım. içeri bir anda bir kız koşarak girdi. "Özgür!" dedi ve onun boynuna atladı. Özgür de coşkusuna karşılık verdi.
"Elif! Seni çok özledim!" Kız Özgür'ün yaşlarındaydı ve biraz tombuldu. Özgür kaçırılıp buraya kapatıldığında onunla ilgilenen kız olmalıydı bu. Özgür'ün burada neden iyi vakit geçirdiğini ve tekrar gelmek istediğini anlamış oldum. Elif'ciğim, buraya girmemen gerektiğini biliyorsun." dedi Bora. Elif özür dileyerek ve hepimize gülümseyerek dışarı
çıktı. Kapıyı arkasından kapattı. "20 yaşının altındakileri ve kadınları buraya sokmuyoruz da. Burası Başkan'ın odası gibi bir şey. Grubumuzu hayatta tutmak için toplantılar yaparız." dedi Bora. Başkan havalarını sevmiş ve alışmış olmalıydı. Burada yaşayan 25 kişi
olduğunu söylemişti önceden. Biz 5 kişi zor hayatta kalıyorken 25 kişiye bakmak zorunda olmak kötüydü. O da kendi yöntemleriyle halletmeye çalışmıştı. Bunların içinde yiyeceğimizi çalmak olsa da bunu depodaki insanları hayatta tutmak için yapıyordu. Ve anlayabilirdim
"Şimdi fazladan 5 kişiye daha mı bakmak zorundayız?" diye sordu Ozan'ın yanında duran adam. O, Ozan ve Caner'den biraz daha büyüktü. Neredeyse Bora abi kadar olgundu.
"Zorunda kaldım, Turgut abi. Ne yapsaydım, onları ölüme mi terk etseydim?" Bunu söylediği an beşimizde de bir titreme oldu. Özgür'ün neredeyse öldüğü aklıma gelince gözlerim dolmuştu sanırım.
"Terk etseydin. Bizim yaşama şansımız çoğalırdı." dedi adının Turgut olduğunu öğrendiğim adam. Caner onu umursamadan Bora'ya döndü:
"Yerimiz var, battaniyemiz de yatağımız da var. Salihler yemek bulduğu zaman da bolca yemeğimiz olacak. Kalabilirler, değil mi?"
Bora derin bir nefes aldı. Yere baktı. Odadaki herkes onun kararını bekliyordu. Sessiz geçen bir dakika bana bir saat gibi gelmişti. Onlarla yaşamayı hiçbirimiz istemiyorduk ama başka şansımız yoktu.
"Salihler sanırım gelmeyecek." dedi. Deminden beri bahsedilen bu Salih'in kim olduğunu merak ettim. Yemek aramaya giden bir grup mu oluşturmuşlardı?
"Berkay ve Cemre de mi?" diye sorarken sesi titredi Caner'in. Bora kafasını sallayınca Caner yüzünü buruşturup havaya baktı. Üzülmüştü. Derin bir nefes aldı.
"Bu yüzden yiyecek sıkıntısı çekiyoruz." dedi Bora. Özgür'e döndüm, suratı ifadesizdi. Elena ve Alp de yaşadıklarının şokunu yüzlerinden atamamışlardı. Kemal'e baktığımda ise soğuk kanlılığını yine koruyor, pür dikkat olanları izliyordu. "Ama üç kişi eksildiğine göre onları yanımıza alabiliriz, değil mi?" diye sordu Caner. Bora üzüntüyle bize baktı. Alp'in
üzerinde gözlerini uzun uzun gezdirdi. "Üzgünüm." diye cevap verdi en sonunda. Bir şeyler yapmalıydım. Artık pasif olmayı bırakmalı ve yardım etmek için çaba göstermeliydim. Ve yine böyle zor bir anda, aklıma bir fikir geldi. "Ben yiyecek aramaya giderim. Ve arkadaşlarınızı da bulurum." dedim. Odadaki bütün gözler benim üzerime döndü.
Turgut dalga geçer gibi gülmeye başladı. "Sen? Hahahah... Tek başına mı?"
"Ben de onunla giderim." dedi Kemal. Fikrimi beğenmişti, bana gurur duyar gibi baktı.
"Ben de." dedi Özgür de elbette. Cesaretini göstermekten çekinmezdi. Ona birkaç saniye baktım. Belki de o birkaç saniye diğer insanlar için azdı, fakat ben o birkaç saniye içinde Özgür'e ne kadar teşekkür ettiğimi, olanlara hala inanamadığımı ama ne olursa olsun ona sahip olduğum için çok şanslı olduğumu ve onu çok sevdiğimi anlatmıştım. Ve
işin güzel kısmıysa, gözlerinin içi gülerek bana baktığında anlatmak istediklerimin hepsini anlamıştı.
"Eğer gerçekten yiyecek bulabilirseniz, bizimle istediğiniz kadar kalmakta özgürsünüz." dedi Bora. Kararlı ses tonundan onun da fikrimi beğendiği anlaşılıyordu.
"Yalnızca gidecek başka bir yer bulana kadar kalacağız." dedi Kemal. Birkaç adım attı. Bora ona gülümsedi. Ve sıkması
için elini uzattı. -
60.
0Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. DinlediğimTümünü Göster
müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. iskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım. Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni
görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.
Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. istediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.
"Hoşgeldin."
"Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...
"Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.
"Elbette."
Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.
"Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."
"Yoo."
"Gidip yatsana."
"Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."
Yalan.
"Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:
"Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.
"Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.
Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.
"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.
"Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?
Kafasını iki yana salladı:
"Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.
"N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.
"Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.
"Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.
"Rahatsız mı oldun?"
Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!
"Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.
"Beni... itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.
"Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.
"Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.
"Neden?" diye sordu.
"Çünkü... " dedim, devdıbını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...
TAK TAK TAK!
"Kapıyı açın!!!"
TAK TAK TAK TAK!
"Açın! Çabuk!"
Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı. Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.
"Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda... " dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı.
Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.
"Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"
Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiflik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. içerigirmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir. -
61.
0Birkaç gün aynı bugün gibi geçti. Uyandım, kahvaltıya katıldım, Özgür'le birbirimize bakmadık, satrançta Alp'e yenildim, akşam yemeği, Özgür'le birbirimize yine bakmadık, dışarı çıkıp hayvanları besledim, içeri girince Özgür'le birbirimize yine bakmadık, odama gidip kitapları karıştırdım, bir şeyler çizmeye çalıştım, geç olunca da uyudum. AradaTümünü Göster
Kemal'le dışarı çıkıp yiyecek bulmayı tartıştık. Özgür'ün kaçırılması ve eve dönerken oldukça uzun bir yolu silahsız, savunmasız geçirmemizden sonra dışarı çıkmak ikimize de mantıklı gelmiyordu. Depodakiler gibi bize de bir araç lazımdı. Ama onu bulmak için de dışarı çıkmamız gerekiyordu. Bir hafta daha dayanabilecek yiyeceğimiz vardı, birkaç
gün daha düşünmeye karar verdik. Yine bir akşam yemeğinde, ortamın sessizliğini bozan Özgür oldu.
"Dışarı çıkacağım."
"Tabi, lamaları da beslersin, değil mi?" diye sordu Kemal.
"Hayır hayır, yanlış anladın. Evden dışarı değil, çiftlikten dışarı."
Yediğim bezelyeler boğazıma takıldı. Ben öksürerek onlardan kurtulmaya çalışırken Kemal cevap verdi:
"Böyle bir şey olmayacağını biliyorsun. Ne istiyorsan söyle, biz sana getiririz."
"Arkadaşım beni burdan alacak. Caner, hani depodaki. Minivanıyla."
Masadaki herkes şaşkınlıkla gözlerini açmış ona bakıyordu. Bu Caner meselesinin yakında tekrar açılacağını biliyordum. Ama Özgür'ün kendisini kaçıran bir adamla randevuya gitmek isteyeceğini düşünmemiştim açıkçası. Hem de biz... Birlikte uyuduktan sonra. Yani, çok da önemli bir şey sayılmazdı. Yalnızca uyumuştuk. Ama çok güzeldi.
Kimse konuşamayınca Özgür açıklamaya devam etti:
"Beni birkaç kere aradı. Yemekten sonra gelecek ve beni alacak." Bu kadar rahat konuşabilmesi beni deli ediyordu. Kendimi daha fazla tutamadım:
"Sonra ne yapacaksınız? Seni tekrar bir odaya mı kilitleyecek? Yoksa güzel bir restorana yemek yemeye mi zütürecek? Zombilerle birlikte mi yiyeceksiniz? Ah, doğru, restoranlarda yemek olduğunu sanmıyorum. Bizde de yok, çünkü bizden çaldılar!" Elimi farkında olmadan masaya vurmuştum. Özgür'ün burun delikleri kızgınlıkla büyüdü. Sonra gözlerini kıstı ve benden ayırmadan kafasını iki yana salladı. Bu onun 'Sen bana karışamazsın' bakışıydı. Sen benden kaçıyorsun, sen bana karışamazsın demek oluyordu.
Konuşmasının devamında bana değil, Kemal'e baktı. ikna edici ses tonunu takınmıştı.
"Depoya gideceğiz. Haftada bir film gecesi yapıyorlarmış. Basit bir salon yapmışlar, projektör kurup bulabildikleri filmleri getirmişler. Hayatta kalan başka yaşıtlarım da var. Onlarla zaman geçirmek istiyorum." Alayla gülmekten kendimi alamadım. Yaşıtlarıymış... Caner dediği adam benden sadece bir yaş küçüktü. Konuşmak
için ağzımı açtım fakat sinirle söyleyebileceğim şeyler Kemal'i de korkuttuğu için beni durdurdu.
"Reşit bile olmadığın için hareketlerinden akraban olarak, en önemlisi de abin sayılarak, ben sorumluyum. Ve depoda bulunmanı istemiyorum."
Bazen ona şaşırıyordum. inanılmaz durumlar karşısında sakinliğini asla bozmuyordu. Ben neredeyse kafayı yemek üzereydim.
"Sonsuza kadar burada yalnız kalamam. Sizi sevmediğimden değil fakat canım sıkılıyor." dedi Özgür. Hala nasıl fikrini savunabiliyordu???
"Yalnız kalmanı ben de istemem. Arayıp arkadaşını buraya çağırabilirsin."
NE?
CANER. BURADA. MI. OLACAK.
"Ona güvenebilmemiz için öncelikle tanımamız lazım. Anlarsın ki, üzerimizde bıraktığı ilk izlenim pek iyi değildi."
Kemal'in ağzından çıkan kelimelere hala inanamıyordum. Böyle bir şeye nasıl izin verebilirdi? Özgür zor da olsa başını sallayıp kabul etti. Yemekten sonra Caner'i aramak için odasına gitti. Acaba beni kıskandırmak için mi yapıyordu yoksa Caner'le gerçekten iyi mi anlaşmışlardı. iki durumda da delirmiştim. Hem de herkesin gözü önünde peşinden gidip odasına girebilecek, hatta kapıyı arkamdan kapatacak kadar.
"Burda ne yapıyorsun? Kemal abim görebilir." dedi alaycı ses tonuyla.
"Şunu kes! Dalga geçmeyi, kafana göre davranmayı kes." dedim. Kollarını birleştirdi.
"Ne istiyorsun?"
"Yaptıklarının farkında olmanı istiyorum."
Kaşlarını kaldırdı.
"Farkındayım. Senin yaptıklarının da. Caner yolda ve bir saat içinde burada olur. Giyinmem gerek."
"Özgür... " Yaklaşıp koluna dokundum. Hızla çekti.
"Savaş. Uzak dur."
Hayatımda bu kadar inatçı, asi, huysuz ve dikbaşlı birini daha görmemiştim. Bakışları bir saniyeliğine bile yumuşamıyordu. Arkamı döndüm. Kapıyı çarpıp dışarı çıktım. Kimin duyduğu umrumda değildi. -
62.
0kalkti amk
-
63.
0Devam et zumqi yarıda bırakma
-
64.
0Şukunu verdim bincik
-
65.
0Devam rez sardı
-
66.
0Sözlükte efsane olması gereken bir hikaye beyler bu devam panpa
-
67.
0Esasakoskskaöal
-
68.
0R3z3rv4su0n hikaye bitince ustteki entryi bitti diye editle o zaman okucam amk sonra yarıda birakip kaçıyorsunuz
-
69.
0Derin rez
-
70.
0sukunu verdım
başlık yok! burası bom boş!