-
26.
-1Başlık ✅
Entry ✅
Resim✅
Kesin önüncü yada oybirinci -
27.
+1siz şimdi sabah gelip "oo trend" olmuş diye okuycaksınız ya bunları, biz siz uyurken burdaydık takkafalar
-
28.
+1Bu tarz başlıklar sabah gelenlerle tutar burda az kişiyiz amk
-
29.
+1Buradayız panpa sabaha trend olur tabi binlik yapmazsan
-
30.
+1Ölecektik.
"Şşt, hiçbir şey olmayacak merak etme." Masal'ın gözyaşlarını sildi.
"ilacı bulunur mu? Bulunur mu anne, ha?"
"Bulunur tabii. Sadece bir süre burada birlikteyiz. Güçlüdür bizim bağışıklığımız, merak etme."
Camları kapattım, kapıları kilitledim. Annem televizyonun başından ayrılmıyor, kanalları her saniye değiştirerek çizgili ekrandan başka bir şey arıyordu. Aklıma dedemin eski radyosu geldi. Koşup dolaptan aldım, içeri getirdim, düğmesine basıp açtım. Tam sinyal alınamıyordu, en sonunda kısık bir sesle uyarı veren bir adam duydum.
"... Ne yaparsanız yapın... Evlerinizden ayrılmayın... Birlikte durun... " Dediklerinin ancak bu kadarı anlaşılıyordu. Masal yine ağlamaya başladı. Annem onu kollarına aldı.
Birkaç saniye kızına sarıldı. Sonra durdu.
"Masal?" dedi. "Neden bu kadar soğuksun?"
"Be-ben bilmiyorum. iyi hissetmiyorum."
Annem sessizce dönüp bana baktı. Yüzünde acıdan başka bir şey yoktu. Gözlerinden birkaç yaş damladığını gören Masal kendini tamamen bırakıp çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Ayağa kalktı, tepiniyordu:
"Ölmek istemiyorum. Ístemiyorum. Ölmek istemiyorum." Annem onu durdurmaya çalıştı. Kollarını tutamıyordu. Masal yerinde durmuyordu. Annem zorla yakalayıp omzuna yatırdı onu. Sakinleşene kadar saçlarını okşadı. Nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum. Birkaç dakikalığına zaman yavaşlamıştı sanki. Masal'in elini sıkıca tuttum.
Bulaşacaksa bize de bulaşmıştı çoktan. Umrumda bile değildi. Kardeşimi kaybediyordum. Rengi kar beyazdı. Elimi sıktı. Hemen sonra kafası düştü. Annem kafasını kaldırıp yüzüne baktı. Ölmüştü. -
31.
+1Annem ağlamasını durdurmaya çalıştı. Omzuna dokundum. Artık ne olacağını bilmiyordum. Umrumda da değildi. Burada onlarla birlikte ölmek, ölmezsem duyabileceğim acıyı unutmak istiyordum. Ben bunları düşünürken annemin kucağında teni neredeyse şeffaflaşmış olan Masal aniden gözlerini açtı. Gözleri maviydi. Böyle olmaması gerekiyordu. Sanki gökyüzünü içmişti. Dönüşmüştü. Annemin üstüne atlayıp Masal'ı-korkunç zombiyi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Masal kusarmış gibi sesler çıkararak ayağa zıpladı ve annemi bacağından yakaladı. Annem çığlık atıyordu. Ben de onu çekmeye
çalışıyordum. Bağırıyor, Masal'a vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Dönüştüğü şey hala ona benziyordu. Kendi kendimle çelişiyordum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu sırada dikkatim dağıldı ve Masal, annemi bacağından ısırdı.
"Anne!!!"
"Savaş! Senden bir söz istiyorum. Bana söz vermelisin."
"Anne... "
"Ölme! Hayatta kal. Savaş."
"Anne lütfen... "
"Sus. Git lütfen. Git!"
Annem beni kapıya doğru itti. Ona son bir kez baktım. Masal'a... Kapıyı hızla çekip cehenneme çıktım. Söz veriyorum anneciğim. Söz. -
32.
+1rez çok güzel gidiyo
bu şekilde hikayeleri sevenler (bkz: ankara gün ışığı) başlığınada bakabilirler -
33.
+1Hepimiz odamızda isyan çıkmasını bekliyorduk. Bir hafta boyunca yemekler hariç insanların gözü önüne çıkmamaya özen gösterdik. Çünkü hala Bora'yı düşünen garip bakışlara maruz kalıyorduk. Bir kere Caner'e bakmaya gittim. Tıp öğrencisi olarak bildiğim şeyleri anlattım ve acısının azaldığını gördüm. ilginç bir şekilde buna sevinmiştim. Sonuçta, bizi korumak için bu hale düşmüştü. Sonra insanların garip bakışlarına aldırmadan odama döndüm. Salih'i hiç görmedim. Kimsenin onu cezalandırmadığını biliyordum. Bora yokken kimse cezalandıramazdı da. Ama belki de kendi kendisini cezalandırmıştı çünkü seçimlere bile gelmemişti. Berkay'ın bugün yemekte anlattığına göre Bora böyle durumlarda- yani kavga ve yaralamalarda, daha önce cinayet işlenmemiş- iki tarafı da dinler ve suçluyu belirleyerekTümünü Göster
birkaç hafta hapis cezası verirmiş. Daha doğrusu odalardan birine kapatırmış. Ama artık Bora yok. Ve ben isyan çıkmasının an meselesi olduğunu düşünüyordum. Şanslıydık ki, öyle bir şey olmadı. Depodaki insanlar her şeyi farkındaydılar ve kan dökülsün istemediler. Her şeyini kaybetmiş insanların daha fazla üzüntüye dayanamayacaklarına eminim. Aynı ilkokuldaki sınıf başkanı seçimleri gibi, Ozan, Turgut ve Kemal'in başkan olmasını isteyenler onların konuşmalarını dinledikten sonra el kaldırdılar ve Depo için yeni bir başkan seçildi. Kemal kendi konuşmasını yaparken kısa kesti. Dışarıdan bahsetti. Olanları bildiğinden, yaşadığından ve canı pahasına buradakileri koruyacağından. Küçüklerin ve bayanların önceliğinden de. Sıra Ozan'a geldiğinde pek de başarılı konuşamadı. Arkadaşı Bora'nın ölümü onu sarsmaya devam ediyordu. Kendini kürsüde bulunca bile titredi. Ondan önce orada ayakta duran kişi Bora'ydı. Üç aydır çok ölüm görmüştüm ama bu hastalıklı ve korkunç bir düşünce olsa da hiçbiri beni bu kadar rahatlatmamıştı. Güvende olmaya yakın bir duygu hissediyordum. Aylardır ilk defa. Ozan biraz kekeledikten sonra sıra belki de Bora
kadar acımasız olduğuna inandığım Turgut'a gelmişti. Buradaki herkesi tanıdığını, buradakileri koruyacağına söz vermeyeceğini, zaten koruyor olduğunu söyledi. Onları bir başkasının kendisinden daha iyi tanıyıp anlayamayacağını da Kemal'in inadına belirtti. Onu dinleyenlere baktığımda kafasını onaylarca sallayan birkaç kişi gördüm. Kemal'i uzakta gördüğümdeyse sıkıldığını belli eden bir şekilde omuz silkti. Konuşma bitti. Oylar sayıldı.
Kazanan Turgut oldu. Kemal'e oy veren 7 kişi vardı. Ben, Özgür, Alp, Elena, kendisi- evet kendine oy verdi- Sema abla ve Sema ablasayesinde eşi Cenk abi. Bizi çok seviyorlardı. En azından biz hariç birileri de vardı. Ozan üç oy aldı. Kendisi, eski arkadaşı Caner- onu suçlamadım- ve adı Emre olan uzun boylu genç bir çocuk. Seçimleri son anda yakaladığı belliydi, 18 yaşından küçük olanlar sayılmıyordu ve bu çocuk yaşını yeni doldurmuş gibiydi. Ozan hayalkırıklığı bile yaşamadı. Zaten kazanamayacağını biliyor olmalıydı.
Turgut ise geri kalan ve reşit olan herkesin oyunu aldı, iki kişi hariç; Cemre ve Salih. Cemre oy vermemeyi seçti. Salih ise ortalıkta yoktu ama onun oyunu Kemal'e vereceğini biliyordum. Berkay'ın aksine, o çocuk onu kurtarmamıza rağmen hala Turgut'un tarafındaydı. Onunla birlikte Caner'in abisi olan Batuhan, Sezen abla, Aslan, Ferit abi, Kazım abi, Çiçek teyze, Ela abla, Mustafa amca, Seher abla, Cihan abi ve Can da Turgut'a oy vermişti. Turgut'la birlikte 13 kişi sayıldı ve bu sayı bizi neredeyse ikiye katladı. Bu insanlara düşmanlık duymadım, duyamazdım da. Birlikte yaşamak zorundaydık ve haklılardı. Ben de aylardır tanıdığım ve zaten önceki başkanla birlikte yönetimde bulunan birine o
vermeyi tercih ederdim. Ama bu Kemal için üzülmeme engel değildi. Caner'in tekerlekli sandalyesinin yanında dikilirken, uzaktan Turgut'un Kemal'le el sıkıştığını gördüm ve bir şeylerin ters gitmemesini umdum. insanlar yavaş yavaş olayları unutacaktı, burada, aylaklardan uzakta, sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık vs... Ama dertlerim burada
bitmiyordu. Cemre bana uzaktan el salladı ve yanıma doğru yürüdü. Kafamı çevirdim ama kaçmama fırsat kalmamıştı. Gülümsedi. Karşılık vermedim.
"Krem işe yaradı mı?" Kafamı salladım.
"Evet, tekrar teşekkürler."
"Seni iyi görmek güzel fakat Kemal'in seçilememesine üzüldüm." Elini dar siyah pantolonunun arka cebine attı.
"Ben pek şaşırmadım." dedim, konuşmanın bitmesini her zamankinden fazla umuyordum çünkü Caner, ona revirden bulduğumuz tekerlekli sandalye ile yanımızda oturuyordu. Sırf seçimler için ayaklanmıştı ve konuştuğumuz şeyleriduyacaktı, bunu da istemiyordum.
Cemre bir adım daha attı.
"Teklifimi düşündün mü?" Kaşlarını kaldırıp dudaklarını yaladı. Hayır, hayır, hayır...
Bu kız aptal mıydı? Böyle bir konu, şuan, şurada konuşulur muydu?
"Sonra konuşalım mı? Caner'i yatırmalıyım." Ve cevap beklemeden Caner'in sandalyesini arkasından tutup Büyük Salon'un çıkışına doğru itmeye başladım. Cemre'nin arkamdan "Bekliyor olacağım." diye bağırdığını duydum ve Caner'i daha hızlı ittim. Umarım konuştuklarımızı duymamıştı çünkü bir anlam çıkarması uzun sürmezdi. Cemre ile birlikte
yaşıyordu, onun nasıl olduğunu az da olsa bilmeliydi. Odasına az kaldığını fark ettim, boş koridorda yalnızdık.
"Ne teklifi?" Duymuştu.
Harika!
"Bu seni ilgilendirmez." dedim.
"Sen bilirsin." diye cevapladı. imalı konuşmuştu.
Yol bitene kadar hiçbirimiz ağzını açmadı. Özgür'e bir şeyler söyleyebileceğinden korkuyordum. Kapısını açıp onu içeri ittim ve yatağına bile yatırmadan, öylece bırakıp çıktım. Bu çocuğu asla sevmeyecektim.
---
Kapım akşama doğru yavaşça çaldı.
"Merhaba." Gelenin Cemre değil de Özgür olduğunu görmek beni rahatlattı. Karanlık Oda'dan sonra konuşma imkanımız olmamıştı ve ben onu özlemiştim. Kapıyı arkasından kapattığında ayağa kalkıp ona sarıldım. Yatağıma uzandık. Bu gülümseyen yüzü gerçekten
özlemiştim. Tam konuşmak için ağzını açacaktı ki elimi dudaklarına zütürüp onu durdurdum.
"Seni insanların içinde böyle izleyememek çok zor, izin ver de sana biraz bakayım." Gülümseyip birkaç saniyeliğine de olsa sustu. Her şeyden uzakta, aylaklardan, Turgut'tan, ölesiye dayak yemiş Caner'den, korkunç Cemre'den uzakta, sakinleşmenizi sağlayan böyle mavi gözler de vardı ve benim de ihtiyacım olan tek şey buydu. Özgür bu tatsız meseleyi
öğrenmeden Cemre'yi geri çevirmeliydim. Bunu yapmak zorundaydım. Özgür, yine kendisi olup bütün hızıyla konuşmaya başlayınca hafifçe kıkırdayarak düşüncelerimden sıyrıldım. Onun bu halini de seviyordum.
"işte, ben de bunu diyecektim. Biz. Sen ve ben. insanların içinde el ele tutuşabilmeliyiz. Birbirimizi izleyebilmeliyiz. Kaçmamız gerekmemeli."
Şaşkın ifadem karşısında gülüşünü tutamadı. Yüzünü yastığa gömüp kıkırtılarını durdurmaya çalıştı. Sonra durup kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı. ifadesiz olduğumu görünce yüzü düştü, kaşlarını çattı.
"Senin de istediğini sanmıştım." Yatağımdan kalkmaya çalışırken onu kolundan yakaladım.
"Heey, nereye gidiyorsun?" Kolunu sertçe çekti. Üstümden atlayıp ayağa kalktı. Ben de kalkıp belini tuttum.
"Dursana! Özgür!" Kapının önüne geçip ellerimle geçişi kapattım. Gitmesini istemiyordum.
"Lütfen... "
"Geçmeme izin ver." Bizi herkesin bilmesini istiyordu. Ben de istiyordum ama biraz fazla hızlı ve garip geliyordu...
"istediğimizi yapamayız. Kemal abin burada ve ondan izin almalıyız."
"izin mi?" Omuzları aşağı düştü ve devam etti:
"Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Birbirimizi sevmek için izin mi alacağız? Bir de gidip iste oldu olacak." Güldüm.
"izin alacağım, o kadar." Bir adım attım ve elini tuttum. Dudağı hafifçe yukarı kalktığında gözleri de mutlulukla parladı. Elimi sıktı. Dudağının kıvrılan yerini hafifçe öptüm.
"Her şey güzel olacak." Cümlemi bitirir bitirmez sirenlerin çaldığını duydum. Bunlar, Depo'da acil durumlarda çalması için yerleştirilmiş kırmızı alarmın habercisiydiler.
içeride zombi var anldıbına geliyordu. -
-
1.
0Hikayeye devam etmeyecek misin ?
-
1.
-
34.
0Amk sey gibi oldu twdde gleenin ustundeki adami yemislerdi gleen konteynirin altina girmisdi
-
35.
0okurken the last of us oyununu hatırlattı lan vay amk
-
36.
0Çalıntı hikayeyi bile yazamıyorsunuz okuyan varsa söyleyeyim yerini okuyun tek yapacağın ctrl c ctrl v
-
37.
0Caner ve ben üst kata çıkıp camları ardına kadar açtık. Arkamızdan Kemal ve Özgür geldi, silahlarımızı alıp camdan zombileri vurmaya başladık. Aslında gelişigüzel ateş ediyordum. Ama birçok kurşun isabet etmişti. Duvarların üstünden atlamış bize doğru yaklaşmakta olanları tek tek öldürüyorduk. Bir yandan da Caner bize emirler yağdırıyordu.Tümünü Göster
"Kafalarına isabet ettirin, yoksa ölmüyorlar!"
"Kapa çeneni, bunu biliyoruz."
"Önce içeridekileri öldürün! Dikkatli nişan alın!"
Bu çocuk elimde kalacak. Onu da mı vursam acaba?
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Özgür'le olan garip konuşmam yarıda kalmıştı zaten. Bir de bu çocuktan kurtulamamam beni yeterince sinirlendiriyordu. Elime geçen ilk fırsatta onu kovmam, uzaklaştırmam gerekiyordu. Özgür'e doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Ona bağırdığını duydum:
"Senin ateş etmene gerek yok, ben hallederim."
"Ne saçmalıyorsun?"
"Zarar görmeni istemiyorum."
"Susar mısın lütfen? Dikkatimi dağıtıyorsun."
"Arkama geç!" diye bağırdı tekrar. Özgür'ü itip arkasına geçirmeye çalışıyordu. Kemal bakmıyordu, bakamıyordu. Tüm gücüyle ateş ediyordu, bir saniye bile gözlerini kırpmıyordu. Özgür, Caner'in onu iteklemesinden kurtulmaya çalıştı. Ama küçücüktü, karşı koyamıyordu. "Çekil önümden Caner!"
Silahımı indirip yanına koştum. Caner onu koruduğunu sanıyordu ama Özgür'ü tanıdığım sayılı haftalardan öğrendiğime göre o asla korunmak istemezdi. Kendi kendini korurdu. Ve başarısız da olmazdı... Kaçırılma olayı hariç. "Ne oluyor?" dedim. Özgür'ün gözleri gözlerimle buluştu. Bir şey demeden Caner'den kurtuldu ama Caner çoktan
onun silahını ele geçirmişti bile. Bir şey demek için ağzımı açmamla birlikte Caner'in geriye sendeleyip demirlere çarpması bir oldu. "Bir daha ASLA, silahıma dokunma!" dedi Özgür elini ovalarken. Caner'e yumruk atmıştı!!! Özgür'ün hayallerimin kızı olduğunu farketmemi sağlayan bu davranıştan sonra bütün şaşkınlığımla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyorken kendimi Caner'in doğrulması için yardım ederken buldum. Daha birkaç dakika önce ona saldırmayı bizzat kendim düşünüyordum. O da şaşırmıştı. Sol gözünün altı hafiften kızarmıştı bile. Aşağıdan buz istemek için zamanımız yoktu, Caner'in suratının morarması da pek umrumda sayılmazdı açıkçası.
Özgür silahını alıp ateş etmeye devam etti. içeride hiç zombi kalmamıştı ama demirlerden atlamaya devam
ediyorlardı. Bir anlığına durup etrafımdaki insanları inceledim.
Ölmüştü.
içimizde kalan insanlık ölmüştü.
Kimse gözünü bile kırpmıyordu, herkes varıyla yoğuyla ateş edip attığı mermilerin zombileri etkisiz hale getirişini
izliyordu. Hatta bir anlığına Caner bundan zevk bile alıyor olabilirmiş gibi geldi.
Kemal durdu. Önce yorulduğunu sandım. Sonra aklıma geldi, Kemal yorulmazdı. O, hepimizin babası gibi olmuştu
son günlerde. Alp'le oyun oynuyor, benimle dertleşiyor, Elena'yla sohbet edip Özgür'e gözkulak oluyordu. Ne olursa
olsun bizi koruyacağını hissettim. Kimseye güvenemeyeceğimi düşündüğüm, hayattan ve insanlardan tüm umudumu
kaybettiğimi sandığım anda o ve Özgür-ve elbette küçük Alp-bana umudu kaybetmek için erken olduğunu, hala bir aile
olabileceğimizi gösterdi.
Kemal konuşunca herkes durup onu dinledi:
"Korkarım böyle daha fazla devam edemeyeceğiz. Zaman geçtikçe kurşunumuz azalıyor. Kapana kısıldık." Özgür'ün
gözlerinin dolduğunu gördüm. Kemal de fark etmişti.
"Hayır hayır, her şey bitti demedim. Kapana kısıldık dedim. Kapandan çıkacağız."
"Aklında ne var Kemal?" diye sordum. Aylaklara döndü. Onları gözleriyle iyice bir süzdü.
"Gideceğiz. Çiftliği bırakıyoruz." -
38.
0Ozguru neden oldurdun fitratini gibiyim ya caner olseydi
-
39.
0Lan özgürü neden öldürdün olm ya
-
40.
0"Ne-nereye gideceğiz?" diye sordum. Kemal aşağıdaki aylaklara bakarak derin bir nefes aldı. Planı yoktu. Nereye gideceğimizi o da bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Caner bizi umutsuzluğumuzdan kurtarmak için aklınaTümünü Göster
gelen ilk fikri söyledi:
"Depoya gidelim."
"Olmaz." dedim. Özgür'ü kaçıran ve yiyeceklerimizi elimizden alan insanların yanına sığınmayacaktık. Daha iyi bir şey bulabilirdik. "Bekle Savaş. iyi bir fikir olabilir." dedi Kemal. Özgür de gözlerini kısmış bu fikrin ne kadar mantıklı olduğunu tartıyordu.
"Anlamadım, o canilerin yanına gitmektense ölsek daha iyi."
"Bak, Alp'i zaten yeterince tehlikeye attık. Burada bu kadar oyalandığımız yeter. Şu an gidebileceğimiz tek yer Caner'lerin deposu, itiraz etmen bir şeyi değiştirmeyecek, bu insanları uzaklaştırmam lazım."
"Hiç kimsenin size zarar vermeyeceğinin garantisini veriyorum." dedi Caner. Evet evet, gerçekten de çok rahatlamıştım ! Eşyalarımızı 15 dakika içinde toplamıştık. Caner ve Kemal önden giderek içeri girmeyi başarıp kapının yanına toplanmış aylaklar sürüsüne ateş ediyorlar ve yolumuzu açmaya çalışıyorlardı. Ben de en arkadan yürüyüp güvende
olduğumuza emin oluyordum. Özgür, korkudan ölmek üzere olan Alp'i kucağına almış başını okşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Alp'in vücudunun her titreyişinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Küçük bir çocuğun görmesi gerekenden çok daha fazla şey görmüştü. Hızlı adımlarla ahırı geçip kapıya ulaştık. Geçmemiz kesinlikle imkansızdı.
Kapıyı açtığımız an dışardaki ölüler anında üzerimize doğru geleceklerdi.
"Hasgibtir." dedi Kemal. Yumruğuyla kapıya vurdu. Çıkış yolumuz kalmamıştı. Buraya kadardı.
"Hayır hayır... Şimdi değil, şimdi olamaz." diye mırıldandığını duydum Özgür'ün. Alp'i yavaşça yere bıraktı ve kapının yanında yere çöktü. Gözlerini sırf gözyaşları düşmesin diye kocaman açık tutuyordu. Fakat bir işe yaramadı. iki gözünün kenarından da yaşlar süzüldü. Caner ve Kemal'in tamamen umutlarını kaybedip şok olmalarını izledikten sonra birkaç
adım atıp Özgür'ün yanına oturdum. Derin derin nefes alıyordu. Öleceğimizi anlamıştı. Genç hayatının tam da burda sona erdiğini anlamıştı. Uzanıp başparmaklarımın ucuyla göz yaşlarını sildim. Ve onu rahatlatacağını düşündüğüm tek şeyi söyledim:
"Özür dilerim."
"Neden özür diliyorsun ki?"
"Çünkü ağlıyorsun."
"Ağlamıyorum."
"O zaman parmaklarım neden ıslak ve güzel gözlerin neden kıpkırmızı?"
"Biraz duygulandım sadece. Hem, sebebi sen değilsin. Asla gereksiz yere özür dileme."
"Keşke seni gülümsetebilseydim." Bu dediğimi duyunca sessizleşti. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı. Seni anlayamadan öleceğim." dedi.
"Ölmeyeceksin... diyemediğim... için... özür... dilerim... " Ağzımdan bu kelimeler zar zor çıktı. Ona sarılmak, saçlarını koklamak, avutmak istiyordum fakat durumu kabullenmiştim. Beni duymamış gibi cevap verdi:
"Ama zaten seni asla anlayamayacaktım, değil mi?"
Elimi dizinin üstünde birleştirdiği ellerine koydum. Yüzü gerildi. Bana hala bakmıyordu. Dümdüz ileriyi seyrediyordu. Ama elini çekmedi. Diğer elimle de çenesinden tuttum, gözlerime bakmasını istiyordum. Kendime çevirdim. Gözyaşları gittikçe daha çok birikiyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.
"Savaş, ben-"
"Şşşt... Lütfen ağlama. Çünkü sen her ağladığında kuşlar şarkı söylemeyi kesiyor."
"Ama biz-"
"Özgür, senden son bir şey isteyebilir miyim?"
iyice ağlıyordu artık. Ağlarken bile güzeldi. Her ne kadar onu izlemek istesem de ağlamasını istemiyordum. Evet anlamında kafasını salladı. Ona yaklaştım. Ve fısıldadım:
"Bana sarılabilir misin?"
Durdu. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan bana baktı. Acaba beyninden neler geçiyordu?
O an aklını okuyabilmeyi o kadar çok istedim ki.
Dizlerinin şeklini bozup bana doğru biraz daha kaydı. Kollarını açtı ve beni kucakladı. Dünyadaki en güzel hissi yaşatmıştı bana yine. Yumuşak, sanki annem gibi. Kırılgan, Masal gibi. Sanki... Sanki benim gibiydi. Kafamı saçlarına gömdüm ve o tarifsiz kokusunu içime çektim. Bu an asla bitmesin istedim. Bir saniye.
Aklıma bir şey gelmişti. Özgür'ün kollarından apar topar kurtulup ayağa fırladım. Ah, neden daha önce düşünememiştim ki? Koşup Kemal ve Caner'in durduğu yere gittim. Özgür arkamdan ne olduğunu soruyordu. Kemal'in omzunu sarstım.
"Bitmedi. Bitmiyor. Bir fikrim var."
"Ne?" diye sordu Caner. Elena ve Alp de yanımıza gelmişti. Ölmeyi kabullenmiş insanlara ölmeyecek olma ihtimallerini söylediğinizde, gerçekten de suratınıza çok farklı bakıyorlar.
"Beni takip edin." dedim ve çiftlikten içeri doğru büyük adımlar atmaya başladım. -
41.
0"Neden burdayız?" diye sordu Özgür."Şşşt, onları korkutacaksınız." dedim ve elimle susmasını isteyen bir işaret yaptım. Çizliğin çok fazla zaman geçirmediğim bir bölümündeydik. Lamalarla aramızda tahtadan yapılmış kocaman bir kapı vardı. Herkesin sessizce peşimden gelmesi hoşuma gitmişti. ilk defa beni lider olarak görüp beni takip etmişlerdi. Bu iş Kemal'e aitti, bunu biliyordum ve bir şikayetim de yoktu elbette. Ama yine de dikkat edilen kişi olmak hoştu işte. Hayatının %50'sini ders çalışarak, %30'unu resim karalayarak, kalan %20'sini de ailemle takılarak ve biraz da olsa arkadaşlarımla ilgilenerek geçirmiştim. Ailem normal yaşantısındaydı. Öyle abartarak anlatacağım maceralı bir hayatım olmamıştı. Ne içkisi elinden düşmeyen annemin eve attığı erkeklerle uğraşmam gerekmişti ne de kız kardeşimin uyuşturucu problemiyle. Kendi halimizde yaşamıştık işte. Bu olayların başlaması, onca kan, vahşi olaylar... Beni belki de kan görmekle bir sorunum olmadığı için, belki de sınırlı sayıya sahip arkadaşlarımın sürekli bahsettiği videoTümünü Göster
oyunlarına alışık olduğum için öyle fazla etkilememişti. Fakat aramızda iki bayan, bir de küçük çocuk vardı. Dayanabilecekleri şeylerden çok daha fazlasına dayanmışlardı bile. Bu yüzden akıllıca düşünüp onlara yardım etmek bize düşüyordu. Lise ve üniversite öğretmenlerimin ortak fikrine göre zeki bir çocuktum. Pek ukala bir tip olmasam da
normal bir insandan akıllı olduğum bir gerçekti. Tıp okulunu kendimi parçalayarak değil de beynimi kullanarak kazanmıştım. Çok konuşmamam ya da sosyal bir hayatımının olmaması, olaylar karşısında eli kolu bağlı kalacağım anldıbına gelmiyordu. Benim de fikirlerim vardı. "Savaş... " dedi Kemal. "Umarım düşündüğüm şeyi düşünmemişsindir."
"Ne düşündüğüne bağlı." dedim krem rengi lamayı okşarken. Hayvan bana tükürecek diye korkmuyor değildim. Fakat dışarıda çok daha korkunç yaratıklar vardı. Bunlar bizim tek çaremizdi. Özgür bana garip garip bakarken aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olmalıydı. Lamayı okşamaya devam ederken Alp'in hızla arkamdaki lamanın üstüne atladığını gördüm. "Harika bir şey!" dedi sarışın çocuk. Tüylü hayvana kollarını sımsıkı sarmıştı. Eğer bu ilginç hayvanlar bizi yarıyolda bırakmazlarsa aylakları böyle atlatabilirdik. Aramızda çok şişman biri olsa belki onu taşıyamazlardı fakat kilolu biri
yoktu aramızda. Özgür'ün lamaya binmesine yardım etmek için bir adım atmıştım ki Caner'in benden önce davranmış olduğunu gördüm. Özgür'ü kalçalarından tutup itiyordu. Gidip müdahale etmek istedim fakat çok yanlış bir zamandı. Özgür de çok zorlanmadan binmişti zaten. Ben de seçtiğim bir lamaya atladım. Kötü kokuyordu, Özgür'ün saçlarını koklamayı tercih etsem de, henüz böyle böyle seçeneğim yoktu. Önce onları kurtarmalıydım. Nihayet ahırdan çıkıp yavaş yürüyen lamalarla çizlik kapısına ilerledik. En önde ben vardım. Hayvanı anlamaya çalışıyordum. Ani hareketler yapmadan ilerliyordum fakat biyoloji dersinde yaptığım araştırmadan hatırladığım kadarıyla bu hayvanların zıplıyor olmaları gerekiyordu. Bu şekilde zombileri atlatamazdık ki. Caner inip koşarak kapıyı açtı. Tekrar lamasına atladı. Kapı açılır açılmaz, aynı filmlerdeki sahneler gibi bir görüntüyle
karşılaştık. Çirkin yaratıklar karşımıza dizilmiş üstümüze doğru geliyorlardı. Yüzlercesi bize doğru yürüyordu. Hiç bu kadar yanyana görmemiştim. Bazıları henüz çürümemiş, bazıları kanla kaplanmış, kırmızı sıvıyı ellerinden kollarından akıtarak üstümüze yürüyor, bazıları da bacaklarını kaybetmiş sürünüyordu. iğrençti. Elena'nın öğürdüğünü duydum.
Sağ çaprazımda duran Özgür'ün korkmuş ifadesini görünce ona güven vermek için bir bakış attım. Sanırım görmüştü. Yüzündeki ifade biraz daha rahatlarken tekrar aylaklara döndüm. Yüzlerce zombiye karşı, lamalara binmiş 6 kişiydik. O an fark etmiştim, ne kadar şansımız olabilirdi ki?
Eğildim ve lamanın kulağına fısıldadım:
"Beni yarıyolda bırakma. Sana güveniyorum."
Lamayı okşadım ve sırtına doğru hafifçe vurdum. Daha hızlı ilerlemeye başladı. Aslında yaptığımız şey çılgıncaydı. Lamalara binmiş, bizim etimizi kemirmek isteyen canavarlara doğru koşuyorduk. Arkama baktığımda diğer lamaların da koştuğunu gördüm. Zombilere iyice yaklaştık. içlerinden geçmeye başladığımızda elleriyle bacaklarımı çekiştirdiler.
Lamanın boynuna iyice yapıştım. Adrenalini mi algılamıştı bilmiyorum ama lama da zıplayıp bağırmaya başlamıştı. Üzerinde durmakta zorlanıyordum ama yere düşsem anında parçalara ayrılıp yeneceğime emindim. Bir kısmını geçmiştik. Zombiler biz yanlarından geçtikçe arkalarını dönüp tekrar bize doğru yürüyorlardı. En azından yavaşlardı.
Yetişemiyorlardı. Tam çok az kaldı, kurtulabiliriz derken Özgür'ün çığlığını işittim ve afalladım. Boğazı yırtılana kadar bağırmıştı. "Özgüüüür!" diye bağırdım arkama doğru. Cevap gelmedi. "Özgür! Cevap ver bana." Yine ses gelmedi. Durdum. Silahımı cebimden aldığım gibi yere atlayıp ona doğru koşmaya başladığım. Yere düşmüş, üzerine atlayan zombileri itmeye çalışıyordu. Ben de aralarından geçerken saldıranları yumrukluyor, silahımla kafalarına vuruyordum. O korkuyla bunlar saniyeler içinde olmuştu. Ne kadar hızlı koştuğumu sonradan fark ettim. Özgür'e ulaştığımda birkaç saniyeliğine hiç hareket ve ses göremedim. Özgür onu itmeye çalışmıyordu. Bağırmıyordu. Bitmişti. Çok geç kalmıştım.
Ölmüştü.Özgür ölmüştü. -
42.
0Wattpad den okuyun adı bile aynı aq
-
43.
0Bora, hiç beklemediğim bir şekilde dizlerinin üstüne düşerken içeri daha önce depoda yalnızca birkaç kez gördüğüm ama bana hep tanıdık gelmiş olan 30'lu yaşlarında biri girdi. Siyah saçlı, uzun boyluydu. Ama depoda görüşmemiz haricinde onu hiç görmediğime de emindim. Elinde silahıyla içeri dalmıştı ve Caner'i öldürmek üzere olan Bora'yıTümünü Göster
vurmuştu. "huur çocuğu... " Bora'nın sesi yavaşça yok oldu ve yere yığıldı. içeri giren adam hemen Caner'in üstüne atladı ve iplerini çözmeye başladı.
"Burada ne işin var?" diye sordu adama Caner. Zar zor konuşuyordu.
"Seni ölüme terk edemedim. Herkes zaten yeterince korkuyordu." Kolları çözülmüştü. Ayaklarını da çözdü. insanların bizim Karanlık Oda'ya kapatıldığımızı görünce ya da duyunca ne hissettiklerini merak ettim. Alp, Elena ve burada
tanıştığımız diğer kişiler... Ne hissetmişlerdi? Salih onları durdurmaya çalışmış mıydı? Ya kurtardığımız diğerleri, Cemre ve Berkay?
"Beni kurtarmana ihtiyacım yoktu." dedi Caner sinirle. Kegib kegib nefesler alıyordu.
"Belli."
"Hayatımı mahveden kişi de sensin zaten. Bıraksaydın da ölseydim."
Aralarında ne yaşandığını merak etmiştim. Adam Özgür'ü de çözdü. Özgür koşarak önce Kemal'in ellerini sonra da benimkileri çözdü. Ben kurtardığım ellerimle bacağımdaki ipleri çözmeye çalışırken Ozan'ın yerde yatan Bora'ya eğildiğini ve nabzını kontrol ettiğini gördüm.
"Ölmüş." dedi. Karşıya, boşluğa baktı. Neden böyle yaptığını bilmiyordum. Ne düşünüyordu ki? Üzülmüş mü yoksa sevinmiş mi olduğunu anlayamıyordum. Bize yardım etmeden, hatta ağzını bile açmadan kalktı ve Karanlık Oda'dançıktı. Bora ölmüştü. Başımızdaki adam.
Şimdi ne olacaktı?
Açıkçası filmlerdeki gibi bir isyan bekliyordum. Otorite bozulunca birileri ayaklanır, birileri öldürülür. Bunun bizden biri olmamasını umdum. Birbirimize sarıldıktan sonra Caner'i diğer adamla kucakladık. Odadan çıktık.
---
Caner'i o halde görenler kapıdan çıkar çıkmaz ya çığlık atmışlar ya da koşarak yanımıza gelmişlerdi. Onu yatağınayatırdık. Alp yanımızda bitmişti. Özgür'ün kucağına atladı ve Kemal'e sarıldı. Özgür'ün saçlarını sorduğunda Özgür susmuştu.
"Size yardım ederek büyük bir aptallık etti." diye söylendiğini duydum adamın. Kendi kendine konuşuyor gibi yaparak aslında bana söylüyordu.
"Bizi kurtardı. Ayrıca, sen kimsin?" dedim. Birinin bu soruyu sorması gerekiyordu. Bora'yı öldürmüş olsa da böyle
konuşamazdı. Bizi tanımadan atıp tutması canımı sıkmıştı.
"Adım Batuhan. Caner'in pek bahsetmekten hoşlanmadığı abisiyim."
işte. Ben de bunu bekliyordum.
"Hoşlanmamasına çok şaşırdım gerçekten." dedim ve kendimi kendi iğnelememe gülmemek için tuttum.
"Bence gidin ve Caner'i bir süre yalnız bırakın. Sizin yüzünüzden bu halde."
Daha fazla diretmedim. Çocuğun iyileşmesini istiyordum. Burada kalıp Batuhan denen herifle tartışacak halim de yoktu. Yorulmuştum. Özgür'ü belinden tutup dışarı çıkardım. O da endişelenmişti ve ben Caner'le bu kadar ilgilenmesine bir şey diyemiyordum. Ondan o şekilde hoşlanmadığını, sevdiği kişinin ben olduğumu bilsem de bir yanım bu kadar yakın olmalarını istemiyordu. Odama gittim. Kemal, Ozan'ı bulmaya ve depodaki insanların 'geleceğini konuşmaya' gitmişti. Bora öldüğüne göre, bunu insanlara açıklayıp yeni bir başkan seçilmesi gerekecekmiş ve ben bunun için kimlerin aday olacağını biliyordum;
Turgut, Ozan ve Kemal. Depoda kimse Kemal'i tanımadığı için onu seçmek istemeyeceklerdi elbette ama bu kadar çok insanı idare edebilecek bir tek o vardı ve Kemal belki de Ozan'la Turgut'u ikna edebilirdi. ikna etse iyi olurdu. Yatağıma uzandım. Uykumu uzun zamandır alamıyordum. iple bağladıkları yer kaşınıyordu, kıpkırmızı olmuştu.
Çekmeceleri karıştırıp merhem bulmaya çalıştım.
"Merhaba." irkildim. Arkamı döndüğümde kapıda Cemre dikiliyordu.
"Merhaba." Onunla daha önce pek konuşmamıştık. Sadece Salih, Berkay ve onu kurtardığımızda minivanda biraz sohbet etmiştik. Diğerlerinin aksine, onları kurtardığımız için teşekkür ettiğini hatırlıyordum.
"iyi olup olmadığına bakmaya gelmiştim." dedi. Bileklerimi gösterdim.
"Sürecek bir şey arıyordum."
Elini cebine atıp bir krem çıkardı. Açıkçası o, cebinde krem, nemlendirici falan bulunduran kadınlara pek benzemiyordu. Dar, siyah, askılı ve göğüslerini belli eden bir şey giyiyordu, altında da asker desenli bol bir pantolon vardı. Cebinde çakı falan taşıdığına emindim. Ama krem, ayna gibi şeyler... Sanmıyorum. Sonuçta Salih'in anlattığına göre başarılı bir polisti. Odama girdi ve kapımı kapattı.
"Pek sevilmiyorsunuz. Burada olduğum bilinmese daha iyi." Kremi parmak ucumla bileğime yaydım.
"Bora'ya tapıyor musunuz?"
Gülümsedi ve yatağıma oturdu.
"Ben değil. Ama bir çok kişi saygı duyup severdi. Kabullenmeleri kolay olmayacak. Ama daha önce de birileri ölmüştü, atlatırlar." dediği şey beni rahatlatmıştı. Gülümsedim ve teşekkür ettiğimi anlamasını umdum çünkü ağzımı açacak halim yoktu. Ve umarım bir an önce giderdi.
"Odan güzelmiş. Alıştın mı?" diye sordu. Kafamla 'şöyle böyle' işareti yaptığımda gülümsedi.
"Benimki de bu koridorda. Yalnız kalıyorum."
Bu... Ne demekti? Ne anlamalıydım?
Gözlerimin şaşkınlıkla kocaman açıldığına ve ağzımın bir 'o' şeklini aldığına emindim.
"Sıkılırsan... " Krem rengi nevresimin üstünde kayarak yanıma yaklaştı ve devam etti:
"Ziyarete gelebilirsin." Gittikçe yaklaşıyordu. Belki şaşkınlığımdan belki de neden böyle bir şey yaptığını merak ettiğimden yerimden kımıldayamıyordum. Burnu burnuma dokununca verdiği nefesi duydum. Bir saniye duraksadı, tepki vermediğimi görünce dolgun dudaklarını benimkilerin üstüne bastırdı. Ateşli bir öpücük değildi, dilinin sıcaklığını
hissetmedim. Sadece davetkardı. Fazlasıyla. Ve böyle bir kadının bu öpüşten daha fazlasını yapabileceğine eminim.
Özgür. Özgür'e ihanet mi ediyordum?
Cemre, yumuşak dudaklarını birkaç saniye sonra çekti. Dudakları hariç hiçbir şekilde temas etmemiştik. Ne beni istediğini gösterir bir şekilde çeneme dokunmuştu ne de parmaklarını saçlarımın arasına daldırmıştı. Sadece... öpmüştü. Bir öpücük. Bir gösteri.
Uzaklaştı. Yüzüme kısacık baktı ve ayağa kalktı. Yavaşça kapıma doğru yürüdü ama asla arkasına bakmadı, kapıyı açıp çıktı ve beni kendi pişmanlığımla, kendi sorularımla delirmeye bıraktı. Artık bir sorunum daha vardı ve bu sorunun adı çok güzeldi: Cemre. -
44.
0Özgür ölmedi oly be oly
-
45.
0"Hazır mısın?"Tümünü Göster
"Eğer onun bir teline bile zarar gelirse... Seni öldürürüm. Buradaki herkes duysun ki seni öldürürüm." Bora elinde bıçakla Özgür'e doğru yürüyordu. Dediklerimi duyunca güldü.
"Sakin ol, pgibopat değilim. Sadece unuttuğunuz asayişi hatırlatacağım." dedi. Elimi kolumu bağlayan ipleri umursamadan onlara sürünmeye çalıştım. Gözlerim Kemal'e değince onun da aynı şeyi yapmaya çalıştığını gördüm. Ozan kollarını bağlamış, metal sandalyelerden birinde oturuyordu. Kaşları çatılmıştı ve bize bakmamak için gözlerini bütün duvarlarda yavaş yavaş gezdirmişti. Caner ise hala baygındı. Yüzü morluklarla doluydu. Gri tişörtünün kan damlamış yerleri siyahlaşmıştı. Ona acıdım. Kendi dostlarına bunu yapanlar kim bilir bize neler yapabilirdi?
"Yanlış yaptınız." dedi Bora
"Minivanı çalan Caner'di." diye bağırdım. Özgür'den birkaç adım uzaklaşıp bana doğru geldi.
"Siz de kullandınız. Ben yasaklamama rağmen, minivanı da alıp gittiniz."
"Hayatta kalamazdık!"
"Umrumdaymış gibi görünüyor mu? Buradaki herkesi eşit mi sanıyorsunuz? Kimse eşit değil. Bana yakın olanlar şanslı. Caner de bunu biliyordu, benimle dost olmuştu, ama bir aptallık yaparak vicdanını dinledi ve size yardım etti. Şimdi acı çekiyor. işler böyle. Dünya eskisi gibi değilse biz de değiliz. Gerçek bu. Kendinden başkasını düşünen acı
çekmeyi hak etmiş demektir. Minivanı zütürdüğünüzde ya burada bir şey olsaydı?"
"Lütfen... Özgür'e dokunma." dedim. Sesimin titrediğine emindim. Kemal'in bu halimi görmesine izin veriyordum.
"Dünyayı taktan bir salgın ele geçirmişken, neden küçük bir kızı umursuyorsun?" diye sordu Bora gözlerini kısıp.
Dudağının çok ama çok hafifçe yukarı kıvrıldığını gördüm.
"Ona dokunma. Buradaki herkes üzerine yemin ederim ki kendi ellerimle öldürürüm seni."
"Neden ama?" diye sordu daha da fazla gülümserken. Geriye doğru birkaç adım atıp Özgür'ün yanına gitti. Elindeki kasap bıçağını metal masaya bıraktı ve masadaki çantayı açıp parlak bir nesne çıkardı. Makas. Böyle bir durumda sanırım çok daha fazla kötü olabilecek bir şey görmediğim için mutlu olmam gerekiyordu.
"Bora, bırak da medeni insanlar gibi konuşalım. insanlığımız da ölmedi ya." Tahmin ettiğiniz gibi bu sesin sahibi Kemal'di. Her durumda olduğu gibi soğukkanlılığını yine koruyordu. Ama, lütfen şaka olduğunu söyleyin, medenilikten insanlıktan falan bahsediyordu. Ah Kemal abi, keşke işler böyle kolay olsa. "Yanlış," dedi Bora, biraz duraksayıp devam etti: "insanlığımız da öldü." Ve elindeki makası kaldırıp Özgür'ün güzel,
dalgalı, karamel rengi saçlarını kesti. Özgür gözlerinden akmak için onunla savaşan yaşlara teslim oldu. Derin derin nefesler alıyordu. Bir kız için bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilemezdim. Masal küçükken annem zorla saçlarını kestirdikten sonra saatlerce ağlardı. Neden bu kadar üzüldüğünü sorup alt tarafı saç olduğunu söylediğimde bana bağıran sinirli yüzünü hala hatırlarım.
"Bunun benden KAÇ YIL ÇALDIĞI HAKKINDA BiR FiKRiN VAR MI SENiN???"
"Uzar ki birkaç aya."
"Sen... Lanet olsun kes sesini!"
işte bu yüzden, üzerinde bırakabileceği etkiyi anlamıştım.
"Kuaförlüğümü beğendiniz mi?"
Yerimde duramadım ve iplerle sıkılmış bacaklarımı ona doğru rastgele savurdum. isabet bile etmemişti ama bu beni durduracak değildi. Kendi kendime debelenmeme kıs kıs gülmüştü.
Caner'in gözleri açıldı. Birkaç saniye nerede olduğunu, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Herkese tek tek baktı. Gözleri Özgür'ü bulunca kısılıp bir çizgi haline dönüştü. Yerdeki saçlara baktı. Sonra da tiksinerek Bora'ya.
"Günaydın, günışığı." dedi Bora sırıtarak. Bizi cezalandırmak zorunlu olarak yaptığı bir şeydi ama bundan hastalıklı bir halde zevk de alıyor gibiydi. Caner doğruldu.
"Eskiden hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğunu sanardım, Bora, ama şimdi hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğuna eminim."
Bora hemen yanında bitti ve karnına bir tekme geçirdi. Ozan'ın yüzünü buruşturduğunu gördüm. Ne olursa olsun, arkadaşına böyle davranılması sinirine dokunuyor olmalıydı. Öyleyse Caner'i dövüp bu hale getiren kimdi? Turgut olabilirdi.
"Ağzımızı toplasak iyi olur. Bu odada bulunma amacımızı umutmayalım."
"Asıl şaşırdığım şey, Savaş ve Kemal'e bir şey yapmaman ama küçücük bir kızın saçını kesmen. Tek yapabildiğin bu mu? Eli kolu bağlı bir kızın saçını kesmek?"
Caner cesaret göstergesinin sınırlarını zorlayan bu konuşmasından sonra karnına ve bacaklarına tekmeler yemeye devam etti. Bora tüm gücüyle vuruyordu ama Caner susmuyordu.
"Ne oldu, korkaklığını kimse yüzüne vurmamış mıydı?"
"Kapa çeneni!"
"Herkesin sana taptığını sanıyorsun değil mi? Seni bir büyük olarak görüp saygı duyduklarını? Ben sana acıyorum Bora. Çok acıyorum." Tekmelerle inlemeye devam etti. Bora onu her tarafı kan olmuş tişörtünden tutup kaldırdı ve duvara vurdu.
"Sus diyorum."
"Ozan da bırakır yakında seni. Peşinde dolaşıp köpek gibi salyasını akıtıyor."
Bora bu lafan sonra kaşlarını iyice indirip Ozan'a baktı. Ozan 'beni karıştırmayın' der gibi bakıyordu. Bora yine Caner'i yakasından kaldırdı ve yüzüne bakmaya zorladı.
Caner artık ölmek üzereydi. Mahvolmuştu. Tükeniyordu. Bu halde kalsa kan kaybından en fazla birkaç saat dayanabilirdi. Ona bir şey olursa depodaki insanların hayatında çok da fazla şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Kimse Bora'nın korkusundan üzülemez, kimse itiraz edip baş kaldıramazdı. Ama yine Caner'in bile sevenleri vardı. Mesela
Özgür, o üzülürdü. Salih de onu seviyor gibiydi. Ozan da kimseye belli etmese bile içten içe üzülecekti. Hatta belki ben bile. Biraz. Ama şuan elim kolum tam anlamıyla bağlıydı. Yapabilecek olsam, gerçekten yardım ederdim ama yapamıyordum. Beyaz zemin iyice Caner'in kanına bulanıyorken kimse ağzını bile açmadı. Bunu neden yaptığını da
bilmiyordum ki. Belki de bizi korumak için yapıyordu. Belki Özgür'ü görünce Bora'nın ona zarar vereceğini düşünmüştü. Belki de ona aşıktı.
"Neden uğraşıyorum ki?" dedi Bora ve bir anda durdu. Caner'i bıraktı. Ve pantolonun arkasına sıkıştırdığı silahı çıkardı. Özgür'ün ağlamaları, Kemal'in ortamı yatıştırma çabalarıyla karıştı. Eskiden kurbanlık hayvanları kesmek için kullanılan odada her şey yavaş çekimde gerçekleşiyor gibi olmuştu. Ozan, Bora'yı tutmak için bir adım attı ama herkes
onu durdurmak için fazla uzakta olduğunu biliyordu. Bora, "Seni öldüreceğim!" diye bağırırken kafayı yemiş, akıl hastanesinden kaçmış hastaları andırıyordu. Silahını
yerde kanlar içinde yatan Caner'e doğrulttuğunda Caner'in yüz ifadesi biraz olsun bile değişmemişti. Çünkü ölümü zaten hepimiz gibi o da bekliyordu. Beklemeye alışmıştık. Her an olabilirdi. Bir yerden bir aylak çıkıp hepimizi ısırabilirdi. Ölmeye şu kadarcık yakındık
ama cinayetimizin kendi türümüzden biri tarafından olmasını beklemiyorduk. incecik bir ip gibiydi hayat. Caner'inki kopuyordu. Yavaş yavaş hepimizin ipi kopacaktı.Bir silah sesi hepimizi yerinden sıçrattı.
başlık yok! burası bom boş!