-
26.
+1Alnımdaki silahın soğukluğu bir anda titrememe neden oldu. Tamam, kabul, beklediğim tepki bu değildi. Kızacağınıdüşünüyordum ama minivanını ödünç aldık diye alnımıza silah dayamaya kalkacağı aklıma gelmezdi. Berkay, Salih ve Cemre'yi gördüğüne sevinmiş bile görünmüyordu Bora. Ya da getirdiğimiz yiyeceğe. Diğer elinde de diğer silahınıTümünü Göster
tutuyor, Caner'e nefret kusan bakışlarla bakıyordu. Caner ellerini yukarı kaldırdı. Bir şeyler söylemek istedi ama Bora izin vermedi. Burada işlerin nasıl yürüdüğüne dair bilmem gereken çok şey vardı sanırım. "Yürüyün." dedi Bora. Yanında Ozan'ın da dikildiğini ve Kemal'e silahını doğrulttuğunu gördüm. Biraz arkaya baktığımda Turgut'u da gördüm. Yüzünde Ozan'ınkinden farklı bir ifade vardı. Ozan kalpsizce bakarken, Turgut daha
çok "Üzgünüm, sadece bana denileni yapıyorum." der gibi bakıyordu. Gözlerimi hafif çevirip Özgür'ü yokladım. Korkmuş görünüyordu ama daha genç bir kız olduğu için onu aynı şekilde karşılamamışlardı. Onlara arkadaşlarını geri getirmiştik, sinileriyle bunu bile görmezden gelebiliyorlardı. Ayrıca Ozan, Özgür'ü kaçırdıklarında veda ederken ona
sarılmıştı. Şimdiyse bizi itekleyerek içeri sokuyorlardı. Girdiğimizde bütün depo halkının girişte bizi beklediğini gördüm. Bora onları bizim davranışlarımız karşısında aldığımız cezayı görmemiz için çağırmış olmalıydı. Bora... Kalabalığın karşısında ayakta durduk. Alp'le göz göze geldik. Çenesi gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Gözlerinde korku vardı. Diğer insanlara baktım. Çiçek abla, Mustafa amca... Hepsi şaşkındı. Bir gün içinde geri döndüğümüze mi, minivanı çaldığımıza mı, Salihlerin takımını geri getirdiğimize mi yoksa hayatta kalmayı başarabildiğimize mi şaşırmışlardı, bilmiyordum. Ama o kadar insanın karşısına bu şekilde silah zoruyla çıkmak küçük düşürücüydü. "Siz kendinizi ne sandınız bilmiyorum ama burası BENiM evim!" diye bağırdı Bora. Karşımdaki insanların bazıları ben,
Caner, Özgür ve Kemal'e acıyarak bakıyorlar, bazıları da arkamızda durmuş Bora'yı sakinleştirmeye çalışan Salih ve Berkay'ı izliyordu.
"Bora, bırak da konuşsunlar."
"Gittiğinden beri kuralları unuttun sanırım. Kapat o çeneni ve yapacaklarımı izle." dedi Bora Salih'e. Salih bir adım geri çekilde ve bir daha konuşmadı. Cemre'nin depodaki arkadaşlarına sarılmak için koştuğunu gördüm. Herkes onları öldü sanmıştı. En azından Cemre seviliyordu. Onlar kucaklaşırken tekrar Özgür'ü kontrol ettim. Bir bana bir Kemal'e bir de Caner'e bakıyor, olacakları kestirmeye çalışıyordu. Bora 'yapacaklarım' derken neyi kastetmişti acaba?
Doğrudan gözlerime baktı. Sanırım yapacaklarını şimdi öğrenecektik.
Ozan'a başıyla bir hareket yaptı. Ozan yavaşça onaylarken kafamın arkasında bir acı hissettim. Özgür'e bakmaya çalıştım fakat gözlerim kararmıştı, kafamı nereye çevirsem renkli noktalar görüyordum. Bacaklarımın kontrolünü kaybetmiştim. Yere düşerken Bora'nın az öncekine göre biraz daha sakinleşmiş sesini duydum:
"Burada, depoda, kurallara uymayanları kendimizce cezalandırırız. Karanlık Oda'yla tanıştığınızı sanmıyorum. Ozan, lütfen onları odaya zütür."
---
Kulaklarımı tiz bir çığlık tırmaladı. Hareket etmeye çalıştım. Bir yere oturtulmuştum. Bacaklarımı hareket ettiremiyordum. Kollarımı da. Gözlerim karanlığa alıştığında küçücük bir ışık vücudumu görebilmemi sağladı. Bağlanmıştım. Kollarım da bacaklarım da iplerle bağlıydı. Soğuk, beyaz zeminde oturuyordum. Neden depoda böyle bir yer vardı,
bilmiyordum ama burada daha önce neler yapıldığını kesinlikle öğrenecektim.
Neler olduğunu hatırlamaya çalışırken kafamın arkasının sızladığını hissettim. Kolumu zütürüp ovalamak istiyordum ama bırakın ellerimin serbest olmamasını, yerimden kıpırdayamıyordum bile. Belim de ağrıyordu. Ne kadar zamandır burdaydım acaba?
Özgür? Özgür nerde? Çığlık tekrar duyuldu. Kız sesiydi. Karanlığa doğru baktım ama etraǓa küçücük bir noktayı bile görmeye yetecek kadar ışık yoktu. Ne yapacağımı bilemeden, küçücük bir umutla karanlığın içine doğru seslendim:
"Özgür?" Cevap beklediğim süre olan bir saniyenin onda biri, sanki yıllar gibi gelmişti.
"Savaş?"
"Burdayım. iyi misin?"
"Ah, Savaş!" Birkaç tıkırtı duydum. Sonra onun arkasından tak tak sesleri...
Tak, tak, tak...
Sandalyesiyle birlikte yanıma yaklaşmak için zıplayan birini görür gibi oldum. iyice yaklaşınca seçebildim.
"Lanet olsun. Özgür... " Tahta bir sandalyeye bağlanmıştı. Gözünün altında, sol elmacık kemiğinin üstünde ortası hafifçe sarılaşmış bir morluk vardı.
"Bunu kim yaptı?"
"Ozan sana vurduğunda... Dayanamadım. Ona saldırmaya çalıştım."
"Onu öldüreceğim... Onu mahvedeceğim... " Evet, bu uzun zamandır aklımda olan bir şeydi.
"Savaş... " Sandalyesini yavaşça eğdi ve koluyla omzuma sürtündü. Başımı karnına koydum.
"Başka bir şeyin yok, değil mi?"
"Yok. Sen nasılsın?"
"Sinirli. Öfkeli." dedim. Burnumdan hızlı hızlı nefesler almayı durduramıyordum. Bora ve Ozan. Onları öldürmeliydim. Şuradan çıktığım anda. Elime geçen ilk öldürücü aletle.
Neler söylüyorum? Bora ya da Ozan'ın beni duyabilecek bir yerde olmasını umarak bağırdım:
"Aptal herif! Buradayım. Hadi, yüzünü göster!"
"Savaş, iyi misiniz?" Gelen cevap Kemal'dendi. Demek o da buradaydı.
"iyiyiz."
"Caner de burada. Ayağımın ucunda. Kötü dövmüşler sanırım. Daha ayılmadı."
"Onun yüzünden buradayız." Doğruydu. Minivanı o çalmıştı. Bu lanet karanlık odada olmamızın tek suçlusu oydu. Ama belki çalmasaydı hayatta olmazdık. Bu adama karşı nasıl davranmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Aynı Kemal'in etrafındayken Özgür gibi. Ama şuan karanlıktaydık ve Kemal, Özgür'ün kucağına yattığımı göremezdi. Bir ses duydum. Galiba kapı açılmıştı.
"Uyanmışsınız."
Bora. içeri doğru yürüyordu.
Kör bir insan gibi, yapılan işleri seslerinden anlamaya başlamıştım. Anlayabileceğim şeyler yaptığı sürece şikayet etmeyecektim.
"Ozan. Işıklar." Işıklar teker teker açılırken gözlerimi kıstım. Görüşüm netleştiğinde kendimi toparlayıp etrafa bakındım. Işıklar açıkken, adının aksine Aydınlık Oda'ydı burası. Etraf bembeyaz fayanstı. Duvarlar, zemin, tavan. Beyazlığı bozan tek şey, kenarlardaki demir masalar, sandalyeler ve tavandan aşağı sarkan askılardı. Burası... Mezbahayı andırıyordu.
Daha dikkatli bakınca masaların üzerindeki kırmızı lekeleri gördüm. Burası tam anlamıyla mezbahaydı. Kafamı çevirip Bora'ya baktım. Aklımda bir sürü soru vardı. Neden suçlu Caner'ken biz de buradaydık? Bize ne yapacaktı? Ne zaman bırakacaktı? Neden bu kadar sinirlenmişti? Ama kafamı ona çevirince elinde gördüğüm cisim yüzünden sorularımı bir anda unuttum. Elinde kasap bıçağı tutuyordu. -
27.
+1Annem ağlamasını durdurmaya çalıştı. Omzuna dokundum. Artık ne olacağını bilmiyordum. Umrumda da değildi. Burada onlarla birlikte ölmek, ölmezsem duyabileceğim acıyı unutmak istiyordum. Ben bunları düşünürken annemin kucağında teni neredeyse şeffaflaşmış olan Masal aniden gözlerini açtı. Gözleri maviydi. Böyle olmaması gerekiyordu. Sanki gökyüzünü içmişti. Dönüşmüştü. Annemin üstüne atlayıp Masal'ı-korkunç zombiyi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Masal kusarmış gibi sesler çıkararak ayağa zıpladı ve annemi bacağından yakaladı. Annem çığlık atıyordu. Ben de onu çekmeye
çalışıyordum. Bağırıyor, Masal'a vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Dönüştüğü şey hala ona benziyordu. Kendi kendimle çelişiyordum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu sırada dikkatim dağıldı ve Masal, annemi bacağından ısırdı.
"Anne!!!"
"Savaş! Senden bir söz istiyorum. Bana söz vermelisin."
"Anne... "
"Ölme! Hayatta kal. Savaş."
"Anne lütfen... "
"Sus. Git lütfen. Git!"
Annem beni kapıya doğru itti. Ona son bir kez baktım. Masal'a... Kapıyı hızla çekip cehenneme çıktım. Söz veriyorum anneciğim. Söz. -
28.
+1Duş almak gerçekten iyi gelmişti. Kemal bana temiz giyisiler verdi. Büyük salona geçtim. Elena yemek hazırlamıştı. Alp'in tabağını büyük bir iştahla silip süpürmesi beni doyurmaya yetmişti. Bir kaç gün böyle geçti. Ara sıra radyoyu dinlemek için toplanıyor, sinyal alamayınca hayalkırıklığı ile odalarımıza çekiliyorduk. Çiflik evi güzeldi. Hava kararıp zombilerin yaklaşmayacağını düşündüğüm zaman kalın duvarların ötesineTümünü Göster
geçip lamaları bile sevmiştim. Gerçekten ilginç hayvanlardı... Hayvanların yemlerini verdikten sonra içeri geçip bir şeyler karalamaya çalıştım. Çok uzun süredir hiçbir şey çizmemiştim. Elena'nın çığlıklarını duyana kadar kendimi kaptırmış bir halde küçük bir tekne çizmeye dalmıştım. Koridora doğru koşarak gittim.
"Ne oluyor?" Kemal hızlıca yanımdan geçti. Elinde tüfek vardı. Aynı anda hızlıca bana cevap verdi.
"Bir tanesi nasıl yaptıysa mutfak camından içeri girmiş." Özgür Kemal'i duyar duymaz odasından dışarı fırladı.
"Ne? Ama nasıl? Duvarları geçmesi imkansız."
Kemal tüfeğini düzleştirip cevapladı:
"Girmiş işte! Geride durun."
Dediğini yaptık. Kemal mutfağa girdi. Birkaç saniye sonra arkasında Elena'yla çıktı. Kurşun sesi gelmemişti ve ikisi de sapasağlamdı. Şaşkın bakışlarımızı sonlandırmak için yavaş ve sessizce konuştu.
"Mutfaktan kaçmış. içerde bir yerde."
Alp yutkundu ve Özgür'ün elini tuttu. Özgür'le göz göze geldik.
"Ne olacak Özgür abla?"
"Bilmiyorum, Alp."
"Sence gitmiş midir?"
"Bilmiyorum dedim ya!"
Herkesin ciddi durumlarda değiştiğini fark ettim. Özgür sinirlenince ters cevaplar veren aksi birine dönüşüyordu. Alp, korkunca normalde adıyla hitap ettiği Özgür'e abla demeye başlıyordu. Gülmeyi yüzünden ekgib etmeyen kuzen Kemal ciddileşiyor, derin derin boşluğa bakıyordu. Elena endişelendiği için dişlerini birbirine vuruyordu. Acaba ben uzaktan
nasıl görünüyordum? Birbirimize sırt sırta vermiştik. Silahlanıp etrafı kolaçan ediyorduk. Alp'in elinde bile sopa vardı. Bir çete gibi görünüyorduk. Garip yaşlardan üyeleri olan bir çete... Sağımda Alp, solumda Elena, Alp'in yanında Özgür ve karşımda Kemal vardı. Ciddi yüzünü inceledim. Evin sahibi olduğu için omuzlarında çok ciddi bir yük vardı. Bundan zevk alıyor gibiydi. Kahve rengi saçlarının tonu kuzeni Özgür'ünkine yakındı. Güzel bir aile olmalılardı. Şekilli bir yüzü ve kaslı bir yapısı vardı. ilk gördüğümde boyu 1.82'den uzun gibi gelmemişti ama karşısında durunca bana daha yakın olduğunu anladım. 1.86'dan kısa olamazdı. Onun emirlerine uymak zorundaydık. Evde iki çocuk ve bir de Türkçesi bile tam
olmayan bir hizmetçi varken en mantıklı kararları o verecekti. Ama bu kararların içinde benim de olmam lazımdı. Hiç de fena olmayan genel kültürüm ve bir yıllık okulumdan kaynaklanan az da olsa tıbbi bilgim vardı. Lise yıllarında vücut geliştirmiştim. Sigara kullanmazdım. Hızlı koşabilirdim. En önemlisi de büyük ihtimalle buradaki insanlardan daha zekiydim. Kararların birlikte verilmesi gerekiyordu. Tam grupça salona doğru yürüyorduk ki yanındaki odadan fırlayan çirkin yaratık sağıma doğru atladı. Elime
tutuştukları silahın tetiğine dokundum. Zombi Alp'e saldırmak üzereydi ki Özgür onu itip kendini zombinin önüne attı.Özgür, yaratıkla boğuşuyordu. Onu itip çekiyordu. Hareket etmeyi bırakırsa ısırılacaktı. Fakat hareket ettiği için de nişan alamıyordum. Zaten zor bir işti. Belki de Özgür'ü nişan alsam zombiyi vurabilirdim. iyice odaklandım. Ben yapmazsam Kemal yapacak gibi duruyordu ama o da ateş etmekte kararsızdı. Hızlıca Alp'e bir
bakış attım, şaşkındı. Kıvırcık saçlarının kapladığı yüzü ağlamaktan şişmişti.
Tetiği çektim. -
29.
+1Hepimiz odamızda isyan çıkmasını bekliyorduk. Bir hafta boyunca yemekler hariç insanların gözü önüne çıkmamaya özen gösterdik. Çünkü hala Bora'yı düşünen garip bakışlara maruz kalıyorduk. Bir kere Caner'e bakmaya gittim. Tıp öğrencisi olarak bildiğim şeyleri anlattım ve acısının azaldığını gördüm. ilginç bir şekilde buna sevinmiştim. Sonuçta, bizi korumak için bu hale düşmüştü. Sonra insanların garip bakışlarına aldırmadan odama döndüm. Salih'i hiç görmedim. Kimsenin onu cezalandırmadığını biliyordum. Bora yokken kimse cezalandıramazdı da. Ama belki de kendi kendisini cezalandırmıştı çünkü seçimlere bile gelmemişti. Berkay'ın bugün yemekte anlattığına göre Bora böyle durumlarda- yani kavga ve yaralamalarda, daha önce cinayet işlenmemiş- iki tarafı da dinler ve suçluyu belirleyerekTümünü Göster
birkaç hafta hapis cezası verirmiş. Daha doğrusu odalardan birine kapatırmış. Ama artık Bora yok. Ve ben isyan çıkmasının an meselesi olduğunu düşünüyordum. Şanslıydık ki, öyle bir şey olmadı. Depodaki insanlar her şeyi farkındaydılar ve kan dökülsün istemediler. Her şeyini kaybetmiş insanların daha fazla üzüntüye dayanamayacaklarına eminim. Aynı ilkokuldaki sınıf başkanı seçimleri gibi, Ozan, Turgut ve Kemal'in başkan olmasını isteyenler onların konuşmalarını dinledikten sonra el kaldırdılar ve Depo için yeni bir başkan seçildi. Kemal kendi konuşmasını yaparken kısa kesti. Dışarıdan bahsetti. Olanları bildiğinden, yaşadığından ve canı pahasına buradakileri koruyacağından. Küçüklerin ve bayanların önceliğinden de. Sıra Ozan'a geldiğinde pek de başarılı konuşamadı. Arkadaşı Bora'nın ölümü onu sarsmaya devam ediyordu. Kendini kürsüde bulunca bile titredi. Ondan önce orada ayakta duran kişi Bora'ydı. Üç aydır çok ölüm görmüştüm ama bu hastalıklı ve korkunç bir düşünce olsa da hiçbiri beni bu kadar rahatlatmamıştı. Güvende olmaya yakın bir duygu hissediyordum. Aylardır ilk defa. Ozan biraz kekeledikten sonra sıra belki de Bora
kadar acımasız olduğuna inandığım Turgut'a gelmişti. Buradaki herkesi tanıdığını, buradakileri koruyacağına söz vermeyeceğini, zaten koruyor olduğunu söyledi. Onları bir başkasının kendisinden daha iyi tanıyıp anlayamayacağını da Kemal'in inadına belirtti. Onu dinleyenlere baktığımda kafasını onaylarca sallayan birkaç kişi gördüm. Kemal'i uzakta gördüğümdeyse sıkıldığını belli eden bir şekilde omuz silkti. Konuşma bitti. Oylar sayıldı.
Kazanan Turgut oldu. Kemal'e oy veren 7 kişi vardı. Ben, Özgür, Alp, Elena, kendisi- evet kendine oy verdi- Sema abla ve Sema ablasayesinde eşi Cenk abi. Bizi çok seviyorlardı. En azından biz hariç birileri de vardı. Ozan üç oy aldı. Kendisi, eski arkadaşı Caner- onu suçlamadım- ve adı Emre olan uzun boylu genç bir çocuk. Seçimleri son anda yakaladığı belliydi, 18 yaşından küçük olanlar sayılmıyordu ve bu çocuk yaşını yeni doldurmuş gibiydi. Ozan hayalkırıklığı bile yaşamadı. Zaten kazanamayacağını biliyor olmalıydı.
Turgut ise geri kalan ve reşit olan herkesin oyunu aldı, iki kişi hariç; Cemre ve Salih. Cemre oy vermemeyi seçti. Salih ise ortalıkta yoktu ama onun oyunu Kemal'e vereceğini biliyordum. Berkay'ın aksine, o çocuk onu kurtarmamıza rağmen hala Turgut'un tarafındaydı. Onunla birlikte Caner'in abisi olan Batuhan, Sezen abla, Aslan, Ferit abi, Kazım abi, Çiçek teyze, Ela abla, Mustafa amca, Seher abla, Cihan abi ve Can da Turgut'a oy vermişti. Turgut'la birlikte 13 kişi sayıldı ve bu sayı bizi neredeyse ikiye katladı. Bu insanlara düşmanlık duymadım, duyamazdım da. Birlikte yaşamak zorundaydık ve haklılardı. Ben de aylardır tanıdığım ve zaten önceki başkanla birlikte yönetimde bulunan birine o
vermeyi tercih ederdim. Ama bu Kemal için üzülmeme engel değildi. Caner'in tekerlekli sandalyesinin yanında dikilirken, uzaktan Turgut'un Kemal'le el sıkıştığını gördüm ve bir şeylerin ters gitmemesini umdum. insanlar yavaş yavaş olayları unutacaktı, burada, aylaklardan uzakta, sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık vs... Ama dertlerim burada
bitmiyordu. Cemre bana uzaktan el salladı ve yanıma doğru yürüdü. Kafamı çevirdim ama kaçmama fırsat kalmamıştı. Gülümsedi. Karşılık vermedim.
"Krem işe yaradı mı?" Kafamı salladım.
"Evet, tekrar teşekkürler."
"Seni iyi görmek güzel fakat Kemal'in seçilememesine üzüldüm." Elini dar siyah pantolonunun arka cebine attı.
"Ben pek şaşırmadım." dedim, konuşmanın bitmesini her zamankinden fazla umuyordum çünkü Caner, ona revirden bulduğumuz tekerlekli sandalye ile yanımızda oturuyordu. Sırf seçimler için ayaklanmıştı ve konuştuğumuz şeyleriduyacaktı, bunu da istemiyordum.
Cemre bir adım daha attı.
"Teklifimi düşündün mü?" Kaşlarını kaldırıp dudaklarını yaladı. Hayır, hayır, hayır...
Bu kız aptal mıydı? Böyle bir konu, şuan, şurada konuşulur muydu?
"Sonra konuşalım mı? Caner'i yatırmalıyım." Ve cevap beklemeden Caner'in sandalyesini arkasından tutup Büyük Salon'un çıkışına doğru itmeye başladım. Cemre'nin arkamdan "Bekliyor olacağım." diye bağırdığını duydum ve Caner'i daha hızlı ittim. Umarım konuştuklarımızı duymamıştı çünkü bir anlam çıkarması uzun sürmezdi. Cemre ile birlikte
yaşıyordu, onun nasıl olduğunu az da olsa bilmeliydi. Odasına az kaldığını fark ettim, boş koridorda yalnızdık.
"Ne teklifi?" Duymuştu.
Harika!
"Bu seni ilgilendirmez." dedim.
"Sen bilirsin." diye cevapladı. imalı konuşmuştu.
Yol bitene kadar hiçbirimiz ağzını açmadı. Özgür'e bir şeyler söyleyebileceğinden korkuyordum. Kapısını açıp onu içeri ittim ve yatağına bile yatırmadan, öylece bırakıp çıktım. Bu çocuğu asla sevmeyecektim.
---
Kapım akşama doğru yavaşça çaldı.
"Merhaba." Gelenin Cemre değil de Özgür olduğunu görmek beni rahatlattı. Karanlık Oda'dan sonra konuşma imkanımız olmamıştı ve ben onu özlemiştim. Kapıyı arkasından kapattığında ayağa kalkıp ona sarıldım. Yatağıma uzandık. Bu gülümseyen yüzü gerçekten
özlemiştim. Tam konuşmak için ağzını açacaktı ki elimi dudaklarına zütürüp onu durdurdum.
"Seni insanların içinde böyle izleyememek çok zor, izin ver de sana biraz bakayım." Gülümseyip birkaç saniyeliğine de olsa sustu. Her şeyden uzakta, aylaklardan, Turgut'tan, ölesiye dayak yemiş Caner'den, korkunç Cemre'den uzakta, sakinleşmenizi sağlayan böyle mavi gözler de vardı ve benim de ihtiyacım olan tek şey buydu. Özgür bu tatsız meseleyi
öğrenmeden Cemre'yi geri çevirmeliydim. Bunu yapmak zorundaydım. Özgür, yine kendisi olup bütün hızıyla konuşmaya başlayınca hafifçe kıkırdayarak düşüncelerimden sıyrıldım. Onun bu halini de seviyordum.
"işte, ben de bunu diyecektim. Biz. Sen ve ben. insanların içinde el ele tutuşabilmeliyiz. Birbirimizi izleyebilmeliyiz. Kaçmamız gerekmemeli."
Şaşkın ifadem karşısında gülüşünü tutamadı. Yüzünü yastığa gömüp kıkırtılarını durdurmaya çalıştı. Sonra durup kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı. ifadesiz olduğumu görünce yüzü düştü, kaşlarını çattı.
"Senin de istediğini sanmıştım." Yatağımdan kalkmaya çalışırken onu kolundan yakaladım.
"Heey, nereye gidiyorsun?" Kolunu sertçe çekti. Üstümden atlayıp ayağa kalktı. Ben de kalkıp belini tuttum.
"Dursana! Özgür!" Kapının önüne geçip ellerimle geçişi kapattım. Gitmesini istemiyordum.
"Lütfen... "
"Geçmeme izin ver." Bizi herkesin bilmesini istiyordu. Ben de istiyordum ama biraz fazla hızlı ve garip geliyordu...
"istediğimizi yapamayız. Kemal abin burada ve ondan izin almalıyız."
"izin mi?" Omuzları aşağı düştü ve devam etti:
"Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Birbirimizi sevmek için izin mi alacağız? Bir de gidip iste oldu olacak." Güldüm.
"izin alacağım, o kadar." Bir adım attım ve elini tuttum. Dudağı hafifçe yukarı kalktığında gözleri de mutlulukla parladı. Elimi sıktı. Dudağının kıvrılan yerini hafifçe öptüm.
"Her şey güzel olacak." Cümlemi bitirir bitirmez sirenlerin çaldığını duydum. Bunlar, Depo'da acil durumlarda çalması için yerleştirilmiş kırmızı alarmın habercisiydiler.
içeride zombi var anldıbına geliyordu. -
-
1.
0Hikayeye devam etmeyecek misin ?
-
1.
-
30.
+1Lamalar yem olcak demi?
-
31.
+1siz şimdi sabah gelip "oo trend" olmuş diye okuycaksınız ya bunları, biz siz uyurken burdaydık takkafalar
-
32.
+1Ölecektik.
"Şşt, hiçbir şey olmayacak merak etme." Masal'ın gözyaşlarını sildi.
"ilacı bulunur mu? Bulunur mu anne, ha?"
"Bulunur tabii. Sadece bir süre burada birlikteyiz. Güçlüdür bizim bağışıklığımız, merak etme."
Camları kapattım, kapıları kilitledim. Annem televizyonun başından ayrılmıyor, kanalları her saniye değiştirerek çizgili ekrandan başka bir şey arıyordu. Aklıma dedemin eski radyosu geldi. Koşup dolaptan aldım, içeri getirdim, düğmesine basıp açtım. Tam sinyal alınamıyordu, en sonunda kısık bir sesle uyarı veren bir adam duydum.
"... Ne yaparsanız yapın... Evlerinizden ayrılmayın... Birlikte durun... " Dediklerinin ancak bu kadarı anlaşılıyordu. Masal yine ağlamaya başladı. Annem onu kollarına aldı.
Birkaç saniye kızına sarıldı. Sonra durdu.
"Masal?" dedi. "Neden bu kadar soğuksun?"
"Be-ben bilmiyorum. iyi hissetmiyorum."
Annem sessizce dönüp bana baktı. Yüzünde acıdan başka bir şey yoktu. Gözlerinden birkaç yaş damladığını gören Masal kendini tamamen bırakıp çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Ayağa kalktı, tepiniyordu:
"Ölmek istemiyorum. Ístemiyorum. Ölmek istemiyorum." Annem onu durdurmaya çalıştı. Kollarını tutamıyordu. Masal yerinde durmuyordu. Annem zorla yakalayıp omzuna yatırdı onu. Sakinleşene kadar saçlarını okşadı. Nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum. Birkaç dakikalığına zaman yavaşlamıştı sanki. Masal'in elini sıkıca tuttum.
Bulaşacaksa bize de bulaşmıştı çoktan. Umrumda bile değildi. Kardeşimi kaybediyordum. Rengi kar beyazdı. Elimi sıktı. Hemen sonra kafası düştü. Annem kafasını kaldırıp yüzüne baktı. Ölmüştü. -
33.
0Birkaç gün aynı bugün gibi geçti. Uyandım, kahvaltıya katıldım, Özgür'le birbirimize bakmadık, satrançta Alp'e yenildim, akşam yemeği, Özgür'le birbirimize yine bakmadık, dışarı çıkıp hayvanları besledim, içeri girince Özgür'le birbirimize yine bakmadık, odama gidip kitapları karıştırdım, bir şeyler çizmeye çalıştım, geç olunca da uyudum. AradaTümünü Göster
Kemal'le dışarı çıkıp yiyecek bulmayı tartıştık. Özgür'ün kaçırılması ve eve dönerken oldukça uzun bir yolu silahsız, savunmasız geçirmemizden sonra dışarı çıkmak ikimize de mantıklı gelmiyordu. Depodakiler gibi bize de bir araç lazımdı. Ama onu bulmak için de dışarı çıkmamız gerekiyordu. Bir hafta daha dayanabilecek yiyeceğimiz vardı, birkaç
gün daha düşünmeye karar verdik. Yine bir akşam yemeğinde, ortamın sessizliğini bozan Özgür oldu.
"Dışarı çıkacağım."
"Tabi, lamaları da beslersin, değil mi?" diye sordu Kemal.
"Hayır hayır, yanlış anladın. Evden dışarı değil, çiftlikten dışarı."
Yediğim bezelyeler boğazıma takıldı. Ben öksürerek onlardan kurtulmaya çalışırken Kemal cevap verdi:
"Böyle bir şey olmayacağını biliyorsun. Ne istiyorsan söyle, biz sana getiririz."
"Arkadaşım beni burdan alacak. Caner, hani depodaki. Minivanıyla."
Masadaki herkes şaşkınlıkla gözlerini açmış ona bakıyordu. Bu Caner meselesinin yakında tekrar açılacağını biliyordum. Ama Özgür'ün kendisini kaçıran bir adamla randevuya gitmek isteyeceğini düşünmemiştim açıkçası. Hem de biz... Birlikte uyuduktan sonra. Yani, çok da önemli bir şey sayılmazdı. Yalnızca uyumuştuk. Ama çok güzeldi.
Kimse konuşamayınca Özgür açıklamaya devam etti:
"Beni birkaç kere aradı. Yemekten sonra gelecek ve beni alacak." Bu kadar rahat konuşabilmesi beni deli ediyordu. Kendimi daha fazla tutamadım:
"Sonra ne yapacaksınız? Seni tekrar bir odaya mı kilitleyecek? Yoksa güzel bir restorana yemek yemeye mi zütürecek? Zombilerle birlikte mi yiyeceksiniz? Ah, doğru, restoranlarda yemek olduğunu sanmıyorum. Bizde de yok, çünkü bizden çaldılar!" Elimi farkında olmadan masaya vurmuştum. Özgür'ün burun delikleri kızgınlıkla büyüdü. Sonra gözlerini kıstı ve benden ayırmadan kafasını iki yana salladı. Bu onun 'Sen bana karışamazsın' bakışıydı. Sen benden kaçıyorsun, sen bana karışamazsın demek oluyordu.
Konuşmasının devamında bana değil, Kemal'e baktı. ikna edici ses tonunu takınmıştı.
"Depoya gideceğiz. Haftada bir film gecesi yapıyorlarmış. Basit bir salon yapmışlar, projektör kurup bulabildikleri filmleri getirmişler. Hayatta kalan başka yaşıtlarım da var. Onlarla zaman geçirmek istiyorum." Alayla gülmekten kendimi alamadım. Yaşıtlarıymış... Caner dediği adam benden sadece bir yaş küçüktü. Konuşmak
için ağzımı açtım fakat sinirle söyleyebileceğim şeyler Kemal'i de korkuttuğu için beni durdurdu.
"Reşit bile olmadığın için hareketlerinden akraban olarak, en önemlisi de abin sayılarak, ben sorumluyum. Ve depoda bulunmanı istemiyorum."
Bazen ona şaşırıyordum. inanılmaz durumlar karşısında sakinliğini asla bozmuyordu. Ben neredeyse kafayı yemek üzereydim.
"Sonsuza kadar burada yalnız kalamam. Sizi sevmediğimden değil fakat canım sıkılıyor." dedi Özgür. Hala nasıl fikrini savunabiliyordu???
"Yalnız kalmanı ben de istemem. Arayıp arkadaşını buraya çağırabilirsin."
NE?
CANER. BURADA. MI. OLACAK.
"Ona güvenebilmemiz için öncelikle tanımamız lazım. Anlarsın ki, üzerimizde bıraktığı ilk izlenim pek iyi değildi."
Kemal'in ağzından çıkan kelimelere hala inanamıyordum. Böyle bir şeye nasıl izin verebilirdi? Özgür zor da olsa başını sallayıp kabul etti. Yemekten sonra Caner'i aramak için odasına gitti. Acaba beni kıskandırmak için mi yapıyordu yoksa Caner'le gerçekten iyi mi anlaşmışlardı. iki durumda da delirmiştim. Hem de herkesin gözü önünde peşinden gidip odasına girebilecek, hatta kapıyı arkamdan kapatacak kadar.
"Burda ne yapıyorsun? Kemal abim görebilir." dedi alaycı ses tonuyla.
"Şunu kes! Dalga geçmeyi, kafana göre davranmayı kes." dedim. Kollarını birleştirdi.
"Ne istiyorsun?"
"Yaptıklarının farkında olmanı istiyorum."
Kaşlarını kaldırdı.
"Farkındayım. Senin yaptıklarının da. Caner yolda ve bir saat içinde burada olur. Giyinmem gerek."
"Özgür... " Yaklaşıp koluna dokundum. Hızla çekti.
"Savaş. Uzak dur."
Hayatımda bu kadar inatçı, asi, huysuz ve dikbaşlı birini daha görmemiştim. Bakışları bir saniyeliğine bile yumuşamıyordu. Arkamı döndüm. Kapıyı çarpıp dışarı çıktım. Kimin duyduğu umrumda değildi. -
34.
0okurken the last of us oyununu hatırlattı lan vay amk
-
35.
0"Neden burdayız?" diye sordu Özgür."Şşşt, onları korkutacaksınız." dedim ve elimle susmasını isteyen bir işaret yaptım. Çizliğin çok fazla zaman geçirmediğim bir bölümündeydik. Lamalarla aramızda tahtadan yapılmış kocaman bir kapı vardı. Herkesin sessizce peşimden gelmesi hoşuma gitmişti. ilk defa beni lider olarak görüp beni takip etmişlerdi. Bu iş Kemal'e aitti, bunu biliyordum ve bir şikayetim de yoktu elbette. Ama yine de dikkat edilen kişi olmak hoştu işte. Hayatının %50'sini ders çalışarak, %30'unu resim karalayarak, kalan %20'sini de ailemle takılarak ve biraz da olsa arkadaşlarımla ilgilenerek geçirmiştim. Ailem normal yaşantısındaydı. Öyle abartarak anlatacağım maceralı bir hayatım olmamıştı. Ne içkisi elinden düşmeyen annemin eve attığı erkeklerle uğraşmam gerekmişti ne de kız kardeşimin uyuşturucu problemiyle. Kendi halimizde yaşamıştık işte. Bu olayların başlaması, onca kan, vahşi olaylar... Beni belki de kan görmekle bir sorunum olmadığı için, belki de sınırlı sayıya sahip arkadaşlarımın sürekli bahsettiği videoTümünü Göster
oyunlarına alışık olduğum için öyle fazla etkilememişti. Fakat aramızda iki bayan, bir de küçük çocuk vardı. Dayanabilecekleri şeylerden çok daha fazlasına dayanmışlardı bile. Bu yüzden akıllıca düşünüp onlara yardım etmek bize düşüyordu. Lise ve üniversite öğretmenlerimin ortak fikrine göre zeki bir çocuktum. Pek ukala bir tip olmasam da
normal bir insandan akıllı olduğum bir gerçekti. Tıp okulunu kendimi parçalayarak değil de beynimi kullanarak kazanmıştım. Çok konuşmamam ya da sosyal bir hayatımının olmaması, olaylar karşısında eli kolu bağlı kalacağım anldıbına gelmiyordu. Benim de fikirlerim vardı. "Savaş... " dedi Kemal. "Umarım düşündüğüm şeyi düşünmemişsindir."
"Ne düşündüğüne bağlı." dedim krem rengi lamayı okşarken. Hayvan bana tükürecek diye korkmuyor değildim. Fakat dışarıda çok daha korkunç yaratıklar vardı. Bunlar bizim tek çaremizdi. Özgür bana garip garip bakarken aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olmalıydı. Lamayı okşamaya devam ederken Alp'in hızla arkamdaki lamanın üstüne atladığını gördüm. "Harika bir şey!" dedi sarışın çocuk. Tüylü hayvana kollarını sımsıkı sarmıştı. Eğer bu ilginç hayvanlar bizi yarıyolda bırakmazlarsa aylakları böyle atlatabilirdik. Aramızda çok şişman biri olsa belki onu taşıyamazlardı fakat kilolu biri
yoktu aramızda. Özgür'ün lamaya binmesine yardım etmek için bir adım atmıştım ki Caner'in benden önce davranmış olduğunu gördüm. Özgür'ü kalçalarından tutup itiyordu. Gidip müdahale etmek istedim fakat çok yanlış bir zamandı. Özgür de çok zorlanmadan binmişti zaten. Ben de seçtiğim bir lamaya atladım. Kötü kokuyordu, Özgür'ün saçlarını koklamayı tercih etsem de, henüz böyle böyle seçeneğim yoktu. Önce onları kurtarmalıydım. Nihayet ahırdan çıkıp yavaş yürüyen lamalarla çizlik kapısına ilerledik. En önde ben vardım. Hayvanı anlamaya çalışıyordum. Ani hareketler yapmadan ilerliyordum fakat biyoloji dersinde yaptığım araştırmadan hatırladığım kadarıyla bu hayvanların zıplıyor olmaları gerekiyordu. Bu şekilde zombileri atlatamazdık ki. Caner inip koşarak kapıyı açtı. Tekrar lamasına atladı. Kapı açılır açılmaz, aynı filmlerdeki sahneler gibi bir görüntüyle
karşılaştık. Çirkin yaratıklar karşımıza dizilmiş üstümüze doğru geliyorlardı. Yüzlercesi bize doğru yürüyordu. Hiç bu kadar yanyana görmemiştim. Bazıları henüz çürümemiş, bazıları kanla kaplanmış, kırmızı sıvıyı ellerinden kollarından akıtarak üstümüze yürüyor, bazıları da bacaklarını kaybetmiş sürünüyordu. iğrençti. Elena'nın öğürdüğünü duydum.
Sağ çaprazımda duran Özgür'ün korkmuş ifadesini görünce ona güven vermek için bir bakış attım. Sanırım görmüştü. Yüzündeki ifade biraz daha rahatlarken tekrar aylaklara döndüm. Yüzlerce zombiye karşı, lamalara binmiş 6 kişiydik. O an fark etmiştim, ne kadar şansımız olabilirdi ki?
Eğildim ve lamanın kulağına fısıldadım:
"Beni yarıyolda bırakma. Sana güveniyorum."
Lamayı okşadım ve sırtına doğru hafifçe vurdum. Daha hızlı ilerlemeye başladı. Aslında yaptığımız şey çılgıncaydı. Lamalara binmiş, bizim etimizi kemirmek isteyen canavarlara doğru koşuyorduk. Arkama baktığımda diğer lamaların da koştuğunu gördüm. Zombilere iyice yaklaştık. içlerinden geçmeye başladığımızda elleriyle bacaklarımı çekiştirdiler.
Lamanın boynuna iyice yapıştım. Adrenalini mi algılamıştı bilmiyorum ama lama da zıplayıp bağırmaya başlamıştı. Üzerinde durmakta zorlanıyordum ama yere düşsem anında parçalara ayrılıp yeneceğime emindim. Bir kısmını geçmiştik. Zombiler biz yanlarından geçtikçe arkalarını dönüp tekrar bize doğru yürüyorlardı. En azından yavaşlardı.
Yetişemiyorlardı. Tam çok az kaldı, kurtulabiliriz derken Özgür'ün çığlığını işittim ve afalladım. Boğazı yırtılana kadar bağırmıştı. "Özgüüüür!" diye bağırdım arkama doğru. Cevap gelmedi. "Özgür! Cevap ver bana." Yine ses gelmedi. Durdum. Silahımı cebimden aldığım gibi yere atlayıp ona doğru koşmaya başladığım. Yere düşmüş, üzerine atlayan zombileri itmeye çalışıyordu. Ben de aralarından geçerken saldıranları yumrukluyor, silahımla kafalarına vuruyordum. O korkuyla bunlar saniyeler içinde olmuştu. Ne kadar hızlı koştuğumu sonradan fark ettim. Özgür'e ulaştığımda birkaç saniyeliğine hiç hareket ve ses göremedim. Özgür onu itmeye çalışmıyordu. Bağırmıyordu. Bitmişti. Çok geç kalmıştım.
Ölmüştü.Özgür ölmüştü. -
36.
0"Ne-nereye gideceğiz?" diye sordum. Kemal aşağıdaki aylaklara bakarak derin bir nefes aldı. Planı yoktu. Nereye gideceğimizi o da bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Caner bizi umutsuzluğumuzdan kurtarmak için aklınaTümünü Göster
gelen ilk fikri söyledi:
"Depoya gidelim."
"Olmaz." dedim. Özgür'ü kaçıran ve yiyeceklerimizi elimizden alan insanların yanına sığınmayacaktık. Daha iyi bir şey bulabilirdik. "Bekle Savaş. iyi bir fikir olabilir." dedi Kemal. Özgür de gözlerini kısmış bu fikrin ne kadar mantıklı olduğunu tartıyordu.
"Anlamadım, o canilerin yanına gitmektense ölsek daha iyi."
"Bak, Alp'i zaten yeterince tehlikeye attık. Burada bu kadar oyalandığımız yeter. Şu an gidebileceğimiz tek yer Caner'lerin deposu, itiraz etmen bir şeyi değiştirmeyecek, bu insanları uzaklaştırmam lazım."
"Hiç kimsenin size zarar vermeyeceğinin garantisini veriyorum." dedi Caner. Evet evet, gerçekten de çok rahatlamıştım ! Eşyalarımızı 15 dakika içinde toplamıştık. Caner ve Kemal önden giderek içeri girmeyi başarıp kapının yanına toplanmış aylaklar sürüsüne ateş ediyorlar ve yolumuzu açmaya çalışıyorlardı. Ben de en arkadan yürüyüp güvende
olduğumuza emin oluyordum. Özgür, korkudan ölmek üzere olan Alp'i kucağına almış başını okşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Alp'in vücudunun her titreyişinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Küçük bir çocuğun görmesi gerekenden çok daha fazla şey görmüştü. Hızlı adımlarla ahırı geçip kapıya ulaştık. Geçmemiz kesinlikle imkansızdı.
Kapıyı açtığımız an dışardaki ölüler anında üzerimize doğru geleceklerdi.
"Hasgibtir." dedi Kemal. Yumruğuyla kapıya vurdu. Çıkış yolumuz kalmamıştı. Buraya kadardı.
"Hayır hayır... Şimdi değil, şimdi olamaz." diye mırıldandığını duydum Özgür'ün. Alp'i yavaşça yere bıraktı ve kapının yanında yere çöktü. Gözlerini sırf gözyaşları düşmesin diye kocaman açık tutuyordu. Fakat bir işe yaramadı. iki gözünün kenarından da yaşlar süzüldü. Caner ve Kemal'in tamamen umutlarını kaybedip şok olmalarını izledikten sonra birkaç
adım atıp Özgür'ün yanına oturdum. Derin derin nefes alıyordu. Öleceğimizi anlamıştı. Genç hayatının tam da burda sona erdiğini anlamıştı. Uzanıp başparmaklarımın ucuyla göz yaşlarını sildim. Ve onu rahatlatacağını düşündüğüm tek şeyi söyledim:
"Özür dilerim."
"Neden özür diliyorsun ki?"
"Çünkü ağlıyorsun."
"Ağlamıyorum."
"O zaman parmaklarım neden ıslak ve güzel gözlerin neden kıpkırmızı?"
"Biraz duygulandım sadece. Hem, sebebi sen değilsin. Asla gereksiz yere özür dileme."
"Keşke seni gülümsetebilseydim." Bu dediğimi duyunca sessizleşti. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı. Seni anlayamadan öleceğim." dedi.
"Ölmeyeceksin... diyemediğim... için... özür... dilerim... " Ağzımdan bu kelimeler zar zor çıktı. Ona sarılmak, saçlarını koklamak, avutmak istiyordum fakat durumu kabullenmiştim. Beni duymamış gibi cevap verdi:
"Ama zaten seni asla anlayamayacaktım, değil mi?"
Elimi dizinin üstünde birleştirdiği ellerine koydum. Yüzü gerildi. Bana hala bakmıyordu. Dümdüz ileriyi seyrediyordu. Ama elini çekmedi. Diğer elimle de çenesinden tuttum, gözlerime bakmasını istiyordum. Kendime çevirdim. Gözyaşları gittikçe daha çok birikiyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.
"Savaş, ben-"
"Şşşt... Lütfen ağlama. Çünkü sen her ağladığında kuşlar şarkı söylemeyi kesiyor."
"Ama biz-"
"Özgür, senden son bir şey isteyebilir miyim?"
iyice ağlıyordu artık. Ağlarken bile güzeldi. Her ne kadar onu izlemek istesem de ağlamasını istemiyordum. Evet anlamında kafasını salladı. Ona yaklaştım. Ve fısıldadım:
"Bana sarılabilir misin?"
Durdu. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan bana baktı. Acaba beyninden neler geçiyordu?
O an aklını okuyabilmeyi o kadar çok istedim ki.
Dizlerinin şeklini bozup bana doğru biraz daha kaydı. Kollarını açtı ve beni kucakladı. Dünyadaki en güzel hissi yaşatmıştı bana yine. Yumuşak, sanki annem gibi. Kırılgan, Masal gibi. Sanki... Sanki benim gibiydi. Kafamı saçlarına gömdüm ve o tarifsiz kokusunu içime çektim. Bu an asla bitmesin istedim. Bir saniye.
Aklıma bir şey gelmişti. Özgür'ün kollarından apar topar kurtulup ayağa fırladım. Ah, neden daha önce düşünememiştim ki? Koşup Kemal ve Caner'in durduğu yere gittim. Özgür arkamdan ne olduğunu soruyordu. Kemal'in omzunu sarstım.
"Bitmedi. Bitmiyor. Bir fikrim var."
"Ne?" diye sordu Caner. Elena ve Alp de yanımıza gelmişti. Ölmeyi kabullenmiş insanlara ölmeyecek olma ihtimallerini söylediğinizde, gerçekten de suratınıza çok farklı bakıyorlar.
"Beni takip edin." dedim ve çiftlikten içeri doğru büyük adımlar atmaya başladım. -
37.
0Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. DinlediğimTümünü Göster
müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. iskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım. Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni
görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.
Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. istediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.
"Hoşgeldin."
"Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...
"Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.
"Elbette."
Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.
"Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."
"Yoo."
"Gidip yatsana."
"Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."
Yalan.
"Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:
"Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.
"Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.
Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.
"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.
"Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?
Kafasını iki yana salladı:
"Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.
"N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.
"Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.
"Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.
"Rahatsız mı oldun?"
Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!
"Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.
"Beni... itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.
"Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.
"Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.
"Neden?" diye sordu.
"Çünkü... " dedim, devdıbını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...
TAK TAK TAK!
"Kapıyı açın!!!"
TAK TAK TAK TAK!
"Açın! Çabuk!"
Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı. Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.
"Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda... " dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı.
Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.
"Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"
Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiflik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. içerigirmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir. -
38.
0Caner ve ben üst kata çıkıp camları ardına kadar açtık. Arkamızdan Kemal ve Özgür geldi, silahlarımızı alıp camdan zombileri vurmaya başladık. Aslında gelişigüzel ateş ediyordum. Ama birçok kurşun isabet etmişti. Duvarların üstünden atlamış bize doğru yaklaşmakta olanları tek tek öldürüyorduk. Bir yandan da Caner bize emirler yağdırıyordu.Tümünü Göster
"Kafalarına isabet ettirin, yoksa ölmüyorlar!"
"Kapa çeneni, bunu biliyoruz."
"Önce içeridekileri öldürün! Dikkatli nişan alın!"
Bu çocuk elimde kalacak. Onu da mı vursam acaba?
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Özgür'le olan garip konuşmam yarıda kalmıştı zaten. Bir de bu çocuktan kurtulamamam beni yeterince sinirlendiriyordu. Elime geçen ilk fırsatta onu kovmam, uzaklaştırmam gerekiyordu. Özgür'e doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Ona bağırdığını duydum:
"Senin ateş etmene gerek yok, ben hallederim."
"Ne saçmalıyorsun?"
"Zarar görmeni istemiyorum."
"Susar mısın lütfen? Dikkatimi dağıtıyorsun."
"Arkama geç!" diye bağırdı tekrar. Özgür'ü itip arkasına geçirmeye çalışıyordu. Kemal bakmıyordu, bakamıyordu. Tüm gücüyle ateş ediyordu, bir saniye bile gözlerini kırpmıyordu. Özgür, Caner'in onu iteklemesinden kurtulmaya çalıştı. Ama küçücüktü, karşı koyamıyordu. "Çekil önümden Caner!"
Silahımı indirip yanına koştum. Caner onu koruduğunu sanıyordu ama Özgür'ü tanıdığım sayılı haftalardan öğrendiğime göre o asla korunmak istemezdi. Kendi kendini korurdu. Ve başarısız da olmazdı... Kaçırılma olayı hariç. "Ne oluyor?" dedim. Özgür'ün gözleri gözlerimle buluştu. Bir şey demeden Caner'den kurtuldu ama Caner çoktan
onun silahını ele geçirmişti bile. Bir şey demek için ağzımı açmamla birlikte Caner'in geriye sendeleyip demirlere çarpması bir oldu. "Bir daha ASLA, silahıma dokunma!" dedi Özgür elini ovalarken. Caner'e yumruk atmıştı!!! Özgür'ün hayallerimin kızı olduğunu farketmemi sağlayan bu davranıştan sonra bütün şaşkınlığımla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyorken kendimi Caner'in doğrulması için yardım ederken buldum. Daha birkaç dakika önce ona saldırmayı bizzat kendim düşünüyordum. O da şaşırmıştı. Sol gözünün altı hafiften kızarmıştı bile. Aşağıdan buz istemek için zamanımız yoktu, Caner'in suratının morarması da pek umrumda sayılmazdı açıkçası.
Özgür silahını alıp ateş etmeye devam etti. içeride hiç zombi kalmamıştı ama demirlerden atlamaya devam
ediyorlardı. Bir anlığına durup etrafımdaki insanları inceledim.
Ölmüştü.
içimizde kalan insanlık ölmüştü.
Kimse gözünü bile kırpmıyordu, herkes varıyla yoğuyla ateş edip attığı mermilerin zombileri etkisiz hale getirişini
izliyordu. Hatta bir anlığına Caner bundan zevk bile alıyor olabilirmiş gibi geldi.
Kemal durdu. Önce yorulduğunu sandım. Sonra aklıma geldi, Kemal yorulmazdı. O, hepimizin babası gibi olmuştu
son günlerde. Alp'le oyun oynuyor, benimle dertleşiyor, Elena'yla sohbet edip Özgür'e gözkulak oluyordu. Ne olursa
olsun bizi koruyacağını hissettim. Kimseye güvenemeyeceğimi düşündüğüm, hayattan ve insanlardan tüm umudumu
kaybettiğimi sandığım anda o ve Özgür-ve elbette küçük Alp-bana umudu kaybetmek için erken olduğunu, hala bir aile
olabileceğimizi gösterdi.
Kemal konuşunca herkes durup onu dinledi:
"Korkarım böyle daha fazla devam edemeyeceğiz. Zaman geçtikçe kurşunumuz azalıyor. Kapana kısıldık." Özgür'ün
gözlerinin dolduğunu gördüm. Kemal de fark etmişti.
"Hayır hayır, her şey bitti demedim. Kapana kısıldık dedim. Kapandan çıkacağız."
"Aklında ne var Kemal?" diye sordum. Aylaklara döndü. Onları gözleriyle iyice bir süzdü.
"Gideceğiz. Çiftliği bırakıyoruz." -
39.
0Ozguru neden oldurdun fitratini gibiyim ya caner olseydi
-
40.
0Amk sey gibi oldu twdde gleenin ustundeki adami yemislerdi gleen konteynirin altina girmisdi
-
41.
0Lan özgürü neden öldürdün olm ya
-
42.
0Özgür ölmedi oly be oly
-
43.
0Onlara olanları anlattık. Öpüştüğümüzü değil tabii ki. Bunu kendimize saklasak daha iyi. Oraya kadar olan kısmı. Özgür'ün nasıl kurtulduğunu ben de tam anlamamıştım. Hızlı hızlı ve nefes nefese anlattı:Tümünü Göster
"... Sonra lamadan atladım ve onu ayaklarımla zombilerin üstüne ittim. Hayvancağız üstlerine düşünce kalkmakta zorlandı, o sırada onu ısırmaya başlamışlardı bile. Pis yaratıklar, öyle hızlılar ki... " Herkes olayı bizim ağzımızdan pür dikkat dinlerken Caner de hızlıca önceden yalnızca bir kere gittiğimiz depoya sürüyordu. Onu her ne kadar sevmesem de yanımızda olması işimize yaramıştı. Hem arabasını kullanabilmiştik hem de
saklanabilecek bir yerimiz vardı. Özgür'ün öptüğü kişi de bendim ayrıca, Caner'den nefret etme sebebimin büyük bir kısmını Özgür'le olan yakınlığı oluşturuyordu. Depoya gelmiştik. Arabadan inip bahçe kapısından içeri girdik. Etrafta yaratıklardan yoktu. Caner büyük kapıya sertçe vurdu. Biri delikten baktı, Caner'i görünce kapı açıldı.
"Bunlar kim?" dedi daha önce görmediğim bir adam.
"Bizle yemeklerini paylaşan aile. Bu Özgür. Bu Kemal abi, Alp, bu da Elena, pek Türkçe konuşamıyormuş. Ve Savaş." Adam uzanıp elimi sıktı.
"Ben Aslan." dedi. Benden en fazla 10 yaş büyük olabilirdi. Geniş koridorda yürüdük. Kapısı açık olan bir odada 40'lı yaşlarında bir kadın ve küçük bir kız gördüm. Kadın kızın saçlarını örüyordu. Biz yürüdükçe hafızam yerine geldi ve buradan daha önce geçmiş olduğumu anladım. Aslan ve Caner yanyana yürüyorlardı "Sizi Salihler sandım." dedi Aslan.
"Onlar hala gelmediler mi?"
"Dört gündür yoklar." dedi adam ve sesinin tonu bir an bile değişmeden devam etti:
"Bence öldüler." Caner "bilmem" der gibi kafasını salladı. Büyük odaya gelmiştik. Aslan metal kapıyı çaldı. "Hoşgeldiniz eski dostlarım." dedi biz içeri girer girmez tanıdık bir yüz.
"Merhaba Bora bey." Kemal elini uzattı ve el sıkıştılar. Özgür'ü kaçırıp yiyeceğimizi elimizden alan bu adamdan her ne kadar tiksinsem de şuan ona ihtiyacımız vardı.
"Onlardayken saldırıya uğradık." dedi Caner bir sandalyeye otururken. Köşedeki koltukta oturan çocuk konuşmaya katıldı:
"Buraya getirmek zorunda mıydın onları?" Çocuğa baktım, bu daha önce Özgür'ü kaçırmasında Caner'e yardım eden Ozan'dı. Halbuki Özgür giderken ona sarılmıştı. iyi anlaştıklarını sanmıştım. içeri bir anda bir kız koşarak girdi. "Özgür!" dedi ve onun boynuna atladı. Özgür de coşkusuna karşılık verdi.
"Elif! Seni çok özledim!" Kız Özgür'ün yaşlarındaydı ve biraz tombuldu. Özgür kaçırılıp buraya kapatıldığında onunla ilgilenen kız olmalıydı bu. Özgür'ün burada neden iyi vakit geçirdiğini ve tekrar gelmek istediğini anlamış oldum. Elif'ciğim, buraya girmemen gerektiğini biliyorsun." dedi Bora. Elif özür dileyerek ve hepimize gülümseyerek dışarı
çıktı. Kapıyı arkasından kapattı. "20 yaşının altındakileri ve kadınları buraya sokmuyoruz da. Burası Başkan'ın odası gibi bir şey. Grubumuzu hayatta tutmak için toplantılar yaparız." dedi Bora. Başkan havalarını sevmiş ve alışmış olmalıydı. Burada yaşayan 25 kişi
olduğunu söylemişti önceden. Biz 5 kişi zor hayatta kalıyorken 25 kişiye bakmak zorunda olmak kötüydü. O da kendi yöntemleriyle halletmeye çalışmıştı. Bunların içinde yiyeceğimizi çalmak olsa da bunu depodaki insanları hayatta tutmak için yapıyordu. Ve anlayabilirdim
"Şimdi fazladan 5 kişiye daha mı bakmak zorundayız?" diye sordu Ozan'ın yanında duran adam. O, Ozan ve Caner'den biraz daha büyüktü. Neredeyse Bora abi kadar olgundu.
"Zorunda kaldım, Turgut abi. Ne yapsaydım, onları ölüme mi terk etseydim?" Bunu söylediği an beşimizde de bir titreme oldu. Özgür'ün neredeyse öldüğü aklıma gelince gözlerim dolmuştu sanırım.
"Terk etseydin. Bizim yaşama şansımız çoğalırdı." dedi adının Turgut olduğunu öğrendiğim adam. Caner onu umursamadan Bora'ya döndü:
"Yerimiz var, battaniyemiz de yatağımız da var. Salihler yemek bulduğu zaman da bolca yemeğimiz olacak. Kalabilirler, değil mi?"
Bora derin bir nefes aldı. Yere baktı. Odadaki herkes onun kararını bekliyordu. Sessiz geçen bir dakika bana bir saat gibi gelmişti. Onlarla yaşamayı hiçbirimiz istemiyorduk ama başka şansımız yoktu.
"Salihler sanırım gelmeyecek." dedi. Deminden beri bahsedilen bu Salih'in kim olduğunu merak ettim. Yemek aramaya giden bir grup mu oluşturmuşlardı?
"Berkay ve Cemre de mi?" diye sorarken sesi titredi Caner'in. Bora kafasını sallayınca Caner yüzünü buruşturup havaya baktı. Üzülmüştü. Derin bir nefes aldı.
"Bu yüzden yiyecek sıkıntısı çekiyoruz." dedi Bora. Özgür'e döndüm, suratı ifadesizdi. Elena ve Alp de yaşadıklarının şokunu yüzlerinden atamamışlardı. Kemal'e baktığımda ise soğuk kanlılığını yine koruyor, pür dikkat olanları izliyordu. "Ama üç kişi eksildiğine göre onları yanımıza alabiliriz, değil mi?" diye sordu Caner. Bora üzüntüyle bize baktı. Alp'in
üzerinde gözlerini uzun uzun gezdirdi. "Üzgünüm." diye cevap verdi en sonunda. Bir şeyler yapmalıydım. Artık pasif olmayı bırakmalı ve yardım etmek için çaba göstermeliydim. Ve yine böyle zor bir anda, aklıma bir fikir geldi. "Ben yiyecek aramaya giderim. Ve arkadaşlarınızı da bulurum." dedim. Odadaki bütün gözler benim üzerime döndü.
Turgut dalga geçer gibi gülmeye başladı. "Sen? Hahahah... Tek başına mı?"
"Ben de onunla giderim." dedi Kemal. Fikrimi beğenmişti, bana gurur duyar gibi baktı.
"Ben de." dedi Özgür de elbette. Cesaretini göstermekten çekinmezdi. Ona birkaç saniye baktım. Belki de o birkaç saniye diğer insanlar için azdı, fakat ben o birkaç saniye içinde Özgür'e ne kadar teşekkür ettiğimi, olanlara hala inanamadığımı ama ne olursa olsun ona sahip olduğum için çok şanslı olduğumu ve onu çok sevdiğimi anlatmıştım. Ve
işin güzel kısmıysa, gözlerinin içi gülerek bana baktığında anlatmak istediklerimin hepsini anlamıştı.
"Eğer gerçekten yiyecek bulabilirseniz, bizimle istediğiniz kadar kalmakta özgürsünüz." dedi Bora. Kararlı ses tonundan onun da fikrimi beğendiği anlaşılıyordu.
"Yalnızca gidecek başka bir yer bulana kadar kalacağız." dedi Kemal. Birkaç adım attı. Bora ona gülümsedi. Ve sıkması
için elini uzattı. -
44.
0Çalıntı hikayeyi bile yazamıyorsunuz okuyan varsa söyleyeyim yerini okuyun tek yapacağın ctrl c ctrl v
-
45.
0Rez sen yaz hacı tutar bu
başlık yok! burası bom boş!