1. 1.
    0
    Selam Panpalar,
    Öncelikle belirtmem gerek ki uzun bir yazı yazacağım, şimdiden "özet geç"çi panpalarımdan özür dilerim. Konu ise yazacağım daha doğrusu yazmaya başladığım kitap hakkında değerli panpalarımın görüşlerini dinlemek ayarlarını yemek. Bu yüzden engin görüşlerinize sığınarak kitabımın giriş sayfasını buraya kopyalıyorum..
    ---

    27 Haziran 2011
    Saat: 07.05

    Tuğrul, 2. kez çalan alarmdan sonra ancak uyanabildi. Sanki göz kapakları hiç açılmayacakmışçasına kapalıydı, boynu da fena halde tutulmuştu.
    “Bu kadar çok bilgisayarla oynamamalıyım” diye söylendi esneyerek. Ardından kalktı, her sabah yaptığı gibi giyeceği gömleği seçti, pantolonunu giydi, yüzünü yıkamak için lavaboya gittiğinde hem suyun hem de elektriğin kegib olduğunu farketti.
    “Kahretsin, pazartesi sendromu dedikleri bu olsa gerek, bu hafta çok zor geçecek anlaşılan” dedi ve hazır olduktan sonra 9. kattaki evinden karanlık koridorları birer birer inerek dışarı çıktı. O gün de tıpkı diğer günler gibiydi aslında, Ankara’nın tipik sabah serinliğini bulutsuz bir havada güneş selamlıyordu. Fakat olması gereken bu değildi. Normalde kendisini işine zütüreceği servise binmesi için yoğun trafikte caddenin karşısına geçmesi gerekiyordu. Yoktu, hiçbir şey yoktu. Ne bir insan, ne de bir araç. Ortalıkta bitkilerden başka canlı varlık yoktu.
    “Sokağa çıkma yasağı mı var bu ne yahu” dedi ve servis şoförünü aramak için elini cebine attı. Telefon çekmiyordu, Tuğrul’un aklı iyice karışmıştı. Yavaş adımlarla yüksek apartmanların arasından metro istasyonuna kadar yürüdü. Düzlük bir alana geldiğinde ufukta göğe doğru yükselen kara bulutların varlığına şahit oldu.
    Kendisine bir kez daha kızmıştı “bu kadar bilgisayar tabi ki zarar” diyerek söylendi. Bu serzenişte haklıydı, koskoca haftasonunu evinde bilgisayar oynayarak geçirmişti, tıpkı diğer haftasonunda yaptığı gibi. Yemek almak için üşendiğinden dışarı bile çıkmamış buzlukta yer alan yemeklerle yetinmişti.
    Ailesinden uzakta, tek başına yaşadığı için yalnızlık artık içine işlemiş bir insandı Tuğrul. Ama önceden öyle miydi? Üniversite yıllarında iki kişilik bir dünya kurduğu sevdiceği Elçin ile beraberdi hep. Aynı okulda, aynı sınıfta okumuşlardı 4 yıl boyunca. Geceli, gündüzlü hep beraberlerdi. Okul bitip, insanların ekmek kavgasına düştüğü yıllardan sonra sevdiceğiyle önce madden sonra manen ayrılmışlardı. Sevdiceği istanbul’da özel bir şirkette çalışmaya başlamış, bütün ideallerinden hatta Tuğrul’undan bile vazgeçmişti. Tuğrul ise bu vazgeçişin ardından 4 aydır kendine gelmeye çalışmaktaydı. Kendisini bilgisayar oyunlarına vermişti bu yüzden. Zamanının büyük çoğunluğunu bilgisayar oynarak, kendi deyimiyle zaman öldürerek geçiriyordu.
    “Dünya yıkılsa haberin olmaz derdi hep annem, haklıymış. Savaş mı çıktı kıyamet mi koptu haberim yok, şu hale bak” dedi ve metroya binmek için yürümeye başladı. “Allah allah saat 7.30, bu saate kadar çoktan metro açılmış olmalıydı.” Ardından açık olan köşedeki market gözüne çarptı adımlarını hızlandırarak markete girdi.
    “Kimse yok mu?”
    “... ”
    Cevap yoktu, ya sabır çekti. Açık olan diğer marketleri denedi teker teker. Ama durum gittikçe kötüye gidiyordu. Normalde araçların kaldırıma çıktığı, insanların kalabalıktan yürüyecek yer bulamadığı bu caddede in cin top oynuyordu. “Allah’ım aklıma mukayyet ol” dedi ve kızgınlığın korkuya dönüştüğü bedeniyle birlikte evinin yolunu tuttu. Karanlık merdivenleri birer ikişer çıkarken komşularının kapılarını çaldı. Alamadığı her cevapta korkusu bir kat daha arttı. Sonunda pes edip kendini evine attı ve pencereden dışarı baktığında karşılaştığı manzara tüyler ürperticiydi.
    “Aman Allah’ım dedi gözleri dolarak” Apartmanı kenar bir mahallede olmasına karşın oturduğu kat itibariyle çok güzel bir Ankara manzarasına sahipti Tuğrul. Fakat o an gördükleri bilindik manzaralardan pek değildi. Gözün görebildiği her yerden irili ufaklı dumanlar yükseliyordu, bazı evlerin yanıyor olmalıydı.
    “Bu bir kabus olmalı” dedi kendi kendine ve korkuyla karışık çaresizliğinden dolayı kendini yatağa attı, sırf bu rüyadan uyanabilmek için.

    Saat: 12.47

    Tuğrul gözlerini açtığında Bir içanadolu kenti olma karakteristiğini yansıtan Ankara’da “kırkikindi yağmurları” başlamıştı. Penceresi minik yağmur taneleriyle hafif hafif dövülüyordu.
    “Oh be hepsi rüyaymış” dedi ve yataktan doğruldu. Ama olamaz bir şeyler farklıydı. Üzerinde takım elbisesi vardı, telaşla pencereye koştu. Manzara hiç de içaçıcı değildi. Ortalıkta insanlar yoktu, telefonu çekmiyordu, ne elektriği vardı ne de suyu. Ne yapacağını bilemeden karnını doyurmak ve yardım bulmak umuduyla kendisini dışarı attı.
    Açık olan marketlerden birine girdi, manzara yine aynıydı. Çağrılarına kimse cevap vermedi. Konserve reyonundan bir şeyler aldı ve karnını doyurdu. Dışarı tekrar çıktığında artık hiç umudu kalmamıştı ve kendine “neler oluyor” diye soramayacak kadar, bu konuda akıl yürütemeyecek kadar korkuyordu.
    Bir kaç saat amaçsız gezindikten sonra belki Kızılay’da bir çözüm bulabilirim diyerek bigibletiyle Kızılaya doğru yola çıktı. 1 saat sonra Kızılay’daydı. Bom boş sokaklarda yalnızca güvercinler ve de Tuğrul vardı. Güvercinler açlıktan olsa gerek Tuğrul’un etrafına doluşmuşlardı. Güvercinlerden kaçmak isterken bir ara dengesini kaybedip bigibletten düştü. Güvercinlerden kurtulmak için caddenin karşısındaki muhtemelen dünden kalmış olan “nohut-pilav” tezgahının kapağını açarak tencereyi yolun ortasına boşalttı. O an yer gök güvercinlerle dolmuştu sanki, kanat çırpışları yüzünden Tuğrul gözünü açmakta zorlanıyordu. Bu durumu fırsat bilerek oradan bir an önce uzaklaşmayı denedi. Ve aklına o sahnede dahi sevdiceği gelmişti.
    “Üniversitenin ilk yılında Tuğrul ve Elçin’in evleri ve cafe’lere verecek fazla paraları olmadığı için genelde okuldan arta kalan zamanlarında parklarda takılıyorlardı. Çoğu parkta özellikle Kurtuluş Parkı’nda dilenciler, tinerciler, gül satanlar yüzünden rahat edememişlerdi. Hem Elçin’in yurduna yakınlığı hem de bu saydıklarımın olmamasından dolayı TBMM’nin arkasındaki Milli Egemenlik Parkı’nı benimsemişlerdi piknik yeri olarak. Buraya gelmeden önce hemen hemen her seferinde nohutlu pilavı da alıp öyle başlarlardı pikniklerinde. Eve çıktıktan sonra ise Elçin’in mükemmel pilavının tadına bakacak olan Tuğrul’un gözünden bu nohut-pilavcılar düşecekti.”
    Sevdiceğinin anısından bir an önce sıyrılıp, 500 metre ötedeki nohut-pilav tezgahına da aynı şeyi yaptı. Aynı hareketi 2 kez daha tekrarladıktan sonra güvercinler artık kendisiyle değil, caddenin ortasına dökülen tanelerle ilgilenir olmuşlardı. Tuğrul fırsattan istifade bigibletine tekrar atlayıp evinin yolunu tuttu.
    Evine geldiğinde artık bilincini yitirmiş haldeydi, korku, umutsuzluk, cevapsızlık, çaresizlik esir almıştı bedenini. Aslında Tuğrul’un strese dayanıklı bir bedeni ve ruhu vardı. Çok fazla tecrübesi olmasa da Türkiye’nin ikinci büyük havaalanında hava trafik kontrolörü olarak çalışıyordu, Her gün frekansın diğer ucunda binlerce insanın hayatına etki edecek sözler çıkıyordu dudaklarından. Fakat bu yaşadıkları bambaşkaydı, kendi bedenine söz geçiremiyordu.
    Ağladı, ağladı, ağladı... 40 dakika boyunca ömründe hiç ağlamadığı kadar ağladı Tuğrul. Bilinmezliğine ağladı, yalnızlığına ağladı, kararsızlığına ağladı. Ne yapacaktı, kime gidecekti bilmiyordu ona ağladı. Ama neden sonra kesildi hıçkırıkları, dindi gözyaşları. “Güçlü olmalıyım, bu durumdan kurtarmalıyım kendimi, yardım bulmalıyım” dedi hırsla. Oturdu, gün içinde yaşadıklarını düşündü. Artık neden diye sormayacaktı. Sevdiceğin kendisini bıraktığı günden beri, yani 4 aydır duyduğu sözü yine hissetti içinde. “Dünde yaşamayı bırak, yarına bak!” “Evet, yarınını düşün, kendini nasıl kurtaracağını düşün” dedi yine kendi kendine. Yalnızlığın hiç de yabancı bir argüman olmadığını hatırlattı ruhuna. Soyutlanmak istedi çaresizliğinden, işte bu yüzden tıpkı eski günlerinde olduğu gibi tozlu rafların arasından bir kitap bulup okumaya başladı, kendini umutsuzluğun pençesinden kurtarabilmek için, ardından derin bir uykuya daldı.
    ---

    Aslında kaçıncı nesil olduğumun pek bir önemi yok, çünkü uzun zamandır buradayım o yüzden nesil olayına girmeden sadece okuyun ve yardım edin panpalarım.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    0
    sabun la yalnızlık ne alaka... başlığına sokim
    ···
  3. 3.
    0
    i am alive terk sabun+yalnızlık aklıma 31 geldi
    ···
  4. 4.
    0
    baştan sona gibko tırt klişe sıkıcı.. vb
    ···
  5. 5.
    0
    @22 19 a bak güzel kardeşim bi daha mı anlatayım.4 senelik ünv hayatım + 2 yıl yalnız yaşadığımdan hayat felsefem bu benim
    ···
  6. 6.
    0
    @20 @24 şuku lan, en azından içtensiniz
    ···
  7. 7.
    0
    sen insanlara bakma yaz amk güzel gidiyor. daha hikaye bitmeden yorumlamaya başlamamak gerek.
    ···
  8. 8.
    0
    @27 sağol panpa, hikaye değil kitap diyecem de hikaye gibi haklısın. 10 sayfa kurgu var yaklaşık 90 sayfalık bir kitap(çık) olacak. Tabi daha önce de belirttiğim gibi girişi güzelleştirmem gerek, onu da sizin sayenizde yapabilirim
    ···
  9. 9.
    0
    rezerved
    ···
  10. 10.
    0
    sen paylaşmaya devam et biz düzenleriz elbet ama dikkat et birisi çalmasın sen telifini falan alda sıkıntı çıkmasın :D
    ···
  11. 11.
    0
    “kahretsin, pazartesi sendromu dedikleri bu olsa gerek, bu hafta çok zor geçecek anlaşılan”

    niye bilmiyorum güldüm yani sanki bi yapaylık var daha doğal bi cümle olmalı.

    okudum hepsini klişe bi konu, sıkıyo biraz. aynı şeyler üzerinde çok takılmışsın betimlemeler boğuyor sanki. tabi kitabın bütününde nasıl olur bilemem.

    edebiyat bilgim yüksek değil sadece iyi bir kitap okuyucusu olarak kendi okuduğum sevdiğim, sevmediğim kitaplara göre yorum yaptım.
    ···
  12. 12.
    0
    okudum ama kurgu ım legend ten alıntı gibi ayrıca her yer yesıllık ot cımlık terkedılmıs ewler arabalar dıyorsun ve arkasından nohutlu pilav muhtemelen dünden kalma diyorsun mantık hatası panpa saygılar.

    edit : ayrıca yazım şeklin çok monoton moruk pek bi açıcı gelmedi bana ki sözel bir bölüm okuyorum romanlarla da aram iyidir sıkılmadan okudum ama hani hep aynı ses tonunda ders anlatırsın ya öğrenciler sıkılır o tarz bi anlatımın var anlatımını güçlendirmelisin bence.
    ···
  13. 13.
    0
    @32 aynen im legend i anımsattı bana da. hatta direk o geldi aklıma.
    ···
  14. 14.
    0
    @1 panpa okudum da bu kadar miydi devami filan yok mu
    ···
  15. 15.
    0
    @1 etkilenmissin panpa, benim bi anda aklıma walking dead geldi, rickin hastaneden çıkışı ve şehrin bomboş oluşu falan. olayın ankarada geçişi güzel, eğer başka şeyleri düşünemden okunursa tatmin edici bi merakı var. betimlemeler güzel, en azından o sahneleri insan kafasında görebiliyo. biraz daha toparlayıp kasarsan ve he birazda kendi tarzını yaratırsan alır gidersin. yardıma ihtiycaın olursa pm'den ulaş bana papi, edebiyatçıyım elimden geleni yaparım.
    ···
  16. 16.
    0
    @30 alsınlar önemli değil
    @31 @32 @35 yorumlarınız için teşekkürler, öncelikle belirteyim im the legend i izlemedim herhangi bir esin kaynağı olmasın diye. Sözel bölüm mezunu olmama rağmen kendi üslubumu oluşturabilme fakiriyim galiba.

    @32 mantık hatası yok neden diyeceksin çünkü olayın kurgusunda insanların 1 gecede mantıklı bir sebep çerçevesinde ortadan kaybolması var. o sebep şimdilik benimle kalacak çünkü konu bunun üzerinde dönüyor.

    kitap yazmamda herhangi bir maddi beklentim yok, güzel bir işim var yeterli bir kazancım var. Hep film çekmek isterdim ancak ferre film çekebildim şu ana kadar, bari bunları yazıya dökeyim dedim fakat göründüğü kadar kolay değilmiş
    ···
  17. 17.
    0
    özellikle olumsuz eleştirileri bekliyorum, vurun lan
    ···
  18. 18.
    0
    okudum panpa güzel yazmışsın
    ···
  19. 19.
    0
    şeeepim dyrdsyn
    ···
  20. 20.
    0
    ilk bir-iki satırını okudum. sıkıldım panpa.
    ···