0
öğrenci
üç beş kuruş daha para kazanıp evini geçindirebilmek için gecenin şafaktan az önce ulaştığı en koyu karanlığında karısının ılık vücudunun ısıttığı sıcak yatağından kopup boğaz tırmalayan kuru öksürüklerle kendini mahallenin yokuşuna vuran işçi babasının ömrü boyunca yaşadığı ve ömrü devam ettikçe de yaşayacağı çileyi kendi istikbalinde yaşamamak, rahat yaşam koşulları sunacak bir meslek edinebilmek umuduyla her sabahın köründe çocuksu masum hayallerle düşlerin süslediği, dile gelmez bir yorgunlukla mahmurluğun beslediği o tatlı ve esrik uykusundan çekilip alınarak çakal gibi bir ayazın pusu kurduğu kapıdan çıkıp yollara düşmeye zorlanmış, hayatına çöreklenen bitmek tükenmek bilmez, dizginlenip yola gelmez çirkin, suratsız, şerefsiz bir drama konu olmuş öğrenci.
bilir aslında öğrenci, bunun gerekli, zorunlu ama gelip geçici bir dram olduğunu. başarıya doğru çizdiği rotasında bulunan, kendisine belirlemiş olduğu hedeflerine giden uzun yolda ilerlerken karşılaşacağı dikenli taşlı, topraklı tozlu, dik ve kasisli geçitleri sembolize eden zorluklardan sadece bir tanesi olduğunu bilir bunun. bilir bilmesine de, bu mecbur bırakılmışlıkla baş etmeye çabalamanın kendi hayatından, çocukluğundan, zevklerinden, güzelliklerinden, kendisine çok sıradan gelen en insani istek ve ihtiyaçlarından zütürdüklerinin ve ilerde hayatının en güzel dönemi olarak anacağı, özlemle yad edeceği bu zamanlarının hiçbir şekilde hatırlamak istemeyeceği yıllar haline dönüştürülüşünün hesabını verecek olanların bunun hesabını da birgün kendi üstüne yıkacaklarını düşünüp hissetmekte, geçicilik gerçeğinden aldığı katlanma gücünün bu geri dönüşümsüz kayıplar algısı karşısında emilip sömürülerek yok oluşunu da yaşamaktadır aynı zamanda.
birkaç arkadaşla bir araya gelip yaş yarenlik ettiğimiz bir akşam, bira'radalığımızı bira ile taçlandırmaya karar verdikten ve kanımızdaki promili de muhabbeti çekilir hale getirecek seviyeye ulaştıracak şekilde boşluğa boş şişeler yuvarladıktan sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saat gece yarısı olmuş, limiti aşıp dağılmadan tek parça halinde evlerimize dağılalım diyerek piizi sonlandırmıştık. döndüğümüz her sapakta bir kişi eksilte eksilte tek başıma kalmış, artık ben de evin yolunu tutmuştum fakat içtiğim alkol bünyemde yeterli etkiyi bırakmamıştı. bedensel olarak hala tek parça olmak evet iyi bir şeydi, ama zihinsel olarak, kafa tamlığı anlamında tümlenemeden yarım vaziyette eve gitmek istemiyor, tüme varmak arzusu duyuyordum. bunun için birkaç bira daha kafi gelebilirdi ancak bulunduğum muhitteki tekel bayilerinin hepsi de kapanmıştı, saat gecenin ikisiydi. yanımda arkadaş diye insan kılığına girmiş aç gözlü poriferalar dolaştırdığım için arabada açılmamış bira şişesi bulacağımı da ummuyordum. yine de umutsuz bir el yordamıyla arka koltuğu, paspasları falan yokladım fakat elime değen şişe ve tenekelerin ağırlıklarından, çıkardıkları sesten boş olduklarını farkedebiliyordum. içki bulamayışımla doğru orantılı olarak artan içki içme isteğim, andon abilerin pubını açık görmemle birlikte yerini daha büyük bir isteğe ve mutluluğa terketmişti. araçla gittiğim zaman bunu gören andon abinin içkili araç kullandırtmamak adına anahtarıma el koyacağını ya da bana içki vermeyeceğini daha öncesinden tecrübe ettiğim ve bildiğim için aracı arka sokağa bırakıp yürüyerek gidip girdim içeri. içerde yabancı müşteri kalmadığı için ışıkların spotların çoğu kapatılmıştı ve bütün masalar boştu. sadece tek bir masa loşlukta piize devam ediyordu, onlar da zaten andon abinin gececi kankalarıydı. kapıya uzak masalardan birine geçtim, bira istedim. aslında orada tekirdağ rakısından başka birşey içmek çok ahmakça ve komikti, çünkü andon abilerin tekirdağ mürefte'den özel olarak getirttikleri ve özel muameleye tabi tutarak servis ettikleri şarap ve rakısıyla meşhur bir yerdi ama ben birayla başladık karıştırmayalım felsefesine olan sarsılmaz inancım nedeniyle sifon altı fıçı birayı tercih etmiştim. uzun süredir tek başına içmemiştim ve bunu özlemiştim aslında. kendi kafamla sohbet etmek, dünümü bugünümü düşünmek, bugünümü dünlerime ekleyip yarınlarımı bugünlerimden çıkarmak, belli bir takım şahsi konularda vicdan muhasebesi ve muhakemesi yapmak istiyordum. birkaç saat sonra, bu duygular içinde yoğrularak boşalttığım bardakların ve müziğin de etkisiyle promili epeyce aşmış tamlığa ulaşmıştım. zaten sabah olmuş, ortalık aydınlanmıştı. masaların üzerine ters çevrilip konmuş sandalyeler, kulağıma artık kalkıp gitmem gerektiğini fısıldar gibilerdi. yaşadığım güzelliğin bedelini lira cinsinden ödedikten sonra çıktım, arabaya yürüdüm. dışarda sidik donduran bir soğuk vardı. öyle ki, arabanın bulunduğu birkaç adımlık mesafeyi adımlarken neredeyse ayılacaktım. arabayı zar zor çalıştırıp ağır ağır ev yoluna koyuldum. caddelerde sokaklarda benden başka kimsecikler yoktu, müthiş sessizliği sadece arabanın eksozundan çıkan ses bozuyordu. sanki gerçek hayatta değildim, kış manzaralı bir resim tablosu içinde ilerliyordum adeta. yolda ilerlerken son bir sigara daha tüttüreyim dedim, evde içip astım hastası ihtiyar annemi ayağa kaldırmak, bir saat fırçasını dinlemek istemezdim. sigarayı ağzıma aldım ama çakmağımı pubda unutmuştum, arabanın çakmağı da çalışmıyordu. zaten hiçbir yeri doğru düzgün çalışmıyordu. tek hoşuma giden tarafı sobayı aratmayan çorum kaloriferiydi ve tek bu özelliği için katlanıyordum zaten biraz da. değiştirmemin zamanı çoktan gelmişti ama ne ikinci el piyasası makul bir hale geliyor, ne memlekette kriz bitiyor ne de vergi affına yönelik mantıklı bir atılım yapılıyordu. hükümetin kararlarına içten içe serzenişte bulunup söverken, yol üzerindeki ezilmiş kedi köpek leşlerinin üzerinden geçmemeye çalışırken birden yol kenarında hızlı hızlı yürüyen birini gördüm. hemen yavaşlayıp durdum, ateş isteyecektim. fakat bu kişi iri yarı görünmesine rağmen bir çocuktu ve okul kıyafetleriyle çantasıyla okula yetişmeye çalışıyordu. saat sabahın altısı bile olmamıştı, bu saatte ne okuluydu? okul çağlarımın üzerinden yıllar geçtiği, hayat şartlarımın beni artık okul olgusunun çok uzaklarına attığı için okul saatlerinin değiştiğini falan düşündüm önce bir an. şaşırmıştım. fakat bunu önemseyecek ne halim vardı ne de zaman o zamandı, tek derdim sigaramı tutuşturacak bir kor parçasıydı. geri geri giderek çocuğun yanına yaklaştım, sağ pencereyi açıp "hey genç, ateşin var mı?" diye seslendim. çocuk ağzından buharlar çıkararak "yok abi kullanmıyorum" diyebildi. soğuktan ağzının uyuştuğunu ve bu sebepten olduğunu tahmin ettiğim şekilde bunu belli belirsiz söylemişti. ve tedirginliğini farketmiştim, façası bozuk bir araba ve içinde sarhoş olduğu, bohem bir hayat yaşadığı her halinden anlaşılan sarsak garip bir adam kendisine yaklaşmış ateş istiyordu. ifademi ve tarzımı biraz yumuşatarak sadece ateş istediğimi, korkacak birşey olmadığını söyleyince yine tedirgin tavırlarla ceketinin gizli bölmesine sakladığı çakmağı çıkarıp uzattı. sigaramı yakarken göz ucuyla süzdüm çocuğu. ellerini cebine sokmaya çalışıyordu, belli ki çok üşümüştü. "bu saatte mi gidiyorsun okula, erken değil mi?" dedim. dersin yedide başladığını, iki kilometre yürüyüp otobüse bineceğini, okulun onbeş kilometre uzakta olduğunu, indiği durakla okulun arasında da bir kilometre yol bulunduğunu, nitekim ancak yetişebiliyor olduğu için böyle erken evden çıkmak zorunda olduğunu anlattı aceleci bir tavırla. sarhoşluğun verdiği merhamet duygusuyla sanırım, üzülmüştüm çocuğa. normal zamanda bu kadar yufka yürekli bir kişilik değildim aslında. çocuk o sırada "abi çakmak sende kalabilir benim acele gitmem gerek" deyince, ona karşı bir iyilik yapma isteği uyandı içimde. ona sarhoş olduğum için okuluna kadar zütüremeyeceğimi ama en azından durağa bırakabileceğimi söyledim. tedirgin tavrını sürdürüyordu ama hem geç kalma korkusu hem de çok üşüdüğü için atladı arabaya. giderken yolda çocuğa ders saatinin çok erken olduğunu, bunun neden böyle olduğunu falan sordum, hem de bir sohbet konusu olsun diye. sanki bu soruyu bekliyormuş gibi, yarasını kaşımışım gibi, tuz basmışımcasına of puf çekerek ülkemizdeki eğitim sisteminin çarpıklığını, ders başlama saatindeki abesliğin ise bu çarpıklığın tanımında bile kullanılmayacak kadar önemsiz olduğunu, bunu dile getirmesi için mesafemizin ve zamanımızın yeterli olmayacağını ama yine de evinin uzaklığı yüzünden büyük sıkıntı yaşadığını anlattı bir çırpıda. durağa bıraktım bunu, indi ve otobüsünü beklemeye koyuldu buz gibi soğukta, sabahın altısında.
bende kalan çakmağı, arabamın çakmağı oldu. ve ne zaman arabada sigara yaksam aklıma ülkedeki eğitim sisteminin çarpıklığı gelir. ve tabi ki bir de o çocuğun içler acısı hali, çekilmez çilesi.
üzülüp duygulanırım bu tabloya hep. ama insanın gülesi geliyor cidden, gülesi..
Tümünü Göster