1. 26.
    0
    türkçe olimpiyatları’nda kenyalı çocuğa ezberlettikleri “gülpembe” şarkısından mı bahsediyorlar? sanattan anladıkları, “gülpembe” şarkısıyla “beraber ıslandık yağan yağmurda” derken obama’yla şemsiye altına girmelerinden mi ölçü alınacak; bu mudur sanat?

    - aslında şimdi akp’nin sanata, özel hayata… biraz bunları da konuşalım istiyorum çünkü bunlar hep üst üste geldi belki bu taksim gezi parkı eylemi devamında olan olayların patlaması bundan kaynaklanıyor. alkolle ilgili geçtiğimiz haftalarda yeni bir düzenleme yapıldı. sizin az önce altını çizdiğiniz, sanata yapılan müdahaleler birçok salonun ülkede kapatılması girişimi var, hâlâ da bu girişimler sürüyor. yargıya müdahale var. o kadar çok yerde müdahale var ki, hepsi birleşti ve başlığı “taksim gezi parkı” oldu, diyebilir miyiz, bütün bu birikimlerin?

    + kesinlikle! orada bir birikim var. oradaki birikimi biz nasıl yorumluyoruz, orada aslında bir de sinerji var! yani birisi, türkiye’nin değişik yerlerinden, yurtdışından dinleyen dostlar için şöyle küçük bir not düşelim isterseniz;

    biz taksim’deydik, taksim’deki dostların arasına karıştık, illegal olmamızın, (g)izleniyor olmamızın, fikirlerimizin önüne geçmesin diye suretlerimizi afişe etmemiş olmamızın avantajıydı. bir köşedeyiz, onlar yoga yapıyorlar, diğer tarafta namaz kılıyorlar. birileri kitap okuyor, birileri gitar çalıyor. ama hiç kimse ne bir tacizde bulunuyor diğerine… ne bir baskıda, dayatmada bulunuyor diğerine… hatta bugün cuma namazı kılındı, cuma namazı esnasında devrimci müslümanlar namaz kılarlarken devrimciler “aman bir provokasyon olmasın, bir saldırı olmasın, bir taciz, bir rahatsızlık olmasın” diye etraflarında set oldular, saygıyla onların kendi ritüellerini gerçekleştirmelerine yardımcı oldular. ama aynı devrimci müslümanlar, polis gazından kaçarken, o tazyikli sudan kaçarken, can havliyle camiye ayakkabılarıyla girdiler diye başgünahkâr ilan edildiler.

    bakın, biz din eksenli bir grup değiliz. marksist-leninist bir örgütüz, bnu açıkça söylüyoruz, devirmci pratikten gelmeyiz, 16 yıllık geçmişimiz içerisinde biz bu kadar dezenformatif bilginin yayıldığı, insanların bu kadar aleni bir şekilde karalandığı bir dönem hatırlamıyoruz.

    aramızda yaş grubu itibarıyla 12 eylül dönemini hatırlayan militanlarımız da var. ama böyle bir gerçeklik yok, böyle bir baskı yok, böyle bir mağduriyet yok! yani, kalkıp “içki içtiler” deniliyor hatta işi abartıp “toplu ciks yaptılar” a getiren haber siteleri var. yani, bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir insanlıktır, bu nasıl bir onur anlayışıdır, çok tartışılası bir noktada bugün? yani, aslında söylemeye kalktığınız zaman o kadar çok şey var ki, söyleyebileceğiniz.

    - peki, yani şu mudur, sizin bu söylediğiniz bilgi kirliliği, işte birçok haber sitesinde yapılan haberler, az önce anlattıklarınız, bunlarla kafalar mı karıştırılmaya çalışılıyor, bir noktaya ulaşmak için?

    + şimdi, çevrecilikten bahsediyorlar lale hanım. çevrecilik meselesini üç-beş ağaç meselesine indirgemek, meseleyi dezenformatif olarak basitleştirmek demek zaten. eğer mesele sadece üç-beş tane ağaç olsaydı, bugün amerikan büyükelçiliği… yanıtlayamadığı soru, “atatürk orman çiftliği’nin mülkiyeti size mi devredildi”nin bir cevabı olurdu. amerikalılar dönüp dediler ki, “bu sorunun muhatabı biz değiliz”. “almadık” demediler! şeyi de hatırlıyoruz, yani “atatürk orman çiftliği arazisinde 60 yıllık sedir ağaçları, oranın birinci dereceden sit alanı olmasını sağlıyor”. ama o ağaçları 20 yıllık göstererek orayı üçüncü dereceye indirgediler ve inşaata başladılar. başbakanlık konutu olarak yürütüldüğü söyleniyordu.

    çok net söyleyebiliriz; tpao’nun özelleştirilmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmış vaziyettedir. biz “canbaza bak” numarasını kabullenemeyecek bir örgütüz. redhack bunun da altını çizdi. yani biz, gezi direnişi can havliyle insanlar kaçışırken, bu tepkileri verirken böyle bir hamle bekliyorduk. tpao’nun özelleştirilmesinin, yani yer altı zenginliklerinin ve doğal kaynakların rahatlıkla satılabilmesinin de önü açıldı bu esnada.

    üçüncü köprü için kesilecek milyon tane ağaç varken –bakın ısrarla söylüyorum- artvin cerattepe yağmalanırken, artvin cerattepe’de çok ciddi maden gerekçesiyle çok ciddi bir doğa katliamı vardır zaten.

    kaç yıldır söylüyoruz; kaz dağları, kaz dağları’nda çok ciddi bir yağma, talan kültürü vardır zaten işlemekte olan. bugün en son van erciş’te çekilmiş görüntüler var; otobüs durağında kendi kendine işe gitmek için bekleyen insanlara toma’ların saldırısı var. bunları görmezden mi geleceğiz? bütün dünya bunları görüyor, “onlar kendilerine baksın” diyorlar.

    occupy wall street eylemi, “wall steert’i işgal et” eylemi bütün dünyaya yayılmıştır, antarktika dışında bütün kıtalarda karşılık bulmuş bir eylemdir ama bütün occupy eylemlerinin kökeni neresidir, biliyor musunuz lale hanım? (- evet)

    tekel işçilerinin direnişidir, ankara’dır!

    - değil mi?

    + evet, bunu böyle değilmiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. bugün polis kasklarını kapattı, “kasklarla ilgili soruşturma açacağız” dedi içişleri bakanı. içişleri bakanı, 1 mayıs’ın hesabını verebilmiş değildir hâlâ! 1 mayıs’taki yaralanmaların, 1 mayıs’taki polis terörünün, şiddetin karşılığını verebilmiş değildir, cevabını verebilmiş değildir.

    kaskların kapatılmasıyla ilgili eğer yeterli gerekli delile ihtiyaçları varsa biz bugün “kıyamet projesi” ismi ile sosyal medya hesaplarımız üzerinden bize ulaştırılmış belgeleri yayınladık. “ulaştırılmış” diyorum çünkü insanlar artık redhack’i ana medyadan daha güvenilir buluyorsa herkesin oturup takkesini önüne koyup bir düşünmesi gerekir.

    bizim mail adreslerimize, bizim iletişim adreslerimize insanlar belge gönderiyorlar “bakın bunu görmelisiniz” diye. ulaştırılan belgelerin bir tanesinde şu vardı lale hanım:

    “polisin her tür eylemi her tür ortamda dijital kayıt altına -görsel araçlar vasıtasıyla kayıt altına- alması talimat var.”

    yani bugün çıkıp “biz bunu görmedik, duymadık, bilmiyoruz, orada deildik” deme lüksü yoktur polisin. ve herkes yasalardan hareketle bir şeyler söylüyor, bakın alkol yasağından biraz önce bahsettim, alkol yasağında çok farklı şeyler de yazıyor. hani bu halkın ihtiyaçlarını karşılayamayan yasalardı bunlar? 12 eylül artığı yasalardı bunlar? niye sırtınızı oraya dayıyorsunuz? sanki memlekette herkes alkolik dolaşıyormuş, madde bağımlısı dolaşıyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. e ayyaş söylemi de bunun bir uzantısıdır, diğerleri de bunun bir uzantısıdır. ama yani ülkede hem namaz kılanların hem içki içerim diyenlerin oranı %41!

    - peki şimdi hazır söz açılmışken bunu da sormak istiyorum ben; bir yandan bu yasalarla müdahaleler yapılıyor ama bir yandan da bununla ilgili söylemler var çok tahrikkâr buluyor musunuz bu söylemleri? örneğin, alkol yasasıyla ilgili, işte bir “ayyaş” söylemi var, kürtaj yasasıyla ilgili “her kürtaj bir uludere’dir” söylemi var… ve buna benzer aslında şu anda çoğaltabileceğimiz birçok söylem var. bu söylemleri ve bunların bu kadar cesaretle söylenmesini, bu kadar üstüne üstüne giderek söylenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    ya bu fütursuzluklarının hepsini biz değerlendiriyoruz sosyal medya hesaplarımız üzerinden ama şunun altını çizmek lazım, yani, “bizim elimizde başka bilgi ve belgeler de var”. alkol yasağından bahseden insanlar, bugün bu ülkede “en fazla rakı çeşidini biz yayınladık/piyasaya sürdük”, “40’tan fazla rakı çeşidi var memlekette, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorsunuz zaten” söyleminin sahibidir aynı zamanda. (- evet)

    bakın şu soruyu biz daha önce sorduk, burada yeri geldi madem, tekrar soralım;

    “takiyye, yani inandığının aksini söyleme sözcüğünü bu ülke hangi iktidar döneminde öğrendi?”

    “biz takiyyeyi biliyor muyduk akp iktidarından önce?”

    “en fazla şans oyunu, lotarya, iddaa, endüstriyel futbol artığı ne kadar kepazelik var ise, bunlar hangi iktidar döneminde yaygınlaştı; sayısı kaç iken kaç oldu?”

    bunu söyleyecek insanların kalkıp 50 kilo esrarla yakalanmış bir yeğeninin olmaması lazım! 50 kilo esrarla yakalanmış bir yeğeni vardır başbakanın, bunu ciddi bir kitle bilmektedir, bilmeyenlere belgesiyle, tarihiyle biz ulaştırmayı taahhüt ediyoruz.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    0
    redhek ne lan... referans olarak bula bula bunu mu buldunuz, kılavuz olarak... ahahahah

    ulan ne zamandan beri sorgulanamaz tek otorite oldu ki bu neüdüğü belirsiz grup...

    ahahahaha
    ···
  3. 28.
    0
    reserved
    ···
  4. 29.
    0
    bugün terörden, terörist gruplardan, marjinal grupların gezi direnişini tahrik etmesinden bahsediyorlar ama kimse çıkıp söylemiyor; “bugün istanbul terörle mücadele şube müdürü sedat selim ay 71.9.. (kesildi burası, devam ediyor konuşma) avrupa insan hakları mahkemesi’nde hüküm giymiştir. isteyene bunun belgesini yayınlamayı da söz veriyoruz, redhack olarak.

    - tekrar edelim de bunu, tekrar edelim mi bunu?
    + son söylediğimi mi?
    - evet, lütfen.
    + ısrarla söylüyoruz;

    istanbul terörle mücadele şube müdürü sedat selim ay 719.8/1 -diye hatırlıyorum, yanlış hatırlıyorsam düzeltirim medya hesaplarımızdan- avrupa insan hakları mahkemesi’nde diyarbakır’da yaptığı işkence ve tecavüzlerden ceza almıştır, ülkenin ceza almasına sebep olmuştur.

    ve bugünkü başbakan çıkıp demiştir ki, “ben adamımı yedirtmem” (- evet) çok tuhaf bir söylem bu. herkes çıkıp diyor ki, “başbakan iyidir”. “halkı yedirtmem”, “%50’yi yedirtmem”. “suçlanmıştır, münferittir”.

    • nasıl bir yasal süreç işletiliyor bu ülkede?
    • nasıl bir adalet anlayışı var?

    yani, bugün ismail cemaati üzerine gittiği için, sırf bunun için suçlanan ilhan cihaner, bu parlamentonun –bizim çok inanmadığımız bir işleyişi vardır parlamentonun, hatta hiç inanmadığımız. çünkü delege seçimleri tuhaftır, milletvekili seçimleri tuhaftır, parti mkyk’ları tuhaftır. salı günleri bir kayıkçı kavgasından öteye geçmeyen grup toplantıları vardır. bu meclisin içerisinde bu gözlemleri yapmış birileri olarak biz meclisin de sağlıklı işlediğini düşünmüyoruz zaten- yani, şöyle baktığınız zaman, biraz geriye çekilip baktığınız zaman; yargıya gereken talimatı verebiliyorlar -çağlayan adliyesi’nde, çağlayan adliyesi’ni avukatlardan korumaya çalışıyorlar!- (- evet)

    hoş, yani çok tuhaf şeyler oluyor bu ülkede.

    avukatlardan korunan adliye olarak tarihe geçti çağlayan adliyesi.

    - aslında türkiye birçok konuda tarihe geçti son bu son 10 yılda, bu da tabii düşündürücü. peki, hazır yargı demişken, birçok yeni dava başladı şu 4 yıl öncesinden, yine türkiye tarihine geçecek. ergenekon, balyoz davaları… onları aslında sosyal paylaşım sitelerinden biz, sizin paylaşımlarınızdan biliyoruz ne düşündüğünüzü biliyoruz ama şu anda bizi izleyenler için de; o davalar için ne düşünüyorsunuz?

    + çok özür dilerim, bir yudum su aldım çünkü bir yandan konuşuyorsunuz, bir yandan içten içe temennilerde bulunuyorsunuz, dilek ağacına dönüyor kafanız. inşallah bu söyledikleriniz halkımızın, o, sürekli ezilen, ötelenen, dışlanan halkın bir parça zihnini açacak sorulardır diye de dilek tutuyorsunuz.

    meseleye şöyle bakıyoruz:

    biz, adil yargılanmanın hak olduğunu düşünüyoruz.

    bir komünistin, bir sosyalistin bunun aksini iddia etmesi söz konusu olamaz.

    adalet = kanun demek değildir diye her fırsatta ama elimize geçen her fırsatta –biliyorsunuz, bizim çok özgür platformlarımız yok kendi söylemlerimizi istediğimiz an dile getirebileceğimiz- bulduğumuz her fırsatta, -özellikle sosyal medya hesapları üzerinden- “bu denklem yanlıştır” diyoruz. çünkü insanı hedefine almaz, insanı merkezine almaz.

    adil yargılanmayı bir balyoz davası tarafı –diyeyim, taraf oldu insanlar çünkü bu ülkede, hiç olmadığı kadar ayrışmış vaziyette- balyoz davası’na taraf olmuş kişi kck’daki adaletsizliği, kck’daki kişi devrimci karargah’taki adaletsizliği, onlar oda tv’deki adaletsizliği, biri bir diğerinin adaletsizliğini “ne oluyor yahu” diye yüksek sesle sorguladığı güne dek bu adaletsizlikler sürecek. bunarlın hiçbirinin tarafı değiliz. ne balyoz’un ne ergenekon’un ne diğerlerinin ama çok net gördüğümüz bir şey var; hacker marifetiyle bugün ülkede –gerçekten çok tuhaf şeylerden biridir, bizden farklı hacker grupları da söz konusu, biliyorsunuz- hacker marifetiyle oda tv davasında da balyoz’da da diğerlerinde de “üretilmiş deliller”e denk geldik. bunu ısrarla yüksek sesle söylemeye çalıştık.

    boğaziçi üniversitesi’nin delil incelemek için aldıkları bilgisayarlara el koydu polis. oda tv davasında söylemeye çalıştığız şeyleri biz balyoz için söyleyebilmek zorundayız. balyoz’da yargılananların biz tarafı olduğumuz için değil, ergenekon’da yargılananların biz tarafı olduğumuz için değil; sadece adalet telaşındayız çünkü adalet, sevgili efkan abi’nin (efkan bolaç’tan bahisle) söylediği şekilde “adalet göğün direğidir, o olmazsa göğ başımıza teper, gökyüzü başımıza çöker” der, kutadgu bilig’de… ama şimdi kutadgu bilig diyorum, herkes kutadgu bilig diyor, “mutluluklar” kitabı demiyorum diye kınayanlar olacak mıdır onu çok bilmem çünkü dersim çatışma alanıydı, dersim dedik diye vay efendim “siz niye oraya dersim diyorsunuz”, yani güroymak demediniz norşin dediniz, norşin demediniz güroymak dediniz, uluder’ydi, roboski’ydi. başbakan’ın doğduğu köy hâlâ podolya’yken bunlar nafile tartışmalardır. bunlar boş, lafügüzaf şeylerdir. söylediğim mekanı anlıyor musun(?), anlıyorsun; ondan ötesi lafügüzaftır çünkü dersim bin yıldır dersim’dir; onu değiştirmek zorunda kalmak da bir zulümdür.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    0
    bakın, taksim gezi parkı direnişi’nde biz gerçekten o açıklamayı bekliyorduk çünkü o açıklama bizim için değerliydi –çünkü halkı bir bütün olarak algıladığımız için değerliydi- kürt halkı temsilcilerinin de çıkıp bir şeyler söylemesini, bu davayla ilgili, bu konuyla ilgili bir fikir beyan etmelerini bekliyorduk, o açıklama da geldi; bu polislerin yaptığı, bu hükümetin ısrarla uygulamakta direttiği bu zulüm… haksızdır. “süreç etkilenmesin diye biz birtakım fedakarlıklar yaptık bağrımıza taş bastık ama türk halkı da bizim kardeş halkımızdır, biz yıllarca ‘kürt-türk kardeştir’ diyenler olarak buna nasıl sessiz kalabiliriz” inisiyatif koydular… yani, biz teşekkür ederiz inisiyatif koyan çerkez halkına da laz halkına da –bugün saraybosna’da eylemler yapılıyor, amerika’da, londra’da, paris’te, zürih’te, viyana’da, türk kafkas adaları’nda, karayipler’de… dünyanın dört bir tarafından insanlar tepki veriyorlar- birisi bu eylemlerin müsebbibi olma ihtimalini düşünüp kenara çekilip “ya ben bu ülkenin başbakanıyım, bu kadar insan acaba yanılmıyor olabilir mi(?)” demek zorundadır.

    bugün hammami (hama hammami) çıkıp tunus’ta “biz diktatörlerle yemek yemeyiz” diyorsa; bugün ekonomist, dünyanın saygın dergilerinden bir tanesi çıkıp “bu demokrat mıdır, sultan mıdır; bilmiyoruz, anlamadık” diyorsa… bunun gibi örnek çok çoğaltabiliriz. yani biz dünyanın bütün ajanslarını taramaya çalışıyoruz; dünyanın dört bir tarafından gelen tepkiler, beyaz saray’ın tepkisi, the guardian’ın, the new york times’ın, the wall street journal’ın, diğerlerinin, iran haber ajansı’nın; yani fars news’da da (fars news agency) aynısını göreceksiniz, çıkıp başka bir yerde de aynısını göreceksiniz.

    bu çok ciddi bir baskı rejimidir.

    ha şimdi diyeceksiniz ki, “bundan öncekiler baskı rejimi değil miydi(?)” cumhuriyet tarihinde 80 yıllık borç kadar borç istiflemiş bir iktidar döneminde, buna ses çıkartmayan halkın hiçbir şeye ses çıkartmayacağı zannedildi; yani “niye bugün, daha önceki iktidarlar da shereton arazisine el koydular, koç üniversitesi de koydu, halk niye ses çıkartmadı” dedi; başbakana cevap verelim:

    “halk yeni uyandı!”

    yani, (- evet, evet, evet) bütün bu olanların farkında olan kitle küçük bir kitleydi. ama o kadar abarttılar ki baskıları, insanlar susmaz hâle geldi. yani, söylenecek aslında çok şey var lale hanım.

    - şimdi ben yine bir hani, aslında belki biraz dışına çıkacağız ama bir ortadoğu projesi var, onunla ilgili bir görüşlerinizi almak istiyorum, bu konuda ne düşünüyorsunuz diye. hazır eleştirdiniz de türkiye’de bu meclis, türkiye büyük millet meclisi’ndeki sistemi ama seçilmiş tutuklu vekiller var, bunların hâlâ aslında bir yumuşama gibi görüldü bir dönem ama atılmış geri adım yok, hâlâ tutuklu bulunuyorlar. bu konudaki düşüncelerinizi almak istiyorum.

    isterseniz şöyle kısaca büyük ortadoğu projesi’nden bahsedelim. (- olur) büyük ortadoğu projesi’nin eşbaşkanıyız diye beyanatları var. bunu dinlemeyen varsa redhack sosyal medya hesapları üzerinde linkler mevcuttur, oradan izleyebilirler. yani defalarca kendi ağzıyla ikrar eden başbakan “biz büyük ortadoğu projesi’nin, kuzey afraka’nın ve ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi eşbaşkanlarından biriyiz” dedi. daha sonra “ya böyle bir şey nasıl mümkün olabilir, bunu söylediğimi ispatlamazlarsa şerefsizdirler, namussuzdurlar, alçaktırlar” dedi. yani, bütün bu söylem de bir nefret içeriyor aslında.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 31.
    0
    insanları, tamamıyla baskı altına alınmış medya üzerinden bu açıklamalara mecbur ediyorlar. ama kendi sesini hatırlattığınız zaman da öfkeden kuduruyor. bakın, medya üzerinden açıklama geliştirmek, söylem geliştirmek her zamankinden zordur. bizim, binlerce eleştiri getirebileceğimiz tuncay özkan bugün cezaevindedir, davasına taraf değilizdir ama tuncay özkan’ın tutuklanmasıyla ilgili her şeyi duyuran basın, savunmasıyla ilgili belli siteler, belli kanallar dışında tek satır dile getirmediler. adamın ruhsatlı silahını ruhsatsız olarak iddianameye not almış savcılar söz konusu bu ülkede. yani canan baran’ın, değerli hocamın kalkıp 15 yaşında başkannın yaptığı evliliği dile getirmesini müteakip derhal harekete geçen savcılar, bu konuda en küçük bir şekilde harekete geçmemişlerdir. yani, herkes adalete olan inancını koruma için gayret ediyor, savcılardan bir hareket bekliyor ama savcılar artık bu ülkenin halkının savcıları değillerdir. çok net ortadadır.

    özgürlükler savcısı diye bir kavram olabilir mi? özgürlükler hakimi olabilir mi? özel yetkili mahkemeler kavramı olabilir mi? bakın, biz hukukçu değiliz. bu kavramları çok daha net açıklayacak insanlar var bu ülkede ama biz gezi direnişinde de çok net gördük, hukuku o yüzden bilmek zorundayız, haklarımızı ve hukuklarımızı. twitter üzerinden nefret mesajları, toplumu isyana yönelttiği gerekçesiyle, savıyla izmir’de gözaltına alınan insanlar oldu. bakın bunun aleyhinde, biz kemalist değiliz ama atatürk hakkında yüzbinlerce hakaretamiz söylem söz konudur, başbakanın kendisinin söyledikleri hariç! (- evet) diğer inançlar üzerinden ateistler için etmedikleri laf kalmamaktadır, problem olmaz! çivili sopalarla –sivil polis olduğunu söylüyorlar ama biz inanmıyoruz- sivil polis olduklarını iddia ettikleri tipler direnişçilere saldırmışlardır izmir’de -20 kişi 21 yaşındaki başak özçelik’i darp etmiştir feci şekilde –başak’a da geçmiş olsun diyoruz buradan- yani, bütün bunlar için savcıların harekete geçmesini istiyoruz.

    kask sorusunu yöneltiyorsunuz, dilleri damakları kuruyor çünkü açıklaması yok! o kask numaralarının kapatılmasının bir tek açıklaması olabilir, tespit edilmemek. “delil karartmak”tan ne farkı var bunun? yani siz canan baran’ın “15 yaşında hayrünnisa gül hanımefendiyle, eşi hanımefendiyle izdivaç gerçekleştirdi” dedi diye başkan, bunu dile getirdi diye, ki bu bir gerçektir; iftira atmıyor, yalan söylemiyor, bu bir gerçektir. bununla ilgili savcılar harekete geçiyorlar ama cezaevlerinde, antalya da, şakran’da tecavüze uğrayan çocuklar için kılını kıpırdatmıyor bu insanlar.

    yani borsa %8 değer kaybetmiş, küresel sermaye tereddütlüymüş, vesaireymiş ve 150 milyar dolarlık bir sermayeyi “yeşil çarlık” var bu ülkede… gülen cemaati var, bunun hesabı neden sorulmuyor?

    - gülen cemaati, özellikle son yıllarda, eskiden hani konuşmaya bile düşünürdük “acaba var mı, yok mu” diye ama artık o kadar rahat konuşuyoruz ki, “iyice artık oturdu, var” demek size göre mümkün mü?

    + lale hanım, graham fuller amerika’da cia’dan emekli bir adamdır. graham fuller “ılımlı islam” tabirini icat eden adamdır. bu adam, özellikle kırgızistan’da, türki cumhuriyetlerinde cia ajanlarının yetiştirilmesi için bu okulları örgütlediğini dile getiren adamdır aynı zamanda. ama medya üzerinde öyle bir baskı söz konusudur ki, bunları öğrenme şansınız yoktur! bakın, büyük ortadoğu projesi’nde de “yönlendirilen” medya ajansları vardır. biz daha önce de dile getirdik. “ülkenin fabrikası olur mu kardeşim” diyorlar. ülkenin otoyolu olur mu, devletin otoyolu olur mu? devlet ayakkabı üretir mi? devlet şunu yapar mı; telekom olur mu devletin? peki bütün bunları olmayan devletin neden bir haber ajansı vardır? ve neden bülent arınç, yakın dönemde bu ajansın bütçesini dört katına kadar yükseltmiştir?

    cevabı biz vermedik(!), fas haber ajansı verdi;
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    0
    nasrallah’la ilgili golan tepelerinde kuseyr’deki çatışmalarda taraf olmuş hizbullah’ın lideri nasrallah’ın sağlık durumuyla ilgili yalan haberi anadolu ajansı’nın ürettiğini tespit etti. (- evet)

    biz bu utançların neden parçası oluyoruz?

    biz reyhanlı meselesinin, bu kadar çabuk günden değişmesinden ötürü unutulmasını istemiyoruz! (- evet, evet) reyhanlı’daki acımız tazedir bizim. sadece reyhanlı da değil, hatay aslında sembol bir kentti, hepsi sembol kent olarak yaşamıştı, hoşgörünün başkentlerinden biriydi mardin’le birlikte… pek çok etnik kökenden gelenlerin pek çok farklı lisanı konuşulduğu, pek çok farklı inanç grubunun birlikte yaşama pratiğine sahip olduğu bir kentti. biz, reyhanlı’da da canımız yandı. abdullah’ın meselesinde –abdullah cömert’i kaynettik biliyorsunuz- abdullah cömert meselesinde de canımız yandı. e başka gerekçelerimiz de var bizim aslında; hatay’da yapılan zulümle ilgili, el-nusra cephesinin, oradaki konuşlanmasıyla ilgili yani bu ülkeyle ilgili…

    - yani bu konuda da şimdi, -yine araya gireceğim özür dileyerek- yine biraz suriye politikasına girmek istiyorum ben, reyhanlı neden oldu? o kadar çok uyarı yapıldı ki, sınırdaki o zafiyete ilişkin -güvenlik zafiyetine ilişkin- ama reyhanlı resmen göz göre göre oldu. bunu artık söylemek sanıyorum sakıncalı değil. buna rağmen hâlâ geri adım atılmış değil o konuda da suriye konsunda da. hiçbir arttırılan önlem yok orada. mobese kameralarıyla ilgili –biliyorsunuz- çıkan haberleri…

    + gümrükte iki tane vardı. şehir içerisindekilerin hepsi, tamamı devre dışı bırakıldı. daha önce de dile getirdik lale hanım, tekrar söyleyelim; bakın, dezenformasyon için twitter’dan sorun yaratıcı olarak bahsediyor ya başbakan (- evet, baş belası diyor) “ya bu k… lanet olsun buna” falan diyor. ama twitter üzerinden bu insanlar dezenformatif bilgiyi kendileri yaydılar; patlama esnasında kullanılan araçların plakalarını, kullanılması muhtemel olan diğer enstrümanları biz reyhanlı belgeleriyle birlikte yayınladık. redhack olarak biz bu yayınları yaptık. ancak, patlamadan sonra bu araçların plakalarının, bizim yayınladıklarımızla tutmadığı gibi iddia ortaya atıldı… ve henüz savcılık açıklaması gelmemişken yapıldı bu açıklama. reyhanlı’da çukur açıldı yerde ama çukur, sanki orası delil toplanacak olay mahalli değilmiş gibi bir anda belediye ekiplerince temizlendi, oradaki her şey, bütün deliller moloz yığını kabul edilip hurdalığa zütürüldü, oraya dolgu yapıldı, asfaltlandı.

    yani bu meselenin aydınlanması zaten (biraz kesinti var burada, devam ediyor) dışişleri bakanı sergei lavrov (rusya dışişleri bakanı) “bu gaz nereden geliyordu, nereye gidiyordu, bunun izahını bize bir verin” dedi “sayın türk yetkililer” dedi. bakın bu kepazeliğe bir son vermek lazım.biz bütün sınırlarımızda barışçıl ilişkiler geliştireceğiz iddiasında olanlar, bunun hâlâ böyle olduğunu söylemekten ar damarları çatlamadığı için utanmayanlar… yani, herkesle sorun yaşar vaziyetteyiz.

    biz bunun bir parçası olmak istemiyoruz.

    biz bunun bir parçası olmadığımızı türk halkı olarak suriye yönetimine anlatabildik ama kendi yönetimimize bir şekilde anlatamıyoruz! anlatamıyoruz, anlatamayacağız muhtemelen.
    yani ,adana’da ölen polis memuru; mustafa sarı: niye ölüyor bu insanlar? niye ölmek zorundalar? yani nasıl bir mantıktır bu; yaşamdan çok ölüme inanan bir iktidar pratiği dünyanın neresinde kabul görmüş ki, biz kabul edelim?

    ha, şunun da altını çizelim;

    bakın, bu eylemler esnasında en çok unutulan insanlardan bir tanesidir; mehmet ayvalıtaş’ı unutmuş değiliz. ethem sarısülük’ü -diğer belediye işçisi-, gözünü kaybedenler, kafasında dikişler olanlar, yoğun travmada –duran meselâ (duran akbaş)- can çekişiyor ama bir kişi var, biliyor musunuz lale hanım(?) adana’da kağıt toplayan bir çocuk var, öldü! (- o nasıl öldü işte?) “o çocuk da o kargaşanın içerisinde köprüden düşen polisle beraber öldü” diye bilgimiz var. ama kağıt toplayan çocuğu kim ciddiye alsın ki? sürekli 3 çocuk yapmaktan bahsedenler, orada bir kağıt toplayan çocuk ölmüş, bunu niye ciddiye alsınlar ki?

    çocuklar bu ülkede -2 buçuk yaşında kübra acından öldü- acından öldü! çocukalrına bakamadığı için 26 yaşındaki anne –biz ismini e.a. diye biliyoruz çünkü hep bir kısaltmadır bu ülkede yaşanan zulümler- yani, o kendini astı!

    burada insanlar ölüyolr; toki bodrumunda da ölürsünüz bu ülkede, bugün zonguldak’ta yeniçeltek’te maden ocağında da ölürsünüz, yani bugün “metin göktepe” gibi “duvardan düşer” ölürsünüz! sonra bir gün tepenizde savaş uçakları belirir, roboski’deki 34 kişi gibi de ölürsünüz. afyon’da cephanelik patlar, “25 tane” asker olarak ölürsünüz; “kız vermiyorlar” gerekçesiyle askere gittiğini bildiğiniz çocuklardan bir tanesi diğer 11 arkadaşıyla “afgan dağlarında” –bizim ne işimiz varsa afgan dağlarında(?)- “nato çerezi” olarak ölürsünüz; yani sürekli ölürsünüz bu ülkede!

    taksim… taksim direnişi bize biz olduğumuzu hatırlattı.

    sürekli dışlanan, ötekileştirilen kim var ise hepsi bir şekilde bu davanın, bu direnişin bir parçası oldular. sanatçılar çıktılar ortaya. hepsini tanıyorsunuz, biliyorsunuz. ya “tiyatroma dokunma benim, benim söz hakkımı elimden alma” dediler. eşcinseller, -hepsine teşekkür ediyoruz- o direnişte yara saran, kandi yatağını yaralılara açan, su veren, pansuman yapan eşcinsellere teşekkür ediyoruz. orada olan alevi, kızılbaş, hacı bektaş veli kültür derneklerine, vakıflara, sivil toplum kuruluşlarına, eczanesini açan, su veren esnafa, hepsine teşekkür ederiz.

    sürekli yansıtılmaya çalışılan şudur;

    “bu direnişçiler araçları yaktılar, yıktılar, o kadar zarar verdiler”

    bakın, bunun aksini çok rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız. görsellerimiz var…

    - ama bütün bunlara rağmen, görsellere, biz işte günlerdir burada durmadan yayın yapıyoruz, buna rağmen hâlâ öyle olduğunu iddia edenler de var türkiye’de.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    0
    şunu söylemek mümkün değildir;

    yani, “bu iş içerisinde hiçbir şekilde hata yapmamıştır direnişçiler” söylemini geliştiremeyiz ama şunun altını çizmek lazım,

    “o araçları yakanların nasıl üsküdar’da örgütlendiğini, onları örgütleyen hangi teşkilat olduğunu çok net biliyoruz” sadece bunu delillendirmemiz an meselesi; onların o direnişle, o direnişin kendi pratiğiyle alakası olmadığını çok net biliyoruz. provokatörlerin araya karıştığının farkındayız. bununla ilgili itidal çağrıları yaptık; “aman haklıyken haksız duruma düşmeyelim, bu gerçekten barışçıl bir eylem olarak sürsün çünkü biz barışçıl yollardan da bu iktidarın kifayetsizliğini, geçmiş iktidarlardan aldığı mirası –o sağ muhafazakâr ve baskıcı rejimi- katbekat arttırarak sürdürdüğünü” dile getirdik.

    bu direnişi biz bu şekilde barışçıl yollardan da kazanabileceğimizi biliyoruz. bunun son derece net bir şekilde farkındayız. yani ankara’da insanların üzerine sürdüler araçları! (- evet) insanlar bunu gördü! mehmet ayvalıtaş nasıl öldü, detaylarına vakıfız. sürekli siyasetin içerisindeyiz. yani “mustafa sarı’ya üzülmediniz mi(?)” diyeceksiniz, -polis memuruna-! polis vazife selahiyetleri kanunu’na –eğer yanlış biliyorsak hukukçular bizi düzeltsin- “bir zanlı, bir eylemci, bir protestocu demokratik hakların dışında bir tutum geliştiren kişi kontrol altına alındıktan sonra polisin onu darp etmesi suçtur!” biz yerde tam olarak kapaklanmış insanların, baygın insanların dövüldüğüne şahit olduk bu eylemler esnasında. daha önce de olmuştu, 1 maıs’ta da olmuştu. yani mustafa sarı köprüden düştü, hayatını kaybetti… -eşi hamiledir, beş aylık hamiledir- o çocuğu babasız bırakmaya, o şekilde o polisi güdülendirmeye kimin hakkı var? kimin hakkı olabilir? ama aynı şekilde ilk gün, eylemin ilk günü üç tane direnişçi köprüden düşüp can havliyle kaçarken yaralandığında, gidip onları yerde yatarken gaz bombalarına tabi tutan yine polisti. ve biz bu polis teröründen sıkıldık, bıktık, yıldık. yeter yahu! yani hiç mi utanmıyorsunuz, evinize gittiğiniz zaman karınız gözünüze bakmıyor mu, bu eylemlerin içinde olduğunuzu bilmiyor mu, çocuğunuzun gözüne nasıl bakıyorsunuz? ne gerek var buna? adam zaten senden kaçıyorsa, onu yakalama telaşıyla –sana taş atmamışsa, bilye atmamışsa- bakın sürekli bir molotof, sürekli sürekli bir çelik bilye söylemi var bu hükümetin.

    dilan, dilan alp; hey tekstil işçisi ali abi’nin kızı; onunla ilgili dediler ki, “kriminalistik belge vardır, record’ı vardır, kaydı vardır, örgüt üyesidir”; hiçbir örgüt üyesi çıkmadı dilan! “elinde molotof vardı” dediler, gözü yanmasın diye sirke şişesi taşıyordu. bütün bunların ispatlanmasına rağmen vali -ki aynı validir, 1 mayıs’taki valiyle direnişteki, gezi direnişindeki vali aynı validir- aynı umursamazlıkta devam ediyorlar!

    “sessiz bekçi” adında bir silah edinmiş vaziyette bu emniyet; manyetik dalgayla insanın ağzını yüzünü uyuşturacak şekilde hareket edemez, geçici olarak hareketsiz bırakacak şekilde; bu silahı denemek için fırsat olarak görüyorlar bu eylemi! bizim elimiz tetikte.

    - son dönemde zaten polisin kullandığı silahlar da çok tartışmalara yol açtı, örneğin bu taksim gezi parkı eylemlerinde, yurt genelinde işte önce biber gazıyla başladı sonra portakal gazı dendi. sonra içeriğinin bilinmediğine yönelik, bunların denendiği kişiler konuştu. çünkü yarattığı etkiler çok farklı! bu kadar acımasızca bunlar nasıl kullanılıyor, güvenlik güçleri tarafından? yani kanser yapacağı, yapması bile –yapılan araştırmalar onu gösteriyor- “bu kullanılan gazlar uzun vadede kanser yapıyor”, böyle bir araştırma var. buna rağmen halk üzerinde bu silahlar nasıl kullanılır?

    lale hanım, çok kısa kısa sorular soralım, zihin açıcı sorular kurtaracak zaten bizleri;

    alışveriş merkezinde, dumansız hava sahası ihlali yapan iki tane sivil polisin garson tarafından uyarılmasını müteakip nasıl ayağa kalkıp hiddetle, şiddetle o garsonu darp ettiklerinin görüntüleri var bizde.

    kural koyucu, kurala herkesten önce uyması gereken kişi değil midir?
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    0
    bune amk okurken uyuya kaldım skcm redi heckini
    ···
  10. 35.
    -1
    amk işsizi oturmuş bunu yazmış
    ···