/i/Felsefe

filozofiya'ya inananların kafalarını açtıkları uhrevi altincidir.
  1. 1.
    0
    Plutarkhos, ruhun yeteneklerinden, iç değerlerimizden bahseder. Der ki; düşünürsek hayvanla hayvan arasında çok büyük farklar yoktur, insanla insan arasında olduğu gibi. Epaminondas’ı ben de hayal ettiğim ölçüde, tanıdığım aklı başında herhangi bir insandan o kadar uzak görüyorum ki Plutarkhos’dan da ileri giderek şöyle diyebilirim: “Bir insanla başka bir insan arasındaki uzaklık, bazen insanla bir hayvan arasındaki uzaklıktan çok daha fazladır.

    Üstelik kafa dereceleri, buradan gökyüzüne çıkacak bir merdivenin basamakları kadar sayısızdır.
    Sıra insanları değerlendirmeye gelince, ne tuhaftır, varlıklar içinde kendi değerleriyle ölçülmeyen yalnız bizler varız. Bir atı güçlü ve çevik olduğu için överiz, eğeri ile değil. Bir tazı koşmasıyla övülür, tasmasıyla değil; bir kuş kanadıyla övülür, çıngıraklarıyla değil. Niçin bir insanı da kendinin olanla değerlendirmiyoruz? Bir sürü adamı varmış, güzel bir köşkü varmış, şu kadar itibarı, bu kadar geliri varmış. Oysa tüm bu değerler, çevresindedir onun, kendisinde değil. Bir at satın alacaksınız, üstündeki piliyi attırır, çıplak, yalın bakarsınız. Gerçi eskiden krallara satılacak atlar örtülü getirilirdi önlerine; ama örtülü olan atın görülmesi çok gerekli olmayan yerleriydi. Tüyünün güzelliği, sağrısının genişliğiyle oyalanmayasınız da gerekli uzuvları olan bacaklarına, gözlerine, ayaklarına bakarsınız diye.
    insanı değerlendirirken sarılmış, kundaklanmış olarak bakıyoruz ona. Neden? O zaman hiç de kendinin olmayanı göstermiş, gerçek değerini anlamamızı sağlayacak yönlerini saklamış olur. Aradığımız kılıcın değeridir, kınının değil. Kınından çıkınca belki de beş para vermezsiniz kılıca. insanı kendi değeriyle ölçmeli, dış görünüşüyle değil. Eskilerden birinin çok hoş bir sözü var: “Bilir misiniz niçin büyük görünür o insan bize? Topukları yüksek de ondan.” insanın boyunu ayakkabılarını çıkarıp ölçmeli. Parasını pulunu, şanını şöhretini bir yana bırakıp bir gömlekle çıksın karşımıza. Bakalım bedeni işine uygun mu, sağlam, zinde mi? Kafaca nasıl? Hoş mu, yetenekli mi, gerekli her tahtası yerinde mi? Düşünce dağarcığı kendinden mi, başkalarından mı? Varlığında şansın payı var mı? Canın nereden, ağzından mı, gırtlağından mı çıkacağına aldırmıyor mu? Kendinden emin, haksever, tokgözlü mü? Bakılması gereken bunlardır; aramızdaki adaletsizlik, ayrılık bunlardan anlaşılır.

    Bizim budala, aşağılık, köle ruhlu, değişken, tutkularının rüzgârında durmadan bir o yana bir bu yana savrulan çamur gibi insanlarımızla, öyle bir insanı karşılaştırın. Yerle gökten daha uzaktır onlar birbirinden. Yazık ki adetlerimizde öylesine körleşmişiz ki bu ayrılığa hemen hiç önem vermez olmuşuz. O kadar ki, bir köylüyle bir kralı, bir soyluyla bir soysuzu, bir devlet adamıyla bir özel kişiyi, bir zenginle yoksulu yan yana koyduğumuzda ilk düşündüğümüz, ilk yorumumuz aralarındaki ulaşılmaz ayrılık olur. Oysa delicesine sarıldığımız bu ayrılık giyim kuşam ayrılığından başka bir şey değildir.
    Çünkü onları, komedya oyuncuları gibi, sahnede bir duka, bir imparator rolünde görürsünüz; hemen ardından bakarsınız uşak ya da aşağılık birer hırsız oluvermişler, asıl kişilikleri de buymuş meğer! Bir de perdenin ardında görün siz o imparatoru. Herhangi bir adamdır ve belki de tebasının en küçüğünden bile daha da zavallıdır.

    Her insan gibi imparatoru da korkaklık, kararsızlık, tutku, kırgınlık, kıskançlık etkiler.

    ‘Ne hazineler, ne rütbeler, ne cübbeler atabilir yüreklerden; yıldızlı direkler altında uçuşan acı dertleri, kaygıları. – Horatius

    imparatorun boğazına; ordularının ortasında kaygılar, korkular yapışır.
    ···
  1. 2.
    0
    KÖR OLDUM OÇ
    ···
  2. 3.
    0
    Bakalım
    ···
  3. 4.
    0
    rez de KÖR ETTiN OÇ
    ···