-
301.
+9yıllarca beraber çalıştığımız için ve sırf hatrı için bu saçma sapan cezayı bile kabul ettiğim adamın iki tane serserinin oyuncağı olmasını hazmedemiyodum. ki ben olmadan onlarla savaşamazdı. sonrakilerle de. elinde bi veziri olmadan hiçbir şah güvende değildir. ki ben onun elindeki en güçlü taşların hepsini temsil ediyodum. onun şirketi için ben yeri geldiğinde kale, yeri geldiğinde at, yeri geldiğinde vezir herşey oldum. Fakat piyon hariç. Ama son 6 ayımı piyon olarak geçirmemi istiyodu. hadi bunu istedi. en azından kancıklıklarına karşı ağzını açta tek bişey söyle dediğimde arkamda durması, taşakları koruması gerekiyodu. ama yapmadı. aşırı derecede sinirlenmiştim. artık iki şirketlede işim bitmişti beyler. kendime yeni bi sayfa açma zamanı gelmişti. hani biz lansmanları yaparken yanıma gelen bi herif vardı. bu prenses dediğim dangalak sürekli araya giriyodu. ve bana kartını vermişti. hatırlarsanız. ararsan görüşelim bi ara diyerek. tam bir iş teklifiydi. ve anında yanıt vermek istiyodum. normalde iyi bir ceo asla şirketini yalnız bırakmaz. ceo'yu geç. ibo asla kendi şirketini yarı yolda bırakmaz. ama kendi şirketim beni yarı yolda bırakırkende giden şirketin arkasından koşacak değildim. artık yapabileceğim pek fazla şey yoktu. saat biraz geç olsa da adamı aradım cep telefonundan. kısa bi fasıldan sonra ertesi gün görüşmek için randevu aldım. evime gidip temiz bi uyku çektikten sonra artık herkesin ayağını denk alması gerektiğini farkettim. bundan sonra herkes kuralına göre oynayacaktı.ve kuralları benim koyduğumu unutmayacaktı. eğer ki oynamayı bilmiyolarsa ezip geçecektim. merhamet etmeyecektim. evet çok büyümüştüm. ama bu şirketle çok daha büyüyecektim. devler ligininin bir üst aşamasıydı burası. efsaneler ligi. devler liginde epey tecrübem vardı. buraya ilk defa giriyodum. zorlanacağımı düşünmüyodum açıkçası. o lanet yerde çok fazla zaman kaybettiğimi falan düşünmeye başlamıştım artık. ihtiyar iyi adamdı hoş adamdı ortamımda iyiydi fakat, artık zamanı gelmişti. şirket pideci kebap salonuna dönmüştü benim için. işler artık çocuk oyuncağıydı ve yükselmek günden güne zorlaşıyodu. gözümü para yada yükselme bürüdü diyemem beyler. gözümde bunlar hiçbir zaman olmadı. ama bana atılmış bi kazığı da sineye çekecek değildim. hele ki yıllarımı verdiğim ve herşeyimle ayakta tutup sırtımda taşıdığım şirketimin patronu bana böyle aptalca bi tavırla geldiğinde kusura bakmasın ertesi gün gidip elini öpecek değildim. şirkete istifa mektubumu yazıp o gece e-maille attım. ertesi günde toplantıya giderken ıslak imzalı aslınıda postaya verdim. tazminat falan umrumda değildi. diğer şirket bizden aşırı büyük olmasa da büyüktü. burada biz milyonluk şirketsek eğer onlar bir kaç milyonluk bi şirketti beyler. öyle düşünün. imkanları daha iyiydi.. koşulları daha iyiydi. işleri ve projeleri daha iyiydi. kendi avukatları, kendi müvekkilleri, kendi inşaat firmaları, kendi satış personelleri, insan kaynakları ve dahi bir sürü departmanın olduğu güzel ve lüks bi şirketten bahsediyoruz burada. bir kaç milyonluk bi servetleri vardı. ve kadrolarına bir kaç milyonluk bi eleman daha eklemek istiyolardı. işte tamda onun için oradaydım. toplantı salonuna geçtiğimizde ilk bi 10 dakika benim takım elbisemden konuşuldu.Tümünü Göster
-
302.
+7gibtiğimin takımlarını herkesin beğenmesi güzel. şehirdeki yahudi tipli terzimde diktiriyodum. o gavatlada tanışmamız çok öncelere dayanır. daha üniversitenin ilk yıllarıydı. ankarada lisede okurken alışveriş yaptığımda internetten takılıyodum genelde. çünkü çok daha ucuza geliyodu ve bir sürü ürün yelpazesi vardı. bir çok çeşitte ürünü kısa sürede inceleyebiliyodum. ve genelde mağazalar o yörede en çok ne satılıyosa onlardan getiriyodu. ve görünen oydu ki ben o yörenin insanlarıyla aynı zevke sahip değildim. o yüzden giyim alışverişlerimi devamlı internetten yapardım. ucuza kapattığım kıyafetlerin bazılarının bedenleri bulunmazdı. bende bi tane terziyi kendime mesken edindim. öyle tanışmıştık ve gide gele gide gele artık herifle ahbap olmuştuk. ahbap derken tanıyodu yani bizi elinden gelen indirimi yapıyodu. üç dört tane kazak veriyodum. abi şunları daraltırmısın diye. obenim istediğim şekilde slim fit kesiyodu onları. ama varya. böyle bi işçilik yok beyler. tak gibi regular kazakları tşörtleri gömlekleri falan tam bir italyan kesim pahalı elbiselere dönüştürüyodu muallak. ki aldığı para 3-4 kazağa 10 lira falandı. olum yaptığımız bişey yok al hadi bi 10 lira at yeterli diyip gönderiyodu beni her seferinde. iyi adamdı. bende düzceye gelince buna devam etmek istedim. çünkü stile önem veren birisiyim daha önceden söylemiştim. internetten 3-4 tane kazak aldım. bazılarının kesimleri hoşuma gitmedi. daralttırmak istedim. bi tane terziye gittim. işte şimdiki takımlarımı diken huur çocuğuna. tam bir yahudi esnafı amk. selam verdim oturdum. işini bitirdi geldi buyur diye. kazakları yığdım önüne. bunları daralttırmak istiyorum dedim. iyi tamam dedi nasıl istiyon. birini giy ona göre ölçü alayım dedi. sonra kazaklara baktı. bunların hepsi farklı kumaş. hepsini denemen lazım. hepsinin ölçüsünü ona göre alıcam dedi. normalde benim ankaradaki dayı ben içeriye girdiğimde bi kere benden ölçü aldı. daha sonra hiç almadı. hepsi aklımda yeğenim sen kafanı yorma diye. bu ayrı ayrı yapınca dedim heralde bu daha yetenekli amk. ölçüleri aldı teker teker iğneledi. ne kadar sürer dayı dedim. elimde bi elbise var onu bitirip buna başlıycam. sen 2 gün sonra gel dedi. iyi tamam dedim. parayı konuşmadım ama. keşke konuşsaydım. amcık iki gün sonra gittim 3 tane kazağa 30 lira para aldı. amk alt tarafı elbise daraltma yani ne kadar tutabilir ki diyodum. herif 30 diyince bidekazaklar kesilmiş dikilmiş yani artık inkarda edemezsin. mecbur vermiştim. o sırada adamla muhabbet ederken takım elbise dikip dikmediğini sordum. oda dikiyorum dedi. bizim bi arkadaşın düğünü vardı. bende her türk genci gibi dedim ki ulan bi tane takım diktiriyim. şöyle tam bana göre. çünkü mağazalardaki takımlar çok pahalıydı. onların kesimler itam istediğim gibiydi ama aşırı pahalı. o zamanlar tabi. tek tek mağaza gezerek tek ceket tek pantolon gömlek falan aramakta ölümdü yani. tek ceketlerden italyan kesim bi ceket bulmak neredeyse imkansız. bi takım diktiriyim ömür boyu kimin düğünü cenazesi olursa onla giderim amk diyodum. herifle muhabbet ederken sordum ne kadar bi takım diye. çok pahalı o sen ödeyemezsin demişti. amk o zaman acayip zoruma gitmişti o lafı. sadece 500 lira işçiliğe alıyorum dedi. amk senin diye içimden söve söve bi hal olmuştum. ordaki o 30 lirayı ve ettiği lafı hiç unutmadım. ve büyüyüp kendi takımlarımı kendim diktirecek kıvama geldiğimde de o huur çocuğunun yanına gidip bana bi takım dikmesini istemiştim. diktiği ilk takım hala durur. neredeyse hiç giymedim. o gün bugündür de takımlarımı hep o yahudi tipli terzime diktiririm. amcık yahudi mahudi ama iyi dikiyo şimdi hakkını yeme.Tümünü Göster
-
-
1.
0her ne kadar iyi diksede öyle söylenmez amk insanlık yokmuş adamda söylede oraya gitmeyek la
-
-
1.
+1yahudi tipli esnaf olum işte. ne bekliyosun. gibtir et boşver. sanmam buraya gideceğinizi zaten kazıkçı. çok kimse bilmiyo.
-
1.
-
1.
-
303.
+7beyler adama abdi diyordum hatırlarsanız. asıl adı abdurrahman. benim yeni patronum olacaktı. kendisiyle pek görüşmeyecektim ben. sadece önemli anlaşmalar yada önemli şirketlerle görüşen patrondu bu. biz oturup müzakerelerimizi yaptık. onlar şartlarını bende şartlarımı söyledim. benim istediğim tek şart şirket içerisindeki pozisyonum önceki şirketimden aşağıda bi pozisyonda olmayacak dedim. onu zaten kabul ettiler. zaten seni müdürlük pozisyonu için alıyoruz dediler. yani şirketin bir nevi ceo'su gene ben olacaktım. ama daha büyük bi şirketin. yani dizilim şöyle beyler. abdi ve ortaklar kurulu tepedeler. şirketteki herkes bunlardan emir alır. bunların aşağısında kıdemliler var. bunlar şirkette 10 yılı aşkındır çalışıyolar ve bizim üstümüzdeki kadrodalar. herkesin kendi bölümüne ait bi kadrosu var. atıyorum benim çalışacağım bölümün bi tane böyle üstü var. onun dışında diğer bölümlerinde kendi üstleri. ve diğer bölümün üstünün gelip bana bi tak söylemeye hakkı yok. konum olarak benim üstümde evet. ama onun bölümünde olmadığım sürece bana bişey demeye hakkı yok. acil durumlar hariç. adam olmaz bişey olmaz acil yardıma ihtiyaç duyar falan onlar alakasız. sonrada bizler geliyoduk işte. diğerlerinin arasında da en kıdemli ben olacaktım. maaş konusunu direk olarak onlar açtılar zaten. diğer şirkette aldığım paranın 1.5 katı fazlasını alacaktım. bu diğer şirkette yaptığım işin 1.5 katı fazla iş anldıbına mı geliyo diye sorduğumda sanmıyorum dediler. ben tabiki inanmadım buna. çünkü ilk başta genelde herkes öyle der. fakat buradaki ekip çok kalabalıktı. insanlar sürekli çalışanlardı. tamam belli bazı mekan bilgisizliklerim vardı ama. onu 1 günde hallederdim. iş konusunda tecrübeliydim. burda da çok fazla iş vardı. ama diğer şirkette benim gibi bi tane eleman vardı. burda benim yapacağım iş gibi bölümlere ayrılmış yüzlerce bölüm var. ve her bölümün kendine ait bi "ibo" su var. artık ben ceo kelimesini ibo kelimesiyle değiştirmek istiyorum beyler. onların ibosu kendilerine. bizim ibomuz kendimizeydi. ve ibonunda bir tane patronu vardı. ve şaşıracaksınız. yıllar sonra ilk defa kadın patronla çalışacaktım. ismi ne biliyo musunuz ? söylemiycem amk. gerekli olana kadar söylemiycem. siz tahmin edin :D
-
-
1.
0bahar amk
-
1.
-
304.
+5şirkette abdi bana inanılmaz bi saygı ve güven duyuyodu ve önüme çok fazla olanak sunuyodu. yani onlara kaliteli bi iş getirmemiştim yada elimde bi projeyle paralı bi işle falan gelmemiştim. sadece beni kadrolarına katacaklardı. ama bilmiyorum diyodum yani. beyler adam nerdeyse yalvaracak şirketinde çalışmam için. gayet güzel bi konum ve fazladan para alacaktım. o şirkettekinden çok daha az çalışacaktım. ofisim olacaktı ve bu ofis diğer şirketteki ofisimin neredeyse dört katı büyüklüğünde. yani öğrenciyken kaldığım 1+1 ev kadar. üstüne özel bi şirket arabam olacaktı. ve üzerine bir asistanım olacaktı. daha önceden de benim asistanım istesem olurdu. fakat ben hiç bi zaman bi asistan istemedim. biliyosunuz önceden bahsetmiştim. zorla yanıma asistan verdiklerinde de kendi işimi kendim yapmayı sevdiğimi söylemiştim. ama burası farklıydı beyler. çok daha büyük bi şirketti ve işlerin yoğunluğunu bilmiyodum. o yüzden ilk günden bana asistan lazım değil diyip sonraki günler tükürdüğümü yalamak zorunda kalmak istemediğimden ses çıkarmadım. toplantı bittikten sonra gerekli imzalar atıldı. kapıdan çıkarken eski patron ihtiyar aradı. telefona baktım o. açmadım amk. abdi farketti açmadığımı. yanıma geldi. diğerleri çıkana kadar bekledi. ibo sana bişey soracağım dedi. nedir dedim. son konuştuğumuzda kartı aldın ama ben şirketini bırakmayacağından adım gibi eminim. çünkü evet seni takip ediyorum ve gerçekten hayranlıkla izliyorum. takdir ederek. yani şirketini bırakıp buraya gelmen senin yapmayacağın bişey. neden kabul ettin ? fikrini değiştiren ne oldu ? diye sordu. haklı bi soruydu. aslında bu sorunun amacı şuydu. gecenin bi yarısı bi sinirle beni arayıp işi kabul ettin. sana bin türlü imkan ve olanak sunarak sana dünyada cennet yaşatacağım. ve senden iş isteyecem. yarın öbür gün sinirin geçince ve sular durulunca eski şirketine dönmek istemeyeceğini nerden bileceğim ? yada bizi de aynı şekilde sinirlenip yarı yolda bırakmayacağını nerden bileceğim ? dedi. burada vereceğim cevap çok güzel olmalıydı beyler. yani onlar beni gibti attı bende buraya geldim diyemezdim. çünkü ne olursa olsun eski çalıştığınız yeri yeni çalıştığınız yere kötülemeyin. hiçbir zaman hiçbir patronu başka bir patrona kötülemeyin. çünkü bunu yaparsanız patron bilir ki kendisini de başka bi patrona kötüleyebilirsiniz. o yüzden işi bitmiş bi şirket hakkında da konuşsanız o şirketin bir zamanlar parçası olduğunuzu ve patronunda yarın aynı şeyleri kendi şirketi için söyleyebileceğinizi düşündüğünü unutmayın. bende bu şekilde stratejik bi cevap vermek istedim. evet iyi biliyosunuz dedim. ben asla bana güvenen, bana inanan, her koşulda bana destek olup benim yanımda, arkamda duran şirketimi bırakmam. yada bırakmazdım diyelim. dedim. söylediklerimden anladı. gülümsedi. bol şans ibo. hemen ofisine yerleş biran önce şu koridorların tozunu attırdığını görmek istiyorum dedi. göreceksin dedim gülümseyerek. ve ofise geçtim. amk kapıda beni bi kadın karşıladı. ibo bey ? dedi. buyrun ? dedim. beklemiyodum şahsen. merhaba ben zeynep dedi. yeni sekreterinizim. bundan sonra birlikte çalışıcaz galiba dedi. merhaba zeynep dedim şaşkın bi şekilde. daha önce bi sekreterim olmadı. ihtiyaçta duymamıştım. ama hoşuma gitti mi ? elbette. bozuntuya vermedim. sanki yıllardır sekreterlerim olmuş gibi davranarak köyden inmiş mal gibi görünmek istemiyodum. zeyneple tanıştıktan sonra ofise geçtim. beyler o ofisteki en sevdiğim şey boydan boya camla kaplanmış olması. ve güzel bi kitaplığının olmasıydı. ayrıca ferahtı. ve güzel bi manzarası vardı. üstüne üstlük masamın karşısında bildiğin koltuk takımı vardı amk. olum bi ofiste neden koltuk takımı olur amk ? bildiğin evlere koyulan koltuk takımı vardı. orası lüks bi evin salonu gibiydi amk. koltuk takımı karşısında televizyon, vestiyer falan gibi hoş mobilyalar vardı. şahsen bu kadar lüksün içerisinde yaşamaya alışkın değilim. fakat bırakacakta değildim. insan bazen yoğun bi temponun içinde çalışırken layık olduğu kısımları atlayabiliyor. fazla mütevazi olmak insandan çok şey zütürür beyler. beni biliyosunuz. lüks içinde yaşamayı sevmem. tasvipte etmem. fakat belli bazı yerlerde maalesef ki kapitalist sistem içerisinde prestij dediğimiz şeyin bazı zorunlulukları var ve artık büyüdüğüm için bende bunların bi parçası olmak zorundaydım. hoşuma gidiyo muydu ? kısmen. herkes rahat ve konforu sever. neden sevmesin. zütü kalkmadığı sürece kimseye bi zararı yok. ofise yerleştim. kişisel eşyalarımı falan getirip bıraktım. her zaman için ofiste de bi takım bulundurduğum için evden bi takımda ofise getirdim. burada yaptığımız iş diğerlerinden farklıydı beyler. bizler tam bir danışmanlık şirketiydik. önceki gibi mal satışlar pazarlamalar şunlar bunlar yoktu. burada biz insanlara danışmanlık hizmeti veriyoduk. kısmen muhasebecilik gibi. büyük bir muhasebe ortaklığı gibi düşünün. insanların finansal hareketlerini düzenliyoduk. çözümsüz işlerini çözmek için bi hukuk büromuz ve bölümümüz vardı. finansal yatırımlarını dengelemek yada finansal işlerini halletmek içinse bizler yani "finans uzmanları" vardı. amk söylemesi bile güzel. ofisin duvarları camdandı beyler. diğer ofisler gibi. on numara bi isimliğimde vardı artık. ilk gün isimliğe bi yarım saat kadar falan baktım. zeynebin masasına dayanıp. ilk günlerim genelde zeyneple muhabbet etmekle ve vakit öldürmekle geçmişti. müşteri gelmesi gerekiyodu. bana birisinin gelip bişeyler danışması gerekiyodu. yada kendime müşteri bulmam gerekiyodu. şirket değiştirdiğimi duyanlar olmuştu. piyasada isminiz büyüyüp şiştikçe çevreye verdiğiniz güvende artar beyler. sizin isminiz piyasada isim yapmış başka bi şirkette duyulursa o zaman işte insanlar size doğru akmaya başlar. keza öyle de oldu.Tümünü Göster
-
305.
+5bunların öncesinde size ilk asistanımdan bahsedeyim. ofise yerleştikten ve zeyneple muhabbetlerden sonra ortama alışmaya çalışıyodum. nerden çay alırım nerden kahve alırım sabahları ne yaparım işe nasıl gelip giderim kendime tahsis edilmiş o arabayı nasıl kullanırım, şöförü nasıl ararım, nasıl irtibata geçerim, çalışanlarımı nasıl kullanırım falan. onlara bakarken abdi bana yanında bi küçük uşak getirdi. çocuğun tipini bi görmeniz lazım beyler. bildiğin okul üniforması gibi berbat bi takımın içerisinde taze filizlenmeyi bekleyen bi kariyer gibiydi resmen. çocuğun kafasına bakınca muhasebe tohumu görüyodum amk. heyecandan kekeleyerek konuşuyodu. abdi de çocuğun omzuna kolunu atmış. patronun kanadının altında gerginlikten geberiyodu resmen. ibo yeni asistanınla tanış diye çocuğu yolladı bana doğru. siz öpüşüp kaynaşın dedi telefonla konuşarak meşgul bi şekilde gitti abdi. çocuk titreye titreye yanıma geldi. gel bakalım delikanlı diye çağırdım. ürkekçe geldi yanıma. takip et beni yürürken konuşmak zorundayız dedim. arkamdan gelmeye başladı. adın ne senin dedim. can efendim dedi. ama çocukta tam bir omar tipi vardı beyler. bahamalardan yada ne bahaması amk bildiğin haitiden yeni gelmiş oturmuş gibi öyle bi esmerdi ki çocuk. öyle bi esmerdi yani. tipi mipide öyleydi. saçlar falan kıvırcık. can. güzel isim. şirketi biliyo musun can dedim. kısmen efendim. gazetelerden yada haberlerden gördüğüm kadarıyla dedi. hmmm. peki beni tanıyo musun dedim. e-e-evet efendim dedi gene kekeleyerek. ofise gelmiştik artık. zeynebe döndüm. zeynep can yeni asistanım. onunla içerde bi tanışma konuşması yapacağım ama kendisi aşırı derecede terli ve yapışkan. üstüne üstlük biraz daha gerilirse muhtemelen akşama kadar erzurum otlu peyniri gibi kokacak dedim. üstünü başını koklamaya başladı çocuk. zeynoda gülümsedi. onun için yapabileceğin bişeyler varmı dedim. müstehzi bi bakışla çocuğun yanına kadar geldi. zeyno çok kafa bi kızdı beyler. tanısanız inanılmaz severdiniz. ki benimde sekreterler arasında en sevdiğim kız zeynodur. onun gibi bi sekretere kimse sahip olmamıştır yani. okuyodu kız beni okuyodu. sekreter olmak için doğmuş resmen. keyif alıyodu. bilmiyorum belki hoşlanıyodu benden. ama çok iyiydi yani aramız. işteki kübram gibi bişeydi o benim. neyse geldi kırıta kırıta yanına kadar. bebenin ceketinin kıvrımlarıyla falan oynamaya başladı. amk bebe resmen heyecandan boşalacaktı orda. kafasını yerden kaldıramıyo. bende ilk gün biraz terletmek için zeynoya pasladım. çocukla biraz oynadıktan sonra çay ? dedi. elbette dedim. o çay getirmeye gitti. bizde içeriye girdik. zeynep benim sekreterim. onunla iyi geçinsen iyi olur çünkü beni çok kıskanmaya başladığını düşünüyorum. ilk günden kanlarımız çok fazla alıştı dedim. koridorun başından bağırdı amk deli "ne dediğini duyduuuum" diyerek. güldüm amk. anlat bakalım can. beni ne kadar tanıyosun dedim.Tümünü Göster
-
-
1.
0aga cavs'e sinirim çok bozuk dıbına koyim böyle gecenin aşırı moralsiz geldim.
-
-
1.
0takma kafana olum ya düzelir.
-
1.
-
1.
-
306.
+6 -1ibo bey nasıl anlatıyım bilmiyorum dedi. bi saniye öncelikle bana ibo bey demekten vazgeç etrafımda devamlı şirkette olduğumu hatırlatan bi asistan istemiyorum dedim. pardon efendim dedi. efendim de deme. sen benim kölem ve ben senin efendin değilim dedim. ne deyim der gibi baktı. ibo. sadece ibo dedim. ve sadece ikimizken. başka insanların yanında ibo bey demeye devam edebilirsin. fakat bana asla efendim deme. sevmiyorum o kelimeyi dedim. peki ibo dedi. konuşkan bi çocuktu. zeki birisine de benziyodu aslında. yetenekli bile sayılabilirdi. belli bi zaman sonra insanları okumaya başlıyosunuz beyler. hareketlerinden, kelimelerinden, size bunu kız tavlarken defalarca kez söylemiştim. iş dünyasında da bu geçerli. insanlara baktığın zaman aradığın iş için uygun mu değil mi az çok kestirebiliyosunuz. neyse uzatmayalım. emin değildim ama potansiyel var gibiydi. bundan önceki çalıştığım şirketlerden başladı çocuk. şuralarda çalıştınız. şurda şu kadar yıl burda bu kadar yıl. ilk şirketiniz şuraydı. sonra buraya geçtiniz. daha sonra burda çalıştınız. yaptığınız en büyük iş şuydu. kaybettiğiniz pek ihale yada dosya yok. fakat bir tane mağlubiyetiniz var .ve bahsedilmesinden hiç hoşlanmazsınız diye anlatıyo böyle. dur dedim. olum sen fbi'dan falan mısın ? nerden biliyosun lan bütün bunları dedim. şey efendim ben sizin pardon. ibo ben seni uzun zamandan beridir takip ediyorum. daha önce staj yaptığım şu şirkette dedi. ki bahssettiği şirketi tanıyorum. bi ihale zamanında onların dıbına koymuştum. adınız sıkça konuşuluyodu. bende hakkınızda biraz araştırma yaptım. biliyosunuz insanlar konuşur. onlar konuştular. bende öğrendim. öğrendikçe de açıkçası hayran oldum dedi. amk gururum okşandı. inceden bi zütüm kalkmadı değil. bildiğin bi hayranım olduğunu öğrendim. hatta adımdan konuşulduğunu ve küçük çaplıda olsa bi ünüm olduğunu farkettim. garip bişeydi. güzel bişeydi. sanki devamlı duyduğum şeylermiş gibi davrandım tabiki. renk vermedim. züt olmayak şimdi bebeye. aferim. dersine çalışmışsın dedim. o kadar araştırma yaptıysan eğer benim daha önce bi asistanım olmadığınıda biliyosundur. ve asistanlarla çalışmayı sevmediğimi de. neden seni asistan olarak yanıma alayım ki ? dedim. evet biliyorum. assitan istemiyosunuz. hiç bi zaman istemediniz. ama öğrenmek isteyen birisini de hiç bi zaman geri çevirmezsiniz. ve ben öğrenmek istiyorum ibo dedi. neyi ? dedim. herşeyi dedi. muhasebeyi , işi, bildiğin herşeyi bilmek istiyorum. tarzı stili. güldüm. ibo olmayı öğrenmek istiyosun yani dedim. yani diye gülümsedi. ya olum allah aşkına üstünde orta okuldan kalma takımın var. bana ibo olucam diyosun. allahın aşkına şunu değiştir dedim. amk tabi gülerek söyledim espri mahiyetinde. neden ya o kadar mı kötü dedi. kötü mü ? bak can. ben neye kötü derim biliyo musun ? mesela sabah kalktığında mutfağa gidersin. bir bardak su içtikten sonra kettle'a su koyarsın. daha sonra elini yüzünü yıkadıktan sonra ayılmak için bi kahveye ihtiyacın olur. elini kahve şişesine attığında kahvenin bittiğini görürsün ve orada tak gibi kalırsın ya bir iki saniye. işte bu kötüdür. ama senin bu yaptığın ? olum bu eziyet lan resmen. bu bildiğin cinayet teşebbüsü. cidden yani kötü takım giymek bi suç olsaydı eğer şuan üzerine atlamış zeynoya halat getir diye bağırıyo olurdum dedim. üzüldü amk. güldüm bende. üzülme. dediklerime de takılma. bak can dedim. dediklerimi şahsi algılayıp üzülüp kızlar gibi triplere gireceksen şimdi o kapıdan çık ve bi daha gelme. sana bişeyler öğretmemi istiyosan eğer şunu bil. hakkında kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği şeyleri söylemem gerekecek. ve bunları diğerleri kalbini kırmamak için söylemese de ben seni yola getirmek için söyleyeceğim. bunları ben söylediğim için kalbin kırılmasın. üzülme. yada incinme. hele hele trip hiç atma. eğer bu yola girmek istiyosan kuralları kabul etmelisin dedim. peki ibo. ne dersen yapıcam. bana öğret bunu dedi. iyi bi takım olacaz seninle omar. seni kendime wingman yapmayı düşünüyorum dedim. omar ? dedi. evet diye başımı salladım. ciddi misin ? dedi. maalesef dedim. bence daha iyi bi lakap bulabilirdin dedi. omar dedim. edi ile büdü ? dedi. omaaaar dedim. mr and mrs smith ? dedi. şansını zorluyosun omar dedim çıktım ofisten. amk güzel günler geliyodu beyler. hissedebiliyodum. çooook güzel günler geliyodu. öpüyorum hepinizi gün doğarken.ve grup yorumun gün doğdu marşı gibi bir gün diliyorum hepinize.Tümünü Göster
-
307.
+3beyler bugün gece yazamayacağım muhtemelen. yarın önemli işlerim var ve şehir dışına çıkıyorum o yüzden hazırlanmam lazım. daha sonra anlatırım bunları. o yüzden erkenden bişeyler atayım buraya. gece gelebileceğimi sanmıyorum.
-
308.
+7ben bilirsiniz beyler. yardım etmeyi severim. burada benden yardım isteyen bir çok kişinin işini hallettim. daha önceden devler liginde de yardım isteyeni geri çevirmedim. herkese hakettiği gibi davranmak benim mottomdur. omar ve sekreterim zeynoyla daha önce bir çok müşterinin işini halletik. bunlar çoğu zaman çözümsüz davalar değildi. fakat bu şirkette aşırı derecede bi saygınlığım vardı ve yere düşen kağıdı yerden alsam bile büyük bi başarıymış gibi anlatılıyodu. insanlarda hayranlık uyandıran bi hikayem vardı. nedenini bilemesemde. ben bunu şuna yoruyodum. diğer şirketlerde o kadar kötü şartlara ve o kadar kötü muameleye maruz kalmışım ki aslında ne olduğumu asla farkedememişim. beni her daim kozada olduğuma inandırmışlar. ve ben o kozadan çıkmayı bir an bile düşünmemişim. kozadan çıktığımda ise bi kelebekten çok daha fazlası olduğumu farkettim. farkediyordum. farkettiriyolardı. çünkü konuşuluyodu. sizi dostlarınızın takdir etmesi sizi iyi bi dost yapar. fakat düşmanlarınızda sizi takdir etmesi, işte bu sizin gerçekten yaptığınız işin en iyisi olduğunuzu gösterir. ve bunu yapmaya da devam edecektim. omarla ve zeynoyla günden güne yakınlaşmıştık. zaten baştan beri ikiside sıcak kanlıydı ve benimle çalışmaktan gurur duyuyorlardı. canla başla şevkle çalışıyolardı. zeyno benim biraz incin olduğumu anladığından dolayı günden güne herşeyimi ayarlar olmuştu. ona ilerleyen günlerde zuzu demeye başladım. onun hikayesini şöyle anlatayım. ofisteki ilk günlerde bize bi tane müşteri geldi. daha doğrusu benim patronum yani benim bağlı olduğum birimin başı o kadın demiştim ya adını söylemediğim. bir çoğunuzun aklında geçen isim bahar değil. hülya. hülya gelip bu müşteriyle benim ilgilenmemi istediğini söyledi. herifler zengin herifler. istanbulun ortasında güzel bi restorasyon çalıışması yapacaklar. fakat şirketleri başka bir şirket ile ortaklık halinde zütürüyo bu işi. o yüzden iki şirketinde anlaşmaya ve ellerindeki sözleşmeye bağlı kalmaları lazım. size demiştim işi bitirmek için ortaklıklar kurulur geçici ortaklıklardır falan gibi. bu iki şirket zamanında istanbulda güzel bi iş hanı inşa etmişler. bilmem kaç senesinde. bu iş hanının ilk müşterileri o zamanların küçük esnaflarıymış. fakat bu zamanla büyümüş. tabi işi yapan şirketlerde büyümüşler. başlarda ortaklıklarını kurmuşlar. biri demiş işte ben çimentoyu alayım sen demiri, ben işte şunu alayım sen şunu hallet falan gibi öğrenci evi gibi düşünün. iki şirkette üzerine düşeni yaparak bir sözleşmeye dayalı işlerini yapıp bitirmişler. bitmiş iştende her bir kiracıdan yarı yarıya kiralarını bölüşüyolar. aynı şekilde her iki şirkete de kar payları ve bütün giderler yansıtılıyo. bölünerek. ikiside yarı yarıya sorumlu. fakat iş hanı günden güne bakıma ve restorasyona ihtiyaç duymuş. daha doğrusu bize gelen şirket bunu söylüyo. iki şirketten birisi benim önümdeki adam. adam diyoki başlarda tamam iş hanını kurduk. müşterilerimiz kiracılarımız terzi, tuhafiye, giyim kozmetik kuaför falan gibi ufak işletmelerdi. fakat gelişen şartlarda hepsi büyüdü. tıpkı bizler gibi. yeni gelen kiracılar oldu. eskilerden gidenler oldu. üstüne yıllardır dükkanlarında duranlar var. fakat yeni dönemi biliyosunuz. eskiye bağlı kalınamaz. diğer ortağımda tıpkı benim gibi düşünüyo. yenilemeye veya binanın tamiratı gibi önemli yenilemeleri yapmaya hemfikir. fakat devir artık eskisi gibi duvarlarla çevrili bi iş hanı devri değil. artık konsept şeyler tutuyo. artık işleri büyütmek istiyosak belli bi konsepte uymak zorundayız. yada bi konsept yaratmalıyız. o yüzden bütün iş hanının bu konsepte uyması gerekiyo. bende bunu ortağımla paylaşıyorum. fakat bana bunun için izin vermediğini söylüyo. yapmak istediğim şey iş hanımızı belirli bir konsept dahilinde yenilemek. gerekirse dükkanları tek tek giydirme yapmaya veya konsept şartlarını uygulamaya zorlayarak konsepti gerçekleştirmek. ama, eğer yapamazsak sizden istediğim yapabileceğim ikinci bi alternatif yol. adamın konuşması bittikten sonra dedim ki anladığım kadarıyla dükkanınızı genişletmek ve paranızı katlamak istiyosunuz bu güzel. omarda yanımda dinliyo tabi. bu sizin en doğal haklarınızdan birisi. konsept konusunda da hemfikiriz. gelişen dünyaya ayak uydurmak için belirli bi konseptinizin olması şart. fakat anlamadığım nokta ortağınız buna neden izin vermiyo ? konsepti mi beğenmedi ? başka bi konsept ayarlayın ? olay nedir ? dedim. ortağımın savunduğu şey şu dedi. kiracılar buraya tepeden leyleklerin ağzından düşerek gelmediler. kimilerini ben getirdim. kimilerini de o. onun kiracıları muhattap olarak onu benim kiracılarımda muhatap olarak beni bilselerde kâr veya gider konusunda tüm kiracılar ikimizin. orası ayrı. fakat onun kiracılarını konsepte zorlayamayacağımızı düşünüyo ve yıllardır orda duran kiracılar diyo. bunları oradan çıkaramam. onları ben getirdim şimdi gitmeleri için uğraşamam. konsept için zorlayamam. ve konseptide kabul etmeyeceklerdir diyo. peki sen ne düşünüyosun ? dedim. size istediğimi söyledim ibo bey dedi. hülya hanımı yıllar öncesinden tanırım. kendisi bizim küçük bi şirketken hukuki danışmanımızdı. o zamandan bu zamana kadar benim yüzümü hiç kara çıkarmadı. ve yeni olmanıza rağmen şirketteki en iyilerden birisi olduğunuzu söyledi. istediğim şey, iş hanımıza bi konsept getirmek ve işlerimizi büyütmek. fakat eğer sizin şirketiniz bana bunun olmayacağını söylerse anlarım. ve sizden bi alternatif beklerim. ya iş hanıma konsepti uygulayayım. yada kârımı katlamak için başka bir çözüm sunun dedi. hülya mütevazilik göstermiş dedim gülerek. oda güldü. evet en iyilerden birisi olduğumu söylerek ukalalık yapmayacağım. fakat emin olun iş hanınıza bi konsept uygulayacaksınız. bunu sizin için çözücem dedim. öyle ümit ediyorum diyerek gitti ofisten. adamı uğurladıktan sonra omara dedim ki git adamın iş hanındaki bütün kiracıları araştır. hepsi kaç yılında oraya girmişler kaç yılından beri ordalar, kiracı oldukları zaman zarfı içinde ne yaşamışlar, ne sorunlar baş göstermişi neleri çözmüş neleri bırakmışlar ne olup ne bitmiş ne kadar kâr elde etmiş ne kadar zarar etmişler yıllarca ne olmuş ne bitmiş bulabildiğin herşeyi bul ve bana getir dedim. omar şaşırdı kaldı amk nerden bulacam diye. omara söylemesem de zuzuya ona yardım etmesini söyledim. başarılı olmak isteyen bi çocuktu. fakat otoritenin altında çalışmanın ne demek olduğunu öğremesi için benimle belirli bi mesafede olması gerekiyodu. o yüzden onunla oturup istediğim şeyleri yapmasına yardım edemezdim.Tümünü Göster
-
309.
+4çok zaman geçmeden omar istediklerimi alarak geldi ofise. bi yığın kağıtla dosyayla. otur bakalım omar bunları tek tek inceleyeceğiz dedim. adamların 20'ye yakın müşterisi vardı. bunların 12 tanesi bizim adamın diğer 8 tanesi diğer adamın müşterisiydi. bizim adamın 12 müşterisinden yalnızca 5 tanesi taşaklı müşteriydi ve yıllardır oradaydı. diğer herifinse 8 müşterisinden 6 sı yıllardır oradaydı ve taşaklıydı. diğer 2 si ise bizimkiler gibi bir kaç yıllık değil en az 5 yıllık kiracılarıydı. yani adamın konsept istemeyecekler demesinde hakkı vardı. peki tamam dedim. şimdi bunların yıllara yaygın giderlerini gelirlerini şöyle bi inceleyelim dedim. bilgisayarın başına geçtim. omara bi tablo hazırladım. diğer ortağın bütün müşterilerini ve giriş tarihlerini alt alta yazdırdım. yan tarafa da yılları yazdırdım. her yılın altına bir gelir birde gider olmak üzere iki kolon açtırdım. böylece excel'ide nasıl kullanacağını öğrenmiş oluyodu. yaz bakalım omar dedim. ben şirketlerin isimlerini yıllarını ve gelir giderlerini okudum. oda hangi şirket hangi yıl ne kadar gelir ve ne kadar gider yapmış onları yazdı. zuzuyu çağırdım. benim için bişey yapman gerek dedim. hep yaptığım bu değil mi dedi. gülümsedim. bana son yıllarda konsept uygulamış veya konsept değiştirip başarılı olmuş bir kaç firmanın verileri lazım bulabilir misin dedim. olmuş bil dedi. bunların içinde nolur senin takıldığın kafelerden birisi olmasın. bedava yiyip içmen için beni alet edemezsin dedim. dudaklarını büzdü. köy kahvesi çok üzülecek şimdi diyerek gitti. amk biliyorum çünkü illaki bi takıldığı bi kafeyi benim notlarım arasına koyacak. sonra kafeye gidip bunun rekldıbını yapıp aylarca ekmeğini yiyecek. ki bu yapmadığı manasına gelmez. getirdiği konsept firmaların içerisinde illaki işi olan bi tanesi vardı. biliyorum. neyse. onları hazırladım. başarılı birkaç örnekte getirdim. yıllara yaygın gelir ve giderlerde tamamdı. yıllarca iş hanında ne zaman hangi değişiklik olmuş onlarda okeydi. burdan sonrası babanın işiydi. bir kaç finansal tablo ile sihirbazlık yapacaktım. firmaların hepsine bir finans tablosu hazırladım. daha doğrusu finans eğrisi. bu eğrileri daha önceden görmüşsünüzdür. hani bi L çiziyosunuz. alttaki doğruya bir değer üstteki doğruya bir değer bir sıfır noktası sonra garip şekiller falan diye devam ediyo. hani hisse senetleri için olan falan. onlara benzer firmaların gelirlerinin yıllar içerisinde nasıl seyrettiğini, maksimum faydayı hangi zamanlarda hangi tarihlerde sağladığını görmemize yarayacak bi eğri. bir tablo. tıpkı borsadakiler gibi. burası sadece göz kamaştırmak. başka bişey değil. bunları hazırladıktan sonra şov zamanına hazır mısın omar dedim. nası? ne yapıcaz dedim. sihirbazlık yapıcaz. ve sana para piyasasının copperfield'ından birebir gösteri izleticem dedim. zeynep gülümsedi. omar heyecanlandı. bense fişek gibi hazırdım. kapıdan çıkıp doğruca iş hanına gittik. karşı şirketin firmalarına teker teker gezmeye başladık. adamlarla oturup konuşmaya başladım. ama sadece bir tanesini anlatıcam. çünkü hepsinde aynı şeyi yaptım. aynı sonuçlar alındı aşağı yukarı. o yüzden tek tek yazmayacağım.Tümünü Göster
-
310.
+5ilk girdiğimiz yer en önemli mağazaydı. tuhafiye olarak başlayıp iş hanının en büyük getirilerinden birine sahip olan giyim mağazası. köklü bi geçmişi saygın bi tarihi ve buna müteakip saygın müşterileri vardı. ünlülerin bile tercih ettiği türden. elit sayılabilecek bi mağaza yani. kapıdan içeriye girdik. şık bi bayan bizi karşılayarak hoşgeldiniz ibo bey size nasıl yardımcı olabilirim dedi. adımı nerden bildiği konusunda zerre fikrim yoktu. hüseyin bey burada mı kendisiyle görüşmemiz vardı dedim. evet içerde ofiste sizi bekliyolar dedi. haber verdi. ofise geçtik. hüseyinle el sıkıştık. hoş beş ettikten sonra hüseyin bey geliş sebebimizi biliyo olmalısınız dedim. evet ibo biliyorum. fakat vaktini harcamak istemem. işine ve sana saygım sonsuz ama herhangi bi konsepte dahil olmayacağım dedi. ama diye lafa girecektim ki durdurdu. burayı seneler önce tek başıma kurdum. ilk kurduğum zaman bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim. kendi ürettiğim mallar vardı. kendi diktiğim elbiseler. hanımla beraber sabahlara kadar oturup yeni tarzlar yeni stiller üretmeye çalışıyoduk. piyasanın aranılan kıyafetlerini bizden bulabileceği bir mağaza hayaliyle yola çıkmıştık. ve gün geçtikçe istediğimizi almaya başlamıştık. ogün bugündür taviz vermediğim tek bir şey vardı. oda sadece piyasanın ne kadar değişirse değişsin bizim stilimizin var olacağıydı. ve beni ben yapan mağazamı mağaza yapan, kıyafetlerimi bu kadar sattıran şeyde tam olarak bu. o yüzden bundan vazgeçip sizin tercih edeceğiniz herhangi bi konseptin parçası olmayacağım dedi. bence siz mağazayı mağaza yapanın bu olduğunu düşünüyo ve yanılıyosunuz dedim. güldü. genç ve yetenekli olabilirsin evlat ama benim mağazamı benden daha iyi bilecek durumda değilsin dedi. peki o zaman beni dinlemenize gerek yok. ama evraklara göz atmanız bence faydalı olacak. ki sizinde bohçamda ne olduğunu merak ettiğinizi biliyorum dedim. biraz durdu şöyle. bi zengin gülüşü patlattı. sevdim seni zeki çocuksun dedi. göster bakalım dedi. dedim ki bakın bu kağıtta sizin şirketinizin yıllarca ettiği bütün karlar ve bütün zararlar var. giderler ve gelirler diyebilirsiniz. bakın mesela 2011 yılında şu kadar para kazanmışsınız. bu 2010 yılında kazandığınız tutarın %14 fazlası. fakat tarihinize baktığım zaman müşterilerinizin kemikleşmiş bi yapısı var. yani devamlı aynı kişilere mal satıyosunuz. yani geliriniz de belli bi düzeyde devam etmesi öngörülür doğru mu? dedim. şimdi sen bu artışın neden olduğunu soruyosun bana dedi. evet dedim. müşteirlerimiz buradan memnun bi şekilde ayrılırlar ibo. ve memnuniyetlerinide başka müşterilere aktarırlar. reklam yaparlar. ve reklamın en güçlüsü ve en tesirliside sende bilirsin ki budur dedi. bütün bir artışın sırf bu reklama bağlı olduğunu düşünmüyorum dedim. peki sen söyle o zaman ? kendi mağazamın gelirindeki artışın sebebi nedir ? dedi küçümseyerek. diğer kağıdı çıkardım. bakın. 2010 da burası bu haldeydi. iş hanında bazı yerlerin tamir edilmesi ve düzeltilmesi yenilenmesi lazımdı. bunların içerisinde mağazanızın olduğu bölümde dahil. ve bunların tam manasıyla tamamlanması tam 1 yıl sürdü. 2010 da kârınız bu kadarken 2011 tarihinde tam %14 artarak şu kadar oldu. bunu da günden güne incelemek isterseniz burada sizin için bi finansal tablo hazırladım diğerek bahssettiğim eğriyi çıkardım.Tümünü Göster
-
311.
+6burada o yıl içerisindeki yapılan değişiklikler, bina içerisindeki yapılan iyileştirmeler ve sizin satışlarınıza olan etkisini gösteren tablonun ayrıntılı halini göreceksiniz. her gün iyileştirmeler biraz daha arttı. ve eğri gördüğünüz gibi yukarıya doğru çıkıyo. yani bina içerisinde ne kadar yenilik yapıldıysa gelirinizde o kadar artmış. şimdi bana bu %14 lük gelir artışının sadece ağızdan ağıza dağılan bi reklamdan dolayı olduğunu mu söyleyeceksiniz ? hayır. eğer öyle olsaydı bunu 2008 de 2009 da yada 2006 da da görürdük. çünkü müşteri yapınızın oturması 2006 yılının başındaydı. burada kemikleştiniz. ve satışlarınız gördüğünüz üzere 2006 dan 2009 a kadar aynı şekilde devam etti. 2010 yılında binanın girişindeki lobinin ve diğer firmaların yenileme istemesiyle çalışmalar başladı. bina tepeden tırnağa restorasyon geçirdi. ve satışlarınızdaki ufak çaplı artışta 2010 yılının başında gerçekleşiyo. belli bi bi oranda sürekli artışta seyreden şu çizgiye dikkatle bakarsanız 2010 yılının başından itibaren yukarı doğru bi ivmeye sahip olduğunu görürsünüz. buda satışlarınızın bina içerisinde yapılan restorasyondan ciddi bir şekilde etkilendiğini gösterir. işini seven ve geliştirmek isteyen birisi olduğunuzu biliyorum hüsseyin bey. ayrıca marka değerinizin olduğunu ve bunu korumak istediğinizi de biliyorum. fakat ben en alt tabakadan en üst tabakaya kadar sizin piyasa dediğiniz bu marketin nabzını tutuyorum. ve şuanda o nabız bana gelişen dünyada bir konsepti olmayanların marka değeri taşımadıklarını söylüyor ve ben giyimden birazcık anlıyosam sizin diktiğiniz elbiselere bu piyasanın ihtiyacı var dedim. kağıtları eline alıp düşünmeye başladı. bi ona bi ona bakıp bi karar vermeye çalıştı. biraz zorlu bi süreçti ama. en sonunda aferin sana genç adam. beni tavladın dedi. gene zengin gülüşüyle. patronlarına söyle istedikleri zaman uğrayıp imzamı alabilirler. konsepti uygulamak için müsade veriyorum. dedi. kapıdan çıkarkenken de omara seslendi. bak bu adama dikkat et. ondan öğreneceğin çok şey var dedi. teşekkür ederek çıktık mağazadan. çıkarken bizi karşılayan kadına geldim. önünde durduk. bişey mi lazımdı ibo bey dedi. bişey düşünüyomuş gibi durdum. yüzüne baktım. ben aslında bu kadar terbiyesiz bi adam değildim ama takdir edersin ki james dean bile hata yapabilir. seni neden tanımıyorum ? dedim. gülümsedi. bilmem hiç adımı sormadığınız için olabilir dedi. ordan bi kart çıkarıp arkasına numarasını yazdı. uzattı. normalde telefon numarasının son hanelerini bırakıp tahmin et diyenler olurdu. fakat numarayı verip isim tahmin etmek ? bu epey zor olacak dedim. gülümsedi. bana zor işlerde en iyisi olduğunuzu söylediler dedi. bende güldüm. eğlenceli olacak gülşen dedim. kalakaldı amk. mağazadan çıktık. omar şaşırdı. abi nasıl yaptın bunu dedi. neyi ? olum beraber hazırladıkya tabloları ikna olmayacak mı sanıyodun dedim. hayır abi ya onu demiyorum. kızın adını nerden bildin dedi. gülümsedim. copperfield omar. copperfield. unutma bunu dedim. ilerledik. tabiki sırrımı ona açıklamayacaktım. ama size anlatabilirim. odaya girdiğimizde hüseyine tabloları gösterirken masanın üzerinde birkaç belge gördüm. belgeler içerdeki faks makinasından çıkmıştı. ve belirli bişey için tekrar gönderilmesi isteniyodu. mutabakat gibi. altında gülşenin ismi soy ismi ve imzası vardı. mağaza sorumlusu ünvanı altında. yanında da bu herifin imzasının olması gerekiyodu. imza için buna getirmiş. buda masada bekletiyomuş. belkide şirket içindeki bi bordro gibi bişeydi bilemiyorum. ama ismini orda görmüştüm. konuşunca da anladım ki gülşen bu olmalıydı. mağazada girerkende çıkarkende ondan başkası yoktu çünkü. ki devler liginde kulağına dedikodu geliyosa mutlaka bi yerin başındasındır. ya müdür ya başka bişey. dedikodularımı biliyosa müdür oydu. müdür oysa adı gülşendi. yani , basitti.Tümünü Göster
-
312.
+4çıktığımızda omar şovdan baya etkilenmişti. bütün müşterileri teker teker konsepte ikna etmiştim. bunu yapmasaydım eğer şirket için yeni bi kâr artırma stratejisi düşünmek zorunda kalacaktım ve bu şimdiki girdiğim zahmetten çok daha fazlasıydı. işimi kendim azaltmak istedim yani. direk şirkete gitmeyelim dedim. çünkü istediğim bilgileri araştırıp buldu. epey mesai harcadı. o belgeleri bana getirene kadar zütü gibildi omarın. o yüzden bi ödülü haketmişti. dedim bu zaferi kutlayalım. hakettin. tabi abi dedi güldük. sonra durdu bu. abi sana bişey söylemem lazım dedi. ne oldu lan dedim. abi ben daha önce hiç içki içmedim dedi. ciddi misin olum sen dedim. utangaç utangaç eğdi kafasını. olum sen bu şirket çalışanlarını ne sanıyosun amk dedim. tamam biraz elit adamlar olabilir. tamam bazıları şirazeden çıkmış bi şekilde ofiste votka yada viski içmeyi havalı olmak sanıyo falan olabilir. fakat herkes aynı değil. yani kutlama denildiği zaman illa içerek yapılacak diye bi kural yok çiğköfte yiyerekte kutlayabiliriz dedim. valla ? çiköfte mi yiyecez ? dedi. hayır içmeye gidiyoruz gel benimle dedim. madem hiç içmedin ve bir gün mutlaka bu taku yiyecen. en azından içmeye değer bişey için iç. ve içmeye değer birinin yanında iç. amk gittik bi yere. ne içersin dedim. ne içebilirim ? dedi. herşeyi içebilirsin. ne istiyosun dedim. abi ? bilmiyorum dedi. ne içebilirim dedi gene utanarak. olum isimlerini de mi bilmiyosun dedim. baktım çocuğun hiçbişeyden haberi yok amk. hiç ortam görmemiş ama ortama girmeye çalışıyo. dışlanmaktan korkuyo. vay amk dedim. çağırdım barmeni. nerdeyse bütün içkilerden birer tane shot hazırlattım buna. hepsini tat amk dedim. hepsini bil sonra bi daha bu taku yeme. tamam mı dedim. amk aşırı heycanlıydı. korkma olum ben yanındayım dedim rahatladı. başladık bunla vurmaya. bak dedim erkekler böyle içer. alırsın bunu. tak diye atarsın. bitti tek yudumda içersin. sonra boğazın falan gibilir ama sanki bundan keyif alıyomuş gibi yap. sanki içtiğin en tatlı şey buymuş gibi davran dedim. iğğeee abi leş gibi bunun tadı dedi. biliyorum olum tak gibi. hepsi öyle. bende sevmiyorum. ama en azından iç bi kere gör dedim. yarın öbür gün mecbur kalırsın. tiksineceksen benim önümde tiksin. komik duruma düşeceksen benim önümde düş. başka bi ortamda rezil olma dedim. biriki shot attıktan sonra bunun kafası gitti. bu saatten sonra şirkete gidemezdik. zeynebi aradım. zeynep ofiste masadaki evrakları falan çantama doldurup çantayla beraber bana getirir misin dedim. ibo muhtemelen bilmiyosun ama kargocular ayrı meslekler yapıyolar ve onların senin sekreterinle zerre ilişkileri yok dedi. lütfen. dedim. ne ? bi saniye bi daha söylermisin kaydetmek istiyorum dedi. zeynep şansını zorluyosun bence keyfini çıkar bi kere söyledim tekrar söylemem dedim. peki tamam nerdesin dedi. söyledim. 5 dakkaya ordayım dedi. koşarak geldi. amk omzuma yaslanmış sığır ota taka salça olup duruyodu. zeynep görünce ne oldu buna dedi. içki içtik biraz kafası çok erken gitti dedim. uhuhuvvvv şirketimizin en iyisi asistanına bebek bakıcılığı mı yapıyor artık dedi güldü. suratına baktım ters ters sustu. bizim omar zeynebi görünce konuşmaya çalıştı ama. konuşamıyo amk salağı aşırı komikti halleri. zuzuuğğğ zuzuğğğ diyip duruyo. zeynep demeye çalışıyo ama diyemiyo bi türlü. bende duydun mu ? bebeğim sana yeni bi isim buldu dedim. hayır ibo hayatta olmaz. lütfen. bak lütfen yapma bunu dedi. zuzuuuu gel buraya dedim. ıyyyyy ibo nolursun nolur deme dedi. zuzuuuuu gel buraya zuzuuuu dedim. ben zuzu dedikçe bizim omar salağıda zuzuğğğ ahahaha diyip gülüyodu. zeynep ayar olmuştu. koşa koşa gitti ofise. bizde gülerek benim eve geçtik. yatağa salladım bunu direk sızdı zaten omzumda taşıya taşıya omzum çürümüştü. zeynebin zuzu ismi bu şekilde ortaya çıktı. ogünden sonra sadece ben ona sadece ikimizin duyacağı şekilde zuzu diyerek hitap ettim.Tümünü Göster
-
313.
+4Beyler gece buralardayız. Erkenden rezlerinizi almışsınız çok güzel. Geceleyin cipsleri çikolataları nutellayı çayı çorbayı hazır edin. bu arada whatsapp grubumuz açık. Aktif. Accayipte muhabbet dönüyo girmek isteyenler numara yollayıp katılabilir.
-
-
1.
0Senin yüzünden şuraya yıllar sonra üye olduk ya hadi hayırlısı.. Mesaj atmak için yenisin olayı bitsin whatsapp grubuna da dahil oluruz
-
-
1.
0vay arkadaş. umarım pişman olmazsın kanka ne deyim. saolasın.
-
1.
-
1.
-
314.
+8evet beyler. buradayım. geç geldiğimin farkındayım. elimde olmayan şeyler yüzünden geç başlamak zorunda kaldım. kusura bakmayın. inşallah anlayışla karşılarsınız. sözümün eriyimdir gelecem deyince gelirim. geç oldu biraz aslında daha erkek gelmem gerekirdi ama gelemedim. en azından gece boyunca beni bekleyip sabah bi umut başlığa girenler için gözlerimden kan akana kadar yazacağım. belkide okuyanların da gözlerinden kan akacak.
-
315.
+8zuzu omar ve ben güzel bi takımdık beyler. adamlarıma yada layık gördüklerime kendime göre isimler takmayı severim. bazen çalışanlarımın isimlerini hatırlamam. o yüzden tipine, stiline, söylediği bi lafa, tavrına göre onu aklımda bi yere mimlerim. daha doğrusu onu aklımda hatrımda zihnimde hafızamda olan herhangi bişeyle ilişkilendiririm. bu zihin haritası denen şeyi nasıl kullanacağınızla alakalı bi durum aslında. mesela bize gazi üniversitesinde okurken bi ödev verilmişti. türkiye cumhuriyetindeki bütün bakanlıkların ismini ve her bakanın ne bakanı olduğunu ezberlememizi istiyodu hoca. bunla ilgili bi test mi sözlü mü quiz mi ne o tarz bişey yapacaktı. ben o sınava gitmediğim için nası bi şey yaptı bilmiyorum. o yüzden emin değilim. ama bunları ezberlemem gerekiyodu. ve nasıl ezberleyeceğimi bilmiyodum. hepsini defalarca kez tekrar tekrar ezberledim. teker teker. liste bitince tekrar başa sarıyodum. okuyodum devamlı. sonra o zamanlar beraber kaldığımız arkadaşlarımdan birine listeyi verip sormasını istiyodum. soruyodu fakat sırasına göre sorduğunda sayabiliyordum. karışık sorduğunda karışabiliyodu. yani tam manasıyla ezberleyemiyodum. o esnada bir yöntem keşfettim. bu aslında doğal bi şekilde oluşan bişeydi. hep yaptığım bişeyi kullanmayı öğrendim. insanlara kendime göre lakaplar yada ilişkilendirmeler yapıyodum. mesela kazma dişleri olan birisine ronaldinyo diyodum. ve onu gördüğüm zaman direk ronaldinyo diye tanıyodum. bu tarz ilişkiler. bu arada ronaldinyonun adının nasıl yazıldığını biliyorum. o yüzden bu entry yada herhangi bi entry'nin altına ronaldinyo öyle mi yazılır amk iti yazmayın. o zaman çeşitli saçma ama etkili yöntemlere başvurdum. mesela o zamanlar ulaştırma bakanı binali yıldırımdı o zaman. yıldırım. ulaşmak. hızla gitmek. fişek gibi. ışık gibi. yıldırım gibi. ulaştırma. kelimelerini zihnimde tekrarladım. ulaştırma. yıldırımdan gelsin. şimşek gibi gelsin aklına diyerek. ve inanın ulaştırma bakanınız kimdir dedikleri zaman o zaman yıldırımdan geliyodu aklıma. aradan kaç yıl geçti ama onu unutmadım. bide tarım ve köy işleri bakanı vardı. adı veyseldi ama soyadını hatırlayamıyorum. tarım, köy, ırgat, aşık veysel diyerek kodlamıştım beynime. bunu neden anlatıyorum belki bi yerde işinize yarar diye. yapan vardır. bilmeyen vardır. geliştirmek isteyen vardır falan. ihtiyacınız olursa kullanın. genelde bunu yaparım yani. sevdiğim insanlara da sevdiğim lakaplar takmayı severim. daha çok bu benim sevgimi göstermenin başka bi yoludur. yani size gelip napıyon lan dıbına koduğum diyosam bilin ki sizi sevdiğimden. gerçi beni tanıyanlar az çok bilir beni. neyse. zuzuyla omarla güzel bi takım olmuştuk. günler geçtikçe müşterilerimiz çoğalıyodu. burdaki işleri seviyodum. bana çeşitlilik getiriyodu. sanki tek bi şirkette aynı işleri yapmıyodum. bütün şirketlerde çalışıyor gibiydim. çünkü gelen müşterilerin kimi finansal şirketler, kimi davalık şirketler, kimi gıda üzerine olan kimi ilaç sanayii üzerine olan. bir sürü şirket geliyodu. küçük müşterilerde geliyodu. yani nispeten küçük. omarın halledebileceği şirketler. onlar içinde hafiften alıştırma olsun diye ona veriyordum. şirket içerisinde de yavaş yavaş saygınlığım artmaya başlamıştı. gerçi zaten var olan bi saygınlığım vardı. ama sadece namım duyuluyodu koridorlarda. şimdi büsbütün kendi varlığım koridordan yürüyodu. ve herkes inan dönüp bakıyodu. kariyerimin en parlak dönemlerinden biriydi. orada çalışırken bir çok şirkete bir çok akıl verdim. bir çok çözümsüz işini çözdüm. bir gün gene ofiste otururken, boş vaktimizde omarla şakalaşıyoruz. hatırlarsanız dün anlattığım partta kadını nasıl tavladığımı görmüştü omar. bana onu sordu. bi sihirbaz asla numarasını açıklamaz omar dedim. abi bana herşeyi öğreteceğine söz vermiştin ama dedi. sana numaralarımı öğreteceğimi söylemedim. ama istiyosan sihirbazlık yapmayı öğretebilirim dedim. playboyluk yapmayı öğretsen abi dedi. o nerden çıktı lan dedim. abi hakkında söylenen herşeyin işle alakalı olduğunu sanmıyodun heralde dedi. iyi de amk ben bütün işlerimi gizli kapaklı yaparım. kızların hiçbirisini ofise bulaştırmam. yada ofisle alakası olan kimseyle çıkmam. o yüzden kimse benim ne kadar hızlı olduğumu falan bilmez. bu nasıl duyulabilir dedim. abi kadınlarla uğraşıyosun. onların ağızlarının ne kadar büyük olduğunu bilmiyo musun dedi. pis pis sırıttım. inan bana biliyorum. bazıları geeeeerçekten büyük dedim. pis pis güldü. zuzu kapıdan bağırdı. ibo duyabiliyorum. ve gittikçe iğrençleşmeye başladı. şunu kesecek misin yoksa sana olan saygımı öldürmek için kocaman bi bıçak almaya gideyim mi ? dedi. havada bi kıskançlık seziyorum sanki dedim. zuzu biraz sinirlendi. onu kızdırmaya bayılıyodum ama üstüne gitmem. kızdım mı gerçekten sert vuruyo çünkü. yanına geldim. peki omar playboy olmak istiyosun. peki buna hazır mısın dedim. abi sen hazırlıycan beni dedi. doğru. o yüzden şu takımdan kurtul artık. lisedeki oğlumu gezmeye çıkarmış gibi görünüyorum dedim. zuzu gene atladı. vakti zamanında evlenseydin şuan onun yerinde oğlun oturuyo olabilirdi. aha ? o kadar yaşlı mısın hakkaten ? diye sırıttı. zuzu şunu kesecek misinle başlayan cümlende küçük bi değişiklik yapacağım. ve bıçağı sana olan saygıma değil bizzat sana kullanacağım. bu nası ? dedim. uhh diyerek döndü önüne. git kendine güzel bi takım al dedim. peki abi nereye gideceğim ? izin alıp avm ye gitsem ? zara ? yada dur bi saniye. damat ? damat iyidir demi abi ? dedi. ben tabi çaresiz bakışlarla onu izliyorum. ne ? abi damat diyorum. Allah aşkına sen nerden giyiniyon sanki. oooo bi dakka. pierre cardin ? demi ? dedi. allahım kendimi vurucam şimdi dedim. kalk gidiyoruz dedim kaldırdım bunu. çıkarken zuzuya nerde yanlış yaptım tarzı hareketler yapıyodu saf çocuk. benim yahudi tipli terziye zütürdüm. asistanın yeni bi takıma ihtiyacı var. muhtemelen okul kıyafetine benzemeyen cinsten dedim. ölçüleri almaya başladı. bak dedim omar. kıyafet konusunda senin zevkine de güvenmek istiyorum. sonuçta bunu devamlı üzerinde taşıyacak olan sensin. o yüzden seninde görüşlerin önemli. ben böyle de düşünceli bi patronum. o yüzden sadece bir şeye karar vermene izin vereceğim. lacivert mi olsun yoksa ? dedim. tam siyah mı diyecektim. kahverengi! diye çıktı bu ileri. dedim ki hiç umut yok. terziye döndüm. siyah olsun dedim. dışarıya çıktım sigara içmeye. o ölçüleri alırken bende kaldırımın köşesinde durmuş sigara içiyodum. zuzu aradı. müşterilerin olduğunu odada beni beklediğini söyledi. normalde işler böyle yürümez. müşteriler ararlar. zuzu görüşür. takvime bakar .uygun bi gün ve saate randevu ayarlar. ama günibirlik müşteriler olmaz. çat kapı girip benimle veya şirketteki herhangi birisi ile görüşemezsiniz. randevu günü ve saati gelir. ve ben en az 30 dakika öncesinde ofiste hazır bekliyo olurum.Tümünü Göster
-
316.
+8omarın ölçü işini hallettikten sonra ofise döndük. fazla vaktimiz yok omar. hiç bi zamanda olmayacak. o yüzden sana tavsiyelerimi verebildiğim kadar yolda yürürken vermek zorundayım. playboy olmak istiyosan ilk kural, güzel bi takım elbisen olmalı. ikinci kural, dişlerini günde 4 defadan fazla fırçala. bu 4 defanın içinde gece yatarken ve sabah kalktığındaki fırçalamalar sayılmıyor. dedim. ofise geldim. iki tane göbekli herif beni bekliyodu. merhaba acil müşteriler dedim. ibo bey diye selamladılar beni. ellerini sıktım memnun oldum dedim. a pardon dedi daha yetkili olan. benim adım kazım buda ortağım bekir dedi. bir kez daha memnun oldum dedim. kanepeye onları aldım. bende karşılarına oturdum. buyrun beyler. sizin için ne yapabilirim dedim. kazım anlatmaya başladı. bundan 9 yıl önce bekirle beraber bu şirketi kurduk dedi. şirketimiz bir çok yönden diğer firmaların önünde. rekabet edebileceğimiz güçte bi firma yok şuanda piyasada. gıda sektöründe daha doğrusu bizim uzmanlık alanımız olan bisküvi sektöründe öncü firmalardan biriyiz. fakat bir konuda yardıma ihtiyacımız var dedi. hangi konuda dedim. şirketin aslında 3.bir ortağı var. şuan aramızda olmayan. kendisi kanser hastası. ve kesin ölümü neredeyse gerçekleşti. tedaviye hiçbir yanıt vermiyor. şirketin imkanları ve ikimizinde şahsi imkanları dahilinde türkiyede, yurt dışında ne kadar bilindik tanındık hastane ve doktora gösterdiysekte faydasını göremedik. biz bu şirketi kurarken elimizde çok fazla bi sermaye yoktu. geçmiş yıllarda yaşanan ekonomik krizleri hatırlarsınız. 2001 yılında ecevit dönemindeki krizde bizde ciddi küçülme yaşadık. işler başladığımız zamanlarda gayet güzeldi. ve gittikçe büyütüyorduk. fakat 2001 yılında herkesin olduğu kadar bizimde işimize büyük bir darbe vuruldu. sermayeyi daralttık. şirketi küçülttük. en son hamlemiz fabrikanın kapılarına kilidi vurarak iflas bildirmekti. tamda iflasın arefesinde onunla tanıştık. onun maddi yatırımları vardı. kendi maddi kaynakları vardı. oda krizin etkisi altındaydı ama onun kaynakları bizden fazla olduğu kadar bizim kadar fazla etkilenmemişti. o yüzden bizi dinledi. bizi anladı. ve şirketteki %65 oyu satın aldı. kriz zamanında da ekonomik olarak bize destekte bulundu. daha sonraki yıllarda 2008 de de benzer olaylar meydana geldi. fakat onun gelişi ve nakit fon akışı sayesinde 2008 deki sarsıntıyı çok fazla yara almadan atlattık. şuanda şirketin %65'i onda. ve yaptığımız sözleşmeye dayanarak şirketin bütün yönetim hakları ona bağlı. şirkette öldüğü zaman bütün finansal varlıkları %65 oranında temsile onun kızı geçecek. çünkü başka bir varisi yok. fakat kızıyla ilgili bazı sorunlarımız var dedi. beyler, bir çok şey anlatıyosunuz, hepsini dinliyorum yanlış anlamayın. ama benden tam olarak ne beklediğinizi anlayamadım dedim. ölmek üzere olan bi adamı hayata döndüremem. ben masallardaki prenslerden birisi değilim. veraset için kızları ile konuşup ikna edemem. buda avukatların işi ki şu dönemde babası ölmek üzere yatakta yatan bi kızın karşısına dikilip şirketle ilgili şeyler söylemek istemem bile zaten dedim. hayır ibo bey. yanlış anladınız dedi. kızı şuanda işlerin başında zaten. babasının ölümünü pgibolojik olarak çok daha önceden karşıladı zaten. bunu herkes biliyordu. oda üzülüyor. ve bizde en az onun kadar üzülüyoruz yanlış anlamayın. fakat kızı bütün bu olanlar için şirketi ve babasının işlerini sorumlu tutuyor. bu yüzden şirketin %65'ini olduğu gibi satmak istiyor. şirketi kesip atmak istiyor yani anlayacağınız dedi. e tamam ? o zaman kalan payları aranızda bölüşün. hisseleri size devretsin. verasetini aldıktan sonra bu işi kolaylıkla bitirebilirsiniz. benle bi işiniz yok dedim. aceleci davranıyosunuz ibo bey dedi. bunu zaten daha önce denedik. kız hisseleri bize devretmiyor. rekabette olduğumuz diğer firmamıza bırakacak. çünkü şirketi suçluyor. şirketi derken ne demek istediğimi anladığınızı sanmıştım dedi. bişeyler dönüyo gibi anladım dedim. bakın dedi. onu ikimizde severdik. ciddi manada. ortaklığımız ve arkadaşlığımız boyunca da hiçbir tartışmamız olmadı. şirkete geldiğinde ilk günden son gününe kadar bize abi gibi davrandı. koruyup kolladı. bilmediğimiz bir çok şeyi ondan öğrendik. zor zamanımızda bizi alıp bugünlere getiren kişi odur. şuanda şu masada bizim bisküvilerimiz varsa bunun en büyük sebebi odur. ve bizde ona asla ama asla saygıda kusur etmedik. fakat kızı duygusal bir dönem geçiriyor. sizde bilirsiniz ki kızlar için babaları farklı bişeydir.Tümünü Göster
-
-
1.
+1Abi şirket baker sokağındaydı heralde ,sherlock holmes gibi adamsın mübarek
-
1.
-
317.
+8ve insanlar duygusal dönemlerinde yanlış kararlar vermeye meyilli davranırlar. diğer şirketten kızın yanına gelip gidenler aklına girenler olmuş. aramıza nifak sokmaya çalışıyolar. kızın zaafiyetinden faydalanıp acılı anında imza koparmaya çalışıyolar. şirketi suçladığını biliyolar. bunun içinde onu bize karşı doldurup hisseleri kendileri almaya çalışıyolar. ortağımızı ikimizde severiz. fakat mukadderat. yapabileceğimiz bişey yok. ve kendi ellerimizle kurduğumuz şirketin yarısından çoğunun bir başka şirkete devredilmesini istemiyoruz dedi. düşündüm. adamlara inanmıştım. ki firmayı tanıyorum. ortaklarıyla ilgili de daha önceden kulağıma hiç musibet bi haber gelmedi. ki eğer ters bi durum olsaydı zuzu da bende mutlaka konudan haberimiz olurdu. adamlar iyi niyetliydi yani. benden ne istiyosunuz ? dedim. patronunuz bize şirketteki en iyilerden birisi olduğunuzu söyledi. özellikle çözümsüz ve sorunsuz işleri halletmekte üstünüze yokmuş. soruyu ben sorayım. bize ne yapabilirsiniz ? dedi. gülümsedim. kızın adresini istedim. merak etmeyin beyler. şirketinizi sizde tutacağım dedim. sana güveniyorum ibo dedi kazım. merak etme şirketinin de seninde bu iyiliği karşısında bizde üstümüze düşeni yapacağız dedi. bu şirket yıllardır bu firmayla iş yapmış beyler. bütün hukuki işlerini çözümsüz işlerini mali işlerini falan bizim şirket halletmiş. ben eleman olarak yeni gelmiş olabilirim ama şirketlerin köklü bi geçmişleri var. o yüzden bizden böyle bi iyilik istediklerinde benim işim değil diyip geri çeviremezdim. ayrıca korumam gereken bi itibarım var. adam kartlarını iyi oynadı. ve ben iyi niyetine güvendim. kızla konuşacaktım. acılı bi zamanındaydı. yanlış karar vermesini istemezdim. özel bi işti ve omarın takım elbise için kumaş seçmesi gerekiyodu. onu tekrar terzinin yanına gönderdim. zaten kötü bi kumaşı olmadığı için bizim terzinin ki benim istediğim tarzı bildiği için omar sadece kendi karar veriyormuş gibi yapacaktı. o yüzden onu terziye yollayıp ben kızın evine gittim. bi buket çiçek almayıda ihmal etmedim tabi. genelde çiçek konusunda sadece papatya alırım. beni biliyosunuz. hayatımda papatyaları sevmem için tek bir sebep var. bi buket papatya alıp gittim eve. sonuçta cenaze eviydi. taziyelerimizi bildirmeden olmazdı. büyük bi evdi. şirkette epey büyüktü. o nedenle evin küçük olmasını bekleyemezdim zaten. güzel hoş malikane tarzı bahçeli falan bi yerdi. sevdiğim mekanlar. bizim joguarın arka bahçesinde at beslediğini gördükten sonra bu adamın evinde ejderha falan vardır heralde diye düşünüyodum. kapıyı baya smokinli falan bi herif açtı. buyrun dedi. merhaba ben ibo. dedim. şirketi söyledim. oradan geliyorum diye. taziyelerimi iletmek için geldim dedim. lütfen buyrun dedi içeriye davet etti. yeri gösterdi beni salona aldı. amk baya kraliyet salonu gibiydi içerisi. behlüllerin eve girmiş gibi hissediyodum kendimi. on numara beş yıldız bişeydi. ben en çok kızı merak ediyodum. baya beyaz samur kürkleri içeirisinde falan gelecek, divayla konuşma gibi bişey olacak sanıyodum. baya endişeliydim. salonda beklemeye başladım. bi anda içerden koşarak bi kız çocuğu girdi. öylesine güzel öylesine tatlı bi kızdı ki anlatamam sana. saçlarıda benim sevdiğim gibi iki yandan böyle at kuyruğu yapmışlar. öyle tatlı olmuş anlatamam. elinde de bi yarım ekmekle tost. peçeteyle tutmuş kemire kemire geziyodu evin içinde. beni görünce biraz tırstı. sende kimsiin ? dedi. korkma küçük kız sadece bi misafirim dedim. annemi mi görmeye geldin ? dedi. sanırım evet ufaklık dedim. bozuldu biraz. ben ufaklık değilim bi kere dedi. öyle mii dedim. evet. koskocaman kızım ben 6 yaşındayım dedi. uhuhh ama ben senden daha büyüğüm çünkü tam 9 yaşındayım dedim. sen yalancısın 9 yaşında falan değilsin. annem yalancıları hiç sevmez dedi. öyle mi dedim çektim yanıma biraz mıncırıyım diye. bence sende yalancısın çünkü sen 6 yaşında falan değilsin. 22 yaşındasın ve biraz daha tatlı olsaydın eğer seni sevgilim yapardım dedim. gerçekten miiiiğğğğğ diye sırıttı pis pis. ağzında ekmek varken sırıtma. annen bunları söylemedi mi sana dedim. ekmek diyince aklına geldi gene tosta sarıldı birden dişlek dişlek. bende pislik yapıyım biraz kızdırıyım diye atladım hemen elleriyle beraber tostundan hağmm hağmm falan yapmaya başladım. yaaaa yemesene tostumu falan diyodu. çocuk görünce dayanamıyorum amk. bazılarıyla aram çok iyi oluyo böyle. içimden geliyo yani. tosttan bi ısırık aldım. beyler. o hayatımda yuttuğğum en zor lokmaydı. amk ben bu tostu tanıyodum. tostun içinde salça vardı. ve ben o tostu tanıyodum. bahar ? dedim. kız gülümsedi. annemi tanıyo musun dedi. kıza baktım. gözlerim doldu. beynimden vurulmuşa döndüm.Tümünü Göster
-
-
1.
0ibo yapma amina koyim yapmaaaaaaaaaa
-
2.
0HAgibTiR LAAAN
-
3.
0HAgibTiR LAAAN
diğerleri 1 -
1.
-
318.
+6biz baharla nişanlıyken evde çok fazla zaman geçiremezdik. anlatmıştım size. gecemi gündüzüme katıp evlilik için hazırlık yapardım. evi, düğünü falan herşeyi kendim karşılayabilmek için. o yüzden evde olduğum zamanlarda mutfakta, yemekte, tuvalette falan vakit kaybetmeyelim ve birbirimizle oturup film izleyecek konuşacak biraz daha fazla zamanımız olsun diye bahar yemekleri hızlı şeylerden yapardı. aylarca makarna yemiştik mesela. yav arkadaş öğrenci evinde de makarna yiyodum. şuna bak evlenecem. hala makarna yiyorum. ee ? ne farkı kaldı evlenmenin ? senin katilden ne farkın var allah aşkına diye takılırdım buna. kızardı buda beni eline ne geçerse onla kovalardı evde. salak keyfimden mi yapıyorum diye. en çabuk hangi yemekler yapılırsa onlardan yerdik. özel günler hariç. bazı zamanlar özellikle hazırlanır ev yemekleri yapardı. annemden sonra yediğim en güzel yeşil fasulye baharın elindendi. o benim herşeyim olmaya aday tek kadındı. o zamanlarda ben ona işlerini biraz daha kolaylaştırsın ve makarna yemekten biraz kurtulalım diye küçükbi tost makinesi almıştım. tost makinesi ufaktı falan ama işimizi görüyodu. tost işini genelde ben yapardım. bir kere sabah kalktığımda baktım kahvaltı masasını falan hazırlamış. çayı koymuş falan. erkenden uyanmış bana kahvaltı hazırlamıştı. düşünün beyler. ben işe 6-6:30 gibi kalkıp gidiyodum. bahar o sofrayı hazırlamak için 5 gibi kalkmış olmalıydı. 5:50 gibi falan beni kaldırdı. bahar daha 10 dakka var niye kaldırıyosun diye kızmıştım. ibooo hadiiii oyunbozanlık yapma pişman olmayacaksın demişti. mutfaktan gelen kokular burnuma geldiğinde kurt gibi takip ederek gitmiştim gözlerim kapalı. sofrayı görünce şaşırıp kalmıştım. sen ? sen ne ara hazırladın bunları demiştim. bana demişti ki hayatında olduğum için şükretmeni istiyorum. senin için iyi bi eş olduğumu bilmeni istiyorum. öyle düşünmeni istiyorum. işe giderken erkenden kalkıp gidiyosun. ve çoğu zaman kahvaltı etmiyosun. geldiğinde de yemek yemeye fırsatın olmuyo. o yüzden ne doğru düzgün kahvaltı yüzü nede yemek yüzü görüyosun. sana en azından bir kere de olsa bunun benimle değişebileceğini göstermek istedim demişti. sen benim hayatımın kadınısın diyerek sarılmıştım ona. tamda öldüğü haberini aldığım kapı girişinde. ve sonra beni kovalamıştı terliğiyle yüzümü yıkamadan bi tane zeytin attım diye. o salçalı tostu o zaman yapmıştı işte bana. bahar tostunun içine salça koyuyodu. ben ömrümde sadece onda gördüm böyle bişey. tostun içerisine ekmeği açıp az miktarda bi salça sürüyodu. malzemeleri daha sonra yerleştirip öyle ekmeği basıyodu. ama acayip farklı bi tadı oluyodu. ilk başlarda değişik gelmişti. ama sonradan alışmıştım. ve ondan sonra neredeyse hiç salçasız tost yapmadım. daha doğrusu o zamandan sonra hiç tost yapmadım. ve salçalı bi tost yemedim. o lokma ağzımda büyüdü. kocaman oldu yutamadım.Tümünü Göster
-
319.
+6şokun etkisi geçmeden içerden ellerini silerek bahar geldi. kızına seslendi. sezen. kaç kere söyledim kızım sana elinde ekmek varken koşma etrafta diye. amk kızın adını duyunca bir kez daha yıkıldım. baharla bizim en sevdiğimiz sanatçılardan birisi sezendi. sezenin şarkılarıyla büyümüştük neredeyse. ve ikimizinde türk müziğindeki en kaliteli,en güçlü , en stilli isim dediğimizde aklımıza gelen ilk ve tek isim sezen olurdu. onunda benimde hayatımda sezen başka bişeydi. ben her zaman şarkılarımı yapıp internete falan koyma hayalini söylerdim. oda hep seni ve sesini başkaları duymasın ibo. kıskanırım diye engellerdi beni. sevmezdi. istemezdi başkalarına şarkı söylememi. yada söylediğim şarkıları başkalarının duymasını. bir gün sezenle tanışsam derdim. onunla bi kere şarkı söylesem ne güzel olurdu diye. neredeyse idolümdür çünkü sezen benim. yeri ayrıdır. off evet derdi. sezenle tanışacaksan eğer şarkılarını belediyeden bile anons ettirebilirsin diye şakalaşırdık. daha o zaman karar vermiştik. ben hep oğlan isterdim. oğlan çocukla ilgili hayal kurardım hep. hiç kız çocuk hayal etmezdim. oda bana devamlı kız çocuğun olmazsa sezen ismini çocuğumuza veremeyiz derdi. ilk kız çocuğumuza sezen adını koyacağımıza karar vermiştik o zaman. çok seviyodum olum. aşırı seviyodum baharı. yaşadığım bu hayatı hiçbi zaman sevmedim. eğlenmedim demiyorum. evet eğlendim. kızlar mı ? evet sonuna kadar yaşadım. paralı lüks hayat mı ? evet. günlerce aylarca haftalar yıllarca yaşadım bunu. içinde durdum. en iyisi oldum evet. ama sevmedim. normal bi hayattı istediğim. ve bahar benim bu dünyadan çıkış biletimdi. sevdiğim tek şeydi. onunla herşey çok güzel olacaktı. öyle diyodum hep. herşey mükemmel olacaktı. kusursuz olacaktı. ama olmadı. şimdiyse onun kızının tostundan ısırmış hala o lokmayı boğazımdan geçirmeye çalışıp yutkunuyordum. sezenin tostundan. bizim kızımız olacak kızdan yani. elimde onun anısını yaşattığım papatyalar vardı. onun yüzünden asla başka bi çiçek alamadığımdan dolayı duran papatyalar. ve ben sırf sesini özlediğim için ağzımı açamayıp kızına bir şey daha söylemesi için bekliyordum. gözlerim doldu. ayağa kalktım. ibo ? dedi titrek bi sesle. arkamı döndüm. yüz yüze geldik.ilk günkü kadar güzeldi. onu ilk gördüğüm andaki gibi. nasıl olabilirdi böyle bişey. nasıl hala ona karşı bişeyler hissedebilirdim. resmen kalbim aklıma ve bütün bir bedenime hükmediyodu. ve ben hislerimi kontrol edemiyodum.Tümünü Göster
-
320.
+6bahar korkak bi sesle sezeni yukarıya yolladı. sezen yukarıya gidene kadar da ağzını açamadı. yerinden kıpırdamadı. put gibi kalmış insanların arasında sıkılmıştı galiba kız. sıkkın pıkkın gitti üst kata. gözümdeki yaş daha fazla duramadı orda. sabredemeden süzüldü hızla aşağıya. konuşamıyordum. konuşamıyordu. çok geçmedi. içerden kocası geldi. bahar hayatım kim gelmiş ? diyerek. farkettirmeden bi hamleyle gözümdeki yaşı sildim. sesimdeki titremeyi gizlemek için öksürerek merhaba ibo ben dedim. şirketimi söyledim. ve taziye için uğradığımı söyledim. buyrun oturun diyerek kanepeye geçtik kocasıyla. baharda hemen yanına oturdu. tam karşımda baharın ellerini avcuna almış baharın babasından, baharı babasının ne kadar sevdiğinden falan bahsedip duruyodu. neredeysse bütün konuşmalar bana buğulu geliyodu. sanki adamın boğazını sıkmışlar ve bütün bir sese yankı basmışlar gibi kulağımda yankılanarakgeliyodu. bayılacak gibiydim. ölüm gibiydi. herşey. ölüm gibiydi. orada 15-20 dakika kadar kaldım. ziyaretin kısası makbuldür diyerek kocasıyla tekrar el sıkıştım. bahara da uzaktan bi selam vererek kapıdan çıktım. ömrümde geçirdiğim en zor 20 dakikadan birisiydi. çıktıktan sonra ağlayarak yürümeye başladım. çok fazla ağlamadım. beni biliyosunuz. hikayemde anlattım. büyüdükten sonra neredeyse hiç ağlamamıştım. beni ağlatacak şeyler hep inanılmaz derecede büyük şeyler olmuştu. ve inanılmaz derecede büyük şeyler, hep yeniden başlayıp "tamamdır herşey yoluna girdi" dediğim zamanlarda olmuştu. yürürken göz yaşlarımın görülmesini istemediğim için koşmaya başladım. koştumm koştum koştum. ciğerlerim patlasın istiyodum. vücudum bomba gibi paramparça olsun ve içimdeki yangın sönsün istiyodum ama geçmiyodu bi türlü. hıçkırarak ağlayacağım bi yere gitmek istiyodum. ve nereye gideceğimi biliyodum. koşarak mezarlığa geldim. prensesimin yanına. onun yanına. mabedime. gizli arka bahçeme. mezar taşına kafamı vurarak ağlamaya başladım. onu gördüm prenses dedim. onu gördüm. ona anlattım herşeyi. herşeyi anlattım. ve kimseye söyleyemediğim bi şeyi daha söyledim. ve herşeye rağmen, onu çok özledim prenses dedim. çok özledim.
başlık yok! burası bom boş!