-
34.
0up up up okuyun korkudan geberin binler
-
33.
0diğer başlıklarım için:
(bkz: büyü çemberi ve malzemeler ve varlıklar)
(bkz: kasvetli define anımız)
(bkz: ölen kişinin ruhu ile iletişime geçmek) -
32.
0Bu dev tas bloklarin kaldirilmasina iliskin, bugünkü bilimin asla kabul edemeyecegi ve kimilerine göre oldukça “uçuk” görüsler öne sürüldü. Bunlarin en etkileyicisi, isçilerin “meçhul yol göstericiler” sayesinde, bilinmeyen enerjileri kullanarak taslari “tüy gibi” havaya kaldirdiklari sonra “kus gibi” yerine koyduklari iddiasiydi.
Daniken’in ünlü kitabinin yayimlanmasindan yillar önce, sevgili “Balikçi”miz (Cevat Sakir Kabaagaç) bir yapitinda, piramit yapimiyla ilgili degil ama duvar yapimina iliskin bir söylenceyi aktariyordu: “Izmirli Tantalas’in kizi Niobe, Teb Krali Amphion’la evliydi. Bir gün gelir, Teb sehrini duvarlarla çevirmek gerekir. Pehlivanlar koca taslari birer birer, ihlaya puflaya tasimaya baslar ama Amphion eline flütü alip siçraya hoplaya flütünü üfleyince, taslar da tek sira olarak müzigin temposuna göre ziplaya ziplaya birbirinin pesisira düserler. Ve yine müzige uyarak birbirinin üstüne siçrayip yerlesirler. Böylece sehrin duvarlari yapilmis olur.”
Prof. Piazzi Smyth, 19. yüzyilda Büyük Piramit’in dünya üzerindeki yerine iliskin ilginç bir harita çizmisti. Prof. Smyth’e göre piramitlerin bulundugu Gize bölgesi tam olarak, Ekvator’dan Kuzey Kutbu’na kadar olan uzakligin üçte birini belirleyen 30° kuzey enleminin üzerinde yer aliyordu. Piramit, asagi Misir’daki tüm ovayi çevreleyen dag siralarinin güney ucunda yerlegibti. Kuzey kiyi hatti ise oldukça düzgün bir yay olusturuyordu. Bu yayin ait oldugu dairenin tam merkezinde ise Büyük Piramit bulunuyordu. Dolayisiyla Büyük Piramit, Misir’in tam merkezinde ve üstelik dünyanin da merkezi olarak kabul edilbilecek bir noktada yükseliyordu.
Piramit sözcügü, Grekçe’de “ates” anlamina gelen “piro” ile, “merkezde” anlamina gelen “amid” sözcüklerinden olusur, yani “merkezdeki ates”! Kimbilir belki de Büyük Piramit gerçekten de, dünyanin merkezi oldugu düsünülen ya da saptanan bir noktaya dikilmistir. Ve binlerce yildir doganin en büyük güçlerinden biri olan “ates”i yaymaya devam ediyordur. -
31.
0Sonraki yillarda minyatür Büyük Piramit’lerle, su aritmaktan tiras biçagi bilemeye, yiyecekleri saklamaktan bitki yetistirmeye dek öyle deneyler yapildi ki, piramit modelciligi bir ticari alana dönüstü. Örnegin Kaliforniya’da seri olarak piramit modeli üreten bir firmanin kayitlarina göre, yalnizca ABD’de 1970-75 yillari 100 bin kisi model piramit satin aldi.Tümünü Göster
Yine 1930’lara dönersek; 1935’de Chicagolu John Hall da piramit modelleri üzerinde ilginç deneyler yapmisti. Hall, bakir bir halka ve çok uzun iki bakir tel kullandiginda piramidin tepesinden elektriksel bir akimin çiktigini gözlemlemisti.
Yillar sonra 1960’larin sonunda, Kahire’deki Ayn Sems Üniversitesi, ABD Atom Enerjisi Komisyonu ve Smithsonian Enstitüsü’nce desteklenen bir proje kapsaminda 1 milyon dolara malolan bir deney yapildi. 1968 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan Dr. Luis Alvarez ve Dr. Amr Godeh’in sorumlulugunda Kefren piramidinde yürütülen deneyin asil amaci piramidin “röntgenini çekmek”, içerideki gizli odalari saptamakti. Bunun için, 1 yil boyunca, günde 24 saat süreyle, piramidin iç bölümlerine ulasan kozmik isinlarin desenleri, piramidin tabanina yerlestirilen bir dedektör araciligiyla manyetik bantlara kaydedildi. Bir yilin sonunda bantlar bilgisayara yüklendiginde hiç beklenmedik sonuçlar elde edildi. Bilgisayarin çizdigi farkli desenleri Dr. Godeh, “Bu bilimsel olarak olanaksiz” diye açikliyordu. Insanoglunun Ay’a ayak basmasindan yalnizca 6 gün önce, 14 Temmuz 1969’da The London Times’de yayimlanan bir söyleside Dr. Godeh kendisine sorulan, “Bu bilimsel bilgi ve beceri birikimi, dünyasal anlayisin ötesindeki belirli bir güç tarafindan ise yaramaz bir duruma mi getirilmistir” sorusuna söyle yanit veriyordu:
“Ya piramidin geometrisinde önemli bir yanlis vardi, ki bu da kayitlarimizi etkileyecekti; ya da ister gizemcilik deyin, ister firavunlarin laneti, burada açiklanamayan bir gizem vardir. Piramitlerin içinde etkin durumda olan ve bilimin yasalarini hiçe sayan belirli bir güç vardir.”
Büyük Piramit’i bilim dünyasi için degil de, belirli bir kültür düzeyindeki siradan insanlar için asil çekici kilan nokta ise; piramidin en boy, yükseklik gibi sayisal verilerinin, türlü türlü çarpma bölme islemleri sonucunda Pi sayisini, Günes’le Dünya arasindaki uzakligi, çiplak gözle görülmesi olanaksiz kimi yildizlara iliskin bilgileri vermesidir.
Durumu biraz daha zorlayan Fransiz Georges Barbarin ise, 1936’da yayimlanan, “Büyük Piramitin Sirri” adli yapitinda Büyük Piramit’in sayisal verilerinin, Birinci ve Ikinci Dünya savaslari da içinde olmak üzere, dünyanin geçmisindeki ve gelecegindeki önemli olaylarinin tarihlerini barindirdigini ileri sürmektedir.
Bu arada, dünyanin geçmisine iliskin karsit tarih tezleriyle ortaligi alt üst eden Däniken’in, Büyük Piramit’in yapimina iliskin sorulari hâlâ yanitsiz: “Bu yapay dag, en küçügü 10 ton agirliginda olan 2.600.000 tas bloktan olusur. Harç kullanilmayan taslarin arasina bir saç teli ya da bir igne bile sokmak olanaksizdir. Çaliskan Misirli isçiler günde 10 adet tas blogu kaldirip yerine koysalar, 2.600.000 tasin üst üste konulmasi ve Keops Piramidi’nin ortaya çikmasi için tam 692 yil geçmesi gerekecekti. Oysa bizim arkeologlarimiz bu süreyi 20-30 yila sigdirmakmaktadirlar.” -
30.
0Ayni yillarda, Antonie Bovis adli bir Fransiz arastirmaci, turist olarak gittigi Misir’da, Büyük Piramit’i gezerken olagandisi bir olaya tanik olmustu. Kral Odasi’nda bir kenara toplanmis çöplerin arasinda ölmüs kediler vardi. Ama ne çöplerden ne de ölü kedi bedenlerinden hiçbir kötü koku yayilmiyordu. Durumdan kuskulanan Bovis, bir kedi ölüsünü yanina alarak ülkesine döndü. Yaptigi incelemede kedi bedeninin sanki mumyalasmis oldugunu saptadi. Bu “kendiliginden” mumyalanma olayinin piramidin yapisiyla baglantisi olacagi üzerinde duran Bovis hemen Büyük Piramit’in küçük bir modelini yapmaya giristi. 75 cm. yüksekliginde bir model yapti. Tam tepe noktasinin altina gelecek biçimde ve Kral Odasi’nin piramitteki yerine karsilik gelecek bir düzeye, yani piramidin yüksekliginin tabandan itibaren üçte birlik yüksekligine yeni ölmüs bir hayvanin cesedini yerlestirdi. Bir süre sonra cesedin kendiliginden mumlayalasmis oldugunu gördü.
Bovis’in 1930’larin basinda yayimladigi, “Organik Maddeler Üzerindeki Piramit Etkisi” baslikli rapordan yola çikan Çekoslovak radyo ve televizyon mühendisi Karel Drbal piramit modelleri üzerinde birçok deneyler yapti ve su sonuca ulasti: “Piramidin içindeki mekanin biçimi ile, bu mekan içinde yer alan fiziksel, kimyasal ve biyolojik olusumlar arasinda bir iliski vardir. Uygun biçimler kullanarak bu olusumlari hizlandirabilmemiz ya da yavaslatabilmemiz olanaklidir.” - 29.
-
28.
0Piramitlerin GizemiTümünü Göster
Apollo Heykeli, Zeus Heykeli, Iskenderiye Feneri, Artemis Tapinagi, Babil’in Asma Bahçeleri, Karya Krali Mozoleus’un Mezari ve Piramitler, iste dünyanin yedi harikasi... IÖ 200’lerde yasamis Sidon’lu Antipater, o dönemde dünyanin yedi görkemli yapitini böyle belirlemis. Bu yedi yapit kavramsallamis biçimde günümüzde de varligini sürdürüyor. Nemrut Dagi’ni da “sekizinci harika” olarak dizelgeye eklemek isteyenler çok ama henüz kabul görmüs degil.
Günümüzde bu yedi “harika”dan, birinin disinda tümünün varligi, kalinti, kirinti ya da kitaplardaki resimlerden ibaret. Piramitler ise, yani Misir’in baskenti Kahire’nin güneybatisindaki Gize kenti yakinlarinda, kayalik bir düzlük üzerinde yer alan üç tas yapi, zamana meydan okuyarak, kimilerine göre binlerce, kimilerince de onbinlerce yildir ayakta duruyorlar.
Yeryüzünün bilinen tarihinde, çevresinde bu denli çok iddia, gizem, söylence dolanan; adina bu denli çok kitap yayimlanmis, belgesel film çekilmis piramitler gibi ikinci bir yapi yoktur. Üstelik bunca çabaya, bilimdeki tüm ilerleme ve gelismelere karsin, Misir piramitlerinin barindirdigi gizemi çözmek, açik ve net bilgiler ortaya koymak hâlâ olasi degil. Bir kez, herseyden önce piramitlerin ne zaman yapildigina iliskin farkli bilgiler var.
En kuzeyde yer alan ve üçü içinde en büyügü oldugu için “Büyük Piramit” ya da “Keops Piramiti” adiyla anilan piramitin, eski Misir’da 4. Sülale’nin ikinci firavunu Keops’un; ortadakini 4. Sülale’nin dördüncü firavunu Kefren’in; en son yapilan güneydekini ise 4. Sülale’nin altinci firavunu Mikerinos’un yaptirdigi öne sürülür. Resmî tarihe göre, bu firavunlarin yasadiklari dönemlerden, piramitlerin yapim yillarini belirlemek olasidir, günümüzden yaklagib 2500, 2600 yil önceleri... Ancak, bir Arap tarihçisi Ebu Zeyd el Balkî, çok eski bir yazili kaynaga dayanarak sunlari öne sürüyor: “Büyük Piramit, Çalgi Takimyildizi (Lyra), Yengeç Burcu’ndayken, yani Hicret’ten iki kez 36 bin yil önce insa edildi.” Balkî’nin ileri sürdügü tarih, günümüzden yaklagib 73 bin yil öncesine karsilik geliyor.
Ondokuzuncu yüzyilda, teozof Helena Petrovna Blavatksy, Misir’daki Danderah Tapinagi’nin Burçlar Kusagi’ndaki bilgilere dayanarak piramitlerin yapim tarihini IÖ 78 bin yillarina kadar zütürüyordu.
Misir’daki tapinaklarda ya da eski yazili metinlerde, piramitlerin yapim tarihinin hep takimyildizlarin konumlariyla açiklanmasindan yola çikan Iskoç gökbilimci Prof. Piazzi Smyth ise 19’uncu yüzyilda piramitlerin yapim tarihine iliskin gökbilimsel hesaplamalar yapmisti. Smyth’in, Dünya’nin “presesyon” hareketine, yani ekseni çevresindeki bir turu tamamlama süresi olan 25.827 yildan yola çikarak vardigi sonuçlara göre piramitler 53.824 yil önce yapilmisti.
Aslinda, Isviçreli otelci Erich von Däniken, 1968 yilinda yayimladigi “Tanrilarin Arabalari” adli kitabinda piramitlere, özellikle de Büyük Piramit’e iliskin, resmî tarihi alt üst eden bir dizi soru ortaya atmasaydi, piramitler bugün bu denli büyük boyutlarda bir gizemi barindirmiyor olacakti. Piramit sözcügü, olasilikla mimari bir kavram, geometrik bir biçim ve firavun mezari olarak yasamlarimizdaki varligini sürdürüyor olacakti.
Ama daha öncesi de var: 1929’da, ABD’de, Cinninnati Üniversitesi’nde, fizik profesörü Samuel J. McIntosh Allen, ögrencilerine geometrik piramit biçiminin olagandisi özelliklerinden söz ediyordu. -
27.
017 Ağustos Depreminin Şaşırtıcı OlaylarıTümünü Göster
1999 izmit depreminden sonra ortalıkta bir sürü esrarengiz olaylar anlatılmakta. Ne kadar doğru bu söylenenler bilinmez; ama hayret edilmeyecek türden de değil bu anlatılanlar
1. O gece bayanın birisi, doğum için eşiyle beraber bir taksiyle hastahaneye gidiyorlarmış. Taksi tam Eyüp şehitliğinden geçerken doğum sancıları tutan bayan kafasını sağa sola çevirmeye başlamış. işte tam bu sırada bayanın gözü şehitliğe ilişmiş. Bayan gördüğü manzara karşısında dona kalmış. Bütün şehitler kabirlerinden kalkmış elleri semada dua ediyorlarmış.
2. Aynı saatlerde Eyüp Sultan Camisinin önünde taksicilik yapan bazı kişilerin anlattıkları da insanı hayretler içerisinde bırakıyor: "Taksinin içerisinde oturmuş müşteri bekliyordum. Gözüm birden Cami'nin duvarına ilişti. Duvarları nurdan varlıklar kaplamış tutuyorlardı. Mezarlıklarda yatanlar kalkmış hep beraber dua ediyorlardı."
3. Enkazdan 4 gün sonra çıkan bir çocuğa su ikram etmişler.Çocuk: "Su ve yemek ihtiyacım yok. Yaşlı bir amca bana su da yemek de verdi."
4. Denizden çok büyük bir ateş topu yükselmiş. Bunu bizzat gören bir arkadaşım vardı. Söylediğine göre deniz ortadan ikiye ayrıldı içinden ateş fışkırdı ve çok büyük bir aydınlıkla deniz geri kapandı. Birkaç saniye bekledikten sonra deprem başladı
5. O gece yıldızlar bir başkaydı.Çoğu insanın anlattığı - sanki elimi uzatsam yıldızları tutacak gibiydim. Hiç o kadar yıldızı bir arada yeryüzüne o kadar yakın görmemiştim hiç elektrik olmamasına rağmen her yeri fazlasıyla aydınlatıyordu.
6. Hiç görülmemiş büyüklükte leylek sürüsü güney sahillerinde depremden bir kaç gün önce görüldü.
W.Van Vuurde
1960’larda parapgibologlar, Cape Town’da yaşayan mühendis Bay W.Van Vuurde ile epeyce ilgilenmişlerdi. Van Vuurde’un yeteneği, önceden belirlenen bir saatte uykudan uyanmayla ilgiliydi. Bunu, aslında biraz gayretle hemen hemen herkes yapabilir ve bunun DDi ile bir ilgisi de yoktur. Çünkü biliyoruz ki, insanın bir “içsel saati” vardır. Van Vuurde’un başkalarından farkı, başka bir kimsenin belirlediği bir saatte uyanmasıydı. ilk önce Van Vuurde, bozuk bir saati kutu içine koyarak, kendisini denemişti. Kutu içindeki saati görmeden, akreple yelkovanı ileriye doğru rasgele hareket ettirmişti. Bu rasgele çevirişte gündüz saatine rastlıyorsa bir sonuç almıyor, fakat geceye rastlayan saatlerde muhakkak uyanıyordu. Uyandığı saatleri bir kağıda not edip tekrar uykuya dalıyor ve notlarını sabah uyandığı zaman, kutu içindeki bozuk saatle karşılaştırıyordu.
Van Vuurde, bu yeteneğini ilerletmek amacıyla, deneyimlerini muntazam olarak Johannesburg’da Witwatersrand Üniversitesi’nde Prof A. E. H. Bleksley’e göndermeye başlar. Prof. Bleksley, Van Vuurde’un birkaç mektup raporunu okuduktan sonra, Van Vuurde’un kalkacağı saatleri kendisi belirlemeye karar verir. Bu şekilde 284 deneme yaparlar. Van Vuurde’un kalkması gereken her saat, profesör tarafından belirlenmişti. Sekiz saatlik bir uyku döneminde 480 dakika bulunduğuna göre, tesadüf olasılığı 250.000’de bir olmaktadır. Bu denemelerde Van Vuurde on bir kez başarılı olmuştur.
Bu konuda, çok önemli olmasa da, birkaç bilgi kırıntısı daha vermek mümkün. Van Vuurde ve Bleksley, deneylere başlamadan önce birbirlerini tanımıyorlardı ve ilk denemeleri de, yine bir araya gelmeden yapmışlardı. Fakat daha sonra, birbirlerini tanımalarından ve deneylerini birlikte yapmaya başlamalarından itibaren, Van Vuurde daha isabetli sonuçlar kaydetmeye başlamıştır. Bozuk saati Bleksley de kullanmıştır. Profesör, Van Vuurde’un uyanmasını istediği saati, sadece bir yere yazdığı zaman o kadar isabet kaydedilmiyordu. Fakat, bu eski ve bozuk saat ile zaman işaretlendiği zaman daha isabetli sonuçlar ortaya çıkıyordu. -
26.
0Kedi ZumaTümünü Göster
Tarih boyunca bazı hayvanların insanlarla olan iletişimi, öteki hayvanlara oranla daha dikkat çekici olmuştur. Bunları başında gelen kedi, telepati yeteneğiyle tanınmış bir hayvandır. Bu nedenle bazı büyü ritüellerinde kullanılmıştır.
Bu olayımız da Fransa da meydana gelmiştir.
Raymond Bernard, eşi ve üç çocuğu bir hafta sonunda piknik yapmaya gidiyorlar. Çocuklar, Zuma adındaki çok sevdikleri kedilerini de yanlarına alıyorlar. Ormana vardıklarında Zuma yanlarından ayrılıyor ve gün boyunca hiç gözükmüyor. Dönüş vakti geldiğinde Zuma’yı arıyorlar ama bulamıyorlar. Çocukların ağlamasına rağmen eve dönüyorlar.
O gece Raymond Bernard, rüyasında Zuma’yı görüyor. Zuma, gelip kendisini almasını istiyor. Hemen yataktan fırlayan Bay Bernard iki oğlunu uyandırıyor ve adeta bir güç tarafından yönetilircesine ormana geri dönüyor.
Ormana vardıklarında Bay Bernard biri tarafından yönlendirilircesine ormanın içlerine gidiyor ve rüyasında gördüğü yerde Zuma’yı oturmuş kendini bekler buluyor.
O günden sonra Raymond Bernard’ın kediye karşı olan tutumu değişiyor, çünkü daha önce hiç inanmadığı bir fenomenin gerçekleşmesine aracılık etmiştir. Hem kendisiyle telepatik bağlantı kurabilmiş, hem de bunu rüyada gerçekleştirmekle parapgibolojinin araştırma alanına giren iki örneği bir arada yaşamıştır.
Ruh ve Madde Dergisi
Dahi Bebek Uzaylı mı?
Akıl hastası olan Helen önce "Ben kimseyle, hiç bir erkekle yatmadım" diyordu. Ancak, karnında bir çocuk vardı ve kısa bir süre sonra da doğum yaptı. Doktorlar, bebeği gördüklerinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Doktorların yarı akıllı diye nitelendirdiği Helen Chaldwood, ailesinin zorlaması yolu ile yatırıldığı hastanede ortalığı birbirine katıyordu. " Bırakın beni, ben hamile falan değilim. Bugüne kadar elime erkek eli bile değmedi" diye bağırıyordu. Oysa röntgen filmlerinde karnında bir kız çocuk taşıdığı net bir biçimde görülüyordu.
Ailesi Helen'in her çılgınlığına alışmıştı artık. Genç ve güzel kızlarının beyninde çocukluğundan beri büyüyen ve de bir türlü engellenemeyen bir ur vardı. Bu ur, genç kızın beynine baskı yapıyordu ve onun ara sıra dengesiz hareketler yapmasına neden oluyordu. Ailesi Helen'in hamileliği konusunda ise "Kim bilir hangi delilik nöbetinde bir erkekle beraber oldu da hamile kaldı" diye düşünüyordu. Ancak Helen'nin hamileliği altıncı ayında ortaya çıkmıştı ve doktorlar "Bu çocuk alınmaz, Helen doğum yapmak zorunda " demişlerdi. En sonunda Helen, babası bilinmeyen bu çocuğunu doğurdu. Bebeği, dünya tatlısı bir kız çocuğuydu, saçları alışılmadık biçimde parlak sarı, cildi güneşte yanmış gibi turuncu renkteydi. Doktorlar, bu kadar gür saçlı doğmuş bir bebeği ilk defa görüyorlardı. Doğumdan itibaren hepsi şaşkın bir ifade ile birbirine bakmışlardı. Ancak gerçekte şaşırtıcı olaylar dizisi, Liza ismi verilen güzel bebeğin büyümeye başlamasıyla gelişti.
Liza, bilim adamlarını dahi hayrete düşürecek kadar akıllıydı. Çok az konuşuyordu, ancak konuştuğu zaman ise bütün söyledikleriyle ortalığı karıştırıyordu. Bir bilim adamı, Liza beş yaşına geldiğinde şunları söylüyordu. "Bu kızın şu andaki beyninde bulunan bilgi, bizim kafamızda yoktur, korkunç bir matematik, fizik, astronomi, kimya bilgisi var. Onun söylediği pek çok şeyi anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu kızın babası ise büyük olasılıkla bir uzaylı. Evet kesinlikle, bu kız dünyamıza uzaydan gelmiş bir yaratığın kızı olmalı." -
25.
018. yüz yıllardan girmişsin panpa helal olsun
-
24.
0Sanki Ölmelerini istemiyorTümünü Göster
Filo çavuşu Nicholas Alkemade Almanya'yı 13.kez bombalayacağını düşününce biraz huzursuz oldu. Bu şimdiye kadar aldığı en tehlikeli görevdi. ingiliz Hava Kuvvetleri (RAF) Bombardıman Birliği'nde bir Lancaster tipi uçakta arka topçu idi. Lancaster'larda arka topçu olmak çok tehlikeli bir işti, uçakta hareket alanı kısıtlıydı. Ancak top cephanesini ve 4 Browning makineli tüfeği alacak kadar yeterli yeri vardı.Bu durumda paraşütünü taretin dışına koymak mecburiyetindeydi.
Alman topraklarına girerken uçaksavar ateşi ile karşılaştılar, sonra keşif uçaklarının işaret fişekleri ve projektörleriyle aydınlatılmış olan Berlin'e geldiler. Alkemade sonunda o sihirli sözcükleri işitti: "Bombaları at!" iki ton tahrip bombası ve yaklaşık üç ton kadar yangın bombası boşluğa düştü. Lancaster'in pilotu Jack Newman uçağın burnunu ingiltere'ye doğru çevirdi. Artık rahatlamışlardı.
UÇAK iSABET ALIYOR
Tam dönüş yolunda Almanların açtığı karşı ateşten ötürü uçağın arka kısmı isabet almıştı. Uçaksavar ateşi tareti yararak cdıbını parçaladı. Alkemade o sırada tam karşısında bir Junkers 88 Tipi bombardıman uçağı gördü. Alkemade nişan alıp ateş etti ve düşmeye başladı.Çavuş alkemade rahatlamıştı.
"Atlaman Gerekiyor!"
Çok geçmeden taretin kalıntılarını alevler sarmıştı. O anda iç hoparlörden Jack Newman'ın sesini duydu: " Atlaman gerek paraşütünü kullan!" Fakat bu Alkemade için pek kolay değildi, çünkü paraşütünü arkadaki o yıkıntı ve alevler arasından kurtarması gerekiyordu. Arka tarafa güçlükle geçti ama paraşütü alevler içindeydi.
Alkemade öleceğini anlamıştı, fakat yanarak ölmemeye karar verdi. Kızarmaktan daha çabuk ve temiz bir ölüm olmalıydı. Erimeye başlamış oksijen maskesini çıkardı, taretini deliği arkada bırakacak şekilde ayarlamayı başardı. Sonra boşluğa doğru bir ters takla attı.
"Eğer ölüm buysa"
Alkemade tamamen sakindi Sonradan şöyle anlatıyordu:" Çok sessiz ve serindi... Hiç düşme duygusu yoktu, eğer ölüm buysa hiç de kötü değil, diye düşündüm."
Alkemade o kadar sakindi ki, 5.500 metreden yere çakılması için 90 saniye süresi olduğunu hesaplayabildi.
Havada sırtüstü yatar durumdayken yıldızlara baktı ve insanın yaşam içinde verdiği uğraşın ne kadar aptalca göründüğünü düşündü. Sonra kendinden geçti.
"Yaşıyorum"
Alkemade neden bu kadar üşüdüğünü anlamıyordu. Tek gözünü açtı: Köknar ağaçları arasından bir yıldız parlıyordu. Birden canı çok sigara çekti, sigara kutusunu ve çakmağı çıkardı. Saate baktı, sabaha karşı 3'ü gösteriyordu. Demek ki 3 saattir kendinde değildi. Birden neler olduğunu hatırladı ve "Aman Allahım, yaşıyorum!" diye bağırdı.
Paraşütsüz 5 Km. düştü
Ağaçlar her nasılsa düşüşünü yavaşlatmıştı. 175 cm kalınlığındaki kar da son bir yastık oluşturmuştu.Çok ağır yaralanmamıştı, bazı yanıklar ve kötü burkulmuş bir diz. Sonraları şöyle diyordu: "Savaş esiri olmak çok kötü gelmiyordu. Sadece birileri beni bulsun istiyordum." Nitekim bulundu da. Alman askerleri onu bulduğunda o sigarasını içiyordu. Onu kaldırırlarken bayıldı, asıl sorun da bundan sonra başladı.
Yalan söylediği sanılıyor
zütürüldüğü hastanede doktora olanları anlatmaya çalıştı. "Paraşütüm yoktu" deyinde doktor gülümsedi ve başını okşadı.Ona göre Alkemade'in kafayı yediği apaçıktı. inanılmaz öyküsünde ısrar ettiği için 3 kere sorgulandı ve sonunda hücreye kapatıldı, casus olduğu sanılıyordu.
Alkemade olay gecesi bulundukları yerin yakınlarında Lancaster uçağının bulunduğunu duydu. Alman teğmen Hans Feidel olayla yakından ilgilendi. Nitekim yapılan incelemede, arka topçunun paraşütünün pilot bağı bulundu. Klipsler ve kaldırma kayışları hala bağlıydılar ve eğer paraşüt kullanılmış olsaydı bunların kopmuş olmaları gerekirdi.
Alkemade'yi koruyan kim?
Bütün garipliklere rağmen çavuş "13.Bombalama" görevini tamamladı. Savaştan sonra ülkesine döndü ve bir kimyasal madde fabrikasında çalıştı. Fakat mucizelerin ardı henüz kesilmemişti. Bir keresinde üstüne 100 kg.'lık çelik bir kiriş düştü. Sadece başından hafif yaralanmıştı. Diğer bir olayda da baştan aşağı bir Sülfirik Asit banyosu yaptı. Bir elektrik çarpması sonucu kuyuya düştü. Kurtarılana kadar 15 Dakika zehirli gaz soludu. Yine ölmedi. Sanki dünyaya bir çok kere ölümden dönmek için gelmişti. Onu koruyan bir güç mü vardı? -
23.
-1gibseler okumam özet geç bin
-
22.
0Uğursuz ElbiseTümünü Göster
New York' ta geçen bu olay üzerinde uzun süre boyunca konuşulan bir olaydır. Rivayete konu olan genç ve de güzel bir kızdır. Oldukça fakir durumda olan bu kız resmi bir baloya davet edilir. Şimdiye dek bu tip yerlere gitmeye alışık olmayan Rose, bu davet karşısında ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini şaşırmıştır. Tabii davete gitmek ister ancak baloda giyebileceği tarzda bir elbisesi de bulunmamaktadır. Bir arkadaşı kendisine tuvalet kiralanan dükkanlardan bir tanesinden kiralık bir elbise almasını tavsiye eder. Aslında böyle bir dükkanda oturduğu evin sokağında vardır. Hemen bu dükkana giden Rose, oldukça ucuz fiyata beyaz bir gece elbisesi kiralar. Vücuduna tıpa tıp uyan bu elbise Rose' u o kadar güzel göstermiştir ki baloya gider gitmez herkes adeta onunla ilgilenmeye başlar. Bir türlü arkası kesilmeden etraftaki erkekler tarafından durmadan dansa kaldırılır. Ancak öyle bir an gelir ki uzun süredir hiç de pozitif olmayan şansının bu gece döndüğüne bile inanır. Fakat çok zaman geçmeden içerisinde hissettiği bulantıyı ve de baygınlığı bastırmak açısından her ne kadar dayanmaya çalıştıysa da en sonunda bir taksiye atlayarak evinin yolunu tutar.
Taksiyle evine gelen Rose, son derece canı sıkılmıştır ve bir de bitap haldedir. Ve kulağına bazı sesler gelmeye başlamıştır. ilginç bir ses kendisine "Ver elbisemi, ver elbisemi" diye seslenmektedir. Rose, bunu komşusu olan Diana'ya anlatır ve de kısa bir süre geçtikten sonra da iyicene kendinden geçip, derin bir uykuya dalar; ertesi sabah Rose, yatağında ölü olarak bulunmuştur. Bu garip ölüm hadisesi karşısında savcı otopsi ister. Otopsiden ise ilginç bir sonuç çıkmıştır. Bu sonuç şöyledir; Rose'un vücudunda derisine işlemiş bir tahnit maddesi bulunmuştur. Böylelikle kızın zehirlenerek öldüğü anlaşılır. Kiralık elbise veren mağazanın sahibi karakola çekilir ve de bu elbiseyi nereden bulduğu konusunda sorgulanır. Dükkan sahibi her ne kadar cevap konusunda direniş gösterse de sonunda ilginç bir gerçek ortaya çıkar, elbise tabutunun çivilenmesinden biraz önce ölü bir kızın takdis edilmiş vücudundan çalınmış ve bu mağazaya satılmıştır.
Son Arzu
Artık doksan yaşına merdiven dayamış olan büyükanne Margaret Worst yatağına uzanmıştı, bembeyaz çarşafın altında adeta kımıldamadan yatıyordu. Dudaklarında zor fark edilecek şekilde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Son saatlerini yaşadığını hissediyor ve de geçmişi düşünüyordu. Yaşadıkları bir film şeridiymiş gibi gözlerinin önünden akıp gidiyordu adeta. Uzun süreli olan bu yaşamında kimseye en küçük bir kötülük yapmamıştı. Üstelik herkesin yardımına koşmuştu. ikisi kız, ikisi erkek olan dört adet çocuğunu mutluluk içerisinde büyütmüştü. Onları bir defa bile olsun kırmamış, çocukları büyüyüp evlendikleri halde bile başka bir ev açmayarak onun yanında kalmışlardı.
Margaret böyle kendi halinde dalmış düşünürken birden kapı açılmış, odasına küçük kızı Sally girmişti. Elinde çorba vardı. Sally gelip yatağın uç kısmına ilişti. "Bugün nasılsın bakalım annecik?" dedi, sonra kadına bir kaç kaşık çorba içirdi. işte o esnada yaşlı kadın elini beyaz çarşafın altından çıkartarak, birden kızının koluna sarıldı ve "Sally" dedi, "Biliyor musun bu dünyadan göçüp gitmeden önce tek bir şey istiyorum. Böyle hepinizi etrafıma toplayarak bahçenin tam ortasında durup sırtımızı evimize vererek bir aile resmi çektirmek. " Yaşlı kadının bu son arzusuydu, aynı anda son sözleri olmuştu. Kızının kolunu kavrayan eli yavaşça aşağıya doğru kaymış ve artık gözleri kapanmıştı. Yaşlı kadının cenazesinin kaldırıldığı haftayı takip eden pazar günü tüm çocukları ve de torunları bahçelerinde toplandılar. Her biri tertemiz, yepyeni giyinmişlerdi. Yaşlı kadın ölürken onun son isteğini öğrenen kızı Sally oradan oraya koşuşturuyordu, "Hadi bakalım çocuklar, artık oyunu bırakın ninenizin son isteğini artık yerine getirip, aile resmi çektireceğiz" diyordu. Bu sırada da resimde annesinin olmayışına oldukça üzülüyordu, gözleri nemleniyordu. Daha sonra hep beraber çağırdıkları fotoğrafçıya poz verdiler. iki kız, iki erkek dört kardeş onların eşleri ve de çocukları. Çocuklarla beraber tam on dört kişi olmuşlardı. Fotoğrafçı resimleri çektikten hemen sonra "Ben haftaya resimleri size getiririm " demişti ve de gitmişti.
Tam bir hafta sonra resimler geldiğinde ilginç bir şey oldu, resimlerin bir tanesinde on beş kişi görünüyordu. Tam Sally nin arkasına denk gelen bir pencerenin perdesi hafifçe aralanmıştı, tam bir hafta önce ölen yaşlı Margaret Worst oradan çocuklarıyla ve de torunları ile beraber fotoğrafçıya poz vermişti. Herkes şaşkınlık içerisinde bu fotoğrafı birbirine gösterirken, Sally bir köşeye çekilmiş, mutlu bir şekilde "Son arzun da oldu. Huzur içinde yat anne" diyordu. -
21.
0Canlanan Mumya
Mısır'ın başkenti Kahire'de araştırmalarını mumyalar üzerine yapan iki arkeolog Chris Stein ve Her bert Meir, inceledikleri on sekizinci sülaleye mahsus bir mumyanın canlandığını iddia ettiler. iki arkeolog, uzun süredir bu işle uğraşmaktaydılar. Sonraları Stein şöyle bir açıklama yaptı: " Mısır Hükümeti'nin izniyle on sekizinci sülalenin bir üyesi olan Firavun Tute' nin mumyasını inceliyorduk. Sargılarında çok değişik bir reçine kullanılmıştı ve de iç organları çıkartılmadan mumyalanmıştı. Adeta ileride tekrarlanan canlanacakmış hatta bütün bunlara ihtiyacı olacakmış gibiydi. Ben mumyanın tam kafatasını incelerken gözlerinde adeta yaşam pırıltısı gördüm. Bana dikkatlice bakıyordu. Hemen Herbert'i yanıma çağırdım. O da bu parıltıyı gördü. Mumya derinden her ikimizi de süzüyordu adeta.
Çok korkmuştuk! Birdenbire hafifçe kafası oynadı bizde donup kalmıştık. Birden bütün canlılık belirtileri kayboldu. Bize adeta bir şeyler anlatmak istiyordu sanki." Daha sonra mumyalar üzerinde araştırmalar yapan bilim adamları hakikaten de mumyanın gözlerinin tam olarak ilk gündeki gibi olduğunu gördüklerinde oldukça çok şaşırdılar.
Garip Bir Yüz
Yıl 1971. Bir ispanyol kasabasında Belmez isimli bir kadın mutfağının yüzey kısımında bir insan yüzünün belirdiğini gördü. Bu ilginç insan portresi bütün temizleme çalışmalarının neticesine rağmen mutfağın yüzeyinden çıkmamakta direniyordu.
Daha sonraları ise bu zemin kazıldı. Yerin iki metre kadar altında bir insan cesedinin gömülü olduğu görüldü.Ve cesedin yüzü kesilmişti birde cam bir korunak içerisinde iyi durumda görünüyordu.
Hesapta Olmayan Görüntü
Avustralyalı bir fotoğrafçı olan Cames Cainer, ormanların arasında değişik ağaçların ve de yaprakların fotoğraflarını çekiyordu. Çevrede ise hiç kimse görünmüyordu. Fakat film banyo edildiğinde fotoğrafta Viktorya dönemine ait giysiler içinde bir kadın görüntüsünün açık seçik yer aldığının farkına vardı. -
20.
0panpa bunu okursak kör oluruz zaten
-
19.
0Steve BurcellTümünü Göster
Steve Burcell ve ailesi bir zamanlar hayaletli bir evde yaşamışlardı. Daha sonra bu evi sattılar, bir bar satın aldılar. Kendileri de ailece barın üzerindeki bir evde oturacaklardı. Karısı ve iki kızıyla birlikte yeni eve yerleştikten sonra hayaletlerden kurtulduklarına inanmışlardı. Uzunca bir zamanın ardından, Burcell, bir arkadaşıyla beraber barda oturmuş sohbet ederken, barın kapısı sallanmaya başladı. Kalın demir kapının sallanması çok ilginçti.
Birden kapın ardına kadar açılıp, içerisi dumanla dolunca, şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Derken kadehlerden bir tanesi yere düştü ve Steve Burcell, barın daha önceki sahibi bayan Bee'nin ruhunun onları ziyarete geldiğini düşünmüştü. Arkadaşlarına bu varlığın barın daha önceki sahibi olduğunu ve kadının ölümünden sonra ruhunun barı ve evi sıklıkla ziyaret ettiğini anlattı. Gerçekte Steve Burcell, barın eski sahibinden de hoşlanmaktaydı. Steve Burcell, barda olan olaylar karşısında barın eski sahibesi kadının ruhunun eski yaşadığı yerleri ziyaret etmesinde bir sakınca görmüyordu, fakat eşi ve de çocukları hayaletli bir evde yaşamak istemiyorlardı. Bunun üzerine bu barı beraberinde evi satarak başka bir ev satın aldılar.
Bir süre her şey yolunda gitti. Oysaki hayaletlerden kurtulduklarına sevinen Burcell'leri yeni bir sürpriz bekliyordu. Evin on yedi yaşındaki kızı Stephanie mutfakta bulaşık yıkar iken birisinin içeri tarafa girdiğini hissederek, arkasına döndü. Kapının yan tarafında küçük bir kız çocuğu duruyordu. Küçük kız, büyük bir dikkatlilikle onu süzüyordu. Stephanie, kıza doğru bir adım atar atmaz küçük hayalet ortadan yok oldu. Daha sonra ise komşuları, Burcell'lere bu evin ikinci dünya savaşında bombalanıp, yıkıldığını ve de evin sahiplerinin binayı onardıklarını anlattılar. Sonraları anlaşıldı ki meğerse, Stephanie'nin gördüğü küçük kız bombardıman esnasında ölmüş bir çocuktu.
Gizemli Otel
Fransa’da Sens kentinin birkaç kilometre uzağında, 1936 yılında inşa edilmiş bir binada yaşanan felaketlerin ve ölümlerin nedeni hala anlaşılmış değil. Lanetli binadaki ilk olay, inşaattan iki yıl sonra mal sahibinin geçirdiği bir cinnet sırasında yaşanır. Evin sahibi, karısını ve kızını öldürdükten sonra intihar eder. 1942’ye doğru bina, Fransız mafyasından biri tarafından satın alınır. Fakat, o da birkaç ay sonra intihar eder. Üçüncü alıcı, ailesiyle yerleşmeden önce evin yazgısını değiştirmek istercesine binada değişiklik yapar. Ancak eve yerleştikten bir süre sonra o da cinnet geçirerek karısını öldürür ve intihar eder. Dışarıdan bakıldığında oldukça şirin gözüken bu ev, son zamanlarını sakin bir yerde geçirmek isteyen yaşlı bir şarkıcı kadın tarafından satın alınır. Ancak birkaç ay içinde, akıl hastanesine yatmasını gerektirecek şekilde aklını kaybeder. Tüm bu şanssız olaylara rağmen, cesur bir otelci binayı satın alarak, otel yapar. Evin laneti onun da yakasını bırakmaz çünkü otele hiç müşteri gelmez. Sonunda otelci, tüm parasını kaybederek, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelir. -
18.
0BiR DENiZCiNiN RÜYASITümünü Göster
1828 yılında New Brunswick’teki St. John Limanına doğru yol alan 5. 5. Vestris Gemisinin birinci süvarisi iskoçya’nın aynı addaki kurtarıcısının soyundan Robert Bruce idi. Bir gün öğleye doğru Bruce kaptan ile güvertede güneşin durumunu inceliyordu. Biraz sonra ikisi de aşağıya indiler.
Birinci süvari hesaplarla bir süre uğraştıktan sonra yerinden kalkarak kaptanın kamarasına gitti. Kapıyı araladıktan sonra:
“Affedersiniz efendim, ama ben hesapları çözemiyorum,” dedi.
Kaptanın kürsüsünde oturan adam başını kaldırınca, Bruce yıldırımla vurulmuşa döndü. Kürsüde oturan adam, kaptan olmak şöyle dursun, gemidekilerin hiçbirine benzemeyen bir yabancıydı.
Bruce, yabancının sabit bakışları karşısında dona kalmıştı. Neden sonra, kaptanın kamarasından dışarı fırlayabilme gücünü bulabildi.
Kaptan güvertedeydi. Bruce, onu görünce:
“Kaptanım kamaranızda bir yabancı var,” diye haykırdı.
“Bir yabancı mı? Kesinlikle süvari ya da kamarottur. Kamarama izinsiz olarak kim girebilir?”
Bruce, “Hayır. Kamaranızda ömrümde hiç görmediğim bir adam var,” diye ısrar ediyordu.
Bunun üzerine kaptan, “Bir daha kamarama git iyice bak,” dedi.
Bruce titredi; “Bir daha oraya tek başıma gitmemeyi tercih ederim,” deyiverdi.
Biraz sonra kaptanla aşağı inince kamarayı boş buldular. Bütün gemi arandığı halde hiçbir yabancıya rastlanmadı. Bununla beraber Bruce, hikayesinde ısrar ediyordu. “Yabancıyı, kürsünüzün üzerindeki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğüme yemin ederim, diyordu. Kaptan, “O halde yazı hala orada olmalı,” dedi.
Biraz sonra yazı taşı elinde idi. Gerçekten yazı taşının üstünde bir şeyler yazılı idi. Kaptan, Bruce’e “Bu senin yazın olacak,” dedi. Yaza taşının üzerinde “Kuzey Batıya dönün” sözcükleri yazılı idi. Kaptan devam etti: “Bruce, bizimle alay ettiğini itiraf et. Şuraya aynı kelimeleri yaz da senin yazını buradakiyle karşılaştıralım.”
Karşılaştırma yapılınca, Bruce’un yazısının, yazı taşındakinden bütünüyle farklı olduğu görüldü. Bu sefer geminin bütün personelinin yazıları da karşılaştırıldı. Hiç kimsenin yazısı yazı taşındakine uymuyordu. Sonunda kaptan kararını verdi; “Ben Tanrı’ya, kadere kısmete inanırım,” dedi. “Bu mesajın gizli bir anlamı olacak. Kuzey batıya dönelim de olanları görelim.”
Gemi bir süre kuzey batıya doğru yol aldıktan sonra ileride bir buzdağı belirdi. Buzdağına yaklaşınca, başka bir geminin buzdağına çarpıp yapışmış olduğu görüldü. Sağ kalabilen birkaç kişi geminin dalgalarla kamçılanan güvertesine sıkı sıkı sarılmışlardı. Kurtarılan kazazedelerin bir tanesi Bruce’un dikkatini çekti. Bu adam, Bruce’un kaptanın kamarasındaki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğü yabancıya tıpatıp benziyordu.
Vestris, buzdağından uzaklaşınca, Bruce kaptana bu keşfini anlattı. Kazaya uğrayan geminin kaptanına da bu olaydan söz ettiler. Kaptan, “Ne anlatmak istediğinizi anlıyorum. Bu gemici bize, bugün kesinlikle kurtulacağımızı söylemişti,” der.
Vestris’in kaptan kamarasına çağrılan denizci, kurtarılmadan birkaç saat önce rüyasında, başka bir gemide bulunduğunu ve bu geminin, buzların üstünde kalan kazazedeleri kurtarmaya geleceğini görmüş olduğunu söyledi.
iç Varlık dergisi, sayı: 68, yıl: 1957 -
17.
0TelepatiTümünü Göster
DDA, başka insanlarda bazen bir ihtiyaç karşılar. 1935’te Riga’da bir Profesör olan Ferdinand von Neureiter, Lituanyalı, doğuştan özürlü sekiz yaşında bir çocuk hakkında bir kitap yayınlamıştı. Bu çocuğun iki yaşındayken kelime hazinesi sadece iki sözcükten oluşuyordu. Öğretmeninin ifadesine göre, çocuğun okuma becerisi yoktu, fakat bu arada çok ilginç bir şey keşfetmişti: Kendisine bir okuma parçası okunduğu zaman, çocuk (Ilga K.), hiç takılmadan tüm parçayı olduğu gibi tekrarlıyordu. Okuma parçası ilga’nın hiç duymadığı bir yabancı dilde olsa bile fark etmiyordu. ilganın matematik yeteneği de yoktu, fakat öğretmeni bir problemin çözümünü kafadan yaptığı zaman, sonucu bulabiliyordu.
Bunu işiten Prof. Neureiter, Riga Üniversitesi’ndeki meslektaşlarıyla birlikte bir dizi çalışmaya girişti. Testler bazen çocuğun evinde, bazen de Riga Üniversitesi’nde yapılıyordu. Bu denemelerde verici, ilga ile odaya konmadı. Bu şekilde çocuğun dudak hareketlerinden hareketle sonuca varma olasılığı da ortadan kaldırmış oluyordu. Testlerin birisinde, Prof. Neureiter’ın meslektaşlarından Prof. Amsler bir kelimeler ve sayılar listesi hazırlayarak ilga’nın annesine verdi: Ger, til, fil, 123, 213, 212. Öteki odada ilga, yanında bulunan Prof. Neurieter’e bu listeyi olduğu gibi aktarıvermişti. Parapgiboloji için bile çok acayip sayılabilecek bu denemelerden başka birinde, hedef rakam 12 idi, fakat küçük ilga bunu 42 olarak algılamıştı. Denemeden sonra yapılan inceleme sonunda anlaşıldı ki, verici olan annesi yanlışlıkla 12’yi 42 sanmış ve o şekilde yollamıştı. Buradan da, ilga’nın yeteneğinin esasen telepati olduğu anlaşılmış oldu.
ilga ile yapılan bu testlerden, DDA’nın geneli için aydınlatıcı sonuçlar çıkarılmıştır. Bunların bir kısmını Prof. Neureiter’in notlarından okuyoruz:
“Vericinin yerini ben aldım ve 9 ile 2 rakamlarını çocuğa göndermeye çalıştım. Bunlardan sonra Lituanya dilinde bir cümleyi (Mate Goya uz leti) denedim. Elimden geldiğince yoğun bir şekilde konsantre olmaya çalışıyordum. Fakat çocukta hiç bir tepki yoktu. Hayal kırıklığına uğramış vaziyette çalışmaya son vereceğim anda, Lituanya dilindeki bir şiirde ‘Brute’ (yani ‘bride’) sözcüğü gözüme ilişti. Bu sözcüğü görür görmez yan odada bulunan çocuktan ilk tepki geldi ve sözcüğü söyleyiverdi. Besbelli ki, telepatik yayın için en iyisi böyle yapmaktı”
ilga’nın DDA okumasıyla ilgili olarak daha ilginç durum, bir okuma parçasını seslendirmesiydi. Parça hangi dilde olursa olsun, annesi tarafından bir kez okunması yeterliydi. Fakat birçok denemede ilga’nın bu algılamasını dudak hareketlerinden ya da fısıldamadan yaptığı sanılmıştı.
Pgibolojik denemeler, ilga’nın zeka yaşının 42 olduğunu, kelimeleri okuyamadığını, fakat harfleri tek tek tanıdığını meydana çıkarmıştır. Çocuk, önünde duran yazılmış bir metni aynen kopya ederek yazabiliyor, fakat okuyamıyordu. Yazdığını da okuyamıyordu. Tüm bu belirtiler, ister istemez insanı, nörolojik bir araz olarak kabul edilen “kelime körlüğü” ya da “alexi” denilen rahatsızlığın teşhisine zütürüyordu. Besbelli ki, ilga bu arazı yenmek için DDA’yı adeta koltuk değneği olarak geliştirmişti.
“Parapgiboloji – Duyular Dışı iletişim, D. Scott Rogo” Ruh ve Madde Yayınları -
16.
0CLARA’NIN ZiYARETiTümünü Göster
Bazen düşünüyorum da kendi kendime, telepatik gücüm olduğuna gerçekten inanıyorum. Çünkü ne zaman uzun süre ve ısrarlı bir arkadaşımı düşünsem, ondan muhakkak ya telefon ya da mektup alırım. Tüm bunların herhalde sadece bir rastlantıdan ibaret olmadığını anlamamız gerekiyor.
Yine 23 Aralık 1976 gecesine rastlayan ve tesadüf olması mümkün olmayan bir olay meydana geldi. Kocam Tom, bir gün önce stadyumda şiddetli bir kalp spazmı geçirdikten sonra kaldırıldığı Hong Kong, Quenn Mary Hastanesinin yoğun bakım servisinde yaşam savaşı verirken, kızım Tanya da neredeyse kırk dereceye varan bir ateşle yatıyordu. Aile doktorumuz, Tanya’nın grip olduğunu, merak edilecek bir şey olmadığını ve yakında iyileşeceğinden emin olduğunu söyleyerek gitti. Fakat ben korkuyordum; Tanya’nın yanına gittim ve karyolasının kenarıma iliştim. Elimi alnına koyduğumda yanıyordu. Hemen ateşini düşürmek için gidip buz aldım ve alnına koydurdum.
Bir süre sonra yorgunluktan bitkin düşerek biraz uzandım. Kocamı canlandırdım hayalimde. Bir yandan kocam, bir yandan kızım. Bana yardım etmesi için Allaha yalvardım. Daha sonra aklıma arkadaşım Clara Tellis geldi. Onun şu anda yanımda olmasını öylesine çok istiyordum ki...
iyimser bir karaktere sahip, müşfik, sevecen ve çevresine mutluluk saçan bir insandı. Ancak onun yanında içinde bulunduğum bu umutsuz ve çaresiz halden kurtulabilirdim.
Ne zaman ona ihtiyacım olsa yanımda biter, birimiz hasta olduğu zaman güzel kokulu şifalı bitkilerden hazırladığı harika çorbalar yapardı.
Clara iyi bir arkadaş, cömert ve yardımsever bir komşuydu. Kızımız doğduğundan beri sık sık ziyaretimize gelirdi. Tanya’nın vaftiz anası ve ikinci annesi gibiydi. Ona yürümeyi, şarkı söylemeyi, şiir okumayı öğretir ve zarif elbiseler dikerdi.
“Clara, korkuyorum, ne olur bana bir çare bul, eğer buradaysan.” diye yavaşça fısıldandım, uykulu bir halde.
Bir an başımı arkaya doğru çevirirken, yüzümde nazik bir dokunuş hissettim. içimi bir huzur kapladı. Üzülme Helena, dedi bir ses, her şey yoluna girecek.
Clara yatağımın yanında ayakta duruyor, müşfik ve yatıştırıcı sesiyle konuşuyordu.
“Clara! Beni çok sevindirdin.” diye yüksek sesle bağırdım. Elimi uzatarak elini tutmak istedim, fakat ona dokunamadım. Elinin bulunduğu yer bomboştu. “ Clara, gerçekten sen misin? diye sordum, fakat cevap alamadım.
Yataktan kalktım, kısa bir süre düşündükten sonra, rüya görüyorum herhalde dedim, inanamıyordum.
Daha sonra Clara’yı tekrar gördüm. Tanya’nın üzerinde uçarak dolaşıyordu.
“Clara!” diye seslendim tekrar (kalbim hızla çarpıyordu). “içeriye nasıl girdin?”
Hiçbir şey söylemedi, sadece gülümsedi.
”Clara, bekle! Hemen gitme!” diye yalvardım. Kısa bir süre sonra durdum. Bu mümkün değildi, Clara bizim odamızda olamazdı, çünkü o an-sızın gelen bir felç neticesinde üç sene önce ölmüştü.
Kalp atışlarım yine hızlanmaya başladı. Yataktan dışarıya fırlayıp kızımın yanına gittim. Elimi alnına koyduğumda ateşinin tamamen düştüğünü gördüm. Tatlı ve derin bir uykudaydı.
içimi derin bir huzur kapladı. Clara her şeyin yoluna gireceğine dair söz vermişti. Tomu yeniden kazandığımız zaman da her şey gerçekten yoluna girdi.
(FATEden Çev.: Mehmet ÖNCÜ)
Ruh ve Madde Dergisi -
15.
0BEDENiMiN DIŞINA ÇIKTIMTümünü Göster
Ben, özellikle zencilerde daha çok görülen kalıtımsal bir kan hastalığı olan, uzun ince yapılı 16 yaşında bir kızım. Benim derdim belirsiz zamanlarda, ama sık olarak bu illetin alevlenip beni krize sokması. Yoksa ben de herkes gibi normal yaşantımı sürdürebiliyorum. Benim böyle bir kriz esnasında başımdan geçen beden dışı tecrübemi size aktarmak istiyorum.
1986 Mart ayıydı ve ben o ana kadar yaşadığım en kötü krizin acısı içerisindeydim. 24 saattir ıstırap içerisinde inlerken, doktor da çektiğim o şiddetli acıyı biraz olsun hafifletebilmek için vereceği morfinin dozajının doğruluğunu ayarlamaya çalışıyordu. Kan hücrelerinin daha fazla zayıflamasını ve tahrip olmasını önlemek amacıyla damarlarıma bir miktar tuzlu solüsyon zerk edildi. Bütün bu dertlerime ek olarak, kan hücrelerimin sayılarının çok düşmesinden dolayı üç kere kan nakli yapılması gerekmişti.
Bu acıların en kötüsünde annem hep yanımdaydı ama büyükbabam ve büyük kardeşim acı dolu çığlıklarıma dayanamayarak bir çocuk gibi ağlayıp ziyaretçi odasını terk ettiler. (Bunları hastaneden çıktıktan sonra annem söyledi.)
Büyükannem ikinci evliliğini bir beyazla yapmıştı. Büyükannem, benim kanımdan ve benim gibi bir siyahtı, büyükbabamsa dediğim gibi yaşlı bir beyazdı. Bununla beraber o benim küçüklüğümde hayatımdaki tek erkek figürü olagelmişti ve onu saygıyla sevdim.
Nihayet, üçüncü günde o müthiş acı kontrol altına alınmıştı ama ben de uyuşturucuların etkisi altında yatıyordum.
Annem iki gün boyunca yanımda kaldığından temiz hava alma ihtiyacıyla bir iki saatliğine eve gitmişti. Nöbeti de büyükbabam devralmıştı ve yaşadığım o ilginç olay da o zaman başladı.
Yediğim morfinden dolayı loş bir aydınlık içerisinde uyukluyordum ve annemin eve gittiğini, büyükbabamın yanımda oturduğunu güç bela hatırlıyordum. Birden kendimi vücudumun üzerinde havalanmış olarak buldum. Yatağımın yanında oturan büyükbabamın endişeli ifadesini görebiliyordum. Birden aşağıdaki büyükbabama bakan soluk yüzlü, kısa boylu, şişman, kemik çerçeveli gözlükleri olan beyaz bir kadın fark ettim.
Aşağıda vücudum kıvranırken büyükbabamın bir hemşire çağırmak için fırladığını gördüm. Vücudum artık kendi sınırlarından taşıyordu ve hemşire de buna müdahele edip normale döndürmeliydi. O anda adeta çarparcasına vücudumun içine geri döndüm. Başucumdaki büyükbabama, çok zayıf da olsa bir merhaba tebessümü göndererek derin bir uykuya daldım.
Hastaneden ayrıldıktan aylar sonra, başımdan geçen bu garip olayı büyükbabama anlattığımda, başlangıçta çok normal bir şeymiş gibi herhangi bir uyuşturucu etkisi altındaki insanların sık sık böyle beden dışı şeyler yaşadığını söyledi.
O zaman gördüğüm o kadını tarif ettim. Büyükbabamın rengi birden soldu ve gördüğüm o kadını tekrar tarif etmemi istedi. Ve ben tekrar tarif edince de bana, “Haydi gel, önce benim evime gidelim, sonra da hamburger yeriz.” dedi. “Sonra sana bir şey göstermek istiyorum.” Hamburger ve kızarmış patateslerimizi alıp oturduktan sonra büyükbabam, ailesindeki çeşitli kadınların fotoğraflarını gösterdi. Bu fotoğrafların hiç birini daha önce görmemiştim. Beden dışı yaşadığım o olaylar esnasında gördüğüm o kadını fotoğrafların arasında tanıyıvermek sadece bir iki saniyemi aldı. Aralarındaki tek fark fotoğraftaki kadının gözlüksüz oluşuydu. Fotoğrafı büyükbabama gösterdiğimde bir çığlık attı ve ‘Tanrım, bu sen doğmadan üç sene önce vefat eden ilk karım Olive’nin fotoğrafı!” dedi.
Gerçekten de büyükbabamın ilk karısı Olive’i gördüm mü, yoksa gördüğüm garip bir hayal miydi? Eminim ki bu bir kabus değildi, çünkü geçen bu kadar zaman sonra bile o olayı bütün detayları ile hatırlıyorum.
(FATE Aralık 1992den Çev: Şenol Öztürk)
-
banane olm
-
bazi insanlar sadece dunyanin
-
cccrammsteinccc ve jordi el nino adlı yazarlar
-
buraya uğrayınca
-
bozdun mu ulan kızı
-
niye yaşıyoruz harbi
-
turkiyede dogmak
-
bu evrende ölürsek diğer evrenlerde de
-
dua lipa travlara benziyor
-
abi karı milleti sevilmez zaten
-
çoook sıkıcı
-
sabahtan beri kakılmışa kakıyom
-
sozluge gelen tum trafik ferredan geliyo aq
-
sozlugun yavaslik
-
vajinanın sidikli tadı ve kekremsi kokusu
-
allah dünya hayatına müdahele etmiyor
-
sözlüğe 1 gigolayt ram vermişler amg
-
benim bi akrabam var kıçında don yok
-
karının makata aparat taktırnak istiyorum
-
çaylak olan adam niye sinyal atar
-
travesti ile el ele gezen incici
-
başladıysa geç yazmalar
-
ateistlere de bise demiyorum
-
beyler geelin re cep tayyibe neden oy verdiklerini
-
keşke manifest grubundan bir kızla sevgili
-
simetrik olmayan yüz ve göz
-
sıradan bir incici cuck aile fotosu
-
muallak taşı gerçekten havada duruyor mu
-
izmirde yine grev mi var
-
a101 den hadi kart alırken kimlik gerekiyor mu
- / 2