-
76.
0reserved
-
77.
0
-
78.
0up up up okuyun korkudan geberin binler
-
79.
0diğer başlıklarım için:
(bkz: büyü çemberi ve malzemeler ve varlıklar)
(bkz: kasvetli define anımız)
(bkz: ölen kişinin ruhu ile iletişime geçmek) -
80.
0Bu dev tas bloklarin kaldirilmasina iliskin, bugünkü bilimin asla kabul edemeyecegi ve kimilerine göre oldukça “uçuk” görüsler öne sürüldü. Bunlarin en etkileyicisi, isçilerin “meçhul yol göstericiler” sayesinde, bilinmeyen enerjileri kullanarak taslari “tüy gibi” havaya kaldirdiklari sonra “kus gibi” yerine koyduklari iddiasiydi.
Daniken’in ünlü kitabinin yayimlanmasindan yillar önce, sevgili “Balikçi”miz (Cevat Sakir Kabaagaç) bir yapitinda, piramit yapimiyla ilgili degil ama duvar yapimina iliskin bir söylenceyi aktariyordu: “Izmirli Tantalas’in kizi Niobe, Teb Krali Amphion’la evliydi. Bir gün gelir, Teb sehrini duvarlarla çevirmek gerekir. Pehlivanlar koca taslari birer birer, ihlaya puflaya tasimaya baslar ama Amphion eline flütü alip siçraya hoplaya flütünü üfleyince, taslar da tek sira olarak müzigin temposuna göre ziplaya ziplaya birbirinin pesisira düserler. Ve yine müzige uyarak birbirinin üstüne siçrayip yerlesirler. Böylece sehrin duvarlari yapilmis olur.”
Prof. Piazzi Smyth, 19. yüzyilda Büyük Piramit’in dünya üzerindeki yerine iliskin ilginç bir harita çizmisti. Prof. Smyth’e göre piramitlerin bulundugu Gize bölgesi tam olarak, Ekvator’dan Kuzey Kutbu’na kadar olan uzakligin üçte birini belirleyen 30° kuzey enleminin üzerinde yer aliyordu. Piramit, asagi Misir’daki tüm ovayi çevreleyen dag siralarinin güney ucunda yerlegibti. Kuzey kiyi hatti ise oldukça düzgün bir yay olusturuyordu. Bu yayin ait oldugu dairenin tam merkezinde ise Büyük Piramit bulunuyordu. Dolayisiyla Büyük Piramit, Misir’in tam merkezinde ve üstelik dünyanin da merkezi olarak kabul edilbilecek bir noktada yükseliyordu.
Piramit sözcügü, Grekçe’de “ates” anlamina gelen “piro” ile, “merkezde” anlamina gelen “amid” sözcüklerinden olusur, yani “merkezdeki ates”! Kimbilir belki de Büyük Piramit gerçekten de, dünyanin merkezi oldugu düsünülen ya da saptanan bir noktaya dikilmistir. Ve binlerce yildir doganin en büyük güçlerinden biri olan “ates”i yaymaya devam ediyordur. -
81.
0Sonraki yillarda minyatür Büyük Piramit’lerle, su aritmaktan tiras biçagi bilemeye, yiyecekleri saklamaktan bitki yetistirmeye dek öyle deneyler yapildi ki, piramit modelciligi bir ticari alana dönüstü. Örnegin Kaliforniya’da seri olarak piramit modeli üreten bir firmanin kayitlarina göre, yalnizca ABD’de 1970-75 yillari 100 bin kisi model piramit satin aldi.Tümünü Göster
Yine 1930’lara dönersek; 1935’de Chicagolu John Hall da piramit modelleri üzerinde ilginç deneyler yapmisti. Hall, bakir bir halka ve çok uzun iki bakir tel kullandiginda piramidin tepesinden elektriksel bir akimin çiktigini gözlemlemisti.
Yillar sonra 1960’larin sonunda, Kahire’deki Ayn Sems Üniversitesi, ABD Atom Enerjisi Komisyonu ve Smithsonian Enstitüsü’nce desteklenen bir proje kapsaminda 1 milyon dolara malolan bir deney yapildi. 1968 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan Dr. Luis Alvarez ve Dr. Amr Godeh’in sorumlulugunda Kefren piramidinde yürütülen deneyin asil amaci piramidin “röntgenini çekmek”, içerideki gizli odalari saptamakti. Bunun için, 1 yil boyunca, günde 24 saat süreyle, piramidin iç bölümlerine ulasan kozmik isinlarin desenleri, piramidin tabanina yerlestirilen bir dedektör araciligiyla manyetik bantlara kaydedildi. Bir yilin sonunda bantlar bilgisayara yüklendiginde hiç beklenmedik sonuçlar elde edildi. Bilgisayarin çizdigi farkli desenleri Dr. Godeh, “Bu bilimsel olarak olanaksiz” diye açikliyordu. Insanoglunun Ay’a ayak basmasindan yalnizca 6 gün önce, 14 Temmuz 1969’da The London Times’de yayimlanan bir söyleside Dr. Godeh kendisine sorulan, “Bu bilimsel bilgi ve beceri birikimi, dünyasal anlayisin ötesindeki belirli bir güç tarafindan ise yaramaz bir duruma mi getirilmistir” sorusuna söyle yanit veriyordu:
“Ya piramidin geometrisinde önemli bir yanlis vardi, ki bu da kayitlarimizi etkileyecekti; ya da ister gizemcilik deyin, ister firavunlarin laneti, burada açiklanamayan bir gizem vardir. Piramitlerin içinde etkin durumda olan ve bilimin yasalarini hiçe sayan belirli bir güç vardir.”
Büyük Piramit’i bilim dünyasi için degil de, belirli bir kültür düzeyindeki siradan insanlar için asil çekici kilan nokta ise; piramidin en boy, yükseklik gibi sayisal verilerinin, türlü türlü çarpma bölme islemleri sonucunda Pi sayisini, Günes’le Dünya arasindaki uzakligi, çiplak gözle görülmesi olanaksiz kimi yildizlara iliskin bilgileri vermesidir.
Durumu biraz daha zorlayan Fransiz Georges Barbarin ise, 1936’da yayimlanan, “Büyük Piramitin Sirri” adli yapitinda Büyük Piramit’in sayisal verilerinin, Birinci ve Ikinci Dünya savaslari da içinde olmak üzere, dünyanin geçmisindeki ve gelecegindeki önemli olaylarinin tarihlerini barindirdigini ileri sürmektedir.
Bu arada, dünyanin geçmisine iliskin karsit tarih tezleriyle ortaligi alt üst eden Däniken’in, Büyük Piramit’in yapimina iliskin sorulari hâlâ yanitsiz: “Bu yapay dag, en küçügü 10 ton agirliginda olan 2.600.000 tas bloktan olusur. Harç kullanilmayan taslarin arasina bir saç teli ya da bir igne bile sokmak olanaksizdir. Çaliskan Misirli isçiler günde 10 adet tas blogu kaldirip yerine koysalar, 2.600.000 tasin üst üste konulmasi ve Keops Piramidi’nin ortaya çikmasi için tam 692 yil geçmesi gerekecekti. Oysa bizim arkeologlarimiz bu süreyi 20-30 yila sigdirmakmaktadirlar.” -
82.
0Ayni yillarda, Antonie Bovis adli bir Fransiz arastirmaci, turist olarak gittigi Misir’da, Büyük Piramit’i gezerken olagandisi bir olaya tanik olmustu. Kral Odasi’nda bir kenara toplanmis çöplerin arasinda ölmüs kediler vardi. Ama ne çöplerden ne de ölü kedi bedenlerinden hiçbir kötü koku yayilmiyordu. Durumdan kuskulanan Bovis, bir kedi ölüsünü yanina alarak ülkesine döndü. Yaptigi incelemede kedi bedeninin sanki mumyalasmis oldugunu saptadi. Bu “kendiliginden” mumyalanma olayinin piramidin yapisiyla baglantisi olacagi üzerinde duran Bovis hemen Büyük Piramit’in küçük bir modelini yapmaya giristi. 75 cm. yüksekliginde bir model yapti. Tam tepe noktasinin altina gelecek biçimde ve Kral Odasi’nin piramitteki yerine karsilik gelecek bir düzeye, yani piramidin yüksekliginin tabandan itibaren üçte birlik yüksekligine yeni ölmüs bir hayvanin cesedini yerlestirdi. Bir süre sonra cesedin kendiliginden mumlayalasmis oldugunu gördü.
Bovis’in 1930’larin basinda yayimladigi, “Organik Maddeler Üzerindeki Piramit Etkisi” baslikli rapordan yola çikan Çekoslovak radyo ve televizyon mühendisi Karel Drbal piramit modelleri üzerinde birçok deneyler yapti ve su sonuca ulasti: “Piramidin içindeki mekanin biçimi ile, bu mekan içinde yer alan fiziksel, kimyasal ve biyolojik olusumlar arasinda bir iliski vardir. Uygun biçimler kullanarak bu olusumlari hizlandirabilmemiz ya da yavaslatabilmemiz olanaklidir.” - 83.
-
84.
0Piramitlerin GizemiTümünü Göster
Apollo Heykeli, Zeus Heykeli, Iskenderiye Feneri, Artemis Tapinagi, Babil’in Asma Bahçeleri, Karya Krali Mozoleus’un Mezari ve Piramitler, iste dünyanin yedi harikasi... IÖ 200’lerde yasamis Sidon’lu Antipater, o dönemde dünyanin yedi görkemli yapitini böyle belirlemis. Bu yedi yapit kavramsallamis biçimde günümüzde de varligini sürdürüyor. Nemrut Dagi’ni da “sekizinci harika” olarak dizelgeye eklemek isteyenler çok ama henüz kabul görmüs degil.
Günümüzde bu yedi “harika”dan, birinin disinda tümünün varligi, kalinti, kirinti ya da kitaplardaki resimlerden ibaret. Piramitler ise, yani Misir’in baskenti Kahire’nin güneybatisindaki Gize kenti yakinlarinda, kayalik bir düzlük üzerinde yer alan üç tas yapi, zamana meydan okuyarak, kimilerine göre binlerce, kimilerince de onbinlerce yildir ayakta duruyorlar.
Yeryüzünün bilinen tarihinde, çevresinde bu denli çok iddia, gizem, söylence dolanan; adina bu denli çok kitap yayimlanmis, belgesel film çekilmis piramitler gibi ikinci bir yapi yoktur. Üstelik bunca çabaya, bilimdeki tüm ilerleme ve gelismelere karsin, Misir piramitlerinin barindirdigi gizemi çözmek, açik ve net bilgiler ortaya koymak hâlâ olasi degil. Bir kez, herseyden önce piramitlerin ne zaman yapildigina iliskin farkli bilgiler var.
En kuzeyde yer alan ve üçü içinde en büyügü oldugu için “Büyük Piramit” ya da “Keops Piramiti” adiyla anilan piramitin, eski Misir’da 4. Sülale’nin ikinci firavunu Keops’un; ortadakini 4. Sülale’nin dördüncü firavunu Kefren’in; en son yapilan güneydekini ise 4. Sülale’nin altinci firavunu Mikerinos’un yaptirdigi öne sürülür. Resmî tarihe göre, bu firavunlarin yasadiklari dönemlerden, piramitlerin yapim yillarini belirlemek olasidir, günümüzden yaklagib 2500, 2600 yil önceleri... Ancak, bir Arap tarihçisi Ebu Zeyd el Balkî, çok eski bir yazili kaynaga dayanarak sunlari öne sürüyor: “Büyük Piramit, Çalgi Takimyildizi (Lyra), Yengeç Burcu’ndayken, yani Hicret’ten iki kez 36 bin yil önce insa edildi.” Balkî’nin ileri sürdügü tarih, günümüzden yaklagib 73 bin yil öncesine karsilik geliyor.
Ondokuzuncu yüzyilda, teozof Helena Petrovna Blavatksy, Misir’daki Danderah Tapinagi’nin Burçlar Kusagi’ndaki bilgilere dayanarak piramitlerin yapim tarihini IÖ 78 bin yillarina kadar zütürüyordu.
Misir’daki tapinaklarda ya da eski yazili metinlerde, piramitlerin yapim tarihinin hep takimyildizlarin konumlariyla açiklanmasindan yola çikan Iskoç gökbilimci Prof. Piazzi Smyth ise 19’uncu yüzyilda piramitlerin yapim tarihine iliskin gökbilimsel hesaplamalar yapmisti. Smyth’in, Dünya’nin “presesyon” hareketine, yani ekseni çevresindeki bir turu tamamlama süresi olan 25.827 yildan yola çikarak vardigi sonuçlara göre piramitler 53.824 yil önce yapilmisti.
Aslinda, Isviçreli otelci Erich von Däniken, 1968 yilinda yayimladigi “Tanrilarin Arabalari” adli kitabinda piramitlere, özellikle de Büyük Piramit’e iliskin, resmî tarihi alt üst eden bir dizi soru ortaya atmasaydi, piramitler bugün bu denli büyük boyutlarda bir gizemi barindirmiyor olacakti. Piramit sözcügü, olasilikla mimari bir kavram, geometrik bir biçim ve firavun mezari olarak yasamlarimizdaki varligini sürdürüyor olacakti.
Ama daha öncesi de var: 1929’da, ABD’de, Cinninnati Üniversitesi’nde, fizik profesörü Samuel J. McIntosh Allen, ögrencilerine geometrik piramit biçiminin olagandisi özelliklerinden söz ediyordu. -
85.
017 Ağustos Depreminin Şaşırtıcı OlaylarıTümünü Göster
1999 izmit depreminden sonra ortalıkta bir sürü esrarengiz olaylar anlatılmakta. Ne kadar doğru bu söylenenler bilinmez; ama hayret edilmeyecek türden de değil bu anlatılanlar
1. O gece bayanın birisi, doğum için eşiyle beraber bir taksiyle hastahaneye gidiyorlarmış. Taksi tam Eyüp şehitliğinden geçerken doğum sancıları tutan bayan kafasını sağa sola çevirmeye başlamış. işte tam bu sırada bayanın gözü şehitliğe ilişmiş. Bayan gördüğü manzara karşısında dona kalmış. Bütün şehitler kabirlerinden kalkmış elleri semada dua ediyorlarmış.
2. Aynı saatlerde Eyüp Sultan Camisinin önünde taksicilik yapan bazı kişilerin anlattıkları da insanı hayretler içerisinde bırakıyor: "Taksinin içerisinde oturmuş müşteri bekliyordum. Gözüm birden Cami'nin duvarına ilişti. Duvarları nurdan varlıklar kaplamış tutuyorlardı. Mezarlıklarda yatanlar kalkmış hep beraber dua ediyorlardı."
3. Enkazdan 4 gün sonra çıkan bir çocuğa su ikram etmişler.Çocuk: "Su ve yemek ihtiyacım yok. Yaşlı bir amca bana su da yemek de verdi."
4. Denizden çok büyük bir ateş topu yükselmiş. Bunu bizzat gören bir arkadaşım vardı. Söylediğine göre deniz ortadan ikiye ayrıldı içinden ateş fışkırdı ve çok büyük bir aydınlıkla deniz geri kapandı. Birkaç saniye bekledikten sonra deprem başladı
5. O gece yıldızlar bir başkaydı.Çoğu insanın anlattığı - sanki elimi uzatsam yıldızları tutacak gibiydim. Hiç o kadar yıldızı bir arada yeryüzüne o kadar yakın görmemiştim hiç elektrik olmamasına rağmen her yeri fazlasıyla aydınlatıyordu.
6. Hiç görülmemiş büyüklükte leylek sürüsü güney sahillerinde depremden bir kaç gün önce görüldü.
W.Van Vuurde
1960’larda parapgibologlar, Cape Town’da yaşayan mühendis Bay W.Van Vuurde ile epeyce ilgilenmişlerdi. Van Vuurde’un yeteneği, önceden belirlenen bir saatte uykudan uyanmayla ilgiliydi. Bunu, aslında biraz gayretle hemen hemen herkes yapabilir ve bunun DDi ile bir ilgisi de yoktur. Çünkü biliyoruz ki, insanın bir “içsel saati” vardır. Van Vuurde’un başkalarından farkı, başka bir kimsenin belirlediği bir saatte uyanmasıydı. ilk önce Van Vuurde, bozuk bir saati kutu içine koyarak, kendisini denemişti. Kutu içindeki saati görmeden, akreple yelkovanı ileriye doğru rasgele hareket ettirmişti. Bu rasgele çevirişte gündüz saatine rastlıyorsa bir sonuç almıyor, fakat geceye rastlayan saatlerde muhakkak uyanıyordu. Uyandığı saatleri bir kağıda not edip tekrar uykuya dalıyor ve notlarını sabah uyandığı zaman, kutu içindeki bozuk saatle karşılaştırıyordu.
Van Vuurde, bu yeteneğini ilerletmek amacıyla, deneyimlerini muntazam olarak Johannesburg’da Witwatersrand Üniversitesi’nde Prof A. E. H. Bleksley’e göndermeye başlar. Prof. Bleksley, Van Vuurde’un birkaç mektup raporunu okuduktan sonra, Van Vuurde’un kalkacağı saatleri kendisi belirlemeye karar verir. Bu şekilde 284 deneme yaparlar. Van Vuurde’un kalkması gereken her saat, profesör tarafından belirlenmişti. Sekiz saatlik bir uyku döneminde 480 dakika bulunduğuna göre, tesadüf olasılığı 250.000’de bir olmaktadır. Bu denemelerde Van Vuurde on bir kez başarılı olmuştur.
Bu konuda, çok önemli olmasa da, birkaç bilgi kırıntısı daha vermek mümkün. Van Vuurde ve Bleksley, deneylere başlamadan önce birbirlerini tanımıyorlardı ve ilk denemeleri de, yine bir araya gelmeden yapmışlardı. Fakat daha sonra, birbirlerini tanımalarından ve deneylerini birlikte yapmaya başlamalarından itibaren, Van Vuurde daha isabetli sonuçlar kaydetmeye başlamıştır. Bozuk saati Bleksley de kullanmıştır. Profesör, Van Vuurde’un uyanmasını istediği saati, sadece bir yere yazdığı zaman o kadar isabet kaydedilmiyordu. Fakat, bu eski ve bozuk saat ile zaman işaretlendiği zaman daha isabetli sonuçlar ortaya çıkıyordu. -
86.
0Kedi ZumaTümünü Göster
Tarih boyunca bazı hayvanların insanlarla olan iletişimi, öteki hayvanlara oranla daha dikkat çekici olmuştur. Bunları başında gelen kedi, telepati yeteneğiyle tanınmış bir hayvandır. Bu nedenle bazı büyü ritüellerinde kullanılmıştır.
Bu olayımız da Fransa da meydana gelmiştir.
Raymond Bernard, eşi ve üç çocuğu bir hafta sonunda piknik yapmaya gidiyorlar. Çocuklar, Zuma adındaki çok sevdikleri kedilerini de yanlarına alıyorlar. Ormana vardıklarında Zuma yanlarından ayrılıyor ve gün boyunca hiç gözükmüyor. Dönüş vakti geldiğinde Zuma’yı arıyorlar ama bulamıyorlar. Çocukların ağlamasına rağmen eve dönüyorlar.
O gece Raymond Bernard, rüyasında Zuma’yı görüyor. Zuma, gelip kendisini almasını istiyor. Hemen yataktan fırlayan Bay Bernard iki oğlunu uyandırıyor ve adeta bir güç tarafından yönetilircesine ormana geri dönüyor.
Ormana vardıklarında Bay Bernard biri tarafından yönlendirilircesine ormanın içlerine gidiyor ve rüyasında gördüğü yerde Zuma’yı oturmuş kendini bekler buluyor.
O günden sonra Raymond Bernard’ın kediye karşı olan tutumu değişiyor, çünkü daha önce hiç inanmadığı bir fenomenin gerçekleşmesine aracılık etmiştir. Hem kendisiyle telepatik bağlantı kurabilmiş, hem de bunu rüyada gerçekleştirmekle parapgibolojinin araştırma alanına giren iki örneği bir arada yaşamıştır.
Ruh ve Madde Dergisi
Dahi Bebek Uzaylı mı?
Akıl hastası olan Helen önce "Ben kimseyle, hiç bir erkekle yatmadım" diyordu. Ancak, karnında bir çocuk vardı ve kısa bir süre sonra da doğum yaptı. Doktorlar, bebeği gördüklerinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Doktorların yarı akıllı diye nitelendirdiği Helen Chaldwood, ailesinin zorlaması yolu ile yatırıldığı hastanede ortalığı birbirine katıyordu. " Bırakın beni, ben hamile falan değilim. Bugüne kadar elime erkek eli bile değmedi" diye bağırıyordu. Oysa röntgen filmlerinde karnında bir kız çocuk taşıdığı net bir biçimde görülüyordu.
Ailesi Helen'in her çılgınlığına alışmıştı artık. Genç ve güzel kızlarının beyninde çocukluğundan beri büyüyen ve de bir türlü engellenemeyen bir ur vardı. Bu ur, genç kızın beynine baskı yapıyordu ve onun ara sıra dengesiz hareketler yapmasına neden oluyordu. Ailesi Helen'in hamileliği konusunda ise "Kim bilir hangi delilik nöbetinde bir erkekle beraber oldu da hamile kaldı" diye düşünüyordu. Ancak Helen'nin hamileliği altıncı ayında ortaya çıkmıştı ve doktorlar "Bu çocuk alınmaz, Helen doğum yapmak zorunda " demişlerdi. En sonunda Helen, babası bilinmeyen bu çocuğunu doğurdu. Bebeği, dünya tatlısı bir kız çocuğuydu, saçları alışılmadık biçimde parlak sarı, cildi güneşte yanmış gibi turuncu renkteydi. Doktorlar, bu kadar gür saçlı doğmuş bir bebeği ilk defa görüyorlardı. Doğumdan itibaren hepsi şaşkın bir ifade ile birbirine bakmışlardı. Ancak gerçekte şaşırtıcı olaylar dizisi, Liza ismi verilen güzel bebeğin büyümeye başlamasıyla gelişti.
Liza, bilim adamlarını dahi hayrete düşürecek kadar akıllıydı. Çok az konuşuyordu, ancak konuştuğu zaman ise bütün söyledikleriyle ortalığı karıştırıyordu. Bir bilim adamı, Liza beş yaşına geldiğinde şunları söylüyordu. "Bu kızın şu andaki beyninde bulunan bilgi, bizim kafamızda yoktur, korkunç bir matematik, fizik, astronomi, kimya bilgisi var. Onun söylediği pek çok şeyi anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu kızın babası ise büyük olasılıkla bir uzaylı. Evet kesinlikle, bu kız dünyamıza uzaydan gelmiş bir yaratığın kızı olmalı." -
87.
018. yüz yıllardan girmişsin panpa helal olsun
-
88.
0Sanki Ölmelerini istemiyorTümünü Göster
Filo çavuşu Nicholas Alkemade Almanya'yı 13.kez bombalayacağını düşününce biraz huzursuz oldu. Bu şimdiye kadar aldığı en tehlikeli görevdi. ingiliz Hava Kuvvetleri (RAF) Bombardıman Birliği'nde bir Lancaster tipi uçakta arka topçu idi. Lancaster'larda arka topçu olmak çok tehlikeli bir işti, uçakta hareket alanı kısıtlıydı. Ancak top cephanesini ve 4 Browning makineli tüfeği alacak kadar yeterli yeri vardı.Bu durumda paraşütünü taretin dışına koymak mecburiyetindeydi.
Alman topraklarına girerken uçaksavar ateşi ile karşılaştılar, sonra keşif uçaklarının işaret fişekleri ve projektörleriyle aydınlatılmış olan Berlin'e geldiler. Alkemade sonunda o sihirli sözcükleri işitti: "Bombaları at!" iki ton tahrip bombası ve yaklaşık üç ton kadar yangın bombası boşluğa düştü. Lancaster'in pilotu Jack Newman uçağın burnunu ingiltere'ye doğru çevirdi. Artık rahatlamışlardı.
UÇAK iSABET ALIYOR
Tam dönüş yolunda Almanların açtığı karşı ateşten ötürü uçağın arka kısmı isabet almıştı. Uçaksavar ateşi tareti yararak cdıbını parçaladı. Alkemade o sırada tam karşısında bir Junkers 88 Tipi bombardıman uçağı gördü. Alkemade nişan alıp ateş etti ve düşmeye başladı.Çavuş alkemade rahatlamıştı.
"Atlaman Gerekiyor!"
Çok geçmeden taretin kalıntılarını alevler sarmıştı. O anda iç hoparlörden Jack Newman'ın sesini duydu: " Atlaman gerek paraşütünü kullan!" Fakat bu Alkemade için pek kolay değildi, çünkü paraşütünü arkadaki o yıkıntı ve alevler arasından kurtarması gerekiyordu. Arka tarafa güçlükle geçti ama paraşütü alevler içindeydi.
Alkemade öleceğini anlamıştı, fakat yanarak ölmemeye karar verdi. Kızarmaktan daha çabuk ve temiz bir ölüm olmalıydı. Erimeye başlamış oksijen maskesini çıkardı, taretini deliği arkada bırakacak şekilde ayarlamayı başardı. Sonra boşluğa doğru bir ters takla attı.
"Eğer ölüm buysa"
Alkemade tamamen sakindi Sonradan şöyle anlatıyordu:" Çok sessiz ve serindi... Hiç düşme duygusu yoktu, eğer ölüm buysa hiç de kötü değil, diye düşündüm."
Alkemade o kadar sakindi ki, 5.500 metreden yere çakılması için 90 saniye süresi olduğunu hesaplayabildi.
Havada sırtüstü yatar durumdayken yıldızlara baktı ve insanın yaşam içinde verdiği uğraşın ne kadar aptalca göründüğünü düşündü. Sonra kendinden geçti.
"Yaşıyorum"
Alkemade neden bu kadar üşüdüğünü anlamıyordu. Tek gözünü açtı: Köknar ağaçları arasından bir yıldız parlıyordu. Birden canı çok sigara çekti, sigara kutusunu ve çakmağı çıkardı. Saate baktı, sabaha karşı 3'ü gösteriyordu. Demek ki 3 saattir kendinde değildi. Birden neler olduğunu hatırladı ve "Aman Allahım, yaşıyorum!" diye bağırdı.
Paraşütsüz 5 Km. düştü
Ağaçlar her nasılsa düşüşünü yavaşlatmıştı. 175 cm kalınlığındaki kar da son bir yastık oluşturmuştu.Çok ağır yaralanmamıştı, bazı yanıklar ve kötü burkulmuş bir diz. Sonraları şöyle diyordu: "Savaş esiri olmak çok kötü gelmiyordu. Sadece birileri beni bulsun istiyordum." Nitekim bulundu da. Alman askerleri onu bulduğunda o sigarasını içiyordu. Onu kaldırırlarken bayıldı, asıl sorun da bundan sonra başladı.
Yalan söylediği sanılıyor
zütürüldüğü hastanede doktora olanları anlatmaya çalıştı. "Paraşütüm yoktu" deyinde doktor gülümsedi ve başını okşadı.Ona göre Alkemade'in kafayı yediği apaçıktı. inanılmaz öyküsünde ısrar ettiği için 3 kere sorgulandı ve sonunda hücreye kapatıldı, casus olduğu sanılıyordu.
Alkemade olay gecesi bulundukları yerin yakınlarında Lancaster uçağının bulunduğunu duydu. Alman teğmen Hans Feidel olayla yakından ilgilendi. Nitekim yapılan incelemede, arka topçunun paraşütünün pilot bağı bulundu. Klipsler ve kaldırma kayışları hala bağlıydılar ve eğer paraşüt kullanılmış olsaydı bunların kopmuş olmaları gerekirdi.
Alkemade'yi koruyan kim?
Bütün garipliklere rağmen çavuş "13.Bombalama" görevini tamamladı. Savaştan sonra ülkesine döndü ve bir kimyasal madde fabrikasında çalıştı. Fakat mucizelerin ardı henüz kesilmemişti. Bir keresinde üstüne 100 kg.'lık çelik bir kiriş düştü. Sadece başından hafif yaralanmıştı. Diğer bir olayda da baştan aşağı bir Sülfirik Asit banyosu yaptı. Bir elektrik çarpması sonucu kuyuya düştü. Kurtarılana kadar 15 Dakika zehirli gaz soludu. Yine ölmedi. Sanki dünyaya bir çok kere ölümden dönmek için gelmişti. Onu koruyan bir güç mü vardı? -
89.
0Alkız Alkarası Alkarısı Al ocağıTümünü Göster
Olay isminin verilmesini istemeyen G.’nin büyük dedesinin başından geçmiştir. Hüseyin’in babası köyün zenginlerinden birisi olduğundan Hüseyin’i Osmanlı zamanında istanbul’a eğitim görmesi için yollamıştır. Hüseyin medrese tarzı bir kurumda Arap dilini öğrenmiştir. Arapçaya oldukça hakim olan Hüseyin’in eğitim hayatı devam ederken savaş çıkmış önce birinci dünya savaşında daha sonra kurtuluş savaşında görev almıştır. Kurtuluş savaşı bittikten sonra köyüne dönen Hüseyin köyde Arapça bilen, arap harfleri ile okuyup yazabilen ve sesi gür olan biri olmasından dolayı köylü tarafından köyün imamı olarak seçilmiştir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra sabah ezanını okumak ve namazı kıldırmak için uyanan Hüseyin abdest almak için evinin yakınında bulunan çeşmeye doğru yönelmiştir. Hava hafif ağarmakta ancak etraf oldukça karanlık olduğundan çeşmede görünen iki kişiyi tanıyamamış herhalde abdest almaya gelmiş birileridir diye düşünerek çeşmeye doğru yürümeye devam etmiştir. O iki kişi de Hüseyin’in geldiğinden habersiz aceleyle bir şeyler yapıyorlar ve birbirleri ile konuşuyorlarmış. O kadar işlerine dalmışlar ki Hüseyin’in geldiğini fark edememişler. Hüseyin biraz daha yaklaşınca bu iki kişinin kadın olduğunu ancak köyde yaşayan kadınlardan olmadığını fark etmiş. Kadınların saçları ayaklarına kadar uzanıyor tenleri beyaz ve parlıyormuş. Sessizce yaklaşıp kadının birinin kolundan yakalamış diğerini de yakalamak için hareket ettiği anda diğeri aniden gözden kaybolmuş. Yakaladığı kadın kendisini bırakması için yalvarmaya başlamış. Kadına siz kimsiniz diye sorduğunda kadın kendisinin alkız olduğunu söylemiş ve çeşmede yıkamakta oldukları ciğeri göstererek biz lohusa kadınların ciğerlerini alırız diyerek hikayesini anlatmaya başlamış. Bu ciğer kimin diye sorduğunda alkız köyde yeni doğum yapmış bir kadının ismini söylemiş ve güneş doğmadan gitmesi gerektiğini, eğer onu serbest bırakırsa ondan gelecek yedi göbek sülalesine ve sülalesinin el verdiği kimseye dokunmayacakları üzerine yemin etmiş. Hüseyin ciğeri sahibine zütürüp takması için ısrar etmiş ancak alkız bunun mümkün olmadığını o kadının çoktan öldüğünü ciğeri yerine koysa bile yaşamayacağını söylemiş. Hüseyin alkızı yeminini tutması karşılığında bırakmış. Sonra gördüklerine şaşıran Hüseyin camiye gitmiş ve olayı camiye gelenlere anlatmış. Daha sonra evine dönüp olayı karısına ve çocuklarına da ayrıntıları ile anlatmış. Ne olduğuna bir türlü anlam verememiş ancak bu olayı karısına ve çocuklarına anlattığı sırada (güneş doğduktan sonra sabah 7-8 gibi) evlerine köyde yaşayan bir adam gelmiş. Sabah namazına gelmemiş olan bu adam ağlayarak karısının öldüğünü söylemiş.
Benzer bir hikaye;
Bir gün bu ailenin büyüklerinden bir kişi, köyün dışında bulunan tarlasına öküzleri ile çift sürmek için gider. Bir kaç dönün yer sürdükten sonra, dinlenmek için oturur ve sonra yan üstü uzanır. Aradan fazla geçmeden bu adamın kulağına tarlanın yakınında bulunan in (küçük mağara) tarafından, (inin içinden) ağlayan çocuk sesleri gelmeye başlar. Adam hayretler içinde kalır. Kendi oradayken o ine kimsenin girmediğini çok iyi bilmektedir ve çocuklu bir kadını da o ine girerken de görmemiştir. Acaba daha önceden başka köye giderken orada yatıp kalan çocuklu bir kadın benden daha önce gelip buraya girmiş olabilir. Bunun kim olduğuna bir bakayım deyip ine doğru gider. Yaklaştıkça çocuklar ile annesinin arasında bazı konuşmalara şahit olur . Fakat orada kimseyi göremez. Konuşma şöyle cereyan eder.
Anne biz çok acıktık ne yiyeceğiz?
diye sormalarının üzerine anneleri yavrularım biraz sabredin der. Çocuklar sorar;
ana daha ne kadar?
Anneleri bu geceye kadar der. Ondan sonra çocuğun bir tanesi annesine karnımız doyacak mı diye sorar. Annesi evet der. Yine çocuğun biri sorar anne ne ile karnımızı doyuracaksın hani bir şey yok ki demesi üzerine annesi;
Bak çocuklar köyün ismi ile hitap ederek orada “?” adında bir kadın bugün gece doğum yapacak. Ciğerini getireceğim yiyeceksiniz demesi üzerine, çocuk tekrar sorar. Nasıl çıkartacaksın anne? Bak çocuklar der; bu köylüler doğumdan sonra lohusa yemeği yaparlar ve doğum yapan kadına yedirirler. işte tam o zaman ince bir kıl şeklinde yukarıdan aşağı yemeğinin üzerine konarım. Beni fark etmeyen lohusa kadın, beni yuttuktan sonra çiğerini çıkartıp size getiririm, yersiniz der. Bunları duyan adam hayretler içinde kalır. Hemen öküzlerini alıp tarlada çift sürmeyide bırakarak köye geri döner. Karısına köyde kimin doğum yapacak olduğunu sorar. Karısı adı geçen o kadınında çok yakında doğum yapacağını söyler. Bunun üzerine adam karısınıda alıp doğum yapacak kadının evine gider. Bir kaç saat oturan karı - koca bir türlü kalkıp evine gitmemesi üzerine ev sahibi tarafında evde fazla oturulması pek istenmesede adam inat edip kimseye bir şey söylemeden oturmaya devam eder.
Duydukları doğru çıkar. O evin kadını gece yarısı doğum yapar. Adam odada bulunan ocağın yakılmasını israrla ister. Lohusanın bulunduğu yerde erkeğin bulunmasının günah ve ayıp olmasını bilen, ev sahibi ve doğum yaptıran kadınlar adamı kovmak isterlerse de, adam yine hiç bir şey söylemeden ateşi yaktırıp, lohusa kadına bir tabak içinde undan yapılan bulamaç yapılıp getirilmesini söyler. Lohusa yemeği olan bulamaç kadının yemesi için önüne konduğunda adam tavana doğru bakmaya başlar. Bu durumdan herkes şüphelenir. Nihayet beklediği an gelir. Yukarıdan ince bir kıl süzülerek gelip yemeğin üzerine konar. Yerinden kalkan adam kılı yavaşca tutup yanan ateşe atmak üzereyken aniden orada bir kadın peydah olur ve adamın bileğinden tutup yalvarmaya başlar.
Orada bulunanların gözleri önünde gelişen bu olaydan sonra, adam oradaki bir kadından aldığı iğneyi o anda kadın süretine dönüşen alkarısının sırtına batırarak tekrar eski haline geçmemesini sağlandıktan sonra kadını orada serbest bırakır. insan şeklinde uzun zaman adamın evinde yaşadıktan sonra, birgün yine o adam kadını yanına çağırıp ; bundan sonra bütün al'ların, kendisine veya yedi sülalesine bir daha gelip, musallat olmaması için yemin ettirdikten sonra kadının üzerine sapladığı iğneyi çıkartır ve ciğer çıkartıp çocuklarını doyurmak için gelen o alkadını gözden kayıp olup gider. işte o günden sonra köyde bu aile " al ocağı " olarak bilinir.
Newfoundland' da yaşayan Kaptan John Dower 'ın mutlu bir yuvası vardı. Kaptan hava koşullarının son derece kötü olduğu bir günde, karısının tüm yalvarmalarına aldırmadan, iki gemiyi de yanına alarak denize açıldı. Karısı üzgün bir şekilde eve döndüğünde, durumu hiç iyi değildi. Daha içeri girer girmez düşüp bayıldı. Komşuları ve akrabaları hemen yardıma koştular. Tüm çabalarına rağmen ne yazık ki yaşlı kadını kurtaramadılar. Aynı anda Kaptan Dower, gemisi Eleanor 'u buz dağlarının arasına demirlemiş, ev öncesi son hazırlıklarını yapıyordu. Nöbetçilerden biri, buzların arasından gelen garip bir sesle birden dehşete düştü. Kadın hayaleti buzların arasından onlara yaklaşıyor, geri dönmelerini söylüyordu. Kaptan karısının öldüğünü hissetmişti. Hemen geri dönme emrini verdi. Sahile döndüklerinde, kasaba halkı iskeleye toplanmış, onları bekliyordu. Koşa koşa evine giden kaptan, ölünün başında bekleyen bir kadın çığlığıyla donakaldı. Kadın ölünün dirildiğini söylüyordu. iki saat içinde kadın kendine gelmişti.
-
bu hanfendiyle yarın buluşuyoruz
-
kayra senin o daracık deliğin var ya
-
detonecan allahın aslanı
-
helix ucan kedinin namusunu koruyor
-
ışıklar içinde uyu burom benim
-
ucan kedi gözlerinin önünde anana zorla
-
ucan kedi hastaya bakiyor su an
-
helix yeni video ne zaman gelir aga
-
şu atarinın ekranı dekormus
-
helix yapay zekaya fotonu atip ne yazdin
-
bu ucan kedi kizmi la
-
baban hic aslan oglum diye sevmedi mi seni
-
sleep sesini kes
-
kozdesucugun biraktigi boslugu kim doldurdu
-
amg aptali fotomu atmis
-
gay scat izlemeye başladım la
-
s ktr senin neren tony stark
-
axento ucan kedıye sahıp cıkması
-
masallah herkes zengin amg sozlugunde
-
cugu atmak icin surenin bitmesini bekleyen helix
-
islak kopek yavrusu gibi
-
kayra donanımhaberde evıne geldıklerınde
-
adamın birsürü hattı var bak
-
helix vikings yan hesabi mi
-
selülit çatlak ayva göbek
-
dumbki ne bekliyordun hornetçi
-
lavugun rollenmeye bak
-
kafasını yastığa koyunca yarın sözlükte
-
bırbırınıze sovmeye alısıknız ama dıkat eddın
-
axento maksento toşak helix bunlar kim amg
- / 2