-
51.
0Steve BurcellTümünü Göster
Steve Burcell ve ailesi bir zamanlar hayaletli bir evde yaşamışlardı. Daha sonra bu evi sattılar, bir bar satın aldılar. Kendileri de ailece barın üzerindeki bir evde oturacaklardı. Karısı ve iki kızıyla birlikte yeni eve yerleştikten sonra hayaletlerden kurtulduklarına inanmışlardı. Uzunca bir zamanın ardından, Burcell, bir arkadaşıyla beraber barda oturmuş sohbet ederken, barın kapısı sallanmaya başladı. Kalın demir kapının sallanması çok ilginçti.
Birden kapın ardına kadar açılıp, içerisi dumanla dolunca, şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Derken kadehlerden bir tanesi yere düştü ve Steve Burcell, barın daha önceki sahibi bayan Bee'nin ruhunun onları ziyarete geldiğini düşünmüştü. Arkadaşlarına bu varlığın barın daha önceki sahibi olduğunu ve kadının ölümünden sonra ruhunun barı ve evi sıklıkla ziyaret ettiğini anlattı. Gerçekte Steve Burcell, barın eski sahibinden de hoşlanmaktaydı. Steve Burcell, barda olan olaylar karşısında barın eski sahibesi kadının ruhunun eski yaşadığı yerleri ziyaret etmesinde bir sakınca görmüyordu, fakat eşi ve de çocukları hayaletli bir evde yaşamak istemiyorlardı. Bunun üzerine bu barı beraberinde evi satarak başka bir ev satın aldılar.
Bir süre her şey yolunda gitti. Oysaki hayaletlerden kurtulduklarına sevinen Burcell'leri yeni bir sürpriz bekliyordu. Evin on yedi yaşındaki kızı Stephanie mutfakta bulaşık yıkar iken birisinin içeri tarafa girdiğini hissederek, arkasına döndü. Kapının yan tarafında küçük bir kız çocuğu duruyordu. Küçük kız, büyük bir dikkatlilikle onu süzüyordu. Stephanie, kıza doğru bir adım atar atmaz küçük hayalet ortadan yok oldu. Daha sonra ise komşuları, Burcell'lere bu evin ikinci dünya savaşında bombalanıp, yıkıldığını ve de evin sahiplerinin binayı onardıklarını anlattılar. Sonraları anlaşıldı ki meğerse, Stephanie'nin gördüğü küçük kız bombardıman esnasında ölmüş bir çocuktu.
Gizemli Otel
Fransa’da Sens kentinin birkaç kilometre uzağında, 1936 yılında inşa edilmiş bir binada yaşanan felaketlerin ve ölümlerin nedeni hala anlaşılmış değil. Lanetli binadaki ilk olay, inşaattan iki yıl sonra mal sahibinin geçirdiği bir cinnet sırasında yaşanır. Evin sahibi, karısını ve kızını öldürdükten sonra intihar eder. 1942’ye doğru bina, Fransız mafyasından biri tarafından satın alınır. Fakat, o da birkaç ay sonra intihar eder. Üçüncü alıcı, ailesiyle yerleşmeden önce evin yazgısını değiştirmek istercesine binada değişiklik yapar. Ancak eve yerleştikten bir süre sonra o da cinnet geçirerek karısını öldürür ve intihar eder. Dışarıdan bakıldığında oldukça şirin gözüken bu ev, son zamanlarını sakin bir yerde geçirmek isteyen yaşlı bir şarkıcı kadın tarafından satın alınır. Ancak birkaç ay içinde, akıl hastanesine yatmasını gerektirecek şekilde aklını kaybeder. Tüm bu şanssız olaylara rağmen, cesur bir otelci binayı satın alarak, otel yapar. Evin laneti onun da yakasını bırakmaz çünkü otele hiç müşteri gelmez. Sonunda otelci, tüm parasını kaybederek, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelir. -
52.
0BiR DENiZCiNiN RÜYASITümünü Göster
1828 yılında New Brunswick’teki St. John Limanına doğru yol alan 5. 5. Vestris Gemisinin birinci süvarisi iskoçya’nın aynı addaki kurtarıcısının soyundan Robert Bruce idi. Bir gün öğleye doğru Bruce kaptan ile güvertede güneşin durumunu inceliyordu. Biraz sonra ikisi de aşağıya indiler.
Birinci süvari hesaplarla bir süre uğraştıktan sonra yerinden kalkarak kaptanın kamarasına gitti. Kapıyı araladıktan sonra:
“Affedersiniz efendim, ama ben hesapları çözemiyorum,” dedi.
Kaptanın kürsüsünde oturan adam başını kaldırınca, Bruce yıldırımla vurulmuşa döndü. Kürsüde oturan adam, kaptan olmak şöyle dursun, gemidekilerin hiçbirine benzemeyen bir yabancıydı.
Bruce, yabancının sabit bakışları karşısında dona kalmıştı. Neden sonra, kaptanın kamarasından dışarı fırlayabilme gücünü bulabildi.
Kaptan güvertedeydi. Bruce, onu görünce:
“Kaptanım kamaranızda bir yabancı var,” diye haykırdı.
“Bir yabancı mı? Kesinlikle süvari ya da kamarottur. Kamarama izinsiz olarak kim girebilir?”
Bruce, “Hayır. Kamaranızda ömrümde hiç görmediğim bir adam var,” diye ısrar ediyordu.
Bunun üzerine kaptan, “Bir daha kamarama git iyice bak,” dedi.
Bruce titredi; “Bir daha oraya tek başıma gitmemeyi tercih ederim,” deyiverdi.
Biraz sonra kaptanla aşağı inince kamarayı boş buldular. Bütün gemi arandığı halde hiçbir yabancıya rastlanmadı. Bununla beraber Bruce, hikayesinde ısrar ediyordu. “Yabancıyı, kürsünüzün üzerindeki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğüme yemin ederim, diyordu. Kaptan, “O halde yazı hala orada olmalı,” dedi.
Biraz sonra yazı taşı elinde idi. Gerçekten yazı taşının üstünde bir şeyler yazılı idi. Kaptan, Bruce’e “Bu senin yazın olacak,” dedi. Yaza taşının üzerinde “Kuzey Batıya dönün” sözcükleri yazılı idi. Kaptan devam etti: “Bruce, bizimle alay ettiğini itiraf et. Şuraya aynı kelimeleri yaz da senin yazını buradakiyle karşılaştıralım.”
Karşılaştırma yapılınca, Bruce’un yazısının, yazı taşındakinden bütünüyle farklı olduğu görüldü. Bu sefer geminin bütün personelinin yazıları da karşılaştırıldı. Hiç kimsenin yazısı yazı taşındakine uymuyordu. Sonunda kaptan kararını verdi; “Ben Tanrı’ya, kadere kısmete inanırım,” dedi. “Bu mesajın gizli bir anlamı olacak. Kuzey batıya dönelim de olanları görelim.”
Gemi bir süre kuzey batıya doğru yol aldıktan sonra ileride bir buzdağı belirdi. Buzdağına yaklaşınca, başka bir geminin buzdağına çarpıp yapışmış olduğu görüldü. Sağ kalabilen birkaç kişi geminin dalgalarla kamçılanan güvertesine sıkı sıkı sarılmışlardı. Kurtarılan kazazedelerin bir tanesi Bruce’un dikkatini çekti. Bu adam, Bruce’un kaptanın kamarasındaki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğü yabancıya tıpatıp benziyordu.
Vestris, buzdağından uzaklaşınca, Bruce kaptana bu keşfini anlattı. Kazaya uğrayan geminin kaptanına da bu olaydan söz ettiler. Kaptan, “Ne anlatmak istediğinizi anlıyorum. Bu gemici bize, bugün kesinlikle kurtulacağımızı söylemişti,” der.
Vestris’in kaptan kamarasına çağrılan denizci, kurtarılmadan birkaç saat önce rüyasında, başka bir gemide bulunduğunu ve bu geminin, buzların üstünde kalan kazazedeleri kurtarmaya geleceğini görmüş olduğunu söyledi.
iç Varlık dergisi, sayı: 68, yıl: 1957 -
53.
0TelepatiTümünü Göster
DDA, başka insanlarda bazen bir ihtiyaç karşılar. 1935’te Riga’da bir Profesör olan Ferdinand von Neureiter, Lituanyalı, doğuştan özürlü sekiz yaşında bir çocuk hakkında bir kitap yayınlamıştı. Bu çocuğun iki yaşındayken kelime hazinesi sadece iki sözcükten oluşuyordu. Öğretmeninin ifadesine göre, çocuğun okuma becerisi yoktu, fakat bu arada çok ilginç bir şey keşfetmişti: Kendisine bir okuma parçası okunduğu zaman, çocuk (Ilga K.), hiç takılmadan tüm parçayı olduğu gibi tekrarlıyordu. Okuma parçası ilga’nın hiç duymadığı bir yabancı dilde olsa bile fark etmiyordu. ilganın matematik yeteneği de yoktu, fakat öğretmeni bir problemin çözümünü kafadan yaptığı zaman, sonucu bulabiliyordu.
Bunu işiten Prof. Neureiter, Riga Üniversitesi’ndeki meslektaşlarıyla birlikte bir dizi çalışmaya girişti. Testler bazen çocuğun evinde, bazen de Riga Üniversitesi’nde yapılıyordu. Bu denemelerde verici, ilga ile odaya konmadı. Bu şekilde çocuğun dudak hareketlerinden hareketle sonuca varma olasılığı da ortadan kaldırmış oluyordu. Testlerin birisinde, Prof. Neureiter’ın meslektaşlarından Prof. Amsler bir kelimeler ve sayılar listesi hazırlayarak ilga’nın annesine verdi: Ger, til, fil, 123, 213, 212. Öteki odada ilga, yanında bulunan Prof. Neurieter’e bu listeyi olduğu gibi aktarıvermişti. Parapgiboloji için bile çok acayip sayılabilecek bu denemelerden başka birinde, hedef rakam 12 idi, fakat küçük ilga bunu 42 olarak algılamıştı. Denemeden sonra yapılan inceleme sonunda anlaşıldı ki, verici olan annesi yanlışlıkla 12’yi 42 sanmış ve o şekilde yollamıştı. Buradan da, ilga’nın yeteneğinin esasen telepati olduğu anlaşılmış oldu.
ilga ile yapılan bu testlerden, DDA’nın geneli için aydınlatıcı sonuçlar çıkarılmıştır. Bunların bir kısmını Prof. Neureiter’in notlarından okuyoruz:
“Vericinin yerini ben aldım ve 9 ile 2 rakamlarını çocuğa göndermeye çalıştım. Bunlardan sonra Lituanya dilinde bir cümleyi (Mate Goya uz leti) denedim. Elimden geldiğince yoğun bir şekilde konsantre olmaya çalışıyordum. Fakat çocukta hiç bir tepki yoktu. Hayal kırıklığına uğramış vaziyette çalışmaya son vereceğim anda, Lituanya dilindeki bir şiirde ‘Brute’ (yani ‘bride’) sözcüğü gözüme ilişti. Bu sözcüğü görür görmez yan odada bulunan çocuktan ilk tepki geldi ve sözcüğü söyleyiverdi. Besbelli ki, telepatik yayın için en iyisi böyle yapmaktı”
ilga’nın DDA okumasıyla ilgili olarak daha ilginç durum, bir okuma parçasını seslendirmesiydi. Parça hangi dilde olursa olsun, annesi tarafından bir kez okunması yeterliydi. Fakat birçok denemede ilga’nın bu algılamasını dudak hareketlerinden ya da fısıldamadan yaptığı sanılmıştı.
Pgibolojik denemeler, ilga’nın zeka yaşının 42 olduğunu, kelimeleri okuyamadığını, fakat harfleri tek tek tanıdığını meydana çıkarmıştır. Çocuk, önünde duran yazılmış bir metni aynen kopya ederek yazabiliyor, fakat okuyamıyordu. Yazdığını da okuyamıyordu. Tüm bu belirtiler, ister istemez insanı, nörolojik bir araz olarak kabul edilen “kelime körlüğü” ya da “alexi” denilen rahatsızlığın teşhisine zütürüyordu. Besbelli ki, ilga bu arazı yenmek için DDA’yı adeta koltuk değneği olarak geliştirmişti.
“Parapgiboloji – Duyular Dışı iletişim, D. Scott Rogo” Ruh ve Madde Yayınları -
54.
0CLARA’NIN ZiYARETiTümünü Göster
Bazen düşünüyorum da kendi kendime, telepatik gücüm olduğuna gerçekten inanıyorum. Çünkü ne zaman uzun süre ve ısrarlı bir arkadaşımı düşünsem, ondan muhakkak ya telefon ya da mektup alırım. Tüm bunların herhalde sadece bir rastlantıdan ibaret olmadığını anlamamız gerekiyor.
Yine 23 Aralık 1976 gecesine rastlayan ve tesadüf olması mümkün olmayan bir olay meydana geldi. Kocam Tom, bir gün önce stadyumda şiddetli bir kalp spazmı geçirdikten sonra kaldırıldığı Hong Kong, Quenn Mary Hastanesinin yoğun bakım servisinde yaşam savaşı verirken, kızım Tanya da neredeyse kırk dereceye varan bir ateşle yatıyordu. Aile doktorumuz, Tanya’nın grip olduğunu, merak edilecek bir şey olmadığını ve yakında iyileşeceğinden emin olduğunu söyleyerek gitti. Fakat ben korkuyordum; Tanya’nın yanına gittim ve karyolasının kenarıma iliştim. Elimi alnına koyduğumda yanıyordu. Hemen ateşini düşürmek için gidip buz aldım ve alnına koydurdum.
Bir süre sonra yorgunluktan bitkin düşerek biraz uzandım. Kocamı canlandırdım hayalimde. Bir yandan kocam, bir yandan kızım. Bana yardım etmesi için Allaha yalvardım. Daha sonra aklıma arkadaşım Clara Tellis geldi. Onun şu anda yanımda olmasını öylesine çok istiyordum ki...
iyimser bir karaktere sahip, müşfik, sevecen ve çevresine mutluluk saçan bir insandı. Ancak onun yanında içinde bulunduğum bu umutsuz ve çaresiz halden kurtulabilirdim.
Ne zaman ona ihtiyacım olsa yanımda biter, birimiz hasta olduğu zaman güzel kokulu şifalı bitkilerden hazırladığı harika çorbalar yapardı.
Clara iyi bir arkadaş, cömert ve yardımsever bir komşuydu. Kızımız doğduğundan beri sık sık ziyaretimize gelirdi. Tanya’nın vaftiz anası ve ikinci annesi gibiydi. Ona yürümeyi, şarkı söylemeyi, şiir okumayı öğretir ve zarif elbiseler dikerdi.
“Clara, korkuyorum, ne olur bana bir çare bul, eğer buradaysan.” diye yavaşça fısıldandım, uykulu bir halde.
Bir an başımı arkaya doğru çevirirken, yüzümde nazik bir dokunuş hissettim. içimi bir huzur kapladı. Üzülme Helena, dedi bir ses, her şey yoluna girecek.
Clara yatağımın yanında ayakta duruyor, müşfik ve yatıştırıcı sesiyle konuşuyordu.
“Clara! Beni çok sevindirdin.” diye yüksek sesle bağırdım. Elimi uzatarak elini tutmak istedim, fakat ona dokunamadım. Elinin bulunduğu yer bomboştu. “ Clara, gerçekten sen misin? diye sordum, fakat cevap alamadım.
Yataktan kalktım, kısa bir süre düşündükten sonra, rüya görüyorum herhalde dedim, inanamıyordum.
Daha sonra Clara’yı tekrar gördüm. Tanya’nın üzerinde uçarak dolaşıyordu.
“Clara!” diye seslendim tekrar (kalbim hızla çarpıyordu). “içeriye nasıl girdin?”
Hiçbir şey söylemedi, sadece gülümsedi.
”Clara, bekle! Hemen gitme!” diye yalvardım. Kısa bir süre sonra durdum. Bu mümkün değildi, Clara bizim odamızda olamazdı, çünkü o an-sızın gelen bir felç neticesinde üç sene önce ölmüştü.
Kalp atışlarım yine hızlanmaya başladı. Yataktan dışarıya fırlayıp kızımın yanına gittim. Elimi alnına koyduğumda ateşinin tamamen düştüğünü gördüm. Tatlı ve derin bir uykudaydı.
içimi derin bir huzur kapladı. Clara her şeyin yoluna gireceğine dair söz vermişti. Tomu yeniden kazandığımız zaman da her şey gerçekten yoluna girdi.
(FATEden Çev.: Mehmet ÖNCÜ)
Ruh ve Madde Dergisi -
55.
0BEDENiMiN DIŞINA ÇIKTIMTümünü Göster
Ben, özellikle zencilerde daha çok görülen kalıtımsal bir kan hastalığı olan, uzun ince yapılı 16 yaşında bir kızım. Benim derdim belirsiz zamanlarda, ama sık olarak bu illetin alevlenip beni krize sokması. Yoksa ben de herkes gibi normal yaşantımı sürdürebiliyorum. Benim böyle bir kriz esnasında başımdan geçen beden dışı tecrübemi size aktarmak istiyorum.
1986 Mart ayıydı ve ben o ana kadar yaşadığım en kötü krizin acısı içerisindeydim. 24 saattir ıstırap içerisinde inlerken, doktor da çektiğim o şiddetli acıyı biraz olsun hafifletebilmek için vereceği morfinin dozajının doğruluğunu ayarlamaya çalışıyordu. Kan hücrelerinin daha fazla zayıflamasını ve tahrip olmasını önlemek amacıyla damarlarıma bir miktar tuzlu solüsyon zerk edildi. Bütün bu dertlerime ek olarak, kan hücrelerimin sayılarının çok düşmesinden dolayı üç kere kan nakli yapılması gerekmişti.
Bu acıların en kötüsünde annem hep yanımdaydı ama büyükbabam ve büyük kardeşim acı dolu çığlıklarıma dayanamayarak bir çocuk gibi ağlayıp ziyaretçi odasını terk ettiler. (Bunları hastaneden çıktıktan sonra annem söyledi.)
Büyükannem ikinci evliliğini bir beyazla yapmıştı. Büyükannem, benim kanımdan ve benim gibi bir siyahtı, büyükbabamsa dediğim gibi yaşlı bir beyazdı. Bununla beraber o benim küçüklüğümde hayatımdaki tek erkek figürü olagelmişti ve onu saygıyla sevdim.
Nihayet, üçüncü günde o müthiş acı kontrol altına alınmıştı ama ben de uyuşturucuların etkisi altında yatıyordum.
Annem iki gün boyunca yanımda kaldığından temiz hava alma ihtiyacıyla bir iki saatliğine eve gitmişti. Nöbeti de büyükbabam devralmıştı ve yaşadığım o ilginç olay da o zaman başladı.
Yediğim morfinden dolayı loş bir aydınlık içerisinde uyukluyordum ve annemin eve gittiğini, büyükbabamın yanımda oturduğunu güç bela hatırlıyordum. Birden kendimi vücudumun üzerinde havalanmış olarak buldum. Yatağımın yanında oturan büyükbabamın endişeli ifadesini görebiliyordum. Birden aşağıdaki büyükbabama bakan soluk yüzlü, kısa boylu, şişman, kemik çerçeveli gözlükleri olan beyaz bir kadın fark ettim.
Aşağıda vücudum kıvranırken büyükbabamın bir hemşire çağırmak için fırladığını gördüm. Vücudum artık kendi sınırlarından taşıyordu ve hemşire de buna müdahele edip normale döndürmeliydi. O anda adeta çarparcasına vücudumun içine geri döndüm. Başucumdaki büyükbabama, çok zayıf da olsa bir merhaba tebessümü göndererek derin bir uykuya daldım.
Hastaneden ayrıldıktan aylar sonra, başımdan geçen bu garip olayı büyükbabama anlattığımda, başlangıçta çok normal bir şeymiş gibi herhangi bir uyuşturucu etkisi altındaki insanların sık sık böyle beden dışı şeyler yaşadığını söyledi.
O zaman gördüğüm o kadını tarif ettim. Büyükbabamın rengi birden soldu ve gördüğüm o kadını tekrar tarif etmemi istedi. Ve ben tekrar tarif edince de bana, “Haydi gel, önce benim evime gidelim, sonra da hamburger yeriz.” dedi. “Sonra sana bir şey göstermek istiyorum.” Hamburger ve kızarmış patateslerimizi alıp oturduktan sonra büyükbabam, ailesindeki çeşitli kadınların fotoğraflarını gösterdi. Bu fotoğrafların hiç birini daha önce görmemiştim. Beden dışı yaşadığım o olaylar esnasında gördüğüm o kadını fotoğrafların arasında tanıyıvermek sadece bir iki saniyemi aldı. Aralarındaki tek fark fotoğraftaki kadının gözlüksüz oluşuydu. Fotoğrafı büyükbabama gösterdiğimde bir çığlık attı ve ‘Tanrım, bu sen doğmadan üç sene önce vefat eden ilk karım Olive’nin fotoğrafı!” dedi.
Gerçekten de büyükbabamın ilk karısı Olive’i gördüm mü, yoksa gördüğüm garip bir hayal miydi? Eminim ki bu bir kabus değildi, çünkü geçen bu kadar zaman sonra bile o olayı bütün detayları ile hatırlıyorum.
(FATE Aralık 1992den Çev: Şenol Öztürk) -
56.
0Kendiliğinden yanan insanlarTümünü Göster
1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur. Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti. Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey. Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı.
Kendiliğinden yanma olaylarında ortaya atılan teoriler
~ Alkolizm. Birçok Kendiliğinden yanma olayında korbanın alkolik olduğu saptanmıştır. Ancak 19. yüzyılda yapılan araştırmalar alkole bulanan bedenin kendiliğinden yanma olaylarında görülen şiddetli yanığa sebep olamayacağını göstermiştir.
~ Bedende yanıcı yağların depolanması. Birçok kurbanın normal kilolarının çok üstünde olduğu saptanmıştır ancak düşük kilolu kurbanlar da vardır.
~ ilahi Müdahale. Yüzyıllar önce insanlar bu tür yanmaları tanrı tarafından verilen bir ceza olarak görüyordu.
~ Statik elektrik oluşması. Bedeni bu şekilde tutuşturabilecek bilinen bu türde bir statik elektrik akımı yok.
~ Yanlış beslenme. Yanlış beslenme sonucu sindirim sisteminde kimyasal maddelerin tutuşmaya sebep olabilecek şekilde karışması.
~ insan bedeni içinde bulunan elektriksel alanların bir şekilde kısa devre yapma olasılığı ve bunun doğrultusunda bu türde bir atomik zincirleme reaksiyonun beden içinde müthiş bir ısı oluşturma olasılığı.
Kendiliğinden Yanma olayları hakkında hala tatmin edici bir açıklama bulunamamıştır ve bir esrar perdesi olarak kalmaya devam etmektedir.
Kendiliğinden yanma olayından sonra geriye kalanlar
~ Beden normal bir ateşle yanacağından çok daha şiddetli yanmıştır.
~ Yanıklar tüm bedende eşit değildir. Eller ve ayaklar ateş tarafından dokunulmamışken, buna karşılık gövde şiddetle yanmıştır.
~ Bazı olaylarda gövde tamamen yok olup küle dönüşmüştür.
~ Bedenin bazı kısımları yanmadan kalmıştır. ( kol, ayak bazen de kafa)
~ Sadece gödeyle teması olan objeler yanmıştır ve alev hiçbir zaman çevreye sıçramaz. Örneğin kurban yatakta yandığı halde altındaki çarşaflar yanmamıştır, giysiler hafifçe yanmıştır ve birkaç santim ötedeki yanıcı maddeler olduğu gibi kalmıştır.
~ Tavanı ve duvarları yağlı kurum ve is kaplamakta ve duvardaki isler genellikle yerden üç dört ayak yüksekte görülmektedir.
~ Üç dört ayak yükseklikteki objelerdeki hasar da yanmanın şiddetini işaret eder. ( erimiş mum veya çatlamış ayna gibi )
~ Bir bedenin tamamen kömürleşmesi için 3000 derece sıcaklık gereklidir. Fakat olaylarda kurbanın çevresi zarar görmeden kalır.
Sadece kurbanın bulunduğu nokta zarar görmüştür. (Krematoryumlarda genellikle kullanılan 2000 derecedir ki bu kemik parçaları bırakır ve bunlar da elle temizlenir , ayıklanır külün içinden)
Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar. Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır.
işin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat). Avrupada ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır. Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir... -
57.
0Yenikapi efsanesiTümünü Göster
4. Murat devri. Padişah tarafından mey (şarap) afyon ve fal bakmak yasaklanmış.
istanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış.
4. Murat bi gece tebdil-i kıyafet istanbul'a indiğinde karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.
Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii.
Bi ara sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş.
ipin ucunda bi testi! Sultan "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş.
Sandalcı "Ne olacak mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş.
Her ne kadar yasaklamış olsa da 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. ikramı kabul etmiş ama yine de "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış.
Sandalcı da haliyle "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş.
Sandalcı bu kez de teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış.
Gönlü zengin adam hemen müşterisine de ikram etmiş.
Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış.
Sandalcı aynı şekilde "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş.
Biraz daha vakit geçmiş.
Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış.
Hünkara "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp "Bak bari" demiş.
Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı "Efendi sorunu sor bakalım" demiş.
Padişah "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş.
Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş.
4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş.
Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış.
Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş.
Padişah dayanamayıp "Sana bi soru sorucam.
Eğer bilirsen seni affederim.
Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş.
Sandalcı sevinçle "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.
4. Murat sandalcıya "Dönüşte istanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş.
Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş "Hünkarım şimdi ben hangi kapıyı söylesem siz başka kapıdan girersiniz.
Affinıza sığınarak gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş.
Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.
Padişah kağıdı alır almaz daha bakmadan yanındaki fedaisine "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş.
Sonra da "Surlara yeni bir kapı açıla! istanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere.
Kapı 5-10 dakikada açılıp padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bi ara sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş.
Kendinden çok eminmiş laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış.
Ama okuyunca hayretler içinde kalmış.
Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"
O gün bugündür de işte o kapı "Yenikapı" olarak anılıyormuş. -
58.
0ÇemberlitaşTümünü Göster
Posted on 25 Haziran 2010 by darkness3
Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti…”
1968 yilinin Nisan ayinda tarihçi ve yazar Sevket Rado’nun “Hayat Tarih Mecmuasi”nda yayimlanan bir yazisi, basta Yunanistan olmak üzere dünyayi heyecanlandirmisti. Yazida, Isa Peygamber’in üzerine çakildigi iddia edilen haçin parçalarinin Istanbul’da Çemberlitas’in altinda oldugu öne sürülüyordu. Rado, kendi kütüphanesinde bulunan ve 17’inci yüzyildan kalma eski bir elyazmasi yapitta, haçin parçalarinin Bizans Imparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafindan, Kudüs’ten Istanbul’a getirilerek ve Çemberlitas’in altina gömüldügüne iliskin anlatimlara rastladigini belirtiyordu. Rado’nun degindigi yapit, tip, cografya ve dil konularinda kitaplariyla taninan Hezârfen Hüseyin Çelebi’nin “Tenkiyhü’t–Tevârih” adli kitabiydi.
Yazinin uluslararasi bir heyecan uyandirmasinin ardindan yapilan arastirmalarda daha baska birçok kitapta da benzeri anlatimlara rastlandi ve Isa Peygamber’in üzerine çakildigina inanilan haçin parçalarinin Çemberlitas’in altinda özel olarak hazirlanmis bir hücreye yerlestirildigi inanci yaygin bir kabul gördü.
Çemberlitas’in asil adi Konstantin Sütunu’dur. Istanbul’un, 11 Mayis 330 tarihinde Roma Imparatorlugu’nun baskenti ilan edilmesinin anisina Imparator Konstantin tarafindan bugünkü yerine yerlestirildi. Bizans döneminde “Somaki Sütunu” da denilirdi. Birçok kez yangin geçirmis olmasindan ötürü kimi Avrupalilarca “Yanik Sütun” adiyla da anilir.
Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti…”
430 yilinda Imparator II. Teodosyus saglamligindan kuskulanarak sütunu demir çemberlerle güçlendirdi. 1105 yilinda çikan bir firtinada Apollon heykelinin devrilmesinden sonra, heykelin yerine, üzerinde altin yildizli bir haç bulunan bir sütun basligi yerlestirildi. Heykelin içindeki parçalar da sütunun altina bir hücre yapilarak buraya yerlestirildi.
Istanbul’un 1453’te ele geçirilmesinin ardindan Fatih Sultan Mehmed sütünun tepesinde haçi indirtti. 1779’da çikan bir baska yangin sonrasinda I. Abdülhamid bugünkü demir çemberleri ve sivayi yaptirtti.
Yaklagib 50 metre yüksekligindeki Çemberlitas’in özgün biçiminde, en alttaki bölümün yüzeyinde Isa Peygamber’in dogumunu betimleyen kabartma anlatimlar yer aliyordu. Sonralari ise sütunu saglamlastirmak için çevresi tas bir kaplamayla örtüldü. Söz konusu hücrenin bulundugu bölümün ise bugün yol düzeyinin 2-2,5 metre altinda kaldigi varsayilmaktadir.
Çemberlitas, 1990’larin ortasinda, 2000 yili turizmi nedeniyle yeniden gündeme getirildi. Kimi çevreler, eger iddia edildigi gibi sütunun altinda gerçekten Isa Peygamber’in çakildigi haçin parçalari bulunursa bunun Türkiye’nin tanitimi açisindan son derece önemli oldugunu vurguladilar.
Ancak dönemin Turizm bakani Fikri Saglar bu yaklasima söyle yanit vermisti: “Ülkemizde bu gibi söylentiler yüzünden yüzlerce insan define aramak için izin istiyor. Sonunda tüm emekler bosa çikiyor. Böylesine, dogrulugu kesin olmayan bir söylenti için de tarihî sütunu yerinden oynatmamiz söz konusu bile olamaz.”
Ilgili çevrelerse, UNESCO tarafindan, Misir’daki Ebu Simbel Tapinagi’nin parçalara ayrilarak kilometrelerce uzakta baska bir alana tasindigini animsatarak, böylesi bir islemin, günümüzün gelismis teknolojik olanaklariyla Çemberlitas için çok daha kolay olacagini öne sürdüler. -
59.
0PENCEREYE YANSIYAN GELECEK HELEN C. YORKTümünü Göster
Kocam Earl ve yerel radyo istasyonundan arkadaşımız Smitty, evimizin ön tarafındaki odada, politik konularda tartışıyorlardı. Ben, evin arka tarafındaki mutfakta, akşam yemeğinden kalan bulaşıkları yıkıyordum. O akşam bir randevumuz vardı. Bu olayın tümü, 1946 başlarında oldu.
Lavabonun üzerindeki pencereden dışarıya baktım ve yaşlı komşularımızın nereye gittiğini merak ettim. Wileoxlar’da hiç ışık yoktu ve hava kararıyordu.
Son tavayı bitirirken pencereye göz attığımda, titremekte olan camın üzerinde, tıpkı bir film seyreder gibi, evin ön tarafında dışarı park edilen Buick marka arabamızın görüntüsünü gördüm. Sonra görüntüde, kuzeyden hızla gelen bir arabanın, arabamıza yandan çarptığını fark ettim. Sürücü arabayı kenara çekti. Arabasından bir adam sendeleyerek çıktı, ezilen arabamıza baktı ve caddenin aşağısına doğru zigzag çizerek kaçmaya başladı.
Bu “sinema”, evinin bodrum katındaki, ağaçtan ve kartondan yapılmış kutuların arkasına saklanana kadar devam etti. Sonra görüntü değişti ve polisin geldiğini, arabamızı incelediğini, öteki arabanın ruhsatını kontrol ettiğini, daha sonra telsizle ana polis istasyonuna haber verdiğini gördüm.
Bu “filin’, öyle sanıyorum ki, sadece birkaç saniye sürdü. Cam birkaç kez titredi, sonra tekrar normale döndü. Artık evi eski haliyle görebiliyordum.
“Acaba, hangi gelecek zaman kesitine atladım?” diye düşündüm.
O sırada kocam, “Orada ne yapıyorsun? Çabuk ol, yoksa geç kalacağız.” diye seslendi.
“Her şey tamam, ellerimi kuruluyorum.” dedim.
Oturma odasına yürüdüm ve paltolarımızı giydik. Mutfakta lavabo penceresinde gördüğüm şeyden kocama bahsetmedim.
Araba kullanma sırası bizdeydi, ama Smitty kendi arabasını almakta ısrar etti, bende bizimkini garajda tutmayı önerdim. Sonra başımı eğdim ve sustum.
Randevuya Smitty’nin arabasıyla gittik. Bizimkini evimizin ön tarafında caddede bıraktık. Eve oldukça geç geldik. Yorgun ve uykulu olarak, onlar arabamızı garaja koyarken, eve yalnız girdim. Tam mantomu çıkartmak üzereydim ki, ikisi de heyecanla içeriye koşarak, arabamıza yandan birinin çarptığını ve hemen polise telefon etmemi söylediler. Gelecekle ilgili gördüğüm vizyonların çok yakın bir zamana ait olduğunu anladım. “Aman sende!” diye bağırdım. Sonra: “Niçin polise telefon edeyim? Yorgunum ve yatmak istiyorum. Kendin telefon et. Hem sana bir şey söyleyeyim mi; polis her şeyi biliyor. Bu işi yapan adamı yakaladılar bile.” dedim.
“Nereden biliyorsun?” diye sordu, Smitty. “Hoca tahtasıyla ruhlara mı sordun?” diye ekledi alaylı bir şekilde. ‘Yoksa kristal küre mi kullanıyorsun?” deyip güldü.
Hayır.” diyerek sertçe karşılık verdim. ‘Tabakları yıkarken... ” derken kestim, çünkü Earl ve Smitty anlattığım şeylerle dalga geçmekten hoşlanırlardı. Ve ben bunu istemiyordum. “Earl, onlara sen telefon et, yorgunum ve yatmak istiyorum.” dedim.
“Aramayacağım.” dedi Earl. “Madem adamın polisin elinde olduğunu söylüyorsun, sana inanıyorum.”
“Peki, o halde polise ben telefon edeceğim.’ diyerek hemen telefona sarıldım. “Olay açıklığa kavuştuktan sonra Smitty eve gidebilir ve ben yatabilirim.” dedim.
Polise telefon açtım. Komiserle görüştüm ve ona kim olduğumu söyledim, adresimi verdim. Devam etmeden önce, araya girdi:
“Evet, Bayan York, komşunuz olayı bize bildirdi. Arabanıza çarptıktan sonra bu adam eve koşmuş, bodrumda deste deste yığılmış ağaçtan ve kartondan yapılmış kutuların arkasına saklanmış. Şimdi, içkili araba kullanmaktan ve bir kazaya neden olmaktan dolayı gözaltında tutuluyor.”
Olay, mutfak lavabosunun üzerindeki pencerede gördüğüm vizyonun aynısıydı. Geleceği önceden görmüştüm.
(Ocak 1988 FATE’den Çeviren: Rıfat KARSLI) -
60.
0Gelecekten gelen adam: jhon titorTümünü Göster
John Titor, zaman yolculuğu yapıp 2037 yılından geldiğini öne süren bir kişidir. yakın gelecek hakkında öngörüler ve yaşadığı zaman hakkında bilgiler vermiştir. John Titor'un söyledikleri birçok tartışmaya konu olmuştur.
IBM 5100 markalı(ilk kişisel bilgisayar)bilgisayarın cok eski programları calıştırabildigini, zaten sadece o üretilen modelde yazılmış bilgisayar dilinin calıştıgını iddia etmiştir.
Yazılanlara göre John Titor, devlet için çalışan ve zaman yolculuğu projesi için seçilen bir askerdir. 2036 yılından 1975 yılına IBM 5100 almak için döndüğünü söylemiştir. Bu bilgisayar ile 2036 yılında eski programların "ayıklama (debug)" işini yapacağını iddia etmiştir. Gönderdiği yazılar, 2000-2037 yılları arasında birçok olaydan bahsetmiştir, 3. Dünya Savaşı dahil (2015 yılında olacağını ve toparlanmanın 20 sene süreceğinini iddia etmiştir)
3. dunya savasının cok büyük bir yıkıma neden olacagını, tüm dünyanın kaosa sürüklenecegini, aclık ve sefaletin diz boyu olacagını bunun tam 20 yıl boyunca sürecegini söylemiştir.
bu 20 yıllık savaş boyunca tüm dünya devletleri üretimini sadece silah ve askere endeksleyecegini, silah ve asker gücü olmayan devletlerin cok hazin bir son yaşayacagını anlatmıştır.
3. dunya savasından sonra artık insanoglunun savasları bir kenara bırakıp teknoloji ve bilime agırlık verecegını ve bizim tabirimizle altın cagı yakalayacagımızdan bahsetmıştir. ancak 2037 de tüm bilgisayar programları yazılımsal hatalar vermektedir.2037 de ıbm in hükümete sundugu bir raporda daha önce hic kullanılmayan bir bilgisayar dili üzerinde calıstıkları daha sonra projeyi iptal ettikleri,bu dilide sadece ıbm 5100 de kullandıklarını bildirmişler. fakat savas yıllarında ellerindeki tüm dokumanları kaybettıklerını acıklamıslardır. bunun uzerıne jhon titor(asker)secilmiş ve gecmişe bu bilgisayarı ve bir kac dokumanı daha alması için gonderılmış.
ama jhon titor yanlış bir hesaplamadan dolayı geri donememiştir.
jhon titor bu acıklamaları yaptıktan sonra bir daha gorulmemiştir.
kimilerine gore öldürüldü, kimilerine gore tekrar zamanına dondu, kimilerine gorede daha fazla sır acıklamaması icin devlet kendı hımayesıne aldı.
daha sonra ıbm e bu ıddalar sunulmustur.
ıbm muhendislerinin uzun arastırmalarından sonra gariptir su acıklamayı yapmıslardır.
ıbm muhendisleri:
iddaa edilen bilgisyaarı ve yazılımını inceledik,2037 ye uyarlı sanal bir yazılım yazdık ve işe yaradı.5100 markalı pc nın ayıklama yazılımının gunumuz teknolojisinden geride olmakla beraber, gunumuz teknolojisinden üstün yanları vardır. bizzat kendi muhendislerimizin, kendi uretimimiz olan bir yazılımı ve özelliklerini baskaları tarafından ögrenmiş bulunuyoruz. -
61.
0Zamanda yolculuk yaptığını iddia eden adam borsayı karıştırdı...Tümünü Göster
Haftada 800 dolarını 350 MiLYON DOLAR'a çıkaran yatırımcı, "insider trading" (içerden bilgilendirme) suçlamasıyla karşılaşınca "BEN ASLINDA 2256'DAN GELEN ZAMAN YOLCUSUYUM" dedi. Amerikan Sermaye Piyasası otoritesi "SEC", işin içinden çıkamadı.
Federal güvenlik görevlileri, içeriden bilgi sızdırma suçlaması yüzünden bir Wall Street borsacısını tutuklayıp sorgulamaya başladılar. Tutuklanan borsa dahisi, 2256 yılından günümüze zaman yolculuğu yaptığını iddia ediyor!
"Security and Exchange Commission" kaynaklarına göre 44 yaşındaki Andrew Carlssin, 28 Ocak tarihindeki tutuklanmasına yol açan şüphe uyandırıcı olağanüstü borsa başarısını yukarıdaki gibi garip bir şekilde açıklamakla yetiniyor.
Bir SEC görevlisi şöyle diyor: "Bu adamın palavralarına inanmıyoruz, ya delinin teki ya da patolojik bir yalan söyleme vakası. Ancak bir de şöyle bir gerçek var elimizde: Adam 800$'lık bir yatırım ile başlamış ve 2 hafta içinde sahip olduğu portföy 350 milyon doların üzerinde! Borsa üzerinden gerçekleştirdiği tüm alışlar ve satışlar beklenmedik gelişmelerin bilgisine dayanıyor, bunu şans faktörü ile açıklamak mümkün değil. Bu bilgilere sahip olmasının tek bir yolu ver, işlem yaptığı şirketlerle ilgili içeriden bilgi sızdırmış olması ki bu da yasadışı... Bize bilgi kaynaklarını söyleyene kadar onu Rikers Adası'ndaki bir hücrede tutmayı düşünüyoruz."
Geçen yılki borsa dalgalanmaları pek çok yatırımcıyı beş parasız bırakmıştı. Aynı esnada Carlssin 126 çok riskli işlem gerçekleştirip hepsinden de yüksek kazançlar elde edince gözler bir anda bu borsacıya dönmüştü. Carlssin, 200 yıl ileriki bir tarihten, yani gelecekten günümüze geldiğini iddia ediyor ve tabii o zamanki tarih ve istatistik kayıtlarında da günümüzdeki borsa dalgalanmaları detaylı olarak yazıyormuş.
Carlssin'e göre: "Bu fırsata karşı koymak çok zordu. Aslında her şeyin sıradan ve doğal görünmesini planlamıştım. Bilirsiniz işte, sağda solda birkaç doları bile bile kaybedecek ve böylece normal bir borsacı görüntüsü çizecektim ancak son anda yakalandım."
Üzerine gidilen Carlssin, Usame Bin Ladin"in akıbeti ve AIDS'in çaresi gibi tarihi gerçekleri de açıklayabileceğini söyledi, tek ihtiyacı olan zaman makinesine binmesinin izin verilmesi. Ancak Carlssin, makinenin nerede olduğunu bir türlü söylemediği gibi nasıl çalıştığını açıklamayı da reddediyor. Sebep: "Bu teknoloji, kötü güçlerin eline geçebilir."
Yetkililer, bu adamın iddialarının palavra olduğu konusunda hemfikir; ancak bir SEC yetkilisi şunu itiraf ediyor: "Elimizdeki tüm federal kayıtları taradık, Andrew Carlssin isimli biriyle ilgili olarak, böyle bir adamın yaşadığını, bir şeyler yaptığını gösteren Aralık 2002 tarihinden önce hiçbir kayıt yok."
Öte yandan, bunun bir şehir efsanesi olduğunu söyeleyenler de var... -
62.
0Geçmişe döndüTümünü Göster
Dükkanın ön kısmındaki kaldırım taşlı bölüm ve dükkanın rengarenk boyalı cephesi Squirrel’i etkiledi. Dükkanın iç kısmında da ,onun ilgisini çeken ayrıntılar vardı. Bunlar çiçek motifli resim çerçeveleri, eski tarz kutular, bir sandık ve bastondu. Squirrel çok ilgisini çeken bu dükkanı incelemeyi daha fazla sürdüremedi, çünkü tezgahtar kız gelmişti. Kızın uzun siyah bir etekliği ve eski türden fistolu yakaları bulunan bir bluzu vardı. Kızın saçları da düzgün bir topuz yapılmıştı.
Eski paralar ve garip sessizlik
Bu olay 1973′te geçiyordu. O tarihlerde kadıngiysilerinde büyük bir çeşitlilik göze çarpıyordu. Eskiden moda olan uzun eteklerin ya da fistolubluzların giyilmesi bu yüzden yaşlı koleksiyoncunun hiç garibine gitmemişti. Tezgahtar kızdan paralarını koyacak naylon torba istedi. Kızcağız da bir yığın torbayla dolu kocaman bir kahverengi kutudan adamın istediği torbaları çıkardı. Bay Squirrel, ne kadar çok torba olduğunu hayretle sordu. Kız da, yelkenli gemilerle denize çıkan adamların balık zokalarını koymak için bunlardan bolca aldıklarını söyledi.O, bu tür bir cevaba biraz şaşırdı tabii.
Ama gene de sesini çıkarmadı. Torbaların karşılığında bir miktar bozuk para uzattı. Tezgahtar kız, ücretin 1 şiling olduğunu söyledi. ingiliz para sisteminde şiling çoktan kalkmıştı. Ama yaşlı koleksiyoncu buna da çok şaşırmadı. Çünkü hala eski sistemle düşünmeyi bırakamamıştı. Kıza 5 penilik bir para verince bu kez tezgahtar şaşkın gözlerle baktı. Ama bir şey demeden parayı aldı. Bu alışverişte Bay Squirrel’i şaşırtan çok önemli başka bir şey olmuştu: Dükkanda bulunduğu süre içinde tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Bu sırada sokakta da en ufak bir trafik gürültüsü işitilmiyordu.
Dükkan değişiyor
Bay Squirrel bir hafta sonra, para koyacak torbalardan almak üzere yeniden o dükkana gitti. Ama dükkana yaklaştığı anda hayatının en büyük şokunu geçirdi. Bir hafta önce geldiği dükkanla bunun en ufak bir ilgisi yoktu. Dükkanın önündeki arnavut kaldırımı asfalt olmuştu. Dükkanın içi de dışı da kararmış ve eskimişti. Payandalar hiç de bir hafta önce gördüklerine benzemiyordu.
işin garip yanı da şuydu: Dükkanda çalışan tezgahtar, orta yaşlı bir kadıncağızdı. Üstelik orada genç bir kızın çalıştığından falan haberi yoktu. Daha da kötüsü, yaşlı koleksiyoncunun yeni torba isteğine olumsuz cevap vermesiydi. Öylesi torbalardan zaten hiç satmadıklarını söyledi. Dükkanın sahibi de tezgahtar kadının söylediklerini doğruladı.
Yaşlı adamın o dükkandan alışveriş yapmış olduğunun tek kanıtı, bir hafta önce aldığı torbalardı. Eski görünüşlü sokak da, geçmiş çağlardan kalma tezgahtar da, dükkandaki eşyalarla birlikte sırra kadem basmıştı, Sanki hiçbir zaman olmamış gibiydiler. -
63.
0UZMANLAR GÖZLEMLERiNi BiR RAPOR HALiNDE KAMUOYUNA DUYURDULAR.
Olayların yakından izleyen Gross ve Playfair Aylar sonra yaptıkları açıklamada şunları söylüyorlardı.
Bu evde uzun zamandır yaşadıklarımız, bir kurgu filmi sınırını dahi aşmıştır. Düşünülebilecek her türlü fenomen gerçekleşti.
bunları maddeler halinde şöyle toparlayabildik.
-Eşyaların teleportasyonu
-Kişilerin levitasyonu
insanların bir odadan diğerine ışınlanmaları
-Apor olayları (Birden bire herhangi bir eşyanın birden ortaya çıkışı)
-Patlayan ampuller
-Kapı zillerinin kendiliğinden çalması
-Eşyaların kendi kendilerine hareket etmeleri
-Sebebsiz su birikintilerinin oluşması.
-Sebebsiz bazı eşyaların kendiliğinden yanmaları.
-Kaynağı belirsiz sesler ve ışıklar.
Zamanda Yolculuk
Joan Forman adlı yazar, “Zamanın Maskesi” adlı kitabını yazmak için araştırmalar yaparken çok ilginç bazı zaman kayması olaylarını da açığa çıkardı. Bunlar özellikle geçmişe dönük kaymalardı. Örneğin, Norfolk’ta yaşayan bır adamın başından geçenler çok ilginçtir. Bay Squirrel, madeni para koleksiyoncusuydu. Çoğu koleksiyoncu gibi, para örneklerini küçük plastik torbaların içinde saklıyordu. Bay Squirrel 1973 yılında Norfolk’un Great Yarmouth yöresindeki bir dükkana gitmeye karar verdi. Bu dükkanda uygun torbalar satıldığını duymuştu. Dükkanın yerini aşağı yukarı biliyordu. Fakat daha önce oraya hiç gitmemişti. -
64.
0Cinlerin DüğünüTümünü Göster
Olay 1940lı yılların sonlarına doğru olmuştur. Babası hastalanan Haydar babasını hastaneye zütürmek için köyünden ayrılır babasını hastaneye zütürdükten sonra kardeşini ve annesini babasının yanında refakatçi olarak bırakarak tekrar köyüne dönmek üzere yola çıkar. Köy ana yola 30 kilometre uzaklıktadır. Köye ulaşım için önce şehirden bir taşıta biniliyor köyün patika yoluna gelince taşıttan inilerek bu 30 kilometrelik yol eşekle atla veya yürüyerek gidiliyor. Bu şekilde akşam saatlerinde köyün patika yoluna ulaşan Haydar sabah babasını getirdiği eşeği bağladığı yerde buluyor. Eşeğini alarak köyün yolunu tutuyor. 2-3 saat geçtikten sonra köye giden yoldaki son tepeye varıyor. Tepeyi çıkarken eşek huysuzluk yapıyor. Eşeğinden inip eşeğin ipinden tutarak eşeğiyle beraber tepeyi çıkmaya çalışıyor. Ancak eşek gelmek istemiyor. Zorda olsa eşeği sürükleyerek tepeye çıkmaya devam ediyor. O sırada tepenin arkasından gelen sesleri duyuyor. Sanki bir koyun, keçi sürüsü gidiyormuş gibi ayak sesleri duyuyor. Bu saate kim kalmış diye düşünerek eşeği bırakıp tepeyi hızlıca çıkıyor. Bir sürü keçinin ilerde ki bir tarlanın ortasında yanan ateşe doğru koşarak gittiğini görüyor. Şaşırıyor ancak anlam veremiyor. Daha sonra ateşe yaklaşan keçilerin iki ayakları üzerine kalkıp ateşin etrafında dönmeye başladıklarını görünce korkuyor. Hemen bildiği duaları okumaya başlıyor ve eşeği bıraktığı yöne doğru kaçmaya başlıyor ancak eşeğinin de aşağı doğru kaçtığını fark ediyor. Sonra davul sesleri gelmeye başlıyor. Eşeği patika yolun 200-300metre uzaklığında, küçük bir su kenarının yanında duruyor. Haydar’da eşeğinin olduğu yere varıyor. Ancak davul seslerini bağırmaları, zılgıta benzeyen sesleri buradan bile duyuluyor. Eşeğini alıp daha da uzaklaşmak istese de eşek oradan ayrılmak istemiyor. Aradan biraz daha zaman geçiyor davul sesleri hala devam ediyor. O sırada başka bir sürü şehirden köye giden yönde patika yoldan gelmeye başlıyor. Bu sürü diğer sürü gibi sadece keçilerden oluşmuyor. Bu sürüde kedi, köpek, at, eşek, koyun, keçi her çeşit hayvandan var. Ve birbirleri ile konuşuyorlar ancak Haydar’ın bilmediği bir dilde. Haydar kendisini görmemeleri için saklanıyor ve dua ediyor. 200-300 metre uzaklarına yaklaşınca patika yoldan çıkmadan ona doğru bakıyorlar, onu işaret ediyorlar, o yöne doğru bağırıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. En arkadan gelen siyah renkli bir keçi tam önlerine geldiğinde ayağa kalkıp “gel bugün düğün var sende katıl bize bugün bizden kimseye zarar gelmez” diyor ancak Haydar korkudan hiç bir şey diyemiyor. Ayağa kalkan keçide bunun üzerine yoluna devam ediyor. Haydar eşeğinin oradan ayrılmak istememesini anlıyor. Bir nedenden dolayı oraya gelmiyorlar sadece bakıp geçiyorlar. Haydar da sabaha kadar orada bekliyor. Güneşin doğması ile davul sesleri zılgıtlar vb sesler kesiliyor. Bunun üzerine yoluna devam ediyor, o tarlanın ortasında ki külleri ve her yerde ki dışkıları görüyor. Sonra sağ salim köye ulaşıyor.
Londra'daki Tekinsiz Ev
Yer:Londra
Tarih:Ağustos 1977
Kaynak:Yaşanmış esrarengiz olaylar kitabı.
Kocasından ayrı yalayan bayan H... Margaret (13) Janet (12) John (10) ve Billy (7) isimli dört çocuğuyla birliktei Londra'nın dış mahallelerinden Enfield'de oturuyordu. John pgibolojik sonları yüüzünden olaylar sırasında bir devlet yurdunda tedavi altında bulunuyordu...
ESRARENGiZ OLAYLAR BAŞLIYOR...
Ailenin 13 yıldır oturduğu evde ürkütücü olaylar, 1977 yılının ağustos ayında ortaya çıktı.Bir gece aniden eşyalar kendilğinden hareket etmeye başladı. Ampuller patlıyor mutfaktaki araç gereçler havada uçuyor. tavanlarda kısa süreli tuhaf yabancı sesler duyuluyordu.
aile bu şekilde korku ve dehşet dolu günler geçirdiler.Eve gelen yetkililer ve polisler de sandalyelerin havada uçtuklarına şahit oldular ve bunları raporlarında belirttiler.
SPR 1977 yılı sonbaharında, bu konularda çok tecrübeli olan MAURiCE GROSS ve Guy L. Playfair adlarında iki parapgiboloğu konuyu araştırmaları için görevlendirdi..
Eve geldiklerinin ilk günü 12 yaşındaki janet gözlerinin önünde önünde havalanmış ve merdivenlerden aşağıya doğru hızla süzülerek yere konmuştu. Hemen ardından da sandalyeler görünür hiçbir fiziki etken olmaksızın duvarlara çarparak kırılmaya başlamıştı.
Daha sonraki günler , kaynağı bilinmeyen birtakım garip ışıkları kendi gözleriyle görmüş ve yine kaynağı bilinmeyen sesleri kendi kulaklarıyla duymuşlardıç. Günler geçtikçe olaylarların ilginçliğide artıyordu. Birçok kez BAYAN H... bir odadan bir başka odaya gözleri önünde ışınlanarak gitmişti. -
65.
0Ölü KızlarTümünü Göster
Bi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama istepne de patlakmış maalesef. Adam, "Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. iyisi mi ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız" demiş. Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev, bi apartmanın 7. katında, hoş bi daireymiş. istepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp, aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin, "Kahve hazır" diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş. Kızların sohbeti çok keyifliymiş. Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş, "iyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur" diye düşünmüş. Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer. Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış, "Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim" demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne zütürmüş. Adam çok meraklanmış tabii. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş..
Karanlıkta Gelenler
Babamız evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, abilerimiz yan odada uyuyordu. Ben o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye bir gaz lambası kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan az ışıkta olsa odada herşey seçilebiliyordu. Ben iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. içeri kafasında şapka bir adam girdi. “Bu şapka dediği şey örgü bere” Babamız evde olmadığı için dayım köyümüze gelerk sık sık bizde kalırdı. Yine geç vakitte dayım geldi diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada gaz lambamızın asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantlon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın beyaz bir elbise giymişti, siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikisede bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda her ikisininde yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığımda çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam gaz lambasının ışığını biraz açtı. Herşeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. işte o anda “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü dedi ?” Bu olaya odada bulunan annem, ben ve ablam aynı anda şahit olmuştuk. Annem sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım !!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Herşey daha iyi olacak.” O gece korkuyla biribirimize sarılarak uyuduk. Annem o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihtede bulundu. Sanırım evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık…
Bu olayı olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şuanda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Genelde bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. Yaşandı bitti ! üzerinde durmuyoruz havasındaydılar. -
66.
0panpa bunu okursak kör oluruz zaten
-
67.
0Canlanan Mumya
Mısır'ın başkenti Kahire'de araştırmalarını mumyalar üzerine yapan iki arkeolog Chris Stein ve Her bert Meir, inceledikleri on sekizinci sülaleye mahsus bir mumyanın canlandığını iddia ettiler. iki arkeolog, uzun süredir bu işle uğraşmaktaydılar. Sonraları Stein şöyle bir açıklama yaptı: " Mısır Hükümeti'nin izniyle on sekizinci sülalenin bir üyesi olan Firavun Tute' nin mumyasını inceliyorduk. Sargılarında çok değişik bir reçine kullanılmıştı ve de iç organları çıkartılmadan mumyalanmıştı. Adeta ileride tekrarlanan canlanacakmış hatta bütün bunlara ihtiyacı olacakmış gibiydi. Ben mumyanın tam kafatasını incelerken gözlerinde adeta yaşam pırıltısı gördüm. Bana dikkatlice bakıyordu. Hemen Herbert'i yanıma çağırdım. O da bu parıltıyı gördü. Mumya derinden her ikimizi de süzüyordu adeta.
Çok korkmuştuk! Birdenbire hafifçe kafası oynadı bizde donup kalmıştık. Birden bütün canlılık belirtileri kayboldu. Bize adeta bir şeyler anlatmak istiyordu sanki." Daha sonra mumyalar üzerinde araştırmalar yapan bilim adamları hakikaten de mumyanın gözlerinin tam olarak ilk gündeki gibi olduğunu gördüklerinde oldukça çok şaşırdılar.
Garip Bir Yüz
Yıl 1971. Bir ispanyol kasabasında Belmez isimli bir kadın mutfağının yüzey kısımında bir insan yüzünün belirdiğini gördü. Bu ilginç insan portresi bütün temizleme çalışmalarının neticesine rağmen mutfağın yüzeyinden çıkmamakta direniyordu.
Daha sonraları ise bu zemin kazıldı. Yerin iki metre kadar altında bir insan cesedinin gömülü olduğu görüldü.Ve cesedin yüzü kesilmişti birde cam bir korunak içerisinde iyi durumda görünüyordu.
Hesapta Olmayan Görüntü
Avustralyalı bir fotoğrafçı olan Cames Cainer, ormanların arasında değişik ağaçların ve de yaprakların fotoğraflarını çekiyordu. Çevrede ise hiç kimse görünmüyordu. Fakat film banyo edildiğinde fotoğrafta Viktorya dönemine ait giysiler içinde bir kadın görüntüsünün açık seçik yer aldığının farkına vardı. -
68.
0Uğursuz ElbiseTümünü Göster
New York' ta geçen bu olay üzerinde uzun süre boyunca konuşulan bir olaydır. Rivayete konu olan genç ve de güzel bir kızdır. Oldukça fakir durumda olan bu kız resmi bir baloya davet edilir. Şimdiye dek bu tip yerlere gitmeye alışık olmayan Rose, bu davet karşısında ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini şaşırmıştır. Tabii davete gitmek ister ancak baloda giyebileceği tarzda bir elbisesi de bulunmamaktadır. Bir arkadaşı kendisine tuvalet kiralanan dükkanlardan bir tanesinden kiralık bir elbise almasını tavsiye eder. Aslında böyle bir dükkanda oturduğu evin sokağında vardır. Hemen bu dükkana giden Rose, oldukça ucuz fiyata beyaz bir gece elbisesi kiralar. Vücuduna tıpa tıp uyan bu elbise Rose' u o kadar güzel göstermiştir ki baloya gider gitmez herkes adeta onunla ilgilenmeye başlar. Bir türlü arkası kesilmeden etraftaki erkekler tarafından durmadan dansa kaldırılır. Ancak öyle bir an gelir ki uzun süredir hiç de pozitif olmayan şansının bu gece döndüğüne bile inanır. Fakat çok zaman geçmeden içerisinde hissettiği bulantıyı ve de baygınlığı bastırmak açısından her ne kadar dayanmaya çalıştıysa da en sonunda bir taksiye atlayarak evinin yolunu tutar.
Taksiyle evine gelen Rose, son derece canı sıkılmıştır ve bir de bitap haldedir. Ve kulağına bazı sesler gelmeye başlamıştır. ilginç bir ses kendisine "Ver elbisemi, ver elbisemi" diye seslenmektedir. Rose, bunu komşusu olan Diana'ya anlatır ve de kısa bir süre geçtikten sonra da iyicene kendinden geçip, derin bir uykuya dalar; ertesi sabah Rose, yatağında ölü olarak bulunmuştur. Bu garip ölüm hadisesi karşısında savcı otopsi ister. Otopsiden ise ilginç bir sonuç çıkmıştır. Bu sonuç şöyledir; Rose'un vücudunda derisine işlemiş bir tahnit maddesi bulunmuştur. Böylelikle kızın zehirlenerek öldüğü anlaşılır. Kiralık elbise veren mağazanın sahibi karakola çekilir ve de bu elbiseyi nereden bulduğu konusunda sorgulanır. Dükkan sahibi her ne kadar cevap konusunda direniş gösterse de sonunda ilginç bir gerçek ortaya çıkar, elbise tabutunun çivilenmesinden biraz önce ölü bir kızın takdis edilmiş vücudundan çalınmış ve bu mağazaya satılmıştır.
Son Arzu
Artık doksan yaşına merdiven dayamış olan büyükanne Margaret Worst yatağına uzanmıştı, bembeyaz çarşafın altında adeta kımıldamadan yatıyordu. Dudaklarında zor fark edilecek şekilde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Son saatlerini yaşadığını hissediyor ve de geçmişi düşünüyordu. Yaşadıkları bir film şeridiymiş gibi gözlerinin önünden akıp gidiyordu adeta. Uzun süreli olan bu yaşamında kimseye en küçük bir kötülük yapmamıştı. Üstelik herkesin yardımına koşmuştu. ikisi kız, ikisi erkek olan dört adet çocuğunu mutluluk içerisinde büyütmüştü. Onları bir defa bile olsun kırmamış, çocukları büyüyüp evlendikleri halde bile başka bir ev açmayarak onun yanında kalmışlardı.
Margaret böyle kendi halinde dalmış düşünürken birden kapı açılmış, odasına küçük kızı Sally girmişti. Elinde çorba vardı. Sally gelip yatağın uç kısmına ilişti. "Bugün nasılsın bakalım annecik?" dedi, sonra kadına bir kaç kaşık çorba içirdi. işte o esnada yaşlı kadın elini beyaz çarşafın altından çıkartarak, birden kızının koluna sarıldı ve "Sally" dedi, "Biliyor musun bu dünyadan göçüp gitmeden önce tek bir şey istiyorum. Böyle hepinizi etrafıma toplayarak bahçenin tam ortasında durup sırtımızı evimize vererek bir aile resmi çektirmek. " Yaşlı kadının bu son arzusuydu, aynı anda son sözleri olmuştu. Kızının kolunu kavrayan eli yavaşça aşağıya doğru kaymış ve artık gözleri kapanmıştı. Yaşlı kadının cenazesinin kaldırıldığı haftayı takip eden pazar günü tüm çocukları ve de torunları bahçelerinde toplandılar. Her biri tertemiz, yepyeni giyinmişlerdi. Yaşlı kadın ölürken onun son isteğini öğrenen kızı Sally oradan oraya koşuşturuyordu, "Hadi bakalım çocuklar, artık oyunu bırakın ninenizin son isteğini artık yerine getirip, aile resmi çektireceğiz" diyordu. Bu sırada da resimde annesinin olmayışına oldukça üzülüyordu, gözleri nemleniyordu. Daha sonra hep beraber çağırdıkları fotoğrafçıya poz verdiler. iki kız, iki erkek dört kardeş onların eşleri ve de çocukları. Çocuklarla beraber tam on dört kişi olmuşlardı. Fotoğrafçı resimleri çektikten hemen sonra "Ben haftaya resimleri size getiririm " demişti ve de gitmişti.
Tam bir hafta sonra resimler geldiğinde ilginç bir şey oldu, resimlerin bir tanesinde on beş kişi görünüyordu. Tam Sally nin arkasına denk gelen bir pencerenin perdesi hafifçe aralanmıştı, tam bir hafta önce ölen yaşlı Margaret Worst oradan çocuklarıyla ve de torunları ile beraber fotoğrafçıya poz vermişti. Herkes şaşkınlık içerisinde bu fotoğrafı birbirine gösterirken, Sally bir köşeye çekilmiş, mutlu bir şekilde "Son arzun da oldu. Huzur içinde yat anne" diyordu. -
69.
0okuyun lan güneş batınca
-
70.
0up up up.
-
bu hanfendiyle yarın buluşuyoruz
-
kayra senin o daracık deliğin var ya
-
bu ucan kedi kizmi la
-
ışıklar içinde uyu burom benim
-
baban hic aslan oglum diye sevmedi mi seni
-
ucan kedi gözlerinin önünde anana zorla
-
detonecan allahın aslanı
-
helix yapay zekaya fotonu atip ne yazdin
-
ucan kedi hastaya bakiyor su an
-
helix yeni video ne zaman gelir aga
-
helix ucan kedinin namusunu koruyor
-
şu atarinın ekranı dekormus
-
sleep sesini kes
-
kozdesucugun biraktigi boslugu kim doldurdu
-
amg aptali fotomu atmis
-
gay scat izlemeye başladım la
-
s ktr senin neren tony stark
-
kayra donanımhaberde evıne geldıklerınde
-
adamın birsürü hattı var bak
-
2005 li türbanlı bakire manita
-
axento ucan kedıye sahıp cıkması
-
masallah herkes zengin amg sozlugunde
-
cugu atmak icin surenin bitmesini bekleyen helix
-
islak kopek yavrusu gibi
-
helix vikings yan hesabi mi
-
selülit çatlak ayva göbek
-
dumbki ne bekliyordun hornetçi
-
lavugun rollenmeye bak
-
kafasını yastığa koyunca yarın sözlükte
-
bırbırınıze sovmeye alısıknız ama dıkat eddın
- / 2