1. 1.
    +1
    edit: çok uzun diye mesaj atmayın amk salakları. her biri ayrı hikaye bunların. okuyun, sonra kaldığınız yerden devam edersiniz. ne mal adamlarsınız ya.

    uyarı: hassas ve ufak panpalarım okumasın, liseliler gibtirsin gitsin.

    diğer lanet olası başlıklarım için,

    (bkz: ölen kişinin ruhu ile iletişime geçmek)

    (bkz: büyü çemberi ve malzemeler ve varlıklar)

    (bkz: cin elde etmek hüddam sahibi olmak)

    (bkz: cinler ne yer ne içer)

    (bkz: kasvetli define anımız)

    buyrun beyler gece gece içinizi ısıtacak hikayeler. bu hikayelerin hepsi gerçek, ve yaşanmış olaylardır.
    bölüm bölüm paylaşacağım, çünkü çok uzun.

    GELiN
    Ben Minibüsü ile köyden köye dolaşarak kap-kacak satan bir seyyar satıcıyım.1973 yılında Güney doğudaki illerimizden birinin merkeze uzak olan köylerini dolaşıyorduk. Her zamanki gibi akşam üzeri satışı bitirip yemeğimizi yedik. Karşıdaki kahveye geçip çayımızı içerek yorgunluk attık. Kahveden ayrılırken yanımıza gelen kahveci, Gençler karanlık bastı gece burada kalın biz gece Şehire inmeyiz sabahı bekleriz dedi.Ben gülerek .Amca sen ne diyorsun.Ben her gittiğim köyde bir gece geçirsem aç kalırım derken bir yandanda yolumu kesebilecek eşkiyaya karşı arabada taşıdığım silahın varlığı bana güven veriyordu. Kahveci, Peki o'zaman yolunuz açık olsun. Yalnız yolda mola vermeyin dedi. dağların arasından bir yılan gibi kıvrılarak giden toprak yol gecenin rutubeti ile iyice yumuşamıştı. minibüsün tekerleklerinin çıkarttığı ses duyulmuyordu. Köyden ayrılalı 20 km olmamıştıki gözüm gösterge tablosundaki hararet ibresine takıldı. ibre neredeyse sona dayanmıştı. Lanet olsun bu eski arabaya diye düşünerek önümdeki son rampayı çıktım. Aynı anda Tam tepede yolun sağında Ağaçlar arasında önünde yalak olaneski bir çeşme gördüm. Oğlum ben hakikaten de ballıymışım dedim arkadaşıma. Minibüsü çeşmeye iyice yanaştırıp, koltuğun altından bidonu alırken arkadaşımın uyuyor olduğunu fark ettim. Minibüsten inip çeşmeye doğru giderken ağaçların garip bir rüzgarla sallandığını Hissettim. ister istemez içim ürperdi ve kahvecinin sözlerini hatırladım. Aceleyle bidonu doldurdum arabaya giderek motor kapağını açıp suyu koymaya başladım. Aynı anda arkamda birisinin varlığını hissettim.Ve omuzumda bir elin. O'an gayri ihtiyari ön camdan içeriye baktım. Arkadaşım uyuyordu.Bir anda sırtımdan soğuk bir ter boşandı. Arkama döndüm. Gördüğüm şey karşısında neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Karşımda telli duvaklı ve çok güzel bir GELiN duruyordu. tatlı bir ses tonuyla merhaba Benide gittiğiniz yere zütürürmüsünüz dedi.Ben gecenin 12sinde onun böyle ıssız bir yerde tek başına ne aradığını düşünerek arabaya binebileceğini söyledim.Ben şöför kapısına yönelirken oda aracın sağdaki kapısına yöneldi.Ben koltuğuma henüz oturmuştum ki sağ kapının Arkadaşım tarafından kilitlenmiş olduğunu fark ettim. Uzanıp kapıyı açacagım sırada Gelin ile Gözgöze geldik. Gözleri kıpkırmızıydı öfke ile kapıyı sarsmaya başladı.Ben hemen kendi kapımı kapatıp kilitledim, o'esnada uykusundan uyanmış olan arkadaşımın uyarısı ile açık unuttuğum Camımı kapatmak istedim. Fakat çok geç kalmıştım. Benim olduğum tarafa gelen gelin yarı açık olan camı elleriyle tutarak kapatmamı engelledi. Yüzünü cama yapıştırmıştı. Dişleri simsiyahtı. camı tutan ellerine baktım. Tırnakları çok uzundu, uçları sivri ve aşağı doğru kıvrılmıştı. Ben can havliyle arabayı çalıştırdım. Vitese takmaya çalışırken,sol omzumda keskin bir acı hissettim. Dönüp baktığımda sol omuzuma saplanan tırnakların, etime gömüldüğünü gördüm. Yaratık acaip homurtular çıkartıyorve minibüsü durdurmaya çalışıyordu. Gaza yüklendim ama haraket edemedik tekerlekler olduğu yerde boşa dönüyordu. ikimiz birden yüksek sesle dua okuyorduk. Birden minibüs ileriye doğru fırladı. Yaratığın tırnaklarının kaportaya sürterken çıkarttığı sesi duyduk. Aynadan baktığımda onun ayaklarını açmış , kollarını ileriye uzatmış bir halde durduğunu gördüm. Sanki onuda almamız için bize yalvarıyormuş gibi bir hali vardı. Sabah köye kalkan minibüslerin kahyasını bulup ona olayı anlattık. Sizin yaşıyor olmanız Büyük mucize, çünkü gelini gören ve hayatta kalan kişi sayısı çok azmış.Bu gelini yıllar önce bizim gittiğimiz köyde evlendiği gece kaçırıp tecavüz edip işkence ile öldürmüşler. Cesedini 3 gün sonra bizim durduğumuz yere yakın bir yerlerde yol kenarında bulmuşlar. üzerinde yırtılmış ve kanlı gelinliği ile.Bu olaydan sonra yolculuklarımı hep gündüz yapıyorum.

    ÖLÜM ODASI

    Ontario/Kanada’daki Amhurstberg kasabası; Detroit Nehri kıyısında kurulu sevimli, sakin ve eski bir yerleşimdir. Büyük metropolitan bölgesinden bir saatlik araba yolculuğuyla, sanki bir önceki yüzyıldan izler taşıyan bu kasabaya ulaşılır. En iyi arkadaşlarımdan biri olan Pattı Henson, Windsor Üniversitesinde okuyorken ailesi ile birlikte kalıyordu. Ailesi, ön kısmında babasının mücevher dükkanı için uygun bir kısım da bulunan eski, gecen yüzyıl sonunda yapılmış bir çiftlik evi satın almıştı. Patti’nin iki büyük çoban köpeği vardı ve bu eve taşınılması, en çok onları mutlu etmişti.
    ilk başlarda, olay bir rahatsızlıktan ibaretti. Arka yatak odalarından biri hep soğuktu. Kaloriferlere ne kadar çok dilim eklense de, oda kemikleri donduracak kadar soğuktu. Sonra Patti, çoban kopeklerinin o odaya hiç girmediklerini fark etti. Zorla içeri sokulursalar hırlıyorlar kulaklarını geriye yatırıyor ve izin verilir verilmez odayı terk ediyorlardı.
    Bir keresinde beni yemeğe davet etmişlerdi ve neden olduğunu söylemeksizin o yatak odasına girip neler hissettiğimi söylememi istediler. Detroit’teki Wayne Üniversitesinde bir psişik deneye katılmıştım ve bir bakıma “hassas” olarak kabul ediliyordum. Kabul ettim ve odaya girer girmez, “diken üstünde oturuyor” gibi oldum. içim üşümüştü ve kendimi çok üzgün hissediyordum. Bunu Patti’ye anlattım ve ailedeki herkesin bu odadayken aynı şeyi hissettiğini anlattı bana. Hiç kimse o odada uyumak istemiyordu ve eğer yatmak zorunda kalırlarsa, korkunç bir ölümle ilgili kabuslar görüyorlardı. Dahası yatak odasının kapısı bir türlü kapalı kalmıyordu. Arada bir, etrafta kimseler yokken ve pencereler de kapalıyken yüksek bir sesle birden açılıveriyordu.
    Merakim iyice arttığından, ertesi gün yerel Tarih Derneği ile bağlantıya geçtik ve şunu öğrendik O odada kıskanç bir koca karısını bıçaklayarak vahşice öldürmüş ve daha sonra kendi bileklerini kesip, intihar etmişti. Tabi k köpeklere herkes hak verdi, madem girmek istemiyorlardı, girmeyeceklerdi. O oda artık kiler olarak kullanılıyordu.

    Ruh ve Madde Dergisi
    ···
  1. 2.
    0
    Alkız Alkarası Alkarısı Al ocağı
    Olay isminin verilmesini istemeyen G.’nin büyük dedesinin başından geçmiştir. Hüseyin’in babası köyün zenginlerinden birisi olduğundan Hüseyin’i Osmanlı zamanında istanbul’a eğitim görmesi için yollamıştır. Hüseyin medrese tarzı bir kurumda Arap dilini öğrenmiştir. Arapçaya oldukça hakim olan Hüseyin’in eğitim hayatı devam ederken savaş çıkmış önce birinci dünya savaşında daha sonra kurtuluş savaşında görev almıştır. Kurtuluş savaşı bittikten sonra köyüne dönen Hüseyin köyde Arapça bilen, arap harfleri ile okuyup yazabilen ve sesi gür olan biri olmasından dolayı köylü tarafından köyün imamı olarak seçilmiştir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra sabah ezanını okumak ve namazı kıldırmak için uyanan Hüseyin abdest almak için evinin yakınında bulunan çeşmeye doğru yönelmiştir. Hava hafif ağarmakta ancak etraf oldukça karanlık olduğundan çeşmede görünen iki kişiyi tanıyamamış herhalde abdest almaya gelmiş birileridir diye düşünerek çeşmeye doğru yürümeye devam etmiştir. O iki kişi de Hüseyin’in geldiğinden habersiz aceleyle bir şeyler yapıyorlar ve birbirleri ile konuşuyorlarmış. O kadar işlerine dalmışlar ki Hüseyin’in geldiğini fark edememişler. Hüseyin biraz daha yaklaşınca bu iki kişinin kadın olduğunu ancak köyde yaşayan kadınlardan olmadığını fark etmiş. Kadınların saçları ayaklarına kadar uzanıyor tenleri beyaz ve parlıyormuş. Sessizce yaklaşıp kadının birinin kolundan yakalamış diğerini de yakalamak için hareket ettiği anda diğeri aniden gözden kaybolmuş. Yakaladığı kadın kendisini bırakması için yalvarmaya başlamış. Kadına siz kimsiniz diye sorduğunda kadın kendisinin alkız olduğunu söylemiş ve çeşmede yıkamakta oldukları ciğeri göstererek biz lohusa kadınların ciğerlerini alırız diyerek hikayesini anlatmaya başlamış. Bu ciğer kimin diye sorduğunda alkız köyde yeni doğum yapmış bir kadının ismini söylemiş ve güneş doğmadan gitmesi gerektiğini, eğer onu serbest bırakırsa ondan gelecek yedi göbek sülalesine ve sülalesinin el verdiği kimseye dokunmayacakları üzerine yemin etmiş. Hüseyin ciğeri sahibine zütürüp takması için ısrar etmiş ancak alkız bunun mümkün olmadığını o kadının çoktan öldüğünü ciğeri yerine koysa bile yaşamayacağını söylemiş. Hüseyin alkızı yeminini tutması karşılığında bırakmış. Sonra gördüklerine şaşıran Hüseyin camiye gitmiş ve olayı camiye gelenlere anlatmış. Daha sonra evine dönüp olayı karısına ve çocuklarına da ayrıntıları ile anlatmış. Ne olduğuna bir türlü anlam verememiş ancak bu olayı karısına ve çocuklarına anlattığı sırada (güneş doğduktan sonra sabah 7-8 gibi) evlerine köyde yaşayan bir adam gelmiş. Sabah namazına gelmemiş olan bu adam ağlayarak karısının öldüğünü söylemiş.

    Benzer bir hikaye;
    Bir gün bu ailenin büyüklerinden bir kişi, köyün dışında bulunan tarlasına öküzleri ile çift sürmek için gider. Bir kaç dönün yer sürdükten sonra, dinlenmek için oturur ve sonra yan üstü uzanır. Aradan fazla geçmeden bu adamın kulağına tarlanın yakınında bulunan in (küçük mağara) tarafından, (inin içinden) ağlayan çocuk sesleri gelmeye başlar. Adam hayretler içinde kalır. Kendi oradayken o ine kimsenin girmediğini çok iyi bilmektedir ve çocuklu bir kadını da o ine girerken de görmemiştir. Acaba daha önceden başka köye giderken orada yatıp kalan çocuklu bir kadın benden daha önce gelip buraya girmiş olabilir. Bunun kim olduğuna bir bakayım deyip ine doğru gider. Yaklaştıkça çocuklar ile annesinin arasında bazı konuşmalara şahit olur . Fakat orada kimseyi göremez. Konuşma şöyle cereyan eder.

    Anne biz çok acıktık ne yiyeceğiz?

    diye sormalarının üzerine anneleri yavrularım biraz sabredin der. Çocuklar sorar;

    ana daha ne kadar?

    Anneleri bu geceye kadar der. Ondan sonra çocuğun bir tanesi annesine karnımız doyacak mı diye sorar. Annesi evet der. Yine çocuğun biri sorar anne ne ile karnımızı doyuracaksın hani bir şey yok ki demesi üzerine annesi;

    Bak çocuklar köyün ismi ile hitap ederek orada “?” adında bir kadın bugün gece doğum yapacak. Ciğerini getireceğim yiyeceksiniz demesi üzerine, çocuk tekrar sorar. Nasıl çıkartacaksın anne? Bak çocuklar der; bu köylüler doğumdan sonra lohusa yemeği yaparlar ve doğum yapan kadına yedirirler. işte tam o zaman ince bir kıl şeklinde yukarıdan aşağı yemeğinin üzerine konarım. Beni fark etmeyen lohusa kadın, beni yuttuktan sonra çiğerini çıkartıp size getiririm, yersiniz der. Bunları duyan adam hayretler içinde kalır. Hemen öküzlerini alıp tarlada çift sürmeyide bırakarak köye geri döner. Karısına köyde kimin doğum yapacak olduğunu sorar. Karısı adı geçen o kadınında çok yakında doğum yapacağını söyler. Bunun üzerine adam karısınıda alıp doğum yapacak kadının evine gider. Bir kaç saat oturan karı - koca bir türlü kalkıp evine gitmemesi üzerine ev sahibi tarafında evde fazla oturulması pek istenmesede adam inat edip kimseye bir şey söylemeden oturmaya devam eder.

    Duydukları doğru çıkar. O evin kadını gece yarısı doğum yapar. Adam odada bulunan ocağın yakılmasını israrla ister. Lohusanın bulunduğu yerde erkeğin bulunmasının günah ve ayıp olmasını bilen, ev sahibi ve doğum yaptıran kadınlar adamı kovmak isterlerse de, adam yine hiç bir şey söylemeden ateşi yaktırıp, lohusa kadına bir tabak içinde undan yapılan bulamaç yapılıp getirilmesini söyler. Lohusa yemeği olan bulamaç kadının yemesi için önüne konduğunda adam tavana doğru bakmaya başlar. Bu durumdan herkes şüphelenir. Nihayet beklediği an gelir. Yukarıdan ince bir kıl süzülerek gelip yemeğin üzerine konar. Yerinden kalkan adam kılı yavaşca tutup yanan ateşe atmak üzereyken aniden orada bir kadın peydah olur ve adamın bileğinden tutup yalvarmaya başlar.

    Orada bulunanların gözleri önünde gelişen bu olaydan sonra, adam oradaki bir kadından aldığı iğneyi o anda kadın süretine dönüşen alkarısının sırtına batırarak tekrar eski haline geçmemesini sağlandıktan sonra kadını orada serbest bırakır. insan şeklinde uzun zaman adamın evinde yaşadıktan sonra, birgün yine o adam kadını yanına çağırıp ; bundan sonra bütün al'ların, kendisine veya yedi sülalesine bir daha gelip, musallat olmaması için yemin ettirdikten sonra kadının üzerine sapladığı iğneyi çıkartır ve ciğer çıkartıp çocuklarını doyurmak için gelen o alkadını gözden kayıp olup gider. işte o günden sonra köyde bu aile " al ocağı " olarak bilinir.

    Newfoundland' da yaşayan Kaptan John Dower 'ın mutlu bir yuvası vardı. Kaptan hava koşullarının son derece kötü olduğu bir günde, karısının tüm yalvarmalarına aldırmadan, iki gemiyi de yanına alarak denize açıldı. Karısı üzgün bir şekilde eve döndüğünde, durumu hiç iyi değildi. Daha içeri girer girmez düşüp bayıldı. Komşuları ve akrabaları hemen yardıma koştular. Tüm çabalarına rağmen ne yazık ki yaşlı kadını kurtaramadılar. Aynı anda Kaptan Dower, gemisi Eleanor 'u buz dağlarının arasına demirlemiş, ev öncesi son hazırlıklarını yapıyordu. Nöbetçilerden biri, buzların arasından gelen garip bir sesle birden dehşete düştü. Kadın hayaleti buzların arasından onlara yaklaşıyor, geri dönmelerini söylüyordu. Kaptan karısının öldüğünü hissetmişti. Hemen geri dönme emrini verdi. Sahile döndüklerinde, kasaba halkı iskeleye toplanmış, onları bekliyordu. Koşa koşa evine giden kaptan, ölünün başında bekleyen bir kadın çığlığıyla donakaldı. Kadın ölünün dirildiğini söylüyordu. iki saat içinde kadın kendine gelmişti.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 3.
    0
    Ölü Kızlar

    Bi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama istepne de patlakmış maalesef. Adam, "Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. iyisi mi ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız" demiş. Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev, bi apartmanın 7. katında, hoş bi daireymiş. istepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp, aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin, "Kahve hazır" diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş. Kızların sohbeti çok keyifliymiş. Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş, "iyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur" diye düşünmüş. Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer. Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış, "Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim" demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne zütürmüş. Adam çok meraklanmış tabii. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş..

    Karanlıkta Gelenler

    Babamız evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, abilerimiz yan odada uyuyordu. Ben o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye bir gaz lambası kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan az ışıkta olsa odada herşey seçilebiliyordu. Ben iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. içeri kafasında şapka bir adam girdi. “Bu şapka dediği şey örgü bere” Babamız evde olmadığı için dayım köyümüze gelerk sık sık bizde kalırdı. Yine geç vakitte dayım geldi diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada gaz lambamızın asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantlon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın beyaz bir elbise giymişti, siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikisede bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda her ikisininde yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığımda çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam gaz lambasının ışığını biraz açtı. Herşeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. işte o anda “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü dedi ?” Bu olaya odada bulunan annem, ben ve ablam aynı anda şahit olmuştuk. Annem sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım !!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Herşey daha iyi olacak.” O gece korkuyla biribirimize sarılarak uyuduk. Annem o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihtede bulundu. Sanırım evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık…
    Bu olayı olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şuanda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Genelde bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. Yaşandı bitti ! üzerinde durmuyoruz havasındaydılar.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 4.
    0
    Cinlerin Düğünü

    Olay 1940lı yılların sonlarına doğru olmuştur. Babası hastalanan Haydar babasını hastaneye zütürmek için köyünden ayrılır babasını hastaneye zütürdükten sonra kardeşini ve annesini babasının yanında refakatçi olarak bırakarak tekrar köyüne dönmek üzere yola çıkar. Köy ana yola 30 kilometre uzaklıktadır. Köye ulaşım için önce şehirden bir taşıta biniliyor köyün patika yoluna gelince taşıttan inilerek bu 30 kilometrelik yol eşekle atla veya yürüyerek gidiliyor. Bu şekilde akşam saatlerinde köyün patika yoluna ulaşan Haydar sabah babasını getirdiği eşeği bağladığı yerde buluyor. Eşeğini alarak köyün yolunu tutuyor. 2-3 saat geçtikten sonra köye giden yoldaki son tepeye varıyor. Tepeyi çıkarken eşek huysuzluk yapıyor. Eşeğinden inip eşeğin ipinden tutarak eşeğiyle beraber tepeyi çıkmaya çalışıyor. Ancak eşek gelmek istemiyor. Zorda olsa eşeği sürükleyerek tepeye çıkmaya devam ediyor. O sırada tepenin arkasından gelen sesleri duyuyor. Sanki bir koyun, keçi sürüsü gidiyormuş gibi ayak sesleri duyuyor. Bu saate kim kalmış diye düşünerek eşeği bırakıp tepeyi hızlıca çıkıyor. Bir sürü keçinin ilerde ki bir tarlanın ortasında yanan ateşe doğru koşarak gittiğini görüyor. Şaşırıyor ancak anlam veremiyor. Daha sonra ateşe yaklaşan keçilerin iki ayakları üzerine kalkıp ateşin etrafında dönmeye başladıklarını görünce korkuyor. Hemen bildiği duaları okumaya başlıyor ve eşeği bıraktığı yöne doğru kaçmaya başlıyor ancak eşeğinin de aşağı doğru kaçtığını fark ediyor. Sonra davul sesleri gelmeye başlıyor. Eşeği patika yolun 200-300metre uzaklığında, küçük bir su kenarının yanında duruyor. Haydar’da eşeğinin olduğu yere varıyor. Ancak davul seslerini bağırmaları, zılgıta benzeyen sesleri buradan bile duyuluyor. Eşeğini alıp daha da uzaklaşmak istese de eşek oradan ayrılmak istemiyor. Aradan biraz daha zaman geçiyor davul sesleri hala devam ediyor. O sırada başka bir sürü şehirden köye giden yönde patika yoldan gelmeye başlıyor. Bu sürü diğer sürü gibi sadece keçilerden oluşmuyor. Bu sürüde kedi, köpek, at, eşek, koyun, keçi her çeşit hayvandan var. Ve birbirleri ile konuşuyorlar ancak Haydar’ın bilmediği bir dilde. Haydar kendisini görmemeleri için saklanıyor ve dua ediyor. 200-300 metre uzaklarına yaklaşınca patika yoldan çıkmadan ona doğru bakıyorlar, onu işaret ediyorlar, o yöne doğru bağırıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. En arkadan gelen siyah renkli bir keçi tam önlerine geldiğinde ayağa kalkıp “gel bugün düğün var sende katıl bize bugün bizden kimseye zarar gelmez” diyor ancak Haydar korkudan hiç bir şey diyemiyor. Ayağa kalkan keçide bunun üzerine yoluna devam ediyor. Haydar eşeğinin oradan ayrılmak istememesini anlıyor. Bir nedenden dolayı oraya gelmiyorlar sadece bakıp geçiyorlar. Haydar da sabaha kadar orada bekliyor. Güneşin doğması ile davul sesleri zılgıtlar vb sesler kesiliyor. Bunun üzerine yoluna devam ediyor, o tarlanın ortasında ki külleri ve her yerde ki dışkıları görüyor. Sonra sağ salim köye ulaşıyor.

    Londra'daki Tekinsiz Ev
    Yer:Londra
    Tarih:Ağustos 1977
    Kaynak:Yaşanmış esrarengiz olaylar kitabı.
    Kocasından ayrı yalayan bayan H... Margaret (13) Janet (12) John (10) ve Billy (7) isimli dört çocuğuyla birliktei Londra'nın dış mahallelerinden Enfield'de oturuyordu. John pgibolojik sonları yüüzünden olaylar sırasında bir devlet yurdunda tedavi altında bulunuyordu...

    ESRARENGiZ OLAYLAR BAŞLIYOR...

    Ailenin 13 yıldır oturduğu evde ürkütücü olaylar, 1977 yılının ağustos ayında ortaya çıktı.Bir gece aniden eşyalar kendilğinden hareket etmeye başladı. Ampuller patlıyor mutfaktaki araç gereçler havada uçuyor. tavanlarda kısa süreli tuhaf yabancı sesler duyuluyordu.
    aile bu şekilde korku ve dehşet dolu günler geçirdiler.Eve gelen yetkililer ve polisler de sandalyelerin havada uçtuklarına şahit oldular ve bunları raporlarında belirttiler.
    SPR 1977 yılı sonbaharında, bu konularda çok tecrübeli olan MAURiCE GROSS ve Guy L. Playfair adlarında iki parapgiboloğu konuyu araştırmaları için görevlendirdi..

    Eve geldiklerinin ilk günü 12 yaşındaki janet gözlerinin önünde önünde havalanmış ve merdivenlerden aşağıya doğru hızla süzülerek yere konmuştu. Hemen ardından da sandalyeler görünür hiçbir fiziki etken olmaksızın duvarlara çarparak kırılmaya başlamıştı.

    Daha sonraki günler , kaynağı bilinmeyen birtakım garip ışıkları kendi gözleriyle görmüş ve yine kaynağı bilinmeyen sesleri kendi kulaklarıyla duymuşlardıç. Günler geçtikçe olaylarların ilginçliğide artıyordu. Birçok kez BAYAN H... bir odadan bir başka odaya gözleri önünde ışınlanarak gitmişti.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    0
    UZMANLAR GÖZLEMLERiNi BiR RAPOR HALiNDE KAMUOYUNA DUYURDULAR.

    Olayların yakından izleyen Gross ve Playfair Aylar sonra yaptıkları açıklamada şunları söylüyorlardı.
    Bu evde uzun zamandır yaşadıklarımız, bir kurgu filmi sınırını dahi aşmıştır. Düşünülebilecek her türlü fenomen gerçekleşti.
    bunları maddeler halinde şöyle toparlayabildik.

    -Eşyaların teleportasyonu
    -Kişilerin levitasyonu
    insanların bir odadan diğerine ışınlanmaları
    -Apor olayları (Birden bire herhangi bir eşyanın birden ortaya çıkışı)
    -Patlayan ampuller
    -Kapı zillerinin kendiliğinden çalması
    -Eşyaların kendi kendilerine hareket etmeleri
    -Sebebsiz su birikintilerinin oluşması.
    -Sebebsiz bazı eşyaların kendiliğinden yanmaları.
    -Kaynağı belirsiz sesler ve ışıklar.

    Zamanda Yolculuk
    Joan Forman adlı yazar, “Zamanın Maskesi” adlı kitabını yazmak için araştırmalar yaparken çok ilginç bazı zaman kayması olaylarını da açığa çıkardı. Bunlar özellikle geçmişe dönük kaymalardı. Örneğin, Norfolk’ta yaşayan bır adamın başından geçenler çok ilginçtir. Bay Squirrel, madeni para koleksiyoncusuydu. Çoğu koleksiyoncu gibi, para örneklerini küçük plastik torbaların içinde saklıyordu. Bay Squirrel 1973 yılında Norfolk’un Great Yarmouth yöresindeki bir dükkana gitmeye karar verdi. Bu dükkanda uygun torbalar satıldığını duymuştu. Dükkanın yerini aşağı yukarı biliyordu. Fakat daha önce oraya hiç gitmemişti.
    ···
  5. 6.
    0
    Geçmişe döndü
    Dükkanın ön kısmındaki kaldırım taşlı bölüm ve dükkanın rengarenk boyalı cephesi Squirrel’i etkiledi. Dükkanın iç kısmında da ,onun ilgisini çeken ayrıntılar vardı. Bunlar çiçek motifli resim çerçeveleri, eski tarz kutular, bir sandık ve bastondu. Squirrel çok ilgisini çeken bu dükkanı incelemeyi daha fazla sürdüremedi, çünkü tezgahtar kız gelmişti. Kızın uzun siyah bir etekliği ve eski türden fistolu yakaları bulunan bir bluzu vardı. Kızın saçları da düzgün bir topuz yapılmıştı.
    Eski paralar ve garip sessizlik
    Bu olay 1973′te geçiyordu. O tarihlerde kadıngiysilerinde büyük bir çeşitlilik göze çarpıyordu. Eskiden moda olan uzun eteklerin ya da fistolubluzların giyilmesi bu yüzden yaşlı koleksiyoncunun hiç garibine gitmemişti. Tezgahtar kızdan paralarını koyacak naylon torba istedi. Kızcağız da bir yığın torbayla dolu kocaman bir kahverengi kutudan adamın istediği torbaları çıkardı. Bay Squirrel, ne kadar çok torba olduğunu hayretle sordu. Kız da, yelkenli gemilerle denize çıkan adamların balık zokalarını koymak için bunlardan bolca aldıklarını söyledi.O, bu tür bir cevaba biraz şaşırdı tabii.

    Ama gene de sesini çıkarmadı. Torbaların karşılığında bir miktar bozuk para uzattı. Tezgahtar kız, ücretin 1 şiling olduğunu söyledi. ingiliz para sisteminde şiling çoktan kalkmıştı. Ama yaşlı koleksiyoncu buna da çok şaşırmadı. Çünkü hala eski sistemle düşünmeyi bırakamamıştı. Kıza 5 penilik bir para verince bu kez tezgahtar şaşkın gözlerle baktı. Ama bir şey demeden parayı aldı. Bu alışverişte Bay Squirrel’i şaşırtan çok önemli başka bir şey olmuştu: Dükkanda bulunduğu süre içinde tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Bu sırada sokakta da en ufak bir trafik gürültüsü işitilmiyordu.

    Dükkan değişiyor
    Bay Squirrel bir hafta sonra, para koyacak torbalardan almak üzere yeniden o dükkana gitti. Ama dükkana yaklaştığı anda hayatının en büyük şokunu geçirdi. Bir hafta önce geldiği dükkanla bunun en ufak bir ilgisi yoktu. Dükkanın önündeki arnavut kaldırımı asfalt olmuştu. Dükkanın içi de dışı da kararmış ve eskimişti. Payandalar hiç de bir hafta önce gördüklerine benzemiyordu.

    işin garip yanı da şuydu: Dükkanda çalışan tezgahtar, orta yaşlı bir kadıncağızdı. Üstelik orada genç bir kızın çalıştığından falan haberi yoktu. Daha da kötüsü, yaşlı koleksiyoncunun yeni torba isteğine olumsuz cevap vermesiydi. Öylesi torbalardan zaten hiç satmadıklarını söyledi. Dükkanın sahibi de tezgahtar kadının söylediklerini doğruladı.

    Yaşlı adamın o dükkandan alışveriş yapmış olduğunun tek kanıtı, bir hafta önce aldığı torbalardı. Eski görünüşlü sokak da, geçmiş çağlardan kalma tezgahtar da, dükkandaki eşyalarla birlikte sırra kadem basmıştı, Sanki hiçbir zaman olmamış gibiydiler.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 7.
    0
    Zamanda yolculuk yaptığını iddia eden adam borsayı karıştırdı...
    Haftada 800 dolarını 350 MiLYON DOLAR'a çıkaran yatırımcı, "insider trading" (içerden bilgilendirme) suçlamasıyla karşılaşınca "BEN ASLINDA 2256'DAN GELEN ZAMAN YOLCUSUYUM" dedi. Amerikan Sermaye Piyasası otoritesi "SEC", işin içinden çıkamadı.

    Federal güvenlik görevlileri, içeriden bilgi sızdırma suçlaması yüzünden bir Wall Street borsacısını tutuklayıp sorgulamaya başladılar. Tutuklanan borsa dahisi, 2256 yılından günümüze zaman yolculuğu yaptığını iddia ediyor!

    "Security and Exchange Commission" kaynaklarına göre 44 yaşındaki Andrew Carlssin, 28 Ocak tarihindeki tutuklanmasına yol açan şüphe uyandırıcı olağanüstü borsa başarısını yukarıdaki gibi garip bir şekilde açıklamakla yetiniyor.

    Bir SEC görevlisi şöyle diyor: "Bu adamın palavralarına inanmıyoruz, ya delinin teki ya da patolojik bir yalan söyleme vakası. Ancak bir de şöyle bir gerçek var elimizde: Adam 800$'lık bir yatırım ile başlamış ve 2 hafta içinde sahip olduğu portföy 350 milyon doların üzerinde! Borsa üzerinden gerçekleştirdiği tüm alışlar ve satışlar beklenmedik gelişmelerin bilgisine dayanıyor, bunu şans faktörü ile açıklamak mümkün değil. Bu bilgilere sahip olmasının tek bir yolu ver, işlem yaptığı şirketlerle ilgili içeriden bilgi sızdırmış olması ki bu da yasadışı... Bize bilgi kaynaklarını söyleyene kadar onu Rikers Adası'ndaki bir hücrede tutmayı düşünüyoruz."

    Geçen yılki borsa dalgalanmaları pek çok yatırımcıyı beş parasız bırakmıştı. Aynı esnada Carlssin 126 çok riskli işlem gerçekleştirip hepsinden de yüksek kazançlar elde edince gözler bir anda bu borsacıya dönmüştü. Carlssin, 200 yıl ileriki bir tarihten, yani gelecekten günümüze geldiğini iddia ediyor ve tabii o zamanki tarih ve istatistik kayıtlarında da günümüzdeki borsa dalgalanmaları detaylı olarak yazıyormuş.

    Carlssin'e göre: "Bu fırsata karşı koymak çok zordu. Aslında her şeyin sıradan ve doğal görünmesini planlamıştım. Bilirsiniz işte, sağda solda birkaç doları bile bile kaybedecek ve böylece normal bir borsacı görüntüsü çizecektim ancak son anda yakalandım."

    Üzerine gidilen Carlssin, Usame Bin Ladin"in akıbeti ve AIDS'in çaresi gibi tarihi gerçekleri de açıklayabileceğini söyledi, tek ihtiyacı olan zaman makinesine binmesinin izin verilmesi. Ancak Carlssin, makinenin nerede olduğunu bir türlü söylemediği gibi nasıl çalıştığını açıklamayı da reddediyor. Sebep: "Bu teknoloji, kötü güçlerin eline geçebilir."

    Yetkililer, bu adamın iddialarının palavra olduğu konusunda hemfikir; ancak bir SEC yetkilisi şunu itiraf ediyor: "Elimizdeki tüm federal kayıtları taradık, Andrew Carlssin isimli biriyle ilgili olarak, böyle bir adamın yaşadığını, bir şeyler yaptığını gösteren Aralık 2002 tarihinden önce hiçbir kayıt yok."

    Öte yandan, bunun bir şehir efsanesi olduğunu söyeleyenler de var...
    Tümünü Göster
    ···
  7. 8.
    0
    Gelecekten gelen adam: jhon titor

    John Titor, zaman yolculuğu yapıp 2037 yılından geldiğini öne süren bir kişidir. yakın gelecek hakkında öngörüler ve yaşadığı zaman hakkında bilgiler vermiştir. John Titor'un söyledikleri birçok tartışmaya konu olmuştur.
    IBM 5100 markalı(ilk kişisel bilgisayar)bilgisayarın cok eski programları calıştırabildigini, zaten sadece o üretilen modelde yazılmış bilgisayar dilinin calıştıgını iddia etmiştir.

    Yazılanlara göre John Titor, devlet için çalışan ve zaman yolculuğu projesi için seçilen bir askerdir. 2036 yılından 1975 yılına IBM 5100 almak için döndüğünü söylemiştir. Bu bilgisayar ile 2036 yılında eski programların "ayıklama (debug)" işini yapacağını iddia etmiştir. Gönderdiği yazılar, 2000-2037 yılları arasında birçok olaydan bahsetmiştir, 3. Dünya Savaşı dahil (2015 yılında olacağını ve toparlanmanın 20 sene süreceğinini iddia etmiştir)

    3. dunya savasının cok büyük bir yıkıma neden olacagını, tüm dünyanın kaosa sürüklenecegini, aclık ve sefaletin diz boyu olacagını bunun tam 20 yıl boyunca sürecegini söylemiştir.

    bu 20 yıllık savaş boyunca tüm dünya devletleri üretimini sadece silah ve askere endeksleyecegini, silah ve asker gücü olmayan devletlerin cok hazin bir son yaşayacagını anlatmıştır.

    3. dunya savasından sonra artık insanoglunun savasları bir kenara bırakıp teknoloji ve bilime agırlık verecegını ve bizim tabirimizle altın cagı yakalayacagımızdan bahsetmıştir. ancak 2037 de tüm bilgisayar programları yazılımsal hatalar vermektedir.2037 de ıbm in hükümete sundugu bir raporda daha önce hic kullanılmayan bir bilgisayar dili üzerinde calıstıkları daha sonra projeyi iptal ettikleri,bu dilide sadece ıbm 5100 de kullandıklarını bildirmişler. fakat savas yıllarında ellerindeki tüm dokumanları kaybettıklerını acıklamıslardır. bunun uzerıne jhon titor(asker)secilmiş ve gecmişe bu bilgisayarı ve bir kac dokumanı daha alması için gonderılmış.

    ama jhon titor yanlış bir hesaplamadan dolayı geri donememiştir.

    jhon titor bu acıklamaları yaptıktan sonra bir daha gorulmemiştir.
    kimilerine gore öldürüldü, kimilerine gore tekrar zamanına dondu, kimilerine gorede daha fazla sır acıklamaması icin devlet kendı hımayesıne aldı.

    daha sonra ıbm e bu ıddalar sunulmustur.
    ıbm muhendislerinin uzun arastırmalarından sonra gariptir su acıklamayı yapmıslardır.

    ıbm muhendisleri:

    iddaa edilen bilgisyaarı ve yazılımını inceledik,2037 ye uyarlı sanal bir yazılım yazdık ve işe yaradı.5100 markalı pc nın ayıklama yazılımının gunumuz teknolojisinden geride olmakla beraber, gunumuz teknolojisinden üstün yanları vardır. bizzat kendi muhendislerimizin, kendi uretimimiz olan bir yazılımı ve özelliklerini baskaları tarafından ögrenmiş bulunuyoruz.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    0
    PENCEREYE YANSIYAN GELECEK HELEN C. YORK
    Kocam Earl ve yerel radyo istasyonundan arkadaşımız Smitty, evimizin ön tarafındaki odada, politik konularda tartışıyorlardı. Ben, evin arka tarafındaki mutfakta, akşam yemeğinden kalan bulaşıkları yıkıyordum. O akşam bir randevumuz vardı. Bu olayın tümü, 1946 başlarında oldu.
    Lavabonun üzerindeki pencereden dışarıya baktım ve yaşlı komşularımızın nereye gittiğini merak ettim. Wileoxlar’da hiç ışık yoktu ve hava kararıyordu.
    Son tavayı bitirirken pencereye göz attığımda, titremekte olan camın üzerinde, tıpkı bir film seyreder gibi, evin ön tarafında dışarı park edilen Buick marka arabamızın görüntüsünü gördüm. Sonra görüntüde, kuzeyden hızla gelen bir arabanın, arabamıza yandan çarptığını fark ettim. Sürücü arabayı kenara çekti. Arabasından bir adam sendeleyerek çıktı, ezilen arabamıza baktı ve caddenin aşağısına doğru zigzag çizerek kaçmaya başladı.
    Bu “sinema”, evinin bodrum katındaki, ağaçtan ve kartondan yapılmış kutuların arkasına saklanana kadar devam etti. Sonra görüntü değişti ve polisin geldiğini, arabamızı incelediğini, öteki arabanın ruhsatını kontrol ettiğini, daha sonra telsizle ana polis istasyonuna haber verdiğini gördüm.
    Bu “filin’, öyle sanıyorum ki, sadece birkaç saniye sürdü. Cam birkaç kez titredi, sonra tekrar normale döndü. Artık evi eski haliyle görebiliyordum.
    “Acaba, hangi gelecek zaman kesitine atladım?” diye düşündüm.
    O sırada kocam, “Orada ne yapıyorsun? Çabuk ol, yoksa geç kalacağız.” diye seslendi.
    “Her şey tamam, ellerimi kuruluyorum.” dedim.
    Oturma odasına yürüdüm ve paltolarımızı giydik. Mutfakta lavabo penceresinde gördüğüm şeyden kocama bahsetmedim.
    Araba kullanma sırası bizdeydi, ama Smitty kendi arabasını almakta ısrar etti, bende bizimkini garajda tutmayı önerdim. Sonra başımı eğdim ve sustum.
    Randevuya Smitty’nin arabasıyla gittik. Bizimkini evimizin ön tarafında caddede bıraktık. Eve oldukça geç geldik. Yorgun ve uykulu olarak, onlar arabamızı garaja koyarken, eve yalnız girdim. Tam mantomu çıkartmak üzereydim ki, ikisi de heyecanla içeriye koşarak, arabamıza yandan birinin çarptığını ve hemen polise telefon etmemi söylediler. Gelecekle ilgili gördüğüm vizyonların çok yakın bir zamana ait olduğunu anladım. “Aman sende!” diye bağırdım. Sonra: “Niçin polise telefon edeyim? Yorgunum ve yatmak istiyorum. Kendin telefon et. Hem sana bir şey söyleyeyim mi; polis her şeyi biliyor. Bu işi yapan adamı yakaladılar bile.” dedim.
    “Nereden biliyorsun?” diye sordu, Smitty. “Hoca tahtasıyla ruhlara mı sordun?” diye ekledi alaylı bir şekilde. ‘Yoksa kristal küre mi kullanıyorsun?” deyip güldü.
    Hayır.” diyerek sertçe karşılık verdim. ‘Tabakları yıkarken... ” derken kestim, çünkü Earl ve Smitty anlattığım şeylerle dalga geçmekten hoşlanırlardı. Ve ben bunu istemiyordum. “Earl, onlara sen telefon et, yorgunum ve yatmak istiyorum.” dedim.
    “Aramayacağım.” dedi Earl. “Madem adamın polisin elinde olduğunu söylüyorsun, sana inanıyorum.”
    “Peki, o halde polise ben telefon edeceğim.’ diyerek hemen telefona sarıldım. “Olay açıklığa kavuştuktan sonra Smitty eve gidebilir ve ben yatabilirim.” dedim.
    Polise telefon açtım. Komiserle görüştüm ve ona kim olduğumu söyledim, adresimi verdim. Devam etmeden önce, araya girdi:
    “Evet, Bayan York, komşunuz olayı bize bildirdi. Arabanıza çarptıktan sonra bu adam eve koşmuş, bodrumda deste deste yığılmış ağaçtan ve kartondan yapılmış kutuların arkasına saklanmış. Şimdi, içkili araba kullanmaktan ve bir kazaya neden olmaktan dolayı gözaltında tutuluyor.”
    Olay, mutfak lavabosunun üzerindeki pencerede gördüğüm vizyonun aynısıydı. Geleceği önceden görmüştüm.
    (Ocak 1988 FATE’den Çeviren: Rıfat KARSLI)
    Tümünü Göster
    ···
  9. 10.
    +1
    mondros ateş kes antlaşmasımı yazdın amk
    ···
  10. 11.
    -1
    Tılsımlı Tavşan Ayağı ve Maymun Eli

    Belki duymuşsunuzdur Tavşan ayağı veya maymun eli uğurlu sayılan bir tılsımdır. Tılsım şu şekilde işlemektedir bu tılsımı üzerinde taşıyan çok şanslı oluyor ancak kaybederse tamamen şansını kaybediyor ve felaketler hiç ekgib olmuyor. Maymun eli olarak daha sonradan filmi çekilen hikaye şu şekildedir
    Bir gün kahramanımız bir mezarlıkta tavşan ayağı bulur. Tavşan ayağının üzerinde bilinmeyen bir alfabeyle bir şeyler yazmaktadır bunu görür ancak önemsemez. Tavşan ayağının sihirli olduğunu yada kötü bir laneti olduğunu düşünmez ancak ilginç geldiği için alıp evine zütürür. Kahramanımızın karısı kalp hastasıdır ve kalp nakli gerekmektedir uygun bir kalp bulunamazsa ölecektir. Bu hikayedeki kahramanımızın tüm duaları karısının uygun bir kalp bulunup karısına nakli üzerinedir ve tavşan ayağını evine zütürürkende aslında kafasında bu düşünceler vardır. Keşke uygun bir kalp bulunsa diye söylenir. Tavşan ayağını evine zütürüp yatak odasında bir çekmeceye koyar, bir kaç saat sonra olaylar ilginç şekilde gelişir. Hastaneden telefon gelir telefondaki kişi karısına uygun kalp bulunduğunu ve hemen nakil için hastaneye gelmelerini söyler. Adam çok sevinir ve karısına bu müjdeli haberi verip hastaneye giderler. Karısı ameliyata alınır, ancak o sırada anne ve babasını görür. Onlara müjdeli haberi verecekken onların çok hüzünlü durduklarını ve ağladıklarını görür. Annesi hemen konuya girip sana ulaşmaya çalıştık ancak telefona cevap vermedin der. Adam ne olduğunu sorar. annesi kardeşinin trafik kazasında öldüğünü ve organlarını bağışladıklarını söyler. Karısının alacağı kalp ölen kardeşinin kalbidir. Adam neye uğradığını şaşırır ancak bu olayın tavşan ayağıyla bir ilgisinin olduğunu aklının ucuna bile getirmez. Daha sonra bu olayı atlatıp hayatlarına devam ederlerken artık bir çocuklarının olması gerektiğine karar verirler. Karısıda yeni bir kalbe kavuştuğu için bu artık mümkündür. Doktorlarda karısının hamile kalabileceğini ve sorun olmayacağını söylerler. Ancak bir kaç ay geçmesine rağmen kadın bir türlü hamile kalamaz, ve adam karısının hamile kalması için yatak odasındayken dua eder. Adam işteyken hapisten kaçmış sayısız insan öldürmüş bir seri katil saklanmak için bu adamın evini seçer. Karısına tecavüz eder ve eğer bu olayı birisine anlatacak olursa tekrar gelip hem kadını hemde kocasını öldürmekle tehdit eder. Kadın bundan çok etkilenir ve bu olayı unutmak ister seri katilin kim olduğunu bildiği içinde bu konuyu yaşanmamış gibi kabul eder ve kimseye bir şey söylemez. ilerleyen günlerde kadın hamile olduğunu öğrenir ancak sorun şudur ki kocasından mı yoksa seri katilden mi hamiledir bilmemektedir. Çocuklarının doğacak olmasından dolayı adam kendine daha çok işe verir. Daha çok paraya ihtiyacı vardır. Ve yine bir gün yatak odasında keşke bir evimiz olsaydı böylece kira vermekten kurtulurdum der. Ertesi gün işyerinde adam kolunu makinaya kaptırır ve kolu kopar. Hastaneye kaldırılır adam kurtarılır ancak kopan kolu geri dikmek mümkün olmaz. Bir kaç gün sonra sigorta şirketi adamı arar ve kopan kolundan dolayı tazminat ödeyeceklerini söylerler. işin ilginci tazminat miktarı tamda yeni bir ev alacak miktardadır. Adam masa başı bir göreve getirilir ve tazminatıda alır. kolu kopmuştur ancak istediği gibi bir evi ve hala bir işi vardır. ilerleyen günlerde mutluluklarına bir yenisi eklenerek çocukları dünyaya gelir. Ancak çocuk oldukça sarışındır. Sarıya çalan saçları mavi gözleri vardır, gelgelelim ne karısı ne kendisi sarışın değildir. Ailesindede sarışın yoktur. Adam ve karısı beyazdır ancak esmer sayılacak beyazlardandır. Yinede başlarda olumsuz düşünmez. çocuğun bir başkasından olacağını aklının ucuna bile getirmez.Çünkü karısı onu çok sevmektedir asla böyle bir şey yapamaz diye düşünür. ilerleyen günlerde kolunun olmamasından dolayı adam kendinde ekgiblik hissetmeye başlar. Herşey yolunda gitmesine rağmen kolunun olmaması ruhunda çok büyük bir acı yaratmaktadır. Bu acıdan kurtulmak ve rahatlamak için alkol, marijuanna ve çeşitli uyuşturucular içmeye başlar. Karısı bu durumdan şikayetçidir ancak kocasını engelleyemez. Zamanla aralarında bu nedenle büyük kavgalar olur ve aralarındaki aşk kaybolur. Kadın artık adamı sevmemektedir hatta boşanmayı düşünmektedir. Adam bir gün işe gitmek istemez ve işten izin alır ancak işe gidiyormuş gibi içki içmek için bara gider baya içer üstüne uyuşturucuda kullanır ve eve döner, evde bir adamla karısının konuştuklarını görür. Neler olduğunu öğrenmek için bu adam kim diye sorar, adam kendisinin karısının arkadaşı ve avukatı olduğunu ve karısının ondan boşanmak istediğini ancak bunu sana kendisi söyleyemediği için benim söylememi istedi der. Adam uyuşturucu ve alkolün etkisi ile o an mantıklı düşünme yetisini kaybetmiştir ve herşey gözünün önünde canlanır, aslında çocukta muhtemelen bu adamdan diye düşünür adam sarışındır ancak gerçekte düşündüğü gibi çocuğun babası değildir hatta karısı ile arkadaşlıktan öte bir ilişkiside yoktur, ancak uyuşturucunun etkisi ile adam kafasında yarattığı bu hikayeye o kadar inanır ki cinnet geçirir yatak odasından tüfeğini alıp karısını öldürür avukat bu sırada evden kaçar, küçük çocuğuda öldürür ve evi ateşe verir. Son anda itfaiye tarafından kurtarılır. Uyuşturucunun etkisinde bunları yaptığı ve pişman olduğu için 15 yıl kadar hapis cezası alır. Hapiste kendini roman okumaya verir. Bir romanda lanetli tavşan ayağından bahsetmektedir, ve sonunda şöyle yazmaktadır "tavşan ayağı bir şey vermek için senden birşey alır ancak bu lanetle kazanılan herşey sonunda geri alınır." Adam çoktan olanların farkına varmıştır ancak artık çok geçtir. Hikayesini bir dergiye anlatır. Şehir efsanesi kulaktan kulağa yayılır. Tam olarak tavşan ayağımı yoksa maymun elimiydi bu bilinmesede bu hikaye efsaneleşir ve filmi bile çekilir.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 12.
    0
    Çemberlitaş
    Posted on 25 Haziran 2010 by darkness3
    Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti…”

    1968 yilinin Nisan ayinda tarihçi ve yazar Sevket Rado’nun “Hayat Tarih Mecmuasi”nda yayimlanan bir yazisi, basta Yunanistan olmak üzere dünyayi heyecanlandirmisti. Yazida, Isa Peygamber’in üzerine çakildigi iddia edilen haçin parçalarinin Istanbul’da Çemberlitas’in altinda oldugu öne sürülüyordu. Rado, kendi kütüphanesinde bulunan ve 17’inci yüzyildan kalma eski bir elyazmasi yapitta, haçin parçalarinin Bizans Imparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafindan, Kudüs’ten Istanbul’a getirilerek ve Çemberlitas’in altina gömüldügüne iliskin anlatimlara rastladigini belirtiyordu. Rado’nun degindigi yapit, tip, cografya ve dil konularinda kitaplariyla taninan Hezârfen Hüseyin Çelebi’nin “Tenkiyhü’t–Tevârih” adli kitabiydi.

    Yazinin uluslararasi bir heyecan uyandirmasinin ardindan yapilan arastirmalarda daha baska birçok kitapta da benzeri anlatimlara rastlandi ve Isa Peygamber’in üzerine çakildigina inanilan haçin parçalarinin Çemberlitas’in altinda özel olarak hazirlanmis bir hücreye yerlestirildigi inanci yaygin bir kabul gördü.

    Çemberlitas’in asil adi Konstantin Sütunu’dur. Istanbul’un, 11 Mayis 330 tarihinde Roma Imparatorlugu’nun baskenti ilan edilmesinin anisina Imparator Konstantin tarafindan bugünkü yerine yerlestirildi. Bizans döneminde “Somaki Sütunu” da denilirdi. Birçok kez yangin geçirmis olmasindan ötürü kimi Avrupalilarca “Yanik Sütun” adiyla da anilir.

    Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti…”

    430 yilinda Imparator II. Teodosyus saglamligindan kuskulanarak sütunu demir çemberlerle güçlendirdi. 1105 yilinda çikan bir firtinada Apollon heykelinin devrilmesinden sonra, heykelin yerine, üzerinde altin yildizli bir haç bulunan bir sütun basligi yerlestirildi. Heykelin içindeki parçalar da sütunun altina bir hücre yapilarak buraya yerlestirildi.

    Istanbul’un 1453’te ele geçirilmesinin ardindan Fatih Sultan Mehmed sütünun tepesinde haçi indirtti. 1779’da çikan bir baska yangin sonrasinda I. Abdülhamid bugünkü demir çemberleri ve sivayi yaptirtti.

    Yaklagib 50 metre yüksekligindeki Çemberlitas’in özgün biçiminde, en alttaki bölümün yüzeyinde Isa Peygamber’in dogumunu betimleyen kabartma anlatimlar yer aliyordu. Sonralari ise sütunu saglamlastirmak için çevresi tas bir kaplamayla örtüldü. Söz konusu hücrenin bulundugu bölümün ise bugün yol düzeyinin 2-2,5 metre altinda kaldigi varsayilmaktadir.

    Çemberlitas, 1990’larin ortasinda, 2000 yili turizmi nedeniyle yeniden gündeme getirildi. Kimi çevreler, eger iddia edildigi gibi sütunun altinda gerçekten Isa Peygamber’in çakildigi haçin parçalari bulunursa bunun Türkiye’nin tanitimi açisindan son derece önemli oldugunu vurguladilar.

    Ancak dönemin Turizm bakani Fikri Saglar bu yaklasima söyle yanit vermisti: “Ülkemizde bu gibi söylentiler yüzünden yüzlerce insan define aramak için izin istiyor. Sonunda tüm emekler bosa çikiyor. Böylesine, dogrulugu kesin olmayan bir söylenti için de tarihî sütunu yerinden oynatmamiz söz konusu bile olamaz.”

    Ilgili çevrelerse, UNESCO tarafindan, Misir’daki Ebu Simbel Tapinagi’nin parçalara ayrilarak kilometrelerce uzakta baska bir alana tasindigini animsatarak, böylesi bir islemin, günümüzün gelismis teknolojik olanaklariyla Çemberlitas için çok daha kolay olacagini öne sürdüler.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 13.
    0
    Yenikapi efsanesi

    4. Murat devri. Padişah tarafından mey (şarap) afyon ve fal bakmak yasaklanmış.
    istanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış.
    4. Murat bi gece tebdil-i kıyafet istanbul'a indiğinde karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.

    Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii.
    Bi ara sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş.
    ipin ucunda bi testi! Sultan "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş.
    Sandalcı "Ne olacak mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş.
    Her ne kadar yasaklamış olsa da 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. ikramı kabul etmiş ama yine de "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış.
    Sandalcı da haliyle "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş.

    Aradan biraz zaman geçmiş.
    Sandalcı bu kez de teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış.
    Gönlü zengin adam hemen müşterisine de ikram etmiş.
    Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış.
    Sandalcı aynı şekilde "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş.
    Biraz daha vakit geçmiş.
    Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış.
    Hünkara "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp "Bak bari" demiş.

    Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı "Efendi sorunu sor bakalım" demiş.
    Padişah "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş.
    Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş.
    4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş.
    Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış.
    Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş.
    Padişah dayanamayıp "Sana bi soru sorucam.
    Eğer bilirsen seni affederim.
    Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş.
    Sandalcı sevinçle "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.

    4. Murat sandalcıya "Dönüşte istanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş.
    Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş "Hünkarım şimdi ben hangi kapıyı söylesem siz başka kapıdan girersiniz.
    Affinıza sığınarak gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş.
    Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.

    Padişah kağıdı alır almaz daha bakmadan yanındaki fedaisine "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş.
    Sonra da "Surlara yeni bir kapı açıla! istanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere.
    Kapı 5-10 dakikada açılıp padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bi ara sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş.
    Kendinden çok eminmiş laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış.
    Ama okuyunca hayretler içinde kalmış.
    Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"

    O gün bugündür de işte o kapı "Yenikapı" olarak anılıyormuş.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    0
    Kendiliğinden yanan insanlar

    1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur. Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti. Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey. Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı.

    Kendiliğinden yanma olaylarında ortaya atılan teoriler
    ~ Alkolizm. Birçok Kendiliğinden yanma olayında korbanın alkolik olduğu saptanmıştır. Ancak 19. yüzyılda yapılan araştırmalar alkole bulanan bedenin kendiliğinden yanma olaylarında görülen şiddetli yanığa sebep olamayacağını göstermiştir.
    ~ Bedende yanıcı yağların depolanması. Birçok kurbanın normal kilolarının çok üstünde olduğu saptanmıştır ancak düşük kilolu kurbanlar da vardır.
    ~ ilahi Müdahale. Yüzyıllar önce insanlar bu tür yanmaları tanrı tarafından verilen bir ceza olarak görüyordu.

    ~ Statik elektrik oluşması. Bedeni bu şekilde tutuşturabilecek bilinen bu türde bir statik elektrik akımı yok.
    ~ Yanlış beslenme. Yanlış beslenme sonucu sindirim sisteminde kimyasal maddelerin tutuşmaya sebep olabilecek şekilde karışması.
    ~ insan bedeni içinde bulunan elektriksel alanların bir şekilde kısa devre yapma olasılığı ve bunun doğrultusunda bu türde bir atomik zincirleme reaksiyonun beden içinde müthiş bir ısı oluşturma olasılığı.
    Kendiliğinden Yanma olayları hakkında hala tatmin edici bir açıklama bulunamamıştır ve bir esrar perdesi olarak kalmaya devam etmektedir.

    Kendiliğinden yanma olayından sonra geriye kalanlar
    ~ Beden normal bir ateşle yanacağından çok daha şiddetli yanmıştır.
    ~ Yanıklar tüm bedende eşit değildir. Eller ve ayaklar ateş tarafından dokunulmamışken, buna karşılık gövde şiddetle yanmıştır.
    ~ Bazı olaylarda gövde tamamen yok olup küle dönüşmüştür.
    ~ Bedenin bazı kısımları yanmadan kalmıştır. ( kol, ayak bazen de kafa)
    ~ Sadece gödeyle teması olan objeler yanmıştır ve alev hiçbir zaman çevreye sıçramaz. Örneğin kurban yatakta yandığı halde altındaki çarşaflar yanmamıştır, giysiler hafifçe yanmıştır ve birkaç santim ötedeki yanıcı maddeler olduğu gibi kalmıştır.
    ~ Tavanı ve duvarları yağlı kurum ve is kaplamakta ve duvardaki isler genellikle yerden üç dört ayak yüksekte görülmektedir.
    ~ Üç dört ayak yükseklikteki objelerdeki hasar da yanmanın şiddetini işaret eder. ( erimiş mum veya çatlamış ayna gibi )
    ~ Bir bedenin tamamen kömürleşmesi için 3000 derece sıcaklık gereklidir. Fakat olaylarda kurbanın çevresi zarar görmeden kalır.
    Sadece kurbanın bulunduğu nokta zarar görmüştür. (Krematoryumlarda genellikle kullanılan 2000 derecedir ki bu kemik parçaları bırakır ve bunlar da elle temizlenir , ayıklanır külün içinden)
    Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar. Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır.

    işin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat). Avrupada ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır. Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    0
    BEDENiMiN DIŞINA ÇIKTIM

    Ben, özellikle zencilerde daha çok görülen kalıtımsal bir kan hastalığı olan, uzun ince yapılı 16 yaşında bir kızım. Benim derdim belirsiz zamanlarda, ama sık olarak bu illetin alevlenip beni krize sokması. Yoksa ben de herkes gibi normal yaşantımı sürdürebiliyorum. Benim böyle bir kriz esnasında başımdan geçen beden dışı tecrübemi size aktarmak istiyorum.
    1986 Mart ayıydı ve ben o ana kadar yaşadığım en kötü krizin acısı içerisindeydim. 24 saattir ıstırap içerisinde inlerken, doktor da çektiğim o şiddetli acıyı biraz olsun hafifletebilmek için vereceği morfinin dozajının doğruluğunu ayarlamaya çalışıyordu. Kan hücrelerinin daha fazla zayıflamasını ve tahrip olmasını önlemek amacıyla damarlarıma bir miktar tuzlu solüsyon zerk edildi. Bütün bu dertlerime ek olarak, kan hücrelerimin sayılarının çok düşmesinden dolayı üç kere kan nakli yapılması gerekmişti.
    Bu acıların en kötüsünde annem hep yanımdaydı ama büyükbabam ve büyük kardeşim acı dolu çığlıklarıma dayanamayarak bir çocuk gibi ağlayıp ziyaretçi odasını terk ettiler. (Bunları hastaneden çıktıktan sonra annem söyledi.)
    Büyükannem ikinci evliliğini bir beyazla yapmıştı. Büyükannem, benim kanımdan ve benim gibi bir siyahtı, büyükbabamsa dediğim gibi yaşlı bir beyazdı. Bununla beraber o benim küçüklüğümde hayatımdaki tek erkek figürü olagelmişti ve onu saygıyla sevdim.
    Nihayet, üçüncü günde o müthiş acı kontrol altına alınmıştı ama ben de uyuşturucuların etkisi altında yatıyordum.
    Annem iki gün boyunca yanımda kaldığından temiz hava alma ihtiyacıyla bir iki saatliğine eve gitmişti. Nöbeti de büyükbabam devralmıştı ve yaşadığım o ilginç olay da o zaman başladı.
    Yediğim morfinden dolayı loş bir aydınlık içerisinde uyukluyordum ve annemin eve gittiğini, büyükbabamın yanımda oturduğunu güç bela hatırlıyordum. Birden kendimi vücudumun üzerinde havalanmış olarak buldum. Yatağımın yanında oturan büyükbabamın endişeli ifadesini görebiliyordum. Birden aşağıdaki büyükbabama bakan soluk yüzlü, kısa boylu, şişman, kemik çerçeveli gözlükleri olan beyaz bir kadın fark ettim.
    Aşağıda vücudum kıvranırken büyükbabamın bir hemşire çağırmak için fırladığını gördüm. Vücudum artık kendi sınırlarından taşıyordu ve hemşire de buna müdahele edip normale döndürmeliydi. O anda adeta çarparcasına vücudumun içine geri döndüm. Başucumdaki büyükbabama, çok zayıf da olsa bir merhaba tebessümü göndererek derin bir uykuya daldım.
    Hastaneden ayrıldıktan aylar sonra, başımdan geçen bu garip olayı büyükbabama anlattığımda, başlangıçta çok normal bir şeymiş gibi herhangi bir uyuşturucu etkisi altındaki insanların sık sık böyle beden dışı şeyler yaşadığını söyledi.
    O zaman gördüğüm o kadını tarif ettim. Büyükbabamın rengi birden soldu ve gördüğüm o kadını tekrar tarif etmemi istedi. Ve ben tekrar tarif edince de bana, “Haydi gel, önce benim evime gidelim, sonra da hamburger yeriz.” dedi. “Sonra sana bir şey göstermek istiyorum.” Hamburger ve kızarmış patateslerimizi alıp oturduktan sonra büyükbabam, ailesindeki çeşitli kadınların fotoğraflarını gösterdi. Bu fotoğrafların hiç birini daha önce görmemiştim. Beden dışı yaşadığım o olaylar esnasında gördüğüm o kadını fotoğrafların arasında tanıyıvermek sadece bir iki saniyemi aldı. Aralarındaki tek fark fotoğraftaki kadının gözlüksüz oluşuydu. Fotoğrafı büyükbabama gösterdiğimde bir çığlık attı ve ‘Tanrım, bu sen doğmadan üç sene önce vefat eden ilk karım Olive’nin fotoğrafı!” dedi.
    Gerçekten de büyükbabamın ilk karısı Olive’i gördüm mü, yoksa gördüğüm garip bir hayal miydi? Eminim ki bu bir kabus değildi, çünkü geçen bu kadar zaman sonra bile o olayı bütün detayları ile hatırlıyorum.

    (FATE Aralık 1992den Çev: Şenol Öztürk)
    Tümünü Göster
    ···
  15. 16.
    0
    CLARA’NIN ZiYARETi

    Bazen düşünüyorum da kendi kendime, telepatik gücüm olduğuna gerçekten inanıyorum. Çünkü ne zaman uzun süre ve ısrarlı bir arkadaşımı düşünsem, ondan muhakkak ya telefon ya da mektup alırım. Tüm bunların herhalde sadece bir rastlantıdan ibaret olmadığını anlamamız gerekiyor.
    Yine 23 Aralık 1976 gecesine rastlayan ve tesadüf olması mümkün olmayan bir olay meydana geldi. Kocam Tom, bir gün önce stadyumda şiddetli bir kalp spazmı geçirdikten sonra kaldırıldığı Hong Kong, Quenn Mary Hastanesinin yoğun bakım servisinde yaşam savaşı verirken, kızım Tanya da neredeyse kırk dereceye varan bir ateşle yatıyordu. Aile doktorumuz, Tanya’nın grip olduğunu, merak edilecek bir şey olmadığını ve yakında iyileşeceğinden emin olduğunu söyleyerek gitti. Fakat ben korkuyordum; Tanya’nın yanına gittim ve karyolasının kenarıma iliştim. Elimi alnına koyduğumda yanıyordu. Hemen ateşini düşürmek için gidip buz aldım ve alnına koydurdum.
    Bir süre sonra yorgunluktan bitkin düşerek biraz uzandım. Kocamı canlandırdım hayalimde. Bir yandan kocam, bir yandan kızım. Bana yardım etmesi için Allaha yalvardım. Daha sonra aklıma arkadaşım Clara Tellis geldi. Onun şu anda yanımda olmasını öylesine çok istiyordum ki...
    iyimser bir karaktere sahip, müşfik, sevecen ve çevresine mutluluk saçan bir insandı. Ancak onun yanında içinde bulunduğum bu umutsuz ve çaresiz halden kurtulabilirdim.
    Ne zaman ona ihtiyacım olsa yanımda biter, birimiz hasta olduğu zaman güzel kokulu şifalı bitkilerden hazırladığı harika çorbalar yapardı.
    Clara iyi bir arkadaş, cömert ve yardımsever bir komşuydu. Kızımız doğduğundan beri sık sık ziyaretimize gelirdi. Tanya’nın vaftiz anası ve ikinci annesi gibiydi. Ona yürümeyi, şarkı söylemeyi, şiir okumayı öğretir ve zarif elbiseler dikerdi.
    “Clara, korkuyorum, ne olur bana bir çare bul, eğer buradaysan.” diye yavaşça fısıldandım, uykulu bir halde.
    Bir an başımı arkaya doğru çevirirken, yüzümde nazik bir dokunuş hissettim. içimi bir huzur kapladı. Üzülme Helena, dedi bir ses, her şey yoluna girecek.
    Clara yatağımın yanında ayakta duruyor, müşfik ve yatıştırıcı sesiyle konuşuyordu.
    “Clara! Beni çok sevindirdin.” diye yüksek sesle bağırdım. Elimi uzatarak elini tutmak istedim, fakat ona dokunamadım. Elinin bulunduğu yer bomboştu. “ Clara, gerçekten sen misin? diye sordum, fakat cevap alamadım.
    Yataktan kalktım, kısa bir süre düşündükten sonra, rüya görüyorum herhalde dedim, inanamıyordum.
    Daha sonra Clara’yı tekrar gördüm. Tanya’nın üzerinde uçarak dolaşıyordu.
    “Clara!” diye seslendim tekrar (kalbim hızla çarpıyordu). “içeriye nasıl girdin?”
    Hiçbir şey söylemedi, sadece gülümsedi.
    ”Clara, bekle! Hemen gitme!” diye yalvardım. Kısa bir süre sonra durdum. Bu mümkün değildi, Clara bizim odamızda olamazdı, çünkü o an-sızın gelen bir felç neticesinde üç sene önce ölmüştü.
    Kalp atışlarım yine hızlanmaya başladı. Yataktan dışarıya fırlayıp kızımın yanına gittim. Elimi alnına koyduğumda ateşinin tamamen düştüğünü gördüm. Tatlı ve derin bir uykudaydı.
    içimi derin bir huzur kapladı. Clara her şeyin yoluna gireceğine dair söz vermişti. Tomu yeniden kazandığımız zaman da her şey gerçekten yoluna girdi.

    (FATEden Çev.: Mehmet ÖNCÜ)
    Ruh ve Madde Dergisi
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    Telepati

    DDA, başka insanlarda bazen bir ihtiyaç karşılar. 1935’te Riga’da bir Profesör olan Ferdinand von Neureiter, Lituanyalı, doğuştan özürlü sekiz yaşında bir çocuk hakkında bir kitap yayınlamıştı. Bu çocuğun iki yaşındayken kelime hazinesi sadece iki sözcükten oluşuyordu. Öğretmeninin ifadesine göre, çocuğun okuma becerisi yoktu, fakat bu arada çok ilginç bir şey keşfetmişti: Kendisine bir okuma parçası okunduğu zaman, çocuk (Ilga K.), hiç takılmadan tüm parçayı olduğu gibi tekrarlıyordu. Okuma parçası ilga’nın hiç duymadığı bir yabancı dilde olsa bile fark etmiyordu. ilganın matematik yeteneği de yoktu, fakat öğretmeni bir problemin çözümünü kafadan yaptığı zaman, sonucu bulabiliyordu.
    Bunu işiten Prof. Neureiter, Riga Üniversitesi’ndeki meslektaşlarıyla birlikte bir dizi çalışmaya girişti. Testler bazen çocuğun evinde, bazen de Riga Üniversitesi’nde yapılıyordu. Bu denemelerde verici, ilga ile odaya konmadı. Bu şekilde çocuğun dudak hareketlerinden hareketle sonuca varma olasılığı da ortadan kaldırmış oluyordu. Testlerin birisinde, Prof. Neureiter’ın meslektaşlarından Prof. Amsler bir kelimeler ve sayılar listesi hazırlayarak ilga’nın annesine verdi: Ger, til, fil, 123, 213, 212. Öteki odada ilga, yanında bulunan Prof. Neurieter’e bu listeyi olduğu gibi aktarıvermişti. Parapgiboloji için bile çok acayip sayılabilecek bu denemelerden başka birinde, hedef rakam 12 idi, fakat küçük ilga bunu 42 olarak algılamıştı. Denemeden sonra yapılan inceleme sonunda anlaşıldı ki, verici olan annesi yanlışlıkla 12’yi 42 sanmış ve o şekilde yollamıştı. Buradan da, ilga’nın yeteneğinin esasen telepati olduğu anlaşılmış oldu.
    ilga ile yapılan bu testlerden, DDA’nın geneli için aydınlatıcı sonuçlar çıkarılmıştır. Bunların bir kısmını Prof. Neureiter’in notlarından okuyoruz:
    “Vericinin yerini ben aldım ve 9 ile 2 rakamlarını çocuğa göndermeye çalıştım. Bunlardan sonra Lituanya dilinde bir cümleyi (Mate Goya uz leti) denedim. Elimden geldiğince yoğun bir şekilde konsantre olmaya çalışıyordum. Fakat çocukta hiç bir tepki yoktu. Hayal kırıklığına uğramış vaziyette çalışmaya son vereceğim anda, Lituanya dilindeki bir şiirde ‘Brute’ (yani ‘bride’) sözcüğü gözüme ilişti. Bu sözcüğü görür görmez yan odada bulunan çocuktan ilk tepki geldi ve sözcüğü söyleyiverdi. Besbelli ki, telepatik yayın için en iyisi böyle yapmaktı”
    ilga’nın DDA okumasıyla ilgili olarak daha ilginç durum, bir okuma parçasını seslendirmesiydi. Parça hangi dilde olursa olsun, annesi tarafından bir kez okunması yeterliydi. Fakat birçok denemede ilga’nın bu algılamasını dudak hareketlerinden ya da fısıldamadan yaptığı sanılmıştı.
    Pgibolojik denemeler, ilga’nın zeka yaşının 42 olduğunu, kelimeleri okuyamadığını, fakat harfleri tek tek tanıdığını meydana çıkarmıştır. Çocuk, önünde duran yazılmış bir metni aynen kopya ederek yazabiliyor, fakat okuyamıyordu. Yazdığını da okuyamıyordu. Tüm bu belirtiler, ister istemez insanı, nörolojik bir araz olarak kabul edilen “kelime körlüğü” ya da “alexi” denilen rahatsızlığın teşhisine zütürüyordu. Besbelli ki, ilga bu arazı yenmek için DDA’yı adeta koltuk değneği olarak geliştirmişti.

    “Parapgiboloji – Duyular Dışı iletişim, D. Scott Rogo” Ruh ve Madde Yayınları
    Tümünü Göster
    ···
  17. 18.
    0
    BiR DENiZCiNiN RÜYASI

    1828 yılında New Brunswick’teki St. John Limanına doğru yol alan 5. 5. Vestris Gemisinin birinci süvarisi iskoçya’nın aynı addaki kurtarıcısının soyundan Robert Bruce idi. Bir gün öğleye doğru Bruce kaptan ile güvertede güneşin durumunu inceliyordu. Biraz sonra ikisi de aşağıya indiler.
    Birinci süvari hesaplarla bir süre uğraştıktan sonra yerinden kalkarak kaptanın kamarasına gitti. Kapıyı araladıktan sonra:
    “Affedersiniz efendim, ama ben hesapları çözemiyorum,” dedi.
    Kaptanın kürsüsünde oturan adam başını kaldırınca, Bruce yıldırımla vurulmuşa döndü. Kürsüde oturan adam, kaptan olmak şöyle dursun, gemidekilerin hiçbirine benzemeyen bir yabancıydı.
    Bruce, yabancının sabit bakışları karşısında dona kalmıştı. Neden sonra, kaptanın kamarasından dışarı fırlayabilme gücünü bulabildi.
    Kaptan güvertedeydi. Bruce, onu görünce:
    “Kaptanım kamaranızda bir yabancı var,” diye haykırdı.
    “Bir yabancı mı? Kesinlikle süvari ya da kamarottur. Kamarama izinsiz olarak kim girebilir?”
    Bruce, “Hayır. Kamaranızda ömrümde hiç görmediğim bir adam var,” diye ısrar ediyordu.
    Bunun üzerine kaptan, “Bir daha kamarama git iyice bak,” dedi.
    Bruce titredi; “Bir daha oraya tek başıma gitmemeyi tercih ederim,” deyiverdi.
    Biraz sonra kaptanla aşağı inince kamarayı boş buldular. Bütün gemi arandığı halde hiçbir yabancıya rastlanmadı. Bununla beraber Bruce, hikayesinde ısrar ediyordu. “Yabancıyı, kürsünüzün üzerindeki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğüme yemin ederim, diyordu. Kaptan, “O halde yazı hala orada olmalı,” dedi.
    Biraz sonra yazı taşı elinde idi. Gerçekten yazı taşının üstünde bir şeyler yazılı idi. Kaptan, Bruce’e “Bu senin yazın olacak,” dedi. Yaza taşının üzerinde “Kuzey Batıya dönün” sözcükleri yazılı idi. Kaptan devam etti: “Bruce, bizimle alay ettiğini itiraf et. Şuraya aynı kelimeleri yaz da senin yazını buradakiyle karşılaştıralım.”
    Karşılaştırma yapılınca, Bruce’un yazısının, yazı taşındakinden bütünüyle farklı olduğu görüldü. Bu sefer geminin bütün personelinin yazıları da karşılaştırıldı. Hiç kimsenin yazısı yazı taşındakine uymuyordu. Sonunda kaptan kararını verdi; “Ben Tanrı’ya, kadere kısmete inanırım,” dedi. “Bu mesajın gizli bir anlamı olacak. Kuzey batıya dönelim de olanları görelim.”
    Gemi bir süre kuzey batıya doğru yol aldıktan sonra ileride bir buzdağı belirdi. Buzdağına yaklaşınca, başka bir geminin buzdağına çarpıp yapışmış olduğu görüldü. Sağ kalabilen birkaç kişi geminin dalgalarla kamçılanan güvertesine sıkı sıkı sarılmışlardı. Kurtarılan kazazedelerin bir tanesi Bruce’un dikkatini çekti. Bu adam, Bruce’un kaptanın kamarasındaki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğü yabancıya tıpatıp benziyordu.
    Vestris, buzdağından uzaklaşınca, Bruce kaptana bu keşfini anlattı. Kazaya uğrayan geminin kaptanına da bu olaydan söz ettiler. Kaptan, “Ne anlatmak istediğinizi anlıyorum. Bu gemici bize, bugün kesinlikle kurtulacağımızı söylemişti,” der.
    Vestris’in kaptan kamarasına çağrılan denizci, kurtarılmadan birkaç saat önce rüyasında, başka bir gemide bulunduğunu ve bu geminin, buzların üstünde kalan kazazedeleri kurtarmaya geleceğini görmüş olduğunu söyledi.

    iç Varlık dergisi, sayı: 68, yıl: 1957
    Tümünü Göster
    ···
  18. 19.
    0
    Steve Burcell

    Steve Burcell ve ailesi bir zamanlar hayaletli bir evde yaşamışlardı. Daha sonra bu evi sattılar, bir bar satın aldılar. Kendileri de ailece barın üzerindeki bir evde oturacaklardı. Karısı ve iki kızıyla birlikte yeni eve yerleştikten sonra hayaletlerden kurtulduklarına inanmışlardı. Uzunca bir zamanın ardından, Burcell, bir arkadaşıyla beraber barda oturmuş sohbet ederken, barın kapısı sallanmaya başladı. Kalın demir kapının sallanması çok ilginçti.

    Birden kapın ardına kadar açılıp, içerisi dumanla dolunca, şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Derken kadehlerden bir tanesi yere düştü ve Steve Burcell, barın daha önceki sahibi bayan Bee'nin ruhunun onları ziyarete geldiğini düşünmüştü. Arkadaşlarına bu varlığın barın daha önceki sahibi olduğunu ve kadının ölümünden sonra ruhunun barı ve evi sıklıkla ziyaret ettiğini anlattı. Gerçekte Steve Burcell, barın eski sahibinden de hoşlanmaktaydı. Steve Burcell, barda olan olaylar karşısında barın eski sahibesi kadının ruhunun eski yaşadığı yerleri ziyaret etmesinde bir sakınca görmüyordu, fakat eşi ve de çocukları hayaletli bir evde yaşamak istemiyorlardı. Bunun üzerine bu barı beraberinde evi satarak başka bir ev satın aldılar.

    Bir süre her şey yolunda gitti. Oysaki hayaletlerden kurtulduklarına sevinen Burcell'leri yeni bir sürpriz bekliyordu. Evin on yedi yaşındaki kızı Stephanie mutfakta bulaşık yıkar iken birisinin içeri tarafa girdiğini hissederek, arkasına döndü. Kapının yan tarafında küçük bir kız çocuğu duruyordu. Küçük kız, büyük bir dikkatlilikle onu süzüyordu. Stephanie, kıza doğru bir adım atar atmaz küçük hayalet ortadan yok oldu. Daha sonra ise komşuları, Burcell'lere bu evin ikinci dünya savaşında bombalanıp, yıkıldığını ve de evin sahiplerinin binayı onardıklarını anlattılar. Sonraları anlaşıldı ki meğerse, Stephanie'nin gördüğü küçük kız bombardıman esnasında ölmüş bir çocuktu.

    Gizemli Otel
    Fransa’da Sens kentinin birkaç kilometre uzağında, 1936 yılında inşa edilmiş bir binada yaşanan felaketlerin ve ölümlerin nedeni hala anlaşılmış değil. Lanetli binadaki ilk olay, inşaattan iki yıl sonra mal sahibinin geçirdiği bir cinnet sırasında yaşanır. Evin sahibi, karısını ve kızını öldürdükten sonra intihar eder. 1942’ye doğru bina, Fransız mafyasından biri tarafından satın alınır. Fakat, o da birkaç ay sonra intihar eder. Üçüncü alıcı, ailesiyle yerleşmeden önce evin yazgısını değiştirmek istercesine binada değişiklik yapar. Ancak eve yerleştikten bir süre sonra o da cinnet geçirerek karısını öldürür ve intihar eder. Dışarıdan bakıldığında oldukça şirin gözüken bu ev, son zamanlarını sakin bir yerde geçirmek isteyen yaşlı bir şarkıcı kadın tarafından satın alınır. Ancak birkaç ay içinde, akıl hastanesine yatmasını gerektirecek şekilde aklını kaybeder. Tüm bu şanssız olaylara rağmen, cesur bir otelci binayı satın alarak, otel yapar. Evin laneti onun da yakasını bırakmaz çünkü otele hiç müşteri gelmez. Sonunda otelci, tüm parasını kaybederek, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelir.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 20.
    0
    panpa bunu okursak kör oluruz zaten
    ···