+3
Tarihler geçmişten geleceğe haber zütürücüdür. Görünüşte bir hikâye sanılır, fakat gerçekte ilimlerin en yükseği olan tarih, devlet idaresinin en büyük yardımcılarındandır. Bir Milletin tarihi bilinmez ise, yaşamasına, ilerlemesine ve de gerekli olan sebeplerin varlığı ya da yokluğu o zaman nerden öğrenilecek(Namık Kemal)
yakın tarihimizin az bilinen bölümlerinden biride Osmanlı borçlarının Lozan Antlaşmasından sonraki durumudur.
Önce Lozan’ı hatırlayalım:
Lozan’da Osmanlı borçları için ismet inönü ve ekibi büyük bir başarı kazanmıştır.
Birinci olarak bu borçlar, Lozan’la kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında kalan ve eski Osmanlı imparatorluğu’nun toprakları üzerinde bulunan ülkeler arasında da paylaştırılmıştır.
ikinci olarak bu paylaşma, sadece faizleri değil, anaparayı da kapsayacak biçimde hesaplanmıştır.
Ayrıca Osmanlının borç batağına nasıl düştüğünün tarihsel sürecine göz atalım.
Osmanlıyı çökerten dış borç süreci Kırım Savaşıyla başlar.1853’te başlayıp 1856’da biten bu savaş, genellikle Osmanlının Ruslara karşı kazandığı bir zafer gibi anlatılmasına rağmen, asıl ekonomik yıkım bu savaşta başlamıştır.
Kırım Savaş’ı, Osmanlı’nın maddi, siyasi ve fiili çöküş sürecine yol açan mekanizmayı yani dış borç batağını başlatan ve böylece sonuç olarak imparatorluğun tarih sahnesinden silinmesine yol açan savaştır.
Bu savaş hem bir Rus saldırısı hem de bir ingiliz – Fransız kışkırtması sonunda başlamıştır.
1774’teki Küçük Kaynarca Antlaşması’yla, Rus Çarı’na Osmanlı’nın Ortodoks tebaasının koruyuculuğunun verilmesiyle doruk noktasına ulaşan Rus – ingiliz rekabeti, araya Fransızların da girmesiyle, Kırım Savaşı’na yol açmıştır.
Anlaşmazlık konusu da çok ilginçtir:
Osmanlı imparatorluğu Kudüs’teki hizmetlerin görülmesinde Katolik Hıristiyanlarla Ortodoks Hıristiyanlar arasında bir denge gözetmektedir.
Rusya bu hizmetler konusunda Ortodokslara haksızlık edildiğini öne sürer ve belli ayrıcalık ister.
Fransa ise Kudüs’teki hizmetlerin Katolikler tarafından yerine getirilmesinde ısrarlıdır.
iki ateş arasında kalan Osmanlı imparatorluğu, Hıristiyanlar bakımından kutsal olan yerlerin Müslümanlar için de kutsal olduğunu belirtir ve hizmetlerin Müslümanlarca yerine getirilmesine karar verir.
işte bu noktada Osmanlı’nın paylaşılması anldıbını taşıyan “Doğu Sorunu” fiilen gündeme gelir; Rusya, ingiltere’ye Osmanlı imparatorluğu’nun paylaşılmasını önerir. Bu paylaşma önerisi sırasında o tarihi ifade kullanılmıştır. “Hasta Adam”
Bu teklif karşısında ingiltere, Rusya’nın güneye inmesinden çekindiği için bu gizli öneriyi Osmanlıya haber vermiştir.
Sonunda Rusya, kutsal yerlerin yönetiminde Ortodokslara öncelik verilmesi isteğini bir ültimatom(kesin uyarı) ile Osmanlı imparatorluğu’na bildirir.
Osmanlının buna yanıtı, Ortodoksların konumlarının Padişah Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman, dönemlerindeki fermanlarla belirlendiği ve bu fermanların dışına çıkılmayacağı biçiminde olur.
Bu karar Rus ültimatomunun(kesin uyarı) reddi anldıbına gelmektedir; Rusya Osmanlıya karşı savaş ilan eder.
3 Temmuz 1853’te Rusya, 35.000 asker ve 72 topla Osmanlı topraklarına (Eflak- Buğdan / bugünkü Romanya ) saldırmasıyla Kırım Savaşı fiilen başlamıştır.
Osmanlı bir süre Rusya ile tek başına savaşır. Fakat mali kaynakları böyle bir savaşı sürdürmeye yeterli değildir. Daha sonra Fransa ve ingiltere Osmanlının yanında Rusya’ya karşı savaşa girerler.
Osmanlıya ilk parasal yardım daha doğrusu ilk borç 1854 yılında 2,57 milyon Osmanlı Lirası para verilir.
Bu borç yetersiz kalınca 1855 yılında 5,64 milyon Osmanlı Lirası daha borç alınır.
Artık dış borç sarmalı başlamıştır. Bu sarmal imparatorluğun iflasına yani yok oluşuna kadar sürecektir.
Endüstri üretimi yetersiz olan, yabancı ülkelerin sömürüsü altında gelişemeyen Osmanlı ekonomisi, aldığı dış borçları ödemek için yeni dış borçlar almış, bu süreç onun tarih sahnesinden silinmesine yol açmıştır.
Dış borçlar Osmanlı imparatorluğu’nu batırmıştır ama Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılına kadar bu borçları ödemeye devam etmiştir. Demek ki 1854 yılında başlayan bu süreç, tam yüz yıl boyunca Anadolu’nun dış borç boyunduruğu altına girmesine yol açmıştır.
Değerli okuyucular, Osmanlı imparatorluğu dış borçlarını ödemede zorluk çekince, 20 Aralık 1881‘de alacaklarla bir anlaşma imzalayarak moratoryum ilan etmiştir.(Moratoryum: Borç ödemelerinin belirli bir zaman için, geçici olarak durdurulması ve ertelenmesidir, yani kısaca borç ertelemedir.) Bu anlaşma hicri takviminde 28 Muharrem1299(Yani 20 Aralık 1881) tarihinde yapıldığı için“Muharrem Kararnamesi” olarak adlandırılmaktadır. Bu işlem sonucu Duyûn–u Umumiye (Genel Borçlar) idaresi kurulmuştur. Bu kurum, Osmanlı borçlarının ödenmesi için ayrılan devlet gelirlerinin tek yöneticisi oldu. Buna göre borçların bir kısmı silindi ve faiz oranları bir miktar düşürüldü. Ancak borçların ödenmesi düzenli bir usule bağlandığı için alacaklara güvence verilmiş oldu. imparatorluğun alacaklıları, devletin en sağlam gelirlerine el koydu.
Batı ülkelerin alacaklıları tarafından kurulan Düyûn-u Umumiye idaresi ingiliz, Hollandalı, Fransız, Alman, italyan, Osmanlı ve öncelikli alacaklılar temsilcilerinden oluşan yedi kişilik bir kuruldu.
Bütçenin üçte birinden fazlasını oluşturan tütün, tuz, ipek, içki, pul ve av vergilerine el konmuştu. Çünkü bu vergiler toplanması en kolay ve güvence altında olan vergilerdi.
Düyun-u Umumiye memurları, yanlarında jandarmalarla, köylünün tarlasında ki ürüne el koyarak gerekli tahsilâtı yaparlardı.
Düyun-u Umumiye Meclis üyeleri, yılda 2000 ingiliz Lirası maaş alırlardı.
Osmanlı Devleti memuruna para ödeyemezken, Düyun-u Umumiye’de çalışanlar, maaşlarını düzenli alırlardı. Çünkü borç ödemeleri, yapılan tahsilâttan masraflar düştükten sonra yapılırdı. Bu komisyon gerçekte imparatorluğun mali haklarını zedeleyen, hükümranlık haklarına gölge düşüren ve mali yapıyı kontrol altına alan uluslararası bir yönetim biçimiydi. Adeta devlet içinde devletti. Bu idare kendi memurlarını dilediği gibi atama yetkisine haiz idi. Nitekim Düyun idaresi 5000 kişilik bir kadro oluşturdu. Bu sayı 1912’de 9000 olmuştur.
1881 yılında kurulan Duyun-u Umumiye 9000 kişilik kadrosu ile Osmanlı\\\'nın vergi kaynaklarını yüzde 40 yakınını tahsil ediyordu. Bu rakamın doğruluğunu kim kontrol edecekti? imparatorlukta böyle bir idari birim yoktu.
Tipik bir gösterge olarak Osmanlı Devleti’nin mali denetimine ilişkin şu örneği verebiliriz: 1910–12 yıllarında Osmanlı Maliye Nezareti’nde 5500 memur çalışırken, Duyun-u Umumiye emrinde 9000 memur çalışmakta idi. Bütün devlet gelirlerinin %31,5’i Duyun’ca tahsil edilmekte idi.
Konsey başlangıçta yalnız kendisine ait vergileri toplarken, daha sonra bir takım sanayi ve ticari yatırımlara da girmeye başladı. Böylece Osmanlı Devleti’nin ekonomik iflası ve yabancı egemenliğine geçişi daha da hızlanmış oldu. Kısacası devletinizi siz kendiniz denetlemezseniz yabancılar denetler. Bu onur kırıcı duruma borç batağına saplanmış bir devlet karşı koyamazdı işte Osmanlı bu felaketi yaşıyordu