0
Bizimde katıldığımız gerçek şudur;Osmanlı devletini kuran, başlangıcından sonuna kadar her türlü zahmetini, eziyetini çekip, uğrunda can verip kan akıtarak ,her türlü maddi ve manevi fedakarlıklarla asırlarca onu omzundan taşıyan, zaferlerin gerçek sahibi, yenilgili ve hicranlı günlerin masum ve mazlum tebaası özbe öz Türk halkıdır.
Ne var ki aynı sözleri, padişahların büyük çoğunluğu, sadrazamların,vezir, ümera ve ulemanın, Saray ve Enderun aristokrasisinin, kapıkulu taifesinin pek büyük bir çoğunluğu için söylemek mümkün değildir.Bu tanıma giren zümrede hiç bir gün ve zaman Türklük ruhu ve mensubiyet duygusu belirmemiş, ifade olunmamıştır.Özellikle Fatih'ten sonra ben Türküm diyen bir padişah sesi duyulmamıştır.Bu aristokrat zümre Türk halkını yalnız can,kan ve mal vergileri için hatırlamışlar, onun dışında Türk olmayı bir hakaret aşağılama ve utanç vesilesi saymışalrdır.
Osmanlı idaresinde Türk halkı,bir millet ruhu ve şuuru ile beslenmemiş, Arapların imtiyazlı bulunduğu,bir ümmet kişiliksizliğinde eriyip gitmiştir.
Yavuz Sultan Selim'in halifeliği devr aldığı 1517'den itibaren Araplar Osmanlı imparatorluğu'nun göz bebeği sayılmışlardır.Hz Peygamber'in Arap olması nedeni ile ,islam Dinine olan derin saygı ve bağlılığın bir işareti olarak Arap Kavmine Kavm-i Necip (asil kavim), Araplara da Nesl-i Necip denilmiştir. Daima,devletin has ve öz evladı olan Türklerin önünde ve baş üstünde taşınmışlar, askerlik ve vergiden muaf tutulmuşlardır. Bütün Osmanlı hayatı boyunca Arapların bu üstün ve gözde durumları devam etmiştir.
Abdülhamit geleneksel Osmanlı zihniyet ve siyasetini daha belirgin bir hale getirerek, Araplara son derece yakınlık gösteren ve güven duyan bir tutum göstermiştir. Sadaret makdıbına getirdiği Tunuslu Hayreddi Paşa, Arap olmakla beraber, Arap kültürüyle yetiştiği için Türkçe bilmezdi. Saraydan kendisine yazılan yazılar Arapça yazılır.,Türkçe'ye tercüme edilirdi. Devletin resmi dilinin bile Arapça'ya çevrilmesi düşünülmüş mukavemet görülünce vazgeçilmişti. Devlet yıllıklarında imparatorluğun vilayetlerinin sıralamasında Edirne ilinden başlanılmakta iken, Abdülhamit Hicaz vilayetini başa geçirmiş, arkasından bütün arap vilayetleri, birinci sınıf vilayetler sayılmış, buraların valilerine diğerlerinden farklı ve daha fazla maaş verilmiştir.
Bu konuda Hüsnü Merdanlıoğlu'nun Atatürkçü Düşünce'nin evrenselliği adlı eserinde yazdıkları çok ilgintir;''Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları,hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedan da bu kan yabancılığı Osmanlı imparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti. Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede,Türk iti şehre gelince farsice ürür! denilmektedir.
Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır demiştir.
Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirnde Babanda olsa Türkü öldür nakaratını kullanmakta,
Sakın Türkü insan sanma
Bir an bile olsa Türkle birlikte olma.
Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.
Türk'ün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türkü öldür.
Fatih Sultan Mehmet bile, Otlukbeli savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisne ne yaptığını sorduğunda öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve işine devam et demiştir.
Hırvat kökenli sadrazam Kuyucu Murat Paşa döneminde,155 bin insan doğranmış,ya da diri diri kuyulara doldurulmuştur. Aman diyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı, ''Vurun şu pis Türk'ün başını'' olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocukta Analodolu'nun evladıdır. Osmanlı Tarihçisi Naima ''Tarih'in de Türkler için, nadan, yani kaba Türk, idraksız Türk, hilekar Türk ifadelerini kullanmaktadır.
1912 yılında Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıdaTürkkelimesinin kullanılması ,dinsizlik, kafirlik sayılıyordu.Türk Hükümeti,Türk Ordusu,Türk Ülkesideyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.1913 tarihliMecmuai Ebuzziya'' dergisi'nin 94. sayısında, '
'Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil sadece müslümanız denilmektedir.Üniversite de profesörlük de yapmış olan Ahmet Naim 1913 yılında yazdığı islamda Davai Kavmiyeadlı kitabında, Türke karşı savaş açılmış ve Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir demiştir.1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türke Türklük benliğini vermek isteyenleresoysuzlaryakıştırmasında bulunmuştur.
istanbul alındıktan sonra Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türke kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.
isterseniz biraz da görgü tanıklarından dinleyelim:Falih Rıfkı Atay Batış Yılları adlı eserinde şunları yazıyor.Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk kaba ve yabani demekti. islam ümmetinden ve Osmanlı idik. ilmihallerde baş dersimiz Din ile milliyetin bir olduğunu öğrenmekti.
Vatan sözü yasaktı.Onu ben büyüyüp de Namık Kemal'i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak meşrutiyette duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında sıraya girer.''Padişahım çok yaşa diye bağırırdık.
Beyoğlunda yan sokakların çoğunun adı Fransızcadır ve Fransızca yazılmıştır. Büyük Kulüp'ün adı ''CErlced Orient'dir. Dili Fransızcadır.Karşı Türkleri'nin de Türkçe konuştukları pek duyulmaz.Bu Tanzimat tipi Batılı ile bugünkü batılı Türk arasında hiç bir benzerlik aramayınız.O Türklüğünden utanan ,Türklüğünü saklayan bir alfrangadır.Bir göbek, çoğu iki, nihayet üç göbek öncesi anadolu'nun bir kasaba veya köyünden çıkan bu Türkler, Saraya yahut Babıaliye çıkınca ilk şileri soylarını da,soyadlarını da unutmak olur. Okullarda Arapa Arap, Arnavuta Arnavut, Ruma Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.''
Şimdide Ziya Gökalp'e kulak verelim;Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı bile yoktu. Tanzimatçılar ona,Sen yalnız osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sende milli bir ad isteme. Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı imparatorluğu'nun yıkılmasına sebep olursun demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile ''Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim demeye mecbur edilmişti.(Türkçülüğün Esasları sy 34)
Birde şair Fuzuli'nin bir şiirinin son mısrasında neler dediğine bir bakalım;
Fuzuli gökten yere insen san yer yok
Yürü var gel,ya Araptan,Ya Acemden
1880 yılında Ahmet Vefik Paşa Bursa valisi iken ilçeleri teftişe çıkar. Bursa o zaman imparatorluğun türlü yörelerinden gelmiş olan göçmenlerin iskan edildiği bir bölgedir. Paşa uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken etnik kökenleri soruyor;aldığı cevaplar, kounştuklarının Çerkez, Arnavut,Boşnak, Gürcü v.b olduğunu gösteriyoor. Sorduğu soruya utanarak ,cevap vermek istemeyen bir ihtiyara hangi milletten olduğunu ısrarla söyletmek isteyince , o , bir kabahat ifşa edermiş gibi ürkek, titrek bir sesle ben Türküm efendim diyor Bunun üzerine Paşa, Niçin sıkılıyor, saklıyorsun? Türk olmak kabahat mi? Bak ben de Türküm diyor.O titrek ihtiyar birden canlanarak,Sahi sen de Türk müsün? Demek Türkten paşa da oluyormuş hadiyince sevinçle karışık hayret ifade edince, Vefik Paşa,Paşa da kim oluyormuş, Padişah da ,Türk Padişahdiye haykırıyor. Sonra imparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar.(Türk ve Türklük,TSE,Sy 238;Necip Mirkelamoğlu)
Birinci Dünya savaşı sırasında Yakup Kadri yurtdışındadır. Onun satırlarından aynen alıntı yapıyoruz.Bir Mayıs sonu ya da Haziran başı idi. Bağımsız fakat bütün kalbi ile ittifak devlerinin zaferini kutlayan bir Avrupa şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyordum. Yüreğimde derin bir uçurum, kafam bir cehennemdir. Gün geçmiyor ki bir mağazada,bir lokantada Türk olduğum anlaşılınca acı bir alay edilme veya ağır bir hareketle karşılaşmayayım. Lakabımız ''makak'tı (bir çeşit şempanze maymunu türü)Gönül verdiğimi genç kızlar Türklüğümüzü sezince bizden iğrenip kaçıyordu. işte o şehrin bu cehhennem atmosferi içinde, birgün,yılgın ce çekingen dolaşırken, gözlerim ansızın ,bir gazete satıcısının sergisinde, bir sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi; Bir Türk generali itilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.Titreyerek gazeteyi aldım. Yürürken, okuyorum; Mustafa Kemal Paşa isminde bir Türk generali. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk 1971 sy24,25)
Tümünü Göster