1. 12.
    -1
    @9 baş kaldıran diye bir şey yok Tarihi iyi okuyun Osmanlının Nasıl bir şekilde araplaşıp Türkmen aşiretlerini yönetimden uzaklaştırdığını ki eğer ki Türkmenler olmasa OSmanlı olmazdı çünkü oğuzlar selçuklu Türkmenleri sayesinde devletleşti
    ···
  2. 11.
    -1
    ikiside yalan amk. yavuz ırkçı bi adam değildi. ne türk ne kürt katletti.
    isyan eden kızılbaşları yola getirdi o kadar.
    zaten yavuz hem ana hem baba tarafından türk. şiirleri türkçe.
    ···
  3. 10.
    +2
    @10 senden daha adam olduğum kesin Türk nedir bak bakalım Türk neyden gelir Türkmenin Türkden farkı varmıdır Osmanlı ve sizin araplaşmış geleneğiniz öz Türkmen aşiretlerini yönetimden uzaklaştırarak nelere mal olmuştur. üstelik senin şah dedin adam yavuza mektuplarını türkçe yazar iken yavuz arapça yada farça yazardı yani şah yavuzdan daha çok Türkdü
    ···
  4. 9.
    0
    amk ergeni gibtir git bak o sah ismail kac bin turk'u sunni diye kazigi otutturmus, yakmis anca osmanli cok kotu yeaaaaaaa diye anirirsin it gibi amk soysuz ,donme pici.
    ···
  5. 8.
    +1 -1
    1. Mustafa’yı da taht kavgası bu hale getirmiş. Tarihimizde Deli ibrahim diye geçen Sultan ibrahim; 1640-1648 yılları arasında Osmanlı Tahtı’na oturmuş 8 yıl 6 ay padişahlık yapmıştır. Hareminde 500’ü aşkın cariyesi olan Sultan ibrahim* çok şevdiği Ermeni Cariyesine tımar olarak Şam Eyaletinin gelinini vermiş. Bu duruma çok kızan Kösem Sultan Ermeni Haseki’yi Saray’da verdiği bir eğlencede Haremağalarına boğdurup Padişah’a da; çok fazla yemekten dolayı çatladığını söyler.

    Deli ibrahim ayrıca; kendine eğlendirerek soytarılık yapan Ahmet adındaki bir çingeneyi yeniçeri ağalığına* Rum Musluoğlu’nu kendini iyi eğlendirdi diye* kaptanı deryalığa* haremindeki yedi kadını haseki sultan mertebesine çıkarır. Cariyelerinin gideri bir eyaletin geliri ile zor karşılanıyor.

    Bakın Yavuz Sultan Selim Taht Kavgası’nda kuzenlerini nasıl etkisiz hale getiriyor” “ellerinde yay kirişleri bulunan beş çavuş padişahın işareti üzerine çocukları öldürmek için içeri girdi. Cellatları gören çocuklar dehşete kapıldılar. Fakat soylu davranarak zaaf göstermediler. Yalnız dokuz yaşındaolan en küçükleri cellatların ayaklarına kapanarak gözyaşları içinde yaşdıbının bağışlanmasını padişahın hizmetinde basit bir kişi gibi çılışacağını söyledi. O da ötekiler gibi Sultan Selim’in gözü önünde boğuldu.”

    Düşünebiliyor musunuz? Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Tahta çıkarken saltanatı uğruna aile çevresinde kendisine rakip olacak tüm erkekleri öldürtüyor. Bu öldürmelerin başında; babası 2. Beyazıt’a söz verdiği halde sözünü tutmayarak yaptığı kardeş katliamıdır.

    “ilk önce daha önce ölmüş bulunan kardeşleri Şehinşah* Alemşah veMahmut’un oğulları olan Mehmet* Musa* Emin* Orhan ve Osman’ı boğdurttu. (1513) Sonra büyük ağabeyi Korkut’un saltanat isteği olup olmadığını kontrol etti. Bu isteğin varlığını hissettiği an onu da katlettirdi. (1512) Ahmet’e yaptığı Yenişehir savaşını kazandıktan sonra O’nu da boğdurttu. (1513)(6)

    Bu geleneği kanunlaştıran istanbul’un Fatihi Fatih Sultan Mehmet’in sicilinde ise; “Fatih tahta çıkar çıkmaz kundakta bir çocuk olan kardeşi Ahmet’i derhal boğdurarak” diye yazar.(7)

    Taht için kardeşini* oğlunu* babasını ve ailedeki tüm erkek çocukları katleden Yavuz S. Selim’in yaptığı toplumsal katliamlarını örneğin OsmanlıTahtı için Safevi Türkmen devleti Şahı’nı destekliyorlar diye Alevi Türkmenleri neden öldürüldüğünü anlamakta güçlük çekilmemelidir. Osmanlı Tahtı için bunlar yapılabiliyordu.

    insanlık tarihinde daha doğrusu canlılar aleminde her soy devdıbının sürmesini ister. Bu insanlık tarihi için de hayvanlar tarihinde de böyledir. insanlar tarih boyunca kendi soylarının çocukları kanalı ile sürdürmeğe çalışırlar. Ve onları ellerindeki en iyi olanaklarla yetiştirmeye çalışırlar. Bu durum hayvanlar alemi içinde böyledir. Gerek memeliler gerek yumurta ile üreyen canlılar yavrularını binbir özenle yetiştirmeye çalışırlar. insanlar gelecekte kendi yerleri için çocuklarını hazırlarlar. Bunu büyük bir önemle ve zevkle kendi varlık nedenleri olarak gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

    Ama Osmanlı Padişahları için bu insanlık kuralı geçerli* değil. Onlar kendi tahtaları için kendi çocuklarını bile tehlikeli görüyor ve derhal en acımasız yöntemlerle bunları katlediyorlar. Kanuni Sultan Süleyman; devri saltanatı için oğlunu bile öldüren ne ilk Osmanlı Padişah nede son Osmanlı Padişahı’dır. Bırakalım insanlık alemini hayvanlar aleminde bile hiç görülmeyen bu özellik acaba nasıl oluşmuş.

    Osmanlı Tarihi’nde bazılarının* “iki Cihan Padişahı” dediği Kanuni Sultan Süleyman bakın oğlunu hem öldürtüyor. Hem de bizzat seyrediyor. Cellatlar kendine yalan söylemesin diye.

    “…otağın ikinci bölümüne geçti. Babasının kollarını açarak kendisini karşılayacağını beklerken donuk bir sessizlikle karşılaştı. Divan bölümüne geçmekte duraksadı. Birden divan bölümünü ayıran perde açıldı ve babası yerine sarayda idamları yerine getiren yedi dilsizin uğursuz yüzleriyle karşılaştı. Genç Şehzadenin üzerine atılan cellatlar genellikle bu işler için kullandıkları yay kirişini boynuna geçirdiler. Suçsuzluğu* hayreti* umudunun kırılması cezanın verdiği dehşet gençliğinin gücü ile birleşince ŞEHZADEMUSTAFA boynuna geçirilen kirişi koparttı. Cellatların kollarından kurtuldu. Ayaklarına yapışan dilsizleri çavuşların bulunduğu bölüme kadar sürükledi.

    Bir yandan babasını öte yandan Padişah’ın çadırının çevresinde toplanmış olan yeniçerileri a çağırıyordu. Askerler tarafından duyulacak olan Şehzade Mustafa’nın sesi idam olayını birden tahta çağırma olayına dönüştürebilirdi. Bu ölüm kalım mücadelesinin o zamana kadar sessiz tanığı olan Kanuni Sultan Süleyman; arkasına gizlendiği perdeyi araladı. Dilsizlere bir göz atarak başarısızlıklarının ölümle cezalandıracağını belirtmek istedi. insafsız bakışlı babasını gören Mustafa* bir an kendisini savunmayı unuttu. işte o anda boğularak cellatların ayaklarının altına cansız düştü ve perde babasının arkasından kapandı.”(8)

    Bu satırları nasıl okuduğumu nasıl yazdığımı anlatamam. Bu olay insan hatta hayvan organizmasına aykırı bir olay. Böyle bir davranışın yeri herhalde tedavi merkezleridir. Ama maalesef Osmanlı Tarihi’nde en uzun Padişahlık dönemi olmuş bir padişah bunu yapıyor. Yani* öz oğlunu Tahtı için dilsiz cellatlara katlediyor. Ve bazı insanlık bu Padişah’tan insanlığa yararlı şeyler yapacağını bekliyor. Sanırım bazı şeyleri anlatmakta söz* kelimeler* yazı yetersiz kalıyor. Osmanlı Tarihi’ndeki bu kişiliğe bugün bazı kişiler kalkıp “övgü” diziyorsa insanlık damarımızın hayli tahrip edildiğini adeta gen değişimi yaşandığını düşünüyorum.

    Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra Osmanlı Tahtı’na oturanların konumuz ile ilgili özelliklerini de bu yazıda yazmazsak kendilerine haksızlık etmiş sayılırız.

    III. Murat* Tahta çıkar çıkmaz; “istanbul’a gelen 3. Murat* cülus eder etmez beş erkek kardeşini derhal katlettirmiştir.”(9)

    III. Mehmet’e Osmanlı Taht sevdası “19 erkek kardeşini öldürttü”. Beşikteki ve olgun yaştaki tam on dokuz kardeş saray topunun babalarının ölümü ilyanını vermesi ile kendi idamlarının hükmünü duymuş oldular… Büyük kıyım dramı görevli dilsizlerin yankılamnmayan cinayetleri içinde gömülü kalmıştı. Devletin işlediği cinayetlerde sessizlik gerekir. Onun içindirki Doğu imparatorlukları’nda cellat olanların dilleri kesilir. Gecelik idamlar ancak ertesi gün taht salonunda yığılmış ondokuz cesetle ortaya çıktı. Ve hepsi babalarının gömüldüğü “caminin yanında toprağa verildi.”(10)

    Tahta oturan 3. Mehmet’in ilk işi; damarlarında aynı kanı taşıdığı kardeşlerini yani Şehzadeleri öldürtmek oldu. Babası 3. Murat’ın eşlerinden ve Saray’ındaki sayısız cariyelerinden yüz iki çocuğu vardı. Öldüğü zaman sarayda yirmi yedi kızı* yirmi oğlu yaşıyordu. Osmanlı imparatorluğu yasası yani Fatih Kanunnamesi kızlara oğullarının öldürülmesi koşulu ile yaşamalarına izin veriyordu.

    19 kardeşini öldürdükten sonra Taht için rahatlayan 3. Mehmet ardından 21 yaşındaki oğlu Şehzade Mahmut’u öldürttü: “haziran ayının 7’si cumartesi günüydü. Şehzade Mahmut’un sabah namazı vakti yatağından gecelik entarisi ile yalın ayak başı açık olarak boğdular.”(11)

    Osmanlı Tahtı için kardeş* oğul katliamları bununlada bitmedi. 2. Osman Taht için Şehzade Mehmet’i katletti. 4. Murat üç kardeşi* Beyazıt* Süleyman ve Kasım’ı boğdurdu. Ve Osmanlı Tahtı’na oturan her Padişah tahtını sağlama almak için önce aile içi erkek katliamı ile işe başlamaya devam etti.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 7.
    +1 -1
    1-Osmanlı işkenceleri:

    1- osmanlı döneminde idam edilecek adamın yanı başında bir sac hazırlanır ve bu sac allttan verilen ateşle iyice kızdırılır... kafası kesilen adamın kafasını kestikten hemen sonra bu saca bastırılır... sıcaktan dolayı kan beyinde 2 saniye kadar dolaşacağı için adama yerde duran cansız bedeni son defa gösterilir...

    2- suçlunun derisini yüzüp denize atılır... (acıyı tahmin edin artık)

    3- suçlu güneşin altına ellerinden bağlı bi şekilde yatırılır... suçlunun saçları kazınıp kafasına deve derisi geçirilir... deve derisi güneşte küçülüp suçlunun kafasına yapışır ve adamın bütün derisi yukarıya dogru çekilir..

    4- suçlunun sığabileceği bir çukur kazılır ve suçluya tıkabasa yemek yedirilir... dışkısını da o çukura yapmak zorunda kalan adam bir süre sonra dışkılarının bedenini çürütmesiyle ölür...

    2-Yavuz Selim'in tahta çıkışı
    24 Nisan 1512: Yavuz Sultan Selim Han* 9. Osmanlı
    imparatoru olarak tahta geçti.
    Yavuz Selim 10 Ekim 1470 günü doğdu.
    Babası 8.Osmanlı Sultani 2. Bayezid* annesi
    Dul kadir oğulları Beyliğinden Gülbahar Hatun'dur.
    Yavuz 3 kardeşten en küçüğü olmasana rağmen atik davranarak
    Ağabeyleri Korkut ve Ahmet’i* çocukları ile birlikte öldürerek onların cesetlerine basarak tahta çaktı.
    'Çok sert ve korkusuz olduğu için kendisine Yavuz denir.

    3-Osmanlı katliamları
    Osmanlı tarihini iyi bilmek geçmişten ders çıkarıp gelecek için çıkarsama yapmak açısından önemlidir. Osmanlı tarihi ile ilgili çok sayıda yazılmış eser var. Belkide başka bir konuda bu kadar yoktur. Ama buna karşın ısrarlı bir bilgisizlik her toplumsal kesimde devam etmektedir. Tabi bilgisizliğin hakim olduğu bir konuda bazı kesimler terim yerinde ise adeta istedikleri gibi at oynatmaktadırlar.” “Ak’ı “kara”* “kara”yı “ak” olarak anlatabilmektedirler. Örneğin* Osmanlı imparatorluğu’nun “hoşgörüsünü” bugün bile bir çok yönetime örnek göstermektedirler. Örnek alınması gereken bir yönetim biçimi olarak savunmaktadırlar. Hatta bugünkü bir çok sorunumuzun kaynağının “Osmanlı” gibi yönetilmediğimizden kaynaklandığını yazıp söylemektedirler. O halde bizde bu yazıda projektörlerimizi birazcık “Osmanlı” üstüne çevirelim.

    Bu konuda ilk tanığımız Osmanlı tarihi uzmanlarımızdan Reşat Ekrem Koçu anlatıyor.
    …Hacı ibrahim Ağa* sonra hazine kethudasını çağırdı. Ayak divanına vardı* babüssade önüne tahtı çıkar!.. Dedi.” tahta çıkınca kızlarağası Ali Ağa da hasodabaşı ile beraber Şehzade Süleyman’ın Saray’da şimsirlik denilen yerde mahpus olduğu odaya gitti.

    Şehzade gelenlerin iddıbına geldiklerini sanarak çok korktu* çıkmadı. Kızlarağası: –Benim şevkatli padişahım* korkmayın* vallah* billah zarar kasdine gelmedim. Cümle vüzera* ulema ve ocaklı kulların sizi padişah yaptılar. Tahta çıktı sizi beklerler der ama Şehzade Süleyman buna inanmaz. O* kendisini idam için alacaklarını ve rahat gitmesi için yalan söylediklerini sanar ve gelenlere* -Eğer izalemiz emir olundu ise şöyle iki rekat namaz kılayım. Sonra emri yerine getirin der* ve ekler Çocukluğuğdanberi kırkyıldır hapis çekerim. Her gün ölmeden ise bir gün ölmek yeğdir!.. Bir can için ne bu çektiğimiz korku!..* diyerek ağlamaya başlar. Gerçekten tahta oturup padişah olacağına değil. Öldürüleceğini sanarak ağlıyor. Ardından kızlarağası söylediklerinin inandırıcı olduğunu göstermek için padişahın ayağını öperek* Haşa* size bir kasd yok* taht kurulmuş cümle kulların sizi bekler der.

    Aynı odada tutuklu bulunan Şehzade Süleyman’ın küçük kardeşi Sultan Ahmet’de* buyurun korkmayın der. Tam kırk yıldır hapishanede ölümü bekleyen Şehzade Süleyman’ın üstü başıda sefildir. SadeceŞehzadeliğine dair sırtında kırmızı atlas entari* ayağında tombak vardır. Kızlarağası kendi erkan kürklerinden menenvi çuhaya kaplı bir samur kürkü getirip entari üstüne giydirip. Koltuğuna girerek tazim ile safa köşküne çıkarır. Havuz boşunda tahta oturur. Tahta oturunca* Silahtar Ağa ile Hasodalılar tarafından yeni padişah karşılanır. Safa Köşkünden arz odasına giderken karanlık bir yer olan arsanhaneden geçerler. Orada; –Beni buradan öldüreceksiniz? der. Henüz padişah olacağına inanmamıştır. Kızlarağası; –Behey efendim* niçin böyle buyurursunuz* haşa ki* izaleniz emir olunmuş ola. Tahta oturmaya gidersiniz. işte Kapuağası da kapu oğlanları ile istikbalinize gelmişler! deyip inandırmaya çalışır.”

    Osmanlı’da Şehzadeler yani Padişahların oğulları ister Saray’da normal hayatını yaşasın isterse Saray’da hücrede yaşasın. Onlar tahttaki padişah için patansiyel olarak sürgit bir tehdit oluşturuyordu. Bu nedenle padişah rahat uyumak için ailedeki tüm erkekleri yani kardeşleri ve oğulları zaptı-rapt altında tutması gerekiyordu. Bununda yolu; ya imparatorluğun uzak eyaletlerine şehzade olarak göndermek yada yanıbaşında zindanda güvenlik içinde korumaktan geçiyor.

    Bu yaşam biçimi bir çok şehzade’nin akli dengesini bozmuştur. Deli ibrahim bunlardan biri idi.

    Bakın bu gel-gitlerdeSultan Mustafa’nın durumunu Osmanlı tarihçisi* Lamartin(2) nasıl yazıyor” “Dengesiz Padişah yine cariyeleri* annesi ve sütannesi ile sarayın kuytu bir dairesine kapatıldı. Bir kaç gün içinde tahta çıkıp indirildiğini bile anlayacak kadar zekası yoktu. Bütün olaylar sürerken gerek vezirlerin gelip elini öpmesini* gerek kapatıldığı dairenin demir parmaklıklarını aynı ilgisizlikle gülümseyerek izliyordu.”

    Taht kavgaları Fatih Sultan Mehmet dönemine dek rakipler yeri ve zamanı gelince gelenek gereğince bir oldu bitti ile hallediliyordu. Bu gelenek siyasi tarihimize siyasetle iktidar için oynayanların 2 gömleği vardır. Bunlardan biri bayramlıktır diğeri ise idamlıktır. Tahta oturulursa bayramlık gömlek giyilir. Taht kaybedilirse* idamlık gömlek giyilir.

    Fatih Sultan Mehmet’ten sonra taht için potansiyel tehlike oluşturan kişiler artık Fatih Kanunnamesi(3) gereğince; “Ve her kimseye evladımdan saltanat müyesser ola* karındaşlarını nizamı-alem için katletmek münasiptir. Elsen ulema dahi tevciv etmiştir* anında amil olarak” Kanunen öldürülebiliyor.

    1617 yılında Osmanlı Tahtı’na padişah olarak 2 kez oturan ve toplam 1*5 yıl padişahlık yapan 1. Mustafa için ise Reşat Ekrem şöyle yazıyor.”(4) “… yirmi beş yaşındaki birinciMustafa erken bunamış delikanlı bir deliydi. Kaybettiği yalnız akli dengesi değildi. Kafeste iken zaman zaman yanına konan kızların hepsi ondan bakire olarak çıkmışlardı. Dimağında hatıra ve bilgi adına hiç bir nakış yoktu. Adını bile güç hatırlıyordu. Yakışıklı bir vücut yapısına ve dilber bir yüze sahipti. Buğday Denizli koyu kumral saçlı ve sakallıydı. Kalabalıktan ve sesten ürküyordu… Hiç konuşmuyordu. Ağzından ender olarak; “gel-git. Al-ver* ekmek-su” gibi iki heceli emirler çıkıyordu. Yüzü donmuş bir taş gibiydi. Hüzün* elem* ıstırap* zevk* haz çizgileri yoktu.”
    Tümünü Göster
    ···
  7. 6.
    +1 -2
    KAYNAKLAR*BELGELER:
    okuyacağınız bütün metinler aşagıdaki kaynaklardan alınmıştır.
    1) Reşat Ekrem Koçu* OsmanlıPadişahları S. 270

    2) Alponse deLamartine* OsmanlıTarihi C. 2. S. 593.

    3) Prof. Dr. Ahmet Mumcu* Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl s. 193

    4) Reşat Ekrem Koçu* OsmanlıPadişahları s. 184

    5) Alponse de Lamartine* Osmanlı Tarihi C. 1. S. 364.

    6) Pr. Dr. Ahmet Mumcu. Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl. S. 196

    7) Pr. Dr. Ahmet Mumcu. Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl. S. 192

    8) Alponse deLamartine* OsmanlıTarihi S. 1. S. 451

    9) Pr. Ahmet Mumcu* a.g.e. S. 197

    10) Alponse de Lamartine. a.g.e c.2.S.553

    11) Reşat Ekrem Koçu. a.g.e. S. 175-176
    ···
  8. 5.
    +1
    @3 o beddua yalandır Yavuz Türkmen kesmekten başka şey yapmadı
    ···
  9. 4.
    +1
    “Sakın Türk’ü insan sanma

    Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma

    Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.

    Türk’ün başını kesenken sakın gam yeme

    Baban da olsa Türk’ü öldür.”

    Demektedir. Tüm bunlara karşın Türk Bayat boyundan Alevilerin ulu ozanı Fuzuli (1480-1566) bir deyişinin son beytinde şöyle diyor:

    “Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok

    Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”

    Gökten Allah tarafından dahi indirilse Türklerin dünyada yeri olmadığını; Arap ve Acemler hakim olduğunu belirtir ve Şiirlerinde Osmanlılara sitem eder ve kafa tutar. Alevi Türkmen aşıkları, ozanları diline ve töresine sahip çıkar ve şiirlerinde dilendirir, yöre yöre gezerek halkı bilinçlendirirler. Dedeler ve Babalar da Türkçe ibadet yaparak örf ve gelenekleri yaşatarak bugünlere getirirler.

    idrîs-i Bitlîsi ve Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Kürtlere en büyük destek sağlayan II.Abdülhamit olmuştur. Yavuz Selim’den itibaren iç işlerinde tam bir serbestlik olan bölgeye Prof.Dr.ilber Ortaylı’nın tesbitine göre “Kürt Hükümeti” denmekteydi ve “merkezi hazineye ipotek ödemezdi ve herhangi bir biçimde düzenli askeri hizmetlerle yükümlü değillerdi.” Böylesi bir bölgeye Abdülhamit, islamcılığın bütünleştirici “ümmet” anlayışıyla birarada tutma fikriyle yeni bir yapılanmaya gidilir. Abdülhamid’in “Aşiret Mektebi-i Humayun”(1892-1907) adıyla açtığı ve aşiretlerden getirtilen şeyh ve ağa çocuklarının eğitildiği okullardan mezun olanlar; beklentilerin yerine, devlete karşı örgülenme yapan kadroları oluşturmuşlardır. Abdülhamid’in marifetlerinden biriside “Hamidiye Alayları”dır

    Hamidiye Alayları, Dördüncü Ordu Komutan› Müşir Zeki Paşa’nın II. Abdülhamid’e önerisiyle 1890 yılında kurulmaya başlanır.14-15 Nisan 1891’de de “Nizamnâmesi” yayınlanarak yasal hale gelir. Ruslara yönelik olarak Şafi Kürtler’den oluşturulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkiyalık yapar. Ermeni ve Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar 23 Temmuz 1908 ‘de ikinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Eylül 1908 ayında Kürt Hamidiye Alayları’nın silahlarını ellerinden almak isteyen ittihat’çılar bunu başaramazlar ittihat ve Terakki Cemiyeti içinde Türkçülük akımı giderek güçlenir ve hakim olur. Şafi Kürtlerin ağa ve aşiret reislerinin çocuklarının eğitildiği istanbul’daki “Aşiret Mektebi”nde ve Hamidiye Alaylarında ise Kürt milliyetçiliği filizlenmiş ve örgütlenmeye başlamıştır. Bu durum Doğu Anadolu’da Alevi-Şafi çatışmasını beraberinde getirir. Sonuçta; Okul Müdürü Kolağası Kamil Bey; “bunlar aşiret değil haşerat!” der...
    Tümünü Göster
    ···
  10. 3.
    0
    yavuz sultan selim'in kürtlere bedduası
    ···
  11. 2.
    +2 -2
    OSMANLI-KÜRT iTTiFAKI VE TÜRKMEN KATLiAMI

    Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in Osmanlı tahtına geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları hat safhaya varır. 24 Ağustos 1514’deki Şah ismail ile Yavuz Selim arasıda geçen Çaldıran Savaşı öncesi 40 Bin üzerinde kızılbaşTürkmen katledilir. Savaş meydanında öldürülen Türkmenler hariç... Prof.Dr.Faruk Sümer; Safevi Devleti’in Osmanlılardan daha Türk çok bir Türk Devleti olduğunu söyleyerek: Safevi Devletinin kurucuları; Anadolu Kızılbaş Türk oymaklarıdır. Devletin resmi dili Türkçe’dir. On iki hayvanlı Türk Takvimini kullanmaktadırlar. Askeri teşkilatlanmaları Türk sistemidir. Edebiyatı vb. yazı sitemleri Türkçe’dir... Demektedir ki, bütün kaynaklar bu hususu doğrulamaktadır. Yine Akkoyunlu Devleti ve Karamanoğulları Beyliği, Osmanlılar’dan daha Türktür. Çeşitli Türkmen oymaklarından ve Bayındır Beyleri’nin kurucusu olduğu aşiretler konfederasyonundan meydana gelen Akkoyunlular için John E.Woods; “300 Yıllık Türk imparatorluğu” demektedir ki, isabetli bir saptamada bulunmaktadır. Kur’anı ilk Türkçe’ye çeviren ve Saray dahil her alanda Türk Dili’ni hakim kılan Akkoyunlular gerçek anlamda bir Türk Devletidir. Osmanlılar Türkleri aşağılarken Dede Korkut ise şöyle der: “Karanlıkta yolumu yitirirsem parolam Allah’tır/Soylu kuralın taşıyıcısı, efendimiz Bayındır Han’dır/Salur Kazan’dır savaş gününün galibi” Bölgede hüküm süren Akkoyunlu ve Safevilerin Türk Dilinin yöreye hakim olmasından rahatsızlık duyan Kürt Mollası idris Bitlisi; Osmanlılar ile işbirliği yaparak Türkmenlerden intikam alır.

    Yavuz Selim’e kadar Doğu Anadolu’da Türkmen hakimiyeti vardır. Yavuz ise; Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından Kürt mollası Şeyh idris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu’da Türkmenler katledilmişler, kurtulanlar ise Azerbaycan’a kaçmışlardır. Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, idris-i Bitlisi oldurarak Kürt Aşiret reisine ve ağalarına vermiştir. Böylelikle bugünkü doğudaki feodalizmin temelleri atılmıştır.

    idrîs-i Bitlîsi (Ö.8 Kasım 1520) “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak üzere Kürtistan memleketinde “Kürt Beyleri ve Kürt taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi bağlarının” nasıl güçlendirdiğini anlatırken, şehir ve yöre adlarını tek tek vererek Kızılbaş Türkmenleri de nasıl katlettiklerini “Allah’ın ve Padişah’ın yanında olan bir Molla olarak” zevkle ve kana susamış bir vampir edasıyla anlatmaktadır. Kürtler “dirlik ve birliklerini” idrîs-i Bitlîsi’ye borçluyken, Türkler ise, Yavuz Selim ile idrîs-i Bitlîsi’nin yaptıklarını lanetle anmaya devam edeceklerdir. Büyük bir Türk katili olan idrîs-i Bitlîsi’nin bütün eserlerini Türkmen Tarihi açısından “Türklük bilincine sahib bir tarihcimiz” tarafından incelenip gerçek anlamda “Anadolu Türk Tarihi”nin bir kesitini ayakları üstüne oturtulması gereklidir. Yunan mezalimini ağızlarında sakız eden bazı “Türk Milliyetçi Yazarları” Yavuz ve idris-i Bitlisi’nin Türk katliamlarını görmezlikten gelmektedirler.

    Yavuz dönemimde Osmanlı yönetiminde görev alan idris Bitlisi ve Bıyıklı Mehmet Paşa ile Kürt Aşiret Ağaları’nın durumları için; bugün Kürt gruplarından KOMKAR belgeli olarak şöyle demektedir ki çok ilginçtir:

    “1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-istanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana idris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. ikisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana idris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler demişti. Mevlana idris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir.”

    Aynı gurubun siyasi örgütünün başı Alevi Kökenli Kemal Burkay ve Munzur Çem gibileri; bu iki Osmanlı Kürtünün, Alevileri katletmesini görmezlikten gelerek, Alevi Tarihini yok sayarak “öteki tarih” dedikleri uydurma bir “Kürt Tarihi” yaratmaya çalışıyorlar. Tunceli Ovacık’ta “üçlü Kürt ittifakı” olan: Bıyıklı Mehmet Paşa, idris Bitlisi ve Palu Beyi Cemşid ‘in; on binlerce Kızılbaşı kesmesine; aynı bölgenin adamları Kürtlük ideolojileri adına ses çıkarmamaktadırlar. Ahlaki olarak bu çifte standart davranışlarına ne demek gerektiğine okuyucular karar versin !

    Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliğine atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Dıyarbakırlı Kürt Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla idris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZ BiN Kızılbaş Türk’ü katlederler. Bölgeden kaçamayan Türkler de kendilerini Kürt olduklarını söyleyerek kalırlar, baskılar sonucu da gerçekten Kürtleşirler. Doğu sınırlarını Türklere kapatan Yavuz; korumalığını da Kürt aşiretlerine bırakır. 1517’de Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü islâm Halifesi olması ile sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve islâmi Devlet kimliği oluşur. Bu tarihten sonra Araplar, Osmanlı Devleti’nin yaşamı boyunca diğer halklardan üstün ve gözde konumlarına devam ederler. Türkler arasında Yavuz adı Yezit ile özdeşleşir ve lanetle anılır olur. Türk ulusal kimliği; Bozkırdaki Türkmenlerde yaşar ve ozanları Türkçe’yi geliştirir. Osmanlı Sarayı ise giderek soysuzlaşır ve yapay “Osmanlıca” denen yazı dili hakim olur. Bu nedenle Prof.Dr. Faruk Sümer; Safaviler için Osmanlılar’dan daha fazla Türktür demektedir.

    Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi Osmanlı imparatorluğu’nun zirvede olduğu bir zamandır. Ama Türkler açısından bir şey değişmez. Yine bu dönemde zülüm, şiddet ve katliamlar devam eder. Kürt kökenli Ebussuûd Efendi (1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve 30 yılda verdiği fetvalarla “Osmanlı toplum yaşdıbını” belirler ve Kızılbaş Türkmen katliamı, “Sünni Şeriatı”na göre meşruluk kazandırır. Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin Anahtarı” verilir. Bugün Sünni din adamları tarafından huşu ile anılarak “evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussuûd Efendi, Türk katliamcısı, yobaz, lanet okunacak bir zalim ve cellattan bir kişiden başka birşey değildir.

    Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12 l606’da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 155 bin Alevi Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür. Aman dileyen insanlara Kuyucu Murat Paşa’nın yanıtı; “Vurun şu pis Türk’ün başını” olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Paşa üç yıl terör estirir.

    Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661) Celali ayaklanmaları bastırmak ve eşkıya tedibi adı altında; Anadolu Türkmenlerini kırımdan geçirmiş sağ kalanlara da zülüm yapmıştır. Osmanlı Vak’a-Nüvisleri ( tarihçileri) Naima ve Hoca Sadettin Efendi gibileri; kitaplarında katliamları ballandıra ballandıra anlatmaktalar ve Türkler için; “nadan” yani “kaba Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk” ifadesini kullanmaktadır. Başka kitaplarda ise; ‘Türk iti şehre gelince farisice ürür.’ yazmaktadır. Osmanlının ünlü şairi Nef’i ise “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” Demektedir. Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;
    Tümünü Göster
    ···
  12. 1.
    +2 -2
    Osmanlı hayranı panpalara gelsin bunlar
    ···