+22
-2
Taşınmamızın üstünden 1 hafta kadar geçti. Herşey o kadar iyiydi ki.. Hayallerimdeki gibi bir kadınla, hayallerimdeki gibi bir ev ve mahallede sabahları Ermeni mezarlığında bulunan o kocaman kavak ağaçlarındaki çeşit çeşit kuşlardan gelen sesler ile uyanıp işe gidiyordum. O gün işten döndüğümde Sevda evde yoktu. Büyük ihtimalle Bakırköy'de bi alışveriş merkezine girmiş yine manyak gibi alışveriş yapmaktan evin yolunu unutmuştu. Aradım tahminimde hiç te yanılmamıştım. Yoğun toplantılar içinde geçen bir günün sonunda bir de Temmuz ayının alevinde geçen 1,5 saatlik trafikten sonra dolaba koştum hemen. Soğuk bişeyler ararken dolaptaki Miller bira gözüme takıldı. Hemen aldım bir yudum içip tezgahın üzerine koydum. Tekrar dolaba dönüp yiyecek bişeyler arandım. Anasını satayım daha iki gün önce aldığım kaşar peynirini küf bağlamıştı. Ne çabuk bozuldu ya bu diye geçirdim içimden. Neyse ya olmadı Sevda gelince dışarıdan bişeyler söyleriz diye düşündüm. Kafam hala dolaba dönük, kapısını kapatırken bir yandan elimi tezgahın üstündeki biraya uzattım, ancak elim boşluğa geldi. Kafamı bi çevirdim bira yok tezgahta. Noluyo lan dedim kendi kendime.. Bizim mutfağın kapısı içeri salonu görür. içeri bakmam ile salondaki sehpanın üzerinde duran Miller'ı görmem bir oldu. Bi afalladım önce. Nasıl ya dedim. Sevda. Sen mi geldin? diye seslendim. Ses yoktu.. Zaten çok salakça bir seslenişti bu. Gelse kesin duyardım.