1. 1.
    0
    (bkz: inciden bardağa gitmeye neden olan yazarlar)
    ···
  2. 2.
    0
    seni bir giberim o anki ruh halini dostoyevski gelse betimleyemez lan dalyarak
    ···
  3. 3.
    0
    @1 hay ebeni gibeyim gösteriş budalası ipne, gibtir git.
    ···
  4. 4.
    0
    kim lan bu muallakler
    ···
  5. 5.
    0
    sokayım ikisinede.
    ···
  6. 6.
    -1
    Peter Gast'a yazdığı bir mektupta Nietzsche,
    Dostoyevski'nin pgibolojik dehasına olan hayranlığından sözeder.
    Bununla birlikte, onun en güçlü içgüdülerine karşı koyduğunu da ifade eder.
    Sanıyoruz ki, Nietzsche ve Dostoyevski arasında yapılacak bir karşılaştırma,
    aslında temel anlaşmazlığın nedenlerini aydınlatabilir.

    Nietzsche Dostoyevski'nin yeraltı dünyası,
    yeraltı yolları, labirentler hakkında yaptığı ayrıntılı araştırmasını övüyordu.
    Burada gizlenmiş sofuca yalanlar sayesinde iyi insan ötekilerden gizlenir,
    kendi kendisinden bile iç çelişkilerini saklar.
    işte "Gnôthi Sauton" gerçeği budur.
    Dostoyevski'nin zavallı kahramanı birbirini izleyen saçma davranışlarda bulunarak,
    sonunda isyankâr ve acı çeken bir kurban olur.
    Yüzeysel olarak her şey açık ve berraktır.
    Ama derinde, azgın sulardan ne korkunç canavarlar çıkıyordu!
    En kötüler iyilik dolu bir gülüş arkasında itiraf edemedikleri kinlerini gizlerler...
    En iyiler yalnızca
    karakterlerinin soyluluğu sayesinde erdeme ulaşabilenler -haksız olduklarına inanıp-,
    aldatmaca bir merhamete boyun eğerler.

    Nietzsche,
    Dostoyevski'nin betimlediği dünyada isa dönemindeki Filistin'in hastalarını ve yoksullarını keşfettiğini sanır.
    Öç almaya susamış, ama yadsımaya hazır bulanık ruhlar:

    "incil'in bizi içine sokmaya çalıştığı dünya,
    sinir hastalıklarının, çocukça salaklıkların
    sanki birbirlerine randevu vermiş gibi bir araya geldikleri,
    adı "Ölüler Evi" olan bir Rus romanından alınmış bir dünyadır." (Nietzsche)

    Nietzsche'nin Rus romancıdan söz ettiği kuşku zütürmez.
    Yazarın adının kullanılmadığı yerlerde dahi
    "yeraltı" sözcüğünün sıkça yinelenmesi bunu kanıtlamaya yeter.

    Dostoyevski'nin isa'ya karşı beslediği duyguları çok iyi biliyoruz.
    Rus yazar için Tanrı'sız bir dünya "saçma" bir dünya olurdu.
    Her şeyin "serbest" olduğu bu dünyada doğal olarak kötülük hiçbir sınır tanımazdı.

    Üstelik Nietzsche'nin kesinlikle mahkûm ettiği suçluluk duygusunda,
    Dostoyevski selamete giden yolu buluyordu.

    "Suç ve Ceza" adlı romanda, Sonya'nın yol gösterdiği Raskolnikov,
    huzuru adalete teslim olmakta bulur.
    Kötülük konusu onun için yalnızca soyut kalan bir diyalektik alanında değil,
    aynı zamanda etten ve kemikten olan insanların yaşadığı ortamlarda da kendisini gösterir.

    Sonuç olarak Dostoyevski isa'ya güvenir,
    gerçek yüceliğin sırrını ona sorar.
    Pascal'a katılarak, Tanrı'sız bir insanın "sefilliğini" kanıtlar.
    insan Tanrı'nın kanununu kabul etmek zorundadır.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    -1
    \\\\\\\\\\\\\\\"Benim ilkem çok basittir.\\\\\\\\\\\\\\\" diye yazmıştır 1868 yılında Nathala von Vizine\\\\\\\\\\\\\\\'ye.
    \\\\\\\\\\\\\\\"Ben, isa\\\\\\\\\\\\\\\'dan daha güzel, daha derin, daha sevimli, daha mantıklı, daha yiğit ve daha mükemmel bir şeyin olmadığına, hiçbir zaman da olamayacağına inanıyorum. Eğer isa\\\\\\\\\\\\\\\'nın gerçek olmadığını bana kanıtlayabilirlerse ve gerçeğin isa\\\\\\\\\\\\\\\'nın dışında olduğu doğruysa, ben isa ile kalmayı gerçek ile kalmaya tercih ederim.\\\\\\\\\\\\\\\" (Dostoyevski)

    Bu satırlar, Dostoyevski\\\\\\\\\\\\\\\'nin inancının tam olduğunun göstergesidir.

    Ama onun da \\\\\\\\\\\\\\\"dünyayı mantığın yönetmediğini\\\\\\\\\\\\\\\" düşünmesine
    ve \\\\\\\\\\\\\\\"yeraltından\\\\\\\\\\\\\\\" çıkan çelişkileri fark etmesine karşın,
    Nietzsche gerçeğin bu olmasını yeğliyordu.

    Ya da daha doğrusu,
    gerçeği görüntüler içinde yok olmuş bir varlığa bağlamayı değil de,
    her zaman hareketli olan bir yaşama bağlamayı,
    kendisi için yalnızca can sıkıcı bir tanık olan Tanrı\\\\\\\\\\\\\\\'yı yaşamdan uzak tutmayı istiyordu.

    \\\\\\\\\\\\\\\"Ahlâki bilincin\\\\\\\\\\\\\\\" boş ve kötürümleştirici kuruntularını yaratan bu Tanrı değil miydi?

    \\\\\\\\\\\\\\\"Ama onun gerçekten de ölmesi gerekiyordu.
    Her şeyi gören gözleriyle insanın içini,
    tüm utancını ve gizli olan çirkinliğini görüyordu.
    insanın en iğrenç kıvrımlarının içine bile giren,
    bu patavatsız, aklını acımayla bozmuş meraklının ölmesi gerekiyordu.
    Durmadan bana bakıyordu...
    Ben de bu tanıktan öcümü almak
    ve yaşamıma son vermek istedim.
    Her şeyi ve insanı bile gören bu Tanrı\\\\\\\\\\\\\\\'nın ölmesi gerekiyordu.\\\\\\\\\\\\\\\" (Nietzsche)
    ···
  8. 8.
    -1
    Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
    Cenneti de gördüm cehennemi de
    Öyle bir aşk yaşadım ki
    Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
    Bazılar seyrederken hayatı en önden,
    Kendime bir sahne buldum oynadım.
    Öyle bir rol vermişler ki,
    Okudum okudum anlamadım.
    Kendi kendime konuştum bazen evimde,
    Hem kızdım hem güldüm halime,
    Sonra dedimki ’söz ver kendine’
    Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
    Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
    Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
    Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
    Öyle bir hayat yaşadım ki,
    Son yolculukları erken tanıdım
    Öyle çok değerliymişki zaman,
    Hep acele etmem bundan, anladım…

    (bkz: nietzsche)
    ···