/i/Başıma Geldi

Hayatta başınıza gelenlerden ibaret değil midir?
  1. 76.
    0
    01.08.1998

    Genelde hafta sonları sabah sayımı yapılmıyordu. Yine de erkenden kalkmıştım. Yemek ortaklarımdan Bülent ile Mesut uyumuyordu. Tek başıma; zeytin, domates, tere yağdan oluşan sabah kahvaltımı yapmıştım. Gece, görmüş olduğum rüyalarımı kafamda canlandırıyor, kendi kendime yorumlar yapıyordum. Buraya ilk geldiğim gün bizi teslim alan gardiyan Orhan Ağabeye, ısrarlarım sonucu eşimi aramasını istemiştim. O da eşime 1 Ağustos Cumartesi günü saat 09:00 öğlen 16:00 arası ben nöbetçiyim, eşimi ararsan seni görüştürürüm demiş. Bana da bu şekilde anlattığında çok sevinmiştim ve bugün için eşimden telefon bekliyordum. Sakal bırakmayı düşünüyordum. 15 günden bu yana da sakal tıraşı olmamıştım. Cildim alışık olmadığından sürekli kaşıntı yapıyordu. Bugün de sakallarımı keseyim dedim. Bir perde tıraş olmuş, ikinci perde için yüzümü sabunlarken nöbetçi gardiyan Orhan Ağabey, postacı telefonun var demesi beni heyecanlandırmıştı. Koğuştan yüzüm sabunlu çıkıp, ziyaret salonuna telefonun başına geçtiğimde, hanımın arıyor, yavaş sesle konuş demesi, içimde hafif bir ürperti de yaratmıştı. Çünkü yasak olan bir kuralı çiğniyorduk. Ahizeyi kaldırdığımda, eşimin "Alo" sesini duymam içimi hoş etmişti. Nasılsın? iyi misin? Herhangi bir şeye ihtiyacın var mı? gibi karşılıklı olarak konuşmamızı kartım bitene kadar sürdürdüm dedi. Ben soruyor, o cevaplıyordu. Oğlum Mehmet'i sordum. Annem, babam ve Mehmet evde uyuyorlar. Ben Mert'le erkenden kalıp, Eyüp Camii’sinin yanına ankesörlü kulübelere gelip, seni aradım, bak telefonu Mert'e veriyorum. Seni çok özlüyor, her kelimesinde baba, baba diye sayıklıyor, birazcık oğlunla konuş dediğinde göz yaşlarımı tutamadım. Ağlamaklı sesimle, oğlum Mert, ne yapıyorsun? iyi misin demeye çalışıyordum. Dört yaşındaki oğlumun, baba gelsene demesiyle cezaevinin üstüme yıkılışını hissediyordum.
    ···
  2. 77.
    0
    Eşime, maddi ve manevi durumunu sorduğumda; manevi yönden elbette babasız olmamız bizleri üzüyor, yanımızda olman bir başka, uzaklarda, hapislerde olman bir başka. Maddi yönden pek sıkıntı çekmiyoruz, kardeşin isa, ağabeyim çıkana kadar evinizin kirasını ben ödeyeceğim, ufak tefek sıkıntınızı gideririm demesi bizi rahatlatıyor, babamın da emekli maaşı var, bize yeter; idare etmeye çalışacağız, sen de idareli olmaya çalış, biraz az sigara iç diyordu. Bu arada Orhan Ağabeye dönerek, beni telefonla yine görüştürebilir misin? Nöbetin ne zaman diye sorduğumda, hafta Cuma günü arasın demişti. Eşime de belirtip Cuma günü için randevu almıştık. PTT' den arkadaşlarını Halit ve Aykut ve de kahvede çalıştığın patronun ziyaretimize geldi. Almamakta direndiysem de hepsi beşer milyon verdi. Paraya ihtiyacın varsa on beş gün sonra tekrar göndermek üzere beş milyon göndereyim diyordu. Ben de, şimdilik beş milyon yeterli. Her ne kadar idare etsem de, bir eve, bir aile ne gerekiyorsa sınırlı da olsa alıp, yiyip içmek zorundaydı. en yakın arkadaşım sigara, üzüldüğümde, ağladığımda, canım sıkıldığında sigara yakıyorum. Yine de idareli olmam gerekiyor, merak etme. Soranların cümlesine selamlarımı ilet, gelecek Cuma günü beni arar mısın dediğimde kartı bitmişti. iki dakika kadar tekrar arar diye bekledim. Maalesef aranmadım. Kart bulamamıştır diye düşündüm. Telefonda eşimin ve oğlum Mert'in sesini duymak; beni çok mutlu etmişti. Bu moralle, haftaya Cuma gününe kadar kendimi avuturum diye düşünüyorum.
    ···
  3. 78.
    0
    2 AĞUSTOS 1998

    Nevzat Dayının ziyaretçisine, gardiyanlardan gizli Araç PTT müdürüne verilmek üzere bir mektup vermiştim. Yazmış olduğum altı sayfalık mektubumda, geçmişimde örnekler vererek, bazı ihtiyaçlarımı belirtip, mümkünse ziyaretime gelmesini rica etmiştim. PTT' ye vermiş olduğum hizmetlerimden dolayı kendimi PTT kimliğinden sıyıramamıştım. Meslektaş düşüncesiyle, elini vicdanına koyup, gurbet mahkumunu sevindirir diye, gözlerim ziyaretçi penceresinde, kulaklarımda gardiyanın sesindeydi. Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri gelenim olmadığımdan, mektup eline ulaşmadı veya hafta içi gelir veya ister gelsin ister gelmesin diye kendi kendime homurdanıp durdum. Yine de, gelir diye kulağım her an gardiyanın sesinde. Buradaki arkadaşlara ve ağabeylere yavaş yavaş ısınmaya başlıyordum. Bir odada on altı kişi yaşıyorsak dargınlık kızgınlık olmadan bu cezayı bitirmeliydik. Çoğu ile sohbet ediyordum. Prensibim; hal ve hareketlerimin seviyeli, ölçülü, konuşmalarımın da terbiyeli ve üsluplu olmasıydı. Çoğu kez yalnız kalmayı tercih ediyordum. Koğuşa alınan Milli Gazete ve Türkiye Gazetesini en son ben alıp, dikkatimi çekmeyen yazıları bile en ince ayrıntısına kadar gazeteyi okuyordum. Gazetelerin bilmecelerini kesip, biriktiriyordum. Canım sıkıldığında dikkatimi bulmaca çözmeye veriyordum. Zaman zaman da bir tek Uğur' la tavla oynuyordum. Tavla oynamayı bilmese de vakit geçirmeye çalışıyorduk.
    Yemek ortaklarımla halen içli-dışlı olamadım. Mesut' un herşeyin iyisini ben bilirim havası, her konuda söze atılıp şöyle olmuştu, böyle olması gerekirdi gibi laf ebeliği yapması, Bülent' in de ağalar gibi yatıp uyuması, her öğün yemek yemeye çağırmamıza karşılık sallana sallana gelmesi, beni ve Mesutu kızdırıyordu. Fakat her ikisine de kızgınlığımı belli ettirmiyordum. Ortaklarıma ilk günden kendilerine, sabah, öğlen ve akşam yemek saatini belirleyelim demiş, önerim kabul edilmemişti.
    ···
  4. 79.
    0
    Üçümüz de sabah kahvaltısını ayrı ayrı yapıyorduk. Sabah sayımından sonra Mesut ve Bülent tekrar yatıyordu. Ben uykumu aldığımdan kahvaltımı yapıyordum. Mesut saat 21:30-22:00 gibi kalkıyor, Bülent'te öğlen yemeğine yakın, zorumuzla kalkıyor ya öğlen yemeği yiyor, ya da kahvaltı yapıyordu. Mesut, kendini yemek yapmaktan sorumlu tutmuş gibi gözüktüğünden ve ben her seferinde yardım edeyim mi diye sorduğumda kabul etmiyordu. ilk bir haftamda, sabah kahvaltısından sonra, ben de uyuyordum. Mesut öğlen yemeğini hazırlamış, sofrayı kurmuş Bülent ve beni yemeğe davet ediyordu. Ben hemen kalkıyordum. Oysa Bülent' in baş ucuna iki-üç sefer gitmek gerekiyordu. Bu görev de benimdi. Bir gün öğlen yemeğinden sonra; Mesut'un; şahsıma karşı tehdit edercesine dokunaklı sözlerine içerlenmiştim. Bana; Burhan, cezan uzun. Af çıkmadığını düşünürsek, sen bu cezayı yatamazsın, bie melemen bile pişirmesini, bir makarna yapmasını bilmiyorsan aç ve sefil kalırsın, böyle devam ederse; yemek ortaklığından da vazgeçerim diyordu. Ben de, sözlerin doğru olabilir. Kimse acından ölmemiş. Zeytin ekmekte yesem karnım doyar, kimseye minnet ve yükte olmak istemem. Yemek yapmasını bilmiyorsam suç mu? dediğimde, alındığımı anlamış olacak ki, arkadaşım, ben senin iyiliğin için söyledim. Benim şurada kırk günüm kaldı. Gidene kadar beraber yer, içeriz diyordu. Mesut' un bu sözleri beni kızdırmıştı. içimden yemek ortaklığından ayrılasım geliyordu. ileriki günlerde de bu tip şeyler söz konusu olursa kesin kez ayrılmayı düşünüyorum. Geldiğim günden beri her gün saat 08:30’da kalkıyorum. idarenin vermiş olduğu, kişi başına bir adet ekmek yeterli gelmediğinden, üçümüz için üç ekmeğin haricinde günlük olarak iki ekmek fazla alıp, ücretini ben ödüyordum. Bir gün olsun erken kalkıp, ekmek aldıklarını görmedim. idare, ayrıca her gün için iki yüz yetmiş üç bin liralık günlük istihkak veriyor, haftalık olarak tanzim edilen kumanya, bakkal tarafından cezaevine getiriliyordu. yemek ortaklığı kaç kişiyse, iki yüz yetmiş üç bin çarpı kişi adeti tutarı şeklinde kumanya ihtiyacımızı gideriyorduk. Koğuş içinde erzağı biten birbirinden borç alıyordu. Manav türündeki ihtiyaçlar ise özele girdiğinden yekün aramızda pay ediliyordu. Bizim grupta da bu işle Mesut ilgileniyordu. Kumanya ve manav listesini hazırlayıp erzaklarımız geldiğinde, limiti aştığımızdan, bakkal tarafından ücret istendiğinde bir milyon altı yüz bin lira için Bülenti yanıma göndermiş ödememi istiyorlardı. Ve ödedim de. Mesut ve Bülent gelen erzaklarım dolaba yerleştirirken tanzim edilen listeyi de kontrol ediyorduk. Listeyi kontrol ettiğimde istihkamımız, bir kişi, iki yüz yetmiş üç çarpı yedi gün eşittir bin dokuz yüz on bir, çarpı üç kişiyiz, o da eşittir beş bin yedi yüz otuz üç tutarındaydı. Fazlalık kumanya ve manav listesi fiyatı da eklendiğinde iki milyon yüz bin liralık ücretin aramızda pay edilmesi gerekirken; Mesut' un beş yüz bin lirasını ödeyip, bir milyon altı yüz bin liranın benden talep edilmesine içimden kızmıştım. Bakalım ileriki haftalarda durum neyi gösterecek.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 80.
    0
    Mesut' un lafı çok zoruma gitmişti. Ama yine de bozuntuya vermeden yemek ortaklığıma devam ediyordum. Artık kendisinden yemek yapmasını öğreniyordum. Yardım etmiyordum. Uzaktan, hangi yemeğin nasıl hazırlanıp pişirilmesini gözlüyordum. Gözlerimle, artık makarna, konserve taze fasulye yapılmasını öğrendim.
    1 Ağustos 1998 Cumartesi akşamı için Türkiye Spor Yazarları Derneği, Fenerbahçe - Beşiktaş maçı vardı. Gündüzden Mesut ile Nevzat Dayı bir karton Marlboro’suna iddiaya girdiler. Mesut Galatasaraylı olmasına rağmen Beşiktaşı, Nevzat Dayı da Fenerbahçe’yi tutuyordu. ikisinin de maddi durumları zayıftı. ( Mahkumun yemesinden, içmesinden, ziyaretçisi ve parası gelip gelmediğinden durumu belli oluyordu ). Ve maç Beşiktaşın 3-1’lik galibiyeti ile bittiğinde, Mesut' un gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Oh be, bir haftalık sigaram geldi demesi, kendisine olan kinimi daha çok arttırmıştı. Biz burada hepimiz mahkumuz. Gelenimiz, gidenimiz pek olmuyor. Dayının parasını iade etsen nasıl olur dediğimde, yok öyle şey olmaz. Vallahta vermem, billahta vermem, iddaaya girmeseymiş dedi. Kardeşim, aynı şey senin için de geçerli. Sen çok kaybetseydin, Dayıya da aynı şeyi söylerdin dedim. Velhasıl ikna edemedim. Dayı da sigaranın parasını ödemişti. Uyuyamadığımız bir kaç arkadaş oturmuş çay içiyorduk. Konu yine bunlardan açılınca suçun Nevzat Dayıda olduğuna karar verdik. iki ayda, üç ayda bir ziyaretine gelip üç-beş kuruş verdiyse, iddiaya girmeseydi tezini savunduk.
    ···
  6. 81.
    0
    03.08.1998

    Sayımdan sonra kahvaltımı yine tek başıma yaptım. Ortaklarımdan yine saat onda kalkan Mesut, kahvaltı hazırlayıp, Bülent'e seslenerek kalkmasını istedi. Yarım saat sofrada Bülenti bekledi. Çünkü Bülent kalkmamıştı. Sonra baş ucuna giderek, yüksek sesle hiddetli hiddetli, hemşerim kalkıyorsan kalk, peşinde uşağın yok, bu iş burada bitmiştir. Herkes kendi başının çaresine baksın diye ortalığı velveleye veriyordu. Bülent'in de yatağından fırlayıp dikleşmesi ortalığı ayağa kaldırdı. Uyuyanlar uyanmış, ayaktakilerin bir kısmı ikisinin arasında, bir kısmı da Bülent'e sus diyordu. Mümessilin araya girmesi, kardeşim ayrılmak istiyorsan ayrıl, yemeğini kendin yap, ye, iç. Böyle bağırıp çağırmakla huzurumuzu kaçırma dedi. Sonra erzak dolabında ne varsa, payına düşen kadar alıp yemek ortaklığından ayrılmış olur. Artık Bülent ile ikimiz kalmıştık. Bülent' e, bak kardeşim ben yemek yapmasını bilmiyorum, sen biliyorsan elimden geldiğince sana yardımcı olurum, Mesut gibi ortam yaratılacaksa sonradan kötü olacağımıza baştan kötü olalım, herkes kendi başının çaresine baksın, yine de arkadaş kalırız. Aramızda yemek hususunda dargınlık olmasın dedim. O da, Ağabey öyle şey olur mu? ikimiz ortaklığa devam ederiz. Sabahları beni kahvaltıya kaldırma, öğlen ve akşam yemeğini beraber hazırlar ve yeriz. Ben uygunsuzluk yapmam dedi. Kendisi bu arada kahvaltısını yaptı. Beraber keyif çayı içtik. Saat 12’ye doğru öğlen yemeği yapalım, sen de bana yardım et dedi. Taze fasulye pişirecektik. Ben fasulyenin kartlarını seçip ayıkladım. Ortadan ikiye böldüm. O da yıkadı, temizledi, yemeği hazırlayıp ocağa koydu. Piştikten sonra afiyetle yedik. Öğleden sonra iki civarlarıydı. Yemekhanede oturuyordum. Gardiyanın bana ismimle hitap etmesi, beni heyecanlandırdı. Bahçe kapısına yaklaşıp buyurun dedim. Altımda şort vardı. Üstünü giyin, PTT müdürü ziyaretine geldi deyince çok heyecanlandım. Hemen üstümü giyinip yanlarına gittim. Baş gardiyanlık odasında beni bekliyorlarmış. içeriye girdiğimde ben posta müdürü, ben veznedar, ben de dağıtıcı… diyerek tanışıp tokalaştık. PTT müdürü gönderdiğim mektubu aldım. Meslektaşmışız diyerek ziyaretine geldik, nasılsın, iyi misin faslıyla muhabbete başladık. Mektubunda Bayramiç’te görev yaptığını yazmışsın. Benim de Bayramiç’te ( PTT' de ) arkadaşım vardı. Onu aradım. Seni sordum. ismi Necmettin, sana da selamı var dedi. Tanıyorum, işçimizdi dedim. Sonra bir şeyler getirdik. Az veya çok değil kabul buyur, benim babam da mahkumdu. Mahkumun halinden anlarım. Herhangi bir sıkıntın, ihtiyacın olduğu zaman, buradaki ( gardiyan ) memur arkadaşlar da bizden, kendilerine bize ulaşmak istediğini söyle, haberimiz olur olmaz hemen yanına geliriz, her türlü sıkıntını gidermeye çalışacağız. Akşamüstü de hanımını ararım, Yengen ( mektubumda istemiştim )' de kek yaptı, gönderdi, afiyetle ye dedi. Yirmi dakika kadar görüşmemizin sonunda bize müsade, görevimizin başına gidelim. Sorunun olduğu zaman beni muhakkak ara, ara sıra cezaevine gelen postacımızdan halini hatrını sorar, kendini üzme, sağlığına dikkat et diyerek tokalaşıp, öpüşüp vedalaştık. Ben de ayaklarınıza sağlık, kesenize bereket, Allah sizlerden razı olsun dedim. Arkadaşlarım, ziyaretine mi geldi? Evet, gözün aydın diyorlardı. Getirdikleri poşetlerde istediklerim de vardı. Kavun, domates, salatalık, bir tepsi kek, piknik tüp, bir paket Maltepe sigarası, iki tükenmez kalem, üç dosya, bol miktarda çizgisiz dosya kağıdı ve bademcik ( antibiyotik ) hapı vardı. Bugün için çok mutlu oldum. Bir mektubun üzerine ve tanımadığım üç kişinin ziyaretime gelmesi beni o kadar çok ihya etti ki kelimelerle anlatamıyorum. Bu ziyaret benim için çok büyük bir doping oldu. Artık kendimi yalnız hissetmiyordum. Çünkü derdimi, sıkıntımı giderebilecek birisini bulmuştum. Gurbet mahkumu için, bulunduğu yerde böyle birilerinin bulunması benim ve bizler için nimettir.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 82.
    0
    9 Ağustos 1998

    Buraya geleli bugün 16 gün oldu. Yaşantımız aynı. Af yasası da gündemden düştü. Hepimiz Ekim ayını sabırsızlıkla bekliyoruz. Arkadaşlarım ellerinde yarım kalan el işlerini tamamlamaya çalışıyordu. Mesut’la yemek ortaklığımızdan ayrıldığımızdan bu yana Bülent’le iyi anlaşabiliyoruz. Sabah kahvaltısını bazen ayrı yapsak bile öğlen ve akşam yemeğini beraber yiyoruz. Ben kızartma türlerini hazırlıyorum. Bülent’te yemek işlerine bakıyor. Kendisi 21 aydır buradaymış. Bu zamana kimsesi gelmemiş ziyarete. iki ayda, üç ayda bir sadece eşinden mektup geliyormuş. Parası bulunmadığından bu zamana kadar arkadaşları hep sigara almış. Kimse bir kez olsun herhangi bir eksiğin var mı diye sormuyormuş. Konuşmalarımız esnasında hayatından kesitler vermesi, kendisine acımamı sağlamıştı. Haftalık ihtiyaçlarımız idare tarafından karşılanıyor, diğer kalan ihtiyaçlarımızın ücretini ben ödüyorum. Bir ara kendisine de beş paket sigara aldım. Çok sevindi. Keşke durumum daha da iyi olsa, kendisine cezaevi içerisinde maddi açıdan yardımcı olabilseydim. Durumum her ne kadar iyi olmasa da, benden daha da iyi olmayan kişilere yardımcı olabilmek için elimden geldiğinde yardımcı olmak istiyordum. ama ilk önce can, ondan sonra canan diye bir atasözü vardır. Buna istinaden öncelikle cezam bitene kadar kendimi düşünmeliyim. Buradaki haftalık masraflarım da ağır olmakta. idarenin vermiş olduğu haftalığa karşılık ihtiyaçlarımızı tam karşılayamıyoruz. Mecburen sebze ve değişik türde çeşit almak zorunda kalıyorum. ilk haftada bir milyon altı yüz bin, üçüncü haftada üç milyon harcadım. Sigara dahil haftalık harcamam üç milyon olup, aylık harcamam on iki-on beş milyon arası, bu gidişle eşimin işi hayli zor olacak. Kendi bütçesini mi düşünecek yoksa beni mi düşünecek. Bu yüzden de affın bir an önce çıkmasını bekliyorum. Ekonomik şartlar çok ağır. Anlaşılan o ki, burada da kemerleri sıkmak gerekiyor. Yemek grupları, yemeklerini hazırladığında herkes birbirini sofraya davet ediyor ama sofraya oturan pek olmuyor. Zira herkesin kesesi kısıtlı da olsa ikram edilen bir tabak yemeğin, kendisine bir öğün yeteceği kanısındadır. ikinci ziyaret günümdü. Yine ne gelenim, ne gidenim vardı. Yazmış olduğum mektupların da cevabı gelmemişti. Öğlen saatlerinden sonra Merve gelmişti. Birazcık onunla oyalanmam, bir anlık derdimi unutturmuştu. Eşimden ikinci telefonun gelmesini de bekliyordum.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 83.
    0
    7 Ağustos Cuma akşamı gardiyan Orhan Ağabey nöbetçiydi. Telefonlaşmamız hep Orhan Ağabeyin nöbetinde olacaktı. Gece 00:00’ye kadar telefon bekledim. Koğuşun içinden telefon zili duyuluyordu. Birkaç kere telefon çaldığında, bu telefon bana gelmiştir diye hep heyecanlanmıştım. Fakat gece 00:00’den sonra Orhan Ağabeyin nöbeti bitmiş, benim de heyecanım suya düşmüştü. Ertesi gün öğlen saatinden sonra, baş gardiyan Musa Bey, eşin aradı, biraz sonra yeniden arayacak, herhangi bir derdin, sıkıntın, ihtiyacın varsa iletelim dedi. Ben de, sağlığımın yerinde, paraya ihtiyacım olduğunu ve 13. evlilik yıl dönümüzü belirten bir not yazarak, telefonda kendisine okumasını istedim. Çok ısrar ettiğim halde telefonla görüştürmedi. Elimizde olan bir şey, eşimle, çocuklarımla görüşeyim, hasret ve özlem gidereyim, siz de bir babasınız, duygularımı, hislerimi anlamalısın dediğimde, yasak kardeşim, fazla ısrar edersen notunu okumam diye tehdit ediyordu. Yüzüne karşı değil de, içimden küfür de etsem, beddua da okusam kendimi deşarj etmiş sayıyordum.
    Buradaki ortamlar böyle olmasına rağmen, diğer cezaevlerindeki ortamlar kim bilir nasıldır diye düşünüyorum. Burada bulunan mahkum arkadaşların çoğu değişik yerlerde ceza yatmışlar. Anlatılanlardan birkaç örnek vermek gerekirse, Eflami’de bulunan cezaevinde yüzme havuzu bulunduğunu, Mihalıcık’taki cezaevinde telefon görüşmesinin serbest olduğunu, Bayrampaşa Cezaevinde ise, bahçesinin Kumkapı gişelerini aratılmadığının yer olduğu söylenmekte. Demek ki her yerin kendine özgü idaresel olarak bir tutum ve davranışı bulunmakta.
    ···
  9. 84.
    0
    14 Ağustos Cuma

    Eşim ve oğlum Mehmet'ten gelen ilk mektubumun sevincini yaşıyorum. Dün de, eşimden gelen banka havalesi beş milyonu almıştım. Mektubumun ve havalenin geç gelmesi sinirlerimi bozuyordu. Yarısını geçen ilk mektubumda, gözyaşlarımı tutamadım. Küçük oğlum Mert'in sürekli beni sayıklaması ve fotoğrafımı elinden düşürmemesi içimi parçalamıştı. Allah'a sürekli yalvarıyor, affın bir an önce çıkmasını bekliyordum. Çıkacak olan af ve bir infaz yasası, beni aileme, çocuklarıma, sevdiklerime ve özgürlüğüme kavuşturacaktı.

    17 Ağustos 1998 Pazartesi

    10 Ağustos 1998 evlilik yıl dönümümüzün 13. yıl dönümü. Buradan eşime APS mektup göndererek yıl dönümümüzü kutluyordum. Bu mektubumun cevabını aldığım gün yazmış, dört gün sonra cevabını APS olarak aldım. Hemen mektubumu açıp okudum. Çocuklarımın resmini görünce içim bir hoş oldu. Sevinci ve hüznü bir arada yaşadım. Gelen mektubumda eşim, oğullarımız sürekli seni istiyor, af çıkmazsa yanına geleceğiz diye yazması, beni hem sevindiriyor hem de maddi yönden düşündürüyor. 29 Ekim'e kadar af ve infaz yasası çıkmazsa manevi yönden hepimizin rahatlaması için ailemin yanına gelmesini isteyeceğim. 29 Ekim 1998'e kadar gelen ve giden mektuplarla manevi yönden rahatlamaya çalışmalıyım. 29 Ekim'den sonrası Allah kerim.
    ···
  10. 85.
    0
    21.08.09 Cuma

    Eşimden gelen on beş milyon parayı mutemetten aldım. Zamanımın sıkıcı geçmemesi için kütüphaneden üç adet roman alıp okumayı düşünüyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Her görmüş olduğum rüyalar kabus gibi üstüme çullanıyor gibi geldiğinden bazı geceler uyandığım olmuştur. Korkumu yenmek için de kaç kez kalkıp çay demleyip, sigara içmişimdir. Buradaki arkadaşlar arasında gündemimizden düşmeyen af konusuna, ünlü çetelerin yakalanmasıyla değişik boyutlarda fikir yürütmekteyiz. Kürşat Yılmaz, Alaaddin Çakıcı gibi ünlü kaçakların yurt dışında yakalanmaları, Sedat Peker'in kendisinin teslim olması bir siyaset oyunu olmalı ki, 29 Ekim'den önce çıkacak herhangi bir af yasasından yararlanacak olmaları veya 18 Nisan 1999 günü yapılacak genel seçimlerde siyasetçilerimizin seçmenlere, bakın biz mafyayı tek tek çökerttik, icraatımız halen devam etmekte deyip oy potansiyelinin arttırmaları düşüncesine hakim olmaktayız. ileriki tarihlerde durum kendini gösterecektir.
    Araç Cezaevi savcımız on beş günde bir ziyaretimize gelmekte. Herhangi bir sorunumuz olup-olmadığını sorduğunda kimseden ses çıkmıyor. Halbuki başbaşa kaldığımızda (koğuş içinde) çeşitli sorunlarımız olduğunu herkes birbirine anlatıp dert yanmakta. Ben, savcının tekrar gelişi halinde sorunlarımızı dile getirmeyi kendime görev bilip, karşılıklı diyalog içerisinde aktarmayı düşünüyorum.
    ···
  11. 86.
    0
    28.08.98 Cuma

    Sıkıcı bir hafta geçirdim. Yazmış olduğum mektuplarıma hala cevap gelmedi. Meşguliyet edinebilmem için el işi (abajur) yapmaya karar verdim. Merve yine geldi. Biraz onunla oyalandım. istanbullu ibrahim Ağabeyin ziyaretçisi oğlu Mehmet geldi. Yazmış olduğum pusula ile evimi aramasını beni merak etmemelerinin sıkıntımın olmadığını, eşime belirtmesini istedim. Halbuki sıkıntıdan, özlemden, hasretlikten patlıyorum. 29 Ekim'e gün saymaktayım. Sayılı günlerin geçmemesi de işin cabası. Dün ibrahim Ağabeyle oturup dertleştik. Ailelerimizden bahsederken her ikimiz de ağladık. Ben en çok çocuklarımı özledim.
    ···
  12. 87.
    0
    04.09.1998

    17.08.98 tarihinde eşime göndermiş olduğum mektubun cevabını dün aldım. 18 günde gidip gelen mektubumun cevabını büyük sevinçle açıp okudum. Mektubumun yarısı olduğunda ağlamaya başladım. Benim için çok duygulu olan satırlarda, oğlum Mert'in sürekli beni araması ve doktor Esen hanımın bana on milyon para göndermesiydi. Kırk kat yabancı bir insan tarafından yardım görüyordum. Yirmi senedir beni bakıp büyüten amcamdan, yengemden değil para, mektup bile gelmezken bir yabancı tarafından maddi yönden sevindirilmem beni ister istemez duygulandırmıştı. Bugün için eşime ve Esen hanıma APS mektup yazıp gönderdim. Aslen Rizeli ve istanbul Eyüp'te oturan mahkum arkadaşım Muhsin Midilli, yemek ortağımız oldu. Artık üçümüz yemek hazırlayıp yiyoruz. Muhsin'in ev işi marifeti çok olduğundan bana da abajur yapmaya başladık. Koğuşta ne ararsan vardı. Pense, çekiç, tornavida, bıçak, maket bıçağı, kablo, vs. şeyler bulunmakta. Bu tip alet ve edevatların bulunması yasak olmasına rağmen burada bulunması tuhafıma gitmişti.
    Bir ay öncesinden Bayrampaşa Cezaevi'nden sevk gelenlerden, ibrahim Meraci (dayı diye hitap etmekteyiz) ile bol bol sohbet etmekteyiz. Sohbetimizin çoğunluğu ailesel konu içerikliydi. Zaman zaman sohbetimiz esnasından ya ben, ya da o ağlıyordu. Çocuklarımızın özlemi içimizi yakıyordu. Sık sık inşallah af çıkar da bu pislik yerden kurtuluruz diye dua ediyorduk. Kaldığımız bu koğuşta zaman zaman on sekiz-on dokuz kişi oluyoruz. Tahliye olanların yerine mutlaka gelen oluyordu. iki oda ve bir mutfağın temizliğini yapıyoruz. Kendi iç ve dış temizliğine önem veren bu kişiler koğuş içi temizliğine önem vermiyorlar. Herkes kendi havasında ayrı bir alemde. En basit örneği vatandaşlar çay demliyor, içtiği bardağı yıkamadan, demliğini temizlemeden gibtir olup gidiyordu. Gidecek olduğu yerde ya yatağı ya da bahçedir. Birisi birisine laf söylemeye kalksa, laf uzayıp gidiyor. Neticesinde tartışmalı bir ortam yaratılıp, dargınlık, küskünlük oluyordu. Koğuş içerisinde izmaritleri bile bile yerlere atıyorlar. Buraya geleli bugün 41 gün oldu. Geldiğim günden beri bir Allahın kulu içtiğimiz çay bardaklarını güzelce yıkamamıştır. Ben her hafta bardakları ve demlikleri güzelce yıkıyorum, ovalıyorum. Yani kahvecilikte kalan alışkanlığımı burada yürütüyorum. Koğuşta çok tip soğuk insanlar bulunmakta. Çoğunluğuna ısınamadım. Kanım kaynamadı. Örneğin Karslı Ayhan Teremeke, tam bir buzdolabı gibi, esmer, uzun boylu, zayıf, şivesi bozuk, kişilerle diyaloğu pek iyi olmayan bir kişi. Bir diğeri de buralı Nevzat Baltacı. Yedi kişilik gruplarının dışındaki kişilerle konuşmayan, bir günaydın, afiyet olsun demeyen kişiydi. Bir diğeri Lütfi dayı. O da içten pazarlıklı birisiydi. içlerimizden en mülayimi bulaşıkçımız Yunus'tu. Elini ver kolunu al cinsindendi. Kimseye karışmaz, onun-bunun arkasından pisliğini temizleyip söylenmezdi bile. Grubumuzun yemeğini de hazırlayıp sofrada meyve türü bir şeyler olduğunda, o anda yanında kim varsa ikram ediyordu. Diğer arkadaşlar da iyi sayılırdı. 31 Ağustos günü tahliye olan Nurettin Boduç'a bir gün borç para vermiştim. Borç aldığı günün üstüne bir kaç hafta geçmesine rağmen verememişti. Tahliye olup giderken sabah saat 07.30'da koğuştan ayrılırken, o an ayakta uyananlardan kim varsa onlarla vedalaşıp diğer kişilerle vedalaşmadan ve üstelik bana borcu olduğu halde bana da bir şey söylemeden gitmesine çok içerlenmiştim. Ve burada da kimseye acımayacaksın diye kendi kendime söz vermiş bulundum.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 88.
    0
    05.09.1998 Cumartesi

    Cuma günü akşamı gece geç saatlere kadar oturup yattım. Sabah kahvaltısında gece görmüş olduğum rüyamı arkadaşlara anlatıyordum. Oğlum Mehmet'i gördüm. Sevinçten ağlamak istiyor ama ağlayamıyordum. Birden bire uyandım. Neyin nesi diye yorum yapıyorduk. ibrahim Dayı da, sevinçli bir haber alacaksın diyordu. Gerçekten de öğlen saat bir sıraları gardiyan Nejdet, postacı Burhan nettin diye seslendiğinde, yarı şaşkın, hayrola buyurun dediğimde, dış kapıda ziyaretçin var, gel görüş dediğinde sevinçle kapıya doğru ilerledim. Kapı açıldı. Ne göreyim, çalışmış olduğum kahvenin bitişiğindeki pastaneci Veli değil mi? Ben hemen, hoş geldin, merhaba buyurun içeride görüşelim dediysem de nöbetçi asker ve gardiyan, izin kağıdı olmadığından beş dakika görüşebilirsiniz, ayak üstü ne konuşacaksınız konuşun diyordu. Ziyaretçim de; ben Veli, buraya eşimi ve çocuklarımı almaya geldim. istanbul’dan hareket etmeden önce patronun Kahveci Hasan Amca seni görmemi çok istedi. Bu mektubu, bu da sana gönderdiği on milyon, buyur al, ve çok geçmiş olsun. istanbul’daki arkadaşlarının hepsinin selamı var, bir isteğin arzun varsa halledelim diyordu. Ben, yarı şaşkın ve sevinçle onu dinliyordum. Sağol kardeşim, Allah senden razı olsun. Herkese çok selamımı ve iyi olduğumu söylersin dedim ve gardiyanın bu kadar yeterli, kısa kesin demesiyle vedalaştık.
    Bugün için çok sevinçliydim. Ziyaretçim, param ve mektubum gelmişti. Cebimde kalan dört milyon bana az gözüktüğünden sıkıntı yapıyordu. Allah garip kuşun yuvasını yaparmış diyorlar ya, hakikaten gelen para da tam imdadıma yetişmiş oldu.
    ···
  14. 89.
    0
    07.09.1998 Pazartesi

    Bugün koğuşumdan Ayhan Teremeke tahliye oldu. Gece hiç uyumadığını belirten arkadaşıma, gece saat üçe kadar eşlik etmiştim. Bavulunu, kolisini hazırlayıp bağlamıştık. Sabah sayımında herkesle vedalaşıp, alkışlarımız arasında uğurladık.
    ···
  15. 90.
    0
    09.09.1998 Çarşamba

    Bugün de, hiç hoşlanmadığım Mesut Tanış tahliye oldu. Tahliyesine 10-15 gün kala, aramız gittikçe iyi oluyordu. Birbirimize çay ikram etmekte sanki yarışıyorduk. Dargın olduğumu belirtmeyip usülen de olsa, onunla da vedalaşıp alkışlar arasında göndermiş olduk.
    ···
  16. 91.
    0
    11.09.1998 Cuma

    Salı akşamı 12:00-08:00 nöbetçisi gardiyan Hidayet, koğuşumuza gelip, bizlerle bir müddet sohbet edip çay içti. Şakalaştık. Koğuştan çıkarken yanına yaklaşıp kapıyı kilitleyecek olduğu zaman, yanımızda kimse yokken, Hidayet Bey! Malumunuz, sizler de evlisiniz. Evlat sevgisi nedir bilirsiniz, sizi sezinleyebildiğim kadarıyla kıyak bir arkadaşa benziyorsunuz. Düştük gurbet ele, çoluk çocuk, eşten ayrıyız. Özgürlüğümüz kısıtlı, senin nöbetinde beni telefonda ailemle, çocuklarımla görüştürür müsünüz? Bu iyiliğinizin altında da kalmam dedim. O da, sabah erken kalk, saat yedide de konuşursunuz dedi. Aksine sabah yedide de kalkamamıştım. Nöbeti saat 08:30’da teslim etmesi gerekirken, o gün nöbetten geç çıkmıştı. Bir ara boşluk bulup ziyaret mahalline geçerek, kimsenin göremeyeceği bir şekilde duvar dibinde telefon numaramı ve söylemesi gerekenleri bir kağıda yazıp ve yedi yüz elli bin lirayı kağıdın içine koyup verdim. O da Cuma veya Cumartesi sizi görüştüreceğim demişti. Artık Cumayı bekliyordum. Bugün içinde 08:00-16:00 nöbetçisiydi. Ve bugün tüm ziyaret boyunca kulağım hep telefondaydı. Her telefon çalışında bu telefon bana diye içimden bir sevinç geçiyordu. Havaların çok sıcak oluşu ve ziyaretlerin kalabalık olması, Hidayeti bunaltmış olacak ki, koğuşumuza elini yüzünü yıkamaya geldiğinde, abi ne oldu, görüşebildin mi , evime haber uçurdun mu dediğimde, ne acele ediyorsun, görüştüreceğiz işte deyip, beni terslercesine bir tavır takınmıştı. Tamam abi, sen kızma, işini bilirsin diyordum. Bugünü de telefon beklemekle akşamı yapmış oldum.
    ···
  17. 92.
    0
    Koğuşumuza yeni gelen yeni arkadaşlardan Fatih 12, Elvan 10, Hüseyin de 4 günlük olmuşlardı. Yerli mahkum arkadaşlarımızın ziyaretçileri gelip, görüşmeleri, biz diğer gurbet mahkumlarının içini karartıyordu. Bugün Merve gelmemişti. Yerine 10 aylık kardeşi Kerem gelmişti. Sarı tenli, pamuk gibi oluşu, sevimli hali hepimizin dikkatini çekmişti. içimizde babalı olan mahkumların gözleri dolu dolu olmuştu. Nevzatta bunun farkına varınca bebeği koğuştan çıkardı. Akşam yatağıma yatıp yarını ve Hidayet’in nöbetinde eşimden gelecek olan telefonu ve neler konuşacağımı hayal ederek uykuya dalmışım.
    ···
  18. 93.
    0
    12.09.1998

    Sabah saat 11:00 sıraları kahvaltımı yapıyordum. izinli olan gardiyan Orhan Bey 08:00-16:00 nöbetindeydi. Bahçeden arkadaşlar seslendi. Postacı telefon deniliyordu. Coşkuyla kapıya dayandığımda Orhan Bey, postacı seni arıyorlar, bir isteğin, sıkıntın olup olmadığı soruluyor, ne diyeyim diye sorduğunda, müsade et de konuşalım diyordum. Kabul etmedi. O zaman kim olduğunu öğreneyim dedim. Telefonun başına tekrar gidip geldi. Baban arıyor dedi. Babam olmadığı halde, herhalde kayınpederim arıyordur dedim. O halde benim iyi olduğumu, para istediğimi, çocuğu okula kayıt ettirdiler mi diye sor dedim. Gelen cevap, beş milyon gönderdik, parayı alması lazım, çocuğu geldiği zaman kendisi kayıt ettirir deniliyordu. Gelen bu cevapta beni şaşırtmıştı. Beş milyon istememiştim. Benim bildiğim, eşim bu zamana kadar çocuğu okula kayıt ettirirdi. Ayrıca az bir günüm kalmışçasına bir tavır konulması beni hem şaşırtmış, hem de bir anda sinirlenmeme sebep olmuştu. Kafamda telefonun mukayesesini yaparken beş dakika sonra Orhan Bey' in koğuşa yanıma gelip, postacı seni yine aradılar. Arayan ağabeyin, salı günü seni almaya geliyorlarmış demesi beni iyice çileden çıkarttı. Orhan Ağabey, sen ne diyorsun yahu. Tam 19 ay cezam var. Ağabeyim de yok. Bu işte yanlışlık var dedim. Bu telefon karışıklığı biraz sonra çözüldü. Üçüncü koğuştan Selami diye bir arkadaşın babasıymış arayan. Salı günü tahliye oluyormuş.
    ···
  19. 94.
    0
    Bu arkadaşla Metristen buraya sevk yolculuğumuz beraber geçmişti. Bir an önce saat dört olsun diye Hidayet' in oğlunu gözlüyordum. Nöbetini teslim alan Hidayet, koğuşumuza girip çıktıkça onun gözünün içine bakıyordum. Acaba telefon konusunda bana ne diyecek diye ta ki akşamın dokuzuna kadar bekledim.
    Akşam saat dokuz sıralarında mutfak penceresinde beni çağırttıran Hidayet, sanki çok acelesi varmış gibi, acele telefon numaranı ver diyordu. Yine arayacak olduğu numarayı ve notumu yazıp verdim. Gece saat 00:00’ye kadar, yani nöbeti bitene kadar bekledim. Hali hazırda bir cevap yok. Yarın gece (Pazar) gece 00:00-08:00 nöbeti ne gelecek, verecek olduğu cevabı merakla beklemekteyim.
    Bugün çok güzel rahmet (yağmur) yağdı. Bahçede hususi durarak ıslandım. Uzun zamandır yağmayan yağmuru seyretmek ve toprak kokusunu hissetmek çok hoşuma gitmişti.
    ···
  20. 95.
    0
    Yemek ortaklarımla, ortaklığımın halen devam etmekte, özel giderler hariç yemek ihtiyacı için olan giderleri Muhsin’le pay etmekteyiz. En çok ikimiz de Bülent’e kancayı takmıştık. Çünkü cebinde parası olduğu halde giderlere ortak olmuyordu. Parasız, zavallı bir görüntü veriyordu kendine. Sürekli olarak abajür yapıp satıyordu. Bir kez olsun bir şey alıp (parasıyla) ikram etmiş değildir. Çalıştığı tezgahı da sürekli pis tutuyordu. Bir sabah uyandığında, postacı burada benim kaplamam vardı, ne oldu diye sorduğunda, bilmiyorum dedim. O' da, burayı temizleyen sensin, kaplamamdan haberin olması lazım demesi, tepemi attırmış, ağız münakaşası yapmıştık. Burada ilk defa böylelikle sinirlenip, havalanmıştım. Neyse ki, araya Nevzat Dayı girip, ikimizi yatıştırdı. Fırsat buldukça ve canım istedikçe milletin pisliğini temizliyordum. Bir Allah'ın kulu, eline bir bez alıp şurayı temizleyeyim demiyordu. Tüpü sürekli ben dolduruyorum. Tüpü biten arkadaşa tüpü vermemekte direnen Bülent' e iyice kızmaya başlamıştım. Böylelikle kendisinden yavaş yavaş soğuyor ve uzak durmaya çalışıyorsam da, Muhsinin, boşver ağabey, şu 29 Ekim'de çıkacak affın şerefine idare et diyordu. Aynı şekilde ben de ona hitap ediyordum. Belki ileriki tarihlerde ikimiz yemek ortaklığında karar kılacağım.
    Bir gece ben ve Hüseyin Kahraman uyuyamadık. Abajürlerle uğraşıp sabahladık. ikimizin de canı çay istemişti. Ne bende, ne de onda çay yoktu. Bazı dolaplar da kilitliydi. Açıkta olan Nevzat Dayının dolabından bir çay bardağı çay çalmış oldum. Gece uyuyamayan Nevzat Dayı çay kaşığı tıkırtısına yanımıza gelip, çayınız yoktu, nereden bulup demlediniz dediğinde, bende az bir çay vardı, onu demledim dedim. Hüseyin' de Nevzat Dayıya, gel otur, sana da bir çay doldurayım, kendi malın gibi iç demesi Hüseyin Dayıyı kızdırmıştı.
    ···