/i/Başıma Geldi

Hayatta başınıza gelenlerden ibaret değil midir?
  1. 1.
    +3
    http://www.youtube.com/watch?v=lsPu00D--ks

    "Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır - daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur." Oğuz Atay - Eylembilim.

    "Zamanın dokunduğu her şey bir masal. Zamanı geldiğinde var olacak tek şey, gerçek.”

    "Hikayeme hoşgeldiniz."

    Bazen insan bildiği bir kavramla hayatında ilk defa nerede karşılaştığının muhakemesini yapar da, o kavramın hayatındaki öneminin farkına vardığında gözlerinin önünde istemsizce beliren sahneyi izler ya sebepsizce, işte benimki de böyle bir şey. Doğduğumda topuğumun kesildiğini hatırlıyorum mesela. hayatım boyunca iki kez yaşadım. Birincisi doğarken, ikincisi de aklımdan daha önce bir doğuma şahit olup, bir bebeğin topuğunun kesilmesindeki sebebi ararken izlediğim sahne. Bu zamana kadar herhangi bir doğuma şahit olmadığımdan, topuğu kesilen benim öyleyse.
    Topuğumun kesilmesinin sebebi sarılık doğmuş olmam. Bir şekilde anlaşılmış. ilaçlara ve tedavilere yanıt vermemişim. Yeni doktorlar, yeni hastaneler arayışına giren ailem, sonuca daha hızlı ulaşmak için yollarda ayak bağı olmayayım diye anneannemi bana bakması için çağırmış. Yollara düşülmüş, doktor bulunmuş, tedavi yöntemi konuşulmuş ve karar verilmiş. Kanımın tamamen değişmesi gerekiyormuş. O zamana göre küçük bir kasabada, aynı kana sahip olan birini bulmak zormuş. Ancak belediye anonsları sayesinde duyuruya cevap veren biri bulunmuş. Babam, bir arkadaşının arabasıyla eve geri dönüp, anneannemi ve beni alıp, tekrar hastanenin yolunu tutmuş. Hastanenin bahçesine girdiğimiz gibi anneannem, babamın sürdüğü arabayı durdurmuş ve bir hışımla fırlamış arabanın içinden. Şalvarı bacaklarının arasına dolanmış anneannem, memelerinin arasında, vücut ısısını korumaya çalışan torunuyla birlikte avazı çıktığı kadar bağırmış. Ölmüşüm o anda. Çenem kilitlenmiş. Yüzümdeki beyazlık, kendini soğuk bir mora terk etmiş. Bu olaya tanık olan annem dayanamayıp yere yığılmış. Hafta sonu iznine çıkan bir asker tarafından kurtarılmış hayatım. Adaşım üşenmemiş. Adaşım dedim ya, bu talihsiz olay ardından, bana hayatı tekrar geri veren bu insanın adı konmuş. iznini bırakıp, belediyenin anonsuna kulak asmış. Kurtulmuşum işte.
    Mantığını çözerken zorlanmadığım onca başıboş sahnelerle dolu zihnim. Hani az önce bahsettim ya, ilk bigibletin neydi diye sorsalar, iki-üç yaşında üstünden hiç inmediğim, kırmızı, dört tekerlekli bigibletimi söylerim yine. O zaman ne kendimi bilirdim, ne de bir başkasını. Nedensizce hatırladığım sahnelerden biri de, acılar içinde pencerenin kenarında oturup izlediğim, gökyüzünden yere düşen yıldırımlar. Acımın sebebi yaralarım. Dizlerimde, dirseklerimde, kollarımda ve kafamın arkasında. Dört tekerli bigibletimi sokakta sürmek istemiştim. Balkon yetmediği için, sokakta sürebilmek adına annemden iznimi de almıştım. Yapmam gereken tek iş, canım kırmızı bigibletimi merdivenlerden aşağı indirip, sokağa çıkarmaktı. Daha toprak değmemiş, güneş bile görmemiş bigibletim, ben ve merdivenler. Ardından öyle bir düşmüştüm ki, yara bantlarının dizlerimdeki oluşturduğu gerginliğin acısıyla uyanabilmiştim. Merdivenlerden yuvarlanışımı hatırlamıyorum. Acımı bastıran tek şey yıldırımlar. Yere o kadar sert düşüyor ki, gürültüsü evimizin camlarından içeri girip vitrini titretiyor. Televizyondaki Alf bile korkmuş olmalı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +1
    gözlerim ağrıdı lan züt
    ···
  3. 3.
    +1
    Pink floyd varsa ben de varım
    ···
  4. 4.
    +1
    bunları okusak burda olmazdık amk
    ···
  5. 5.
    +1
    ulan çok güzel yazıyorsun be; doyamadım.

    tek ricam giriş-gelişme-sonuç kısımlarından oluşturursan hikayeni ve attığın entryleri çok daha güzel olur bence.
    ···
  6. 6.
    +1
    okuyacam oç
    ···
  7. 7.
    +1
    roman yazmissin amina koyim kim okucak bunu
    ···
  8. 8.
    +1
    Lan kitabin ismi ne alıyım
    ···
  9. 9.
    +1
    entry-nick
    edit: kitap yaz yazarsı çocuğu kitap yaz
    ···
  10. 10.
    +1
    rezerve
    ···
  11. 11.
    0
    14 Ağustos Cuma

    Eşim ve oğlum Mehmet'ten gelen ilk mektubumun sevincini yaşıyorum. Dün de, eşimden gelen banka havalesi beş milyonu almıştım. Mektubumun ve havalenin geç gelmesi sinirlerimi bozuyordu. Yarısını geçen ilk mektubumda, gözyaşlarımı tutamadım. Küçük oğlum Mert'in sürekli beni sayıklaması ve fotoğrafımı elinden düşürmemesi içimi parçalamıştı. Allah'a sürekli yalvarıyor, affın bir an önce çıkmasını bekliyordum. Çıkacak olan af ve bir infaz yasası, beni aileme, çocuklarıma, sevdiklerime ve özgürlüğüme kavuşturacaktı.

    17 Ağustos 1998 Pazartesi

    10 Ağustos 1998 evlilik yıl dönümümüzün 13. yıl dönümü. Buradan eşime APS mektup göndererek yıl dönümümüzü kutluyordum. Bu mektubumun cevabını aldığım gün yazmış, dört gün sonra cevabını APS olarak aldım. Hemen mektubumu açıp okudum. Çocuklarımın resmini görünce içim bir hoş oldu. Sevinci ve hüznü bir arada yaşadım. Gelen mektubumda eşim, oğullarımız sürekli seni istiyor, af çıkmazsa yanına geleceğiz diye yazması, beni hem sevindiriyor hem de maddi yönden düşündürüyor. 29 Ekim'e kadar af ve infaz yasası çıkmazsa manevi yönden hepimizin rahatlaması için ailemin yanına gelmesini isteyeceğim. 29 Ekim 1998'e kadar gelen ve giden mektuplarla manevi yönden rahatlamaya çalışmalıyım. 29 Ekim'den sonrası Allah kerim.
    ···
  12. 12.
    0
    21.08.09 Cuma

    Eşimden gelen on beş milyon parayı mutemetten aldım. Zamanımın sıkıcı geçmemesi için kütüphaneden üç adet roman alıp okumayı düşünüyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Her görmüş olduğum rüyalar kabus gibi üstüme çullanıyor gibi geldiğinden bazı geceler uyandığım olmuştur. Korkumu yenmek için de kaç kez kalkıp çay demleyip, sigara içmişimdir. Buradaki arkadaşlar arasında gündemimizden düşmeyen af konusuna, ünlü çetelerin yakalanmasıyla değişik boyutlarda fikir yürütmekteyiz. Kürşat Yılmaz, Alaaddin Çakıcı gibi ünlü kaçakların yurt dışında yakalanmaları, Sedat Peker'in kendisinin teslim olması bir siyaset oyunu olmalı ki, 29 Ekim'den önce çıkacak herhangi bir af yasasından yararlanacak olmaları veya 18 Nisan 1999 günü yapılacak genel seçimlerde siyasetçilerimizin seçmenlere, bakın biz mafyayı tek tek çökerttik, icraatımız halen devam etmekte deyip oy potansiyelinin arttırmaları düşüncesine hakim olmaktayız. ileriki tarihlerde durum kendini gösterecektir.
    Araç Cezaevi savcımız on beş günde bir ziyaretimize gelmekte. Herhangi bir sorunumuz olup-olmadığını sorduğunda kimseden ses çıkmıyor. Halbuki başbaşa kaldığımızda (koğuş içinde) çeşitli sorunlarımız olduğunu herkes birbirine anlatıp dert yanmakta. Ben, savcının tekrar gelişi halinde sorunlarımızı dile getirmeyi kendime görev bilip, karşılıklı diyalog içerisinde aktarmayı düşünüyorum.
    ···
  13. 13.
    0
    28.08.98 Cuma

    Sıkıcı bir hafta geçirdim. Yazmış olduğum mektuplarıma hala cevap gelmedi. Meşguliyet edinebilmem için el işi (abajur) yapmaya karar verdim. Merve yine geldi. Biraz onunla oyalandım. istanbullu ibrahim Ağabeyin ziyaretçisi oğlu Mehmet geldi. Yazmış olduğum pusula ile evimi aramasını beni merak etmemelerinin sıkıntımın olmadığını, eşime belirtmesini istedim. Halbuki sıkıntıdan, özlemden, hasretlikten patlıyorum. 29 Ekim'e gün saymaktayım. Sayılı günlerin geçmemesi de işin cabası. Dün ibrahim Ağabeyle oturup dertleştik. Ailelerimizden bahsederken her ikimiz de ağladık. Ben en çok çocuklarımı özledim.
    ···
  14. 14.
    0
    04.09.1998

    17.08.98 tarihinde eşime göndermiş olduğum mektubun cevabını dün aldım. 18 günde gidip gelen mektubumun cevabını büyük sevinçle açıp okudum. Mektubumun yarısı olduğunda ağlamaya başladım. Benim için çok duygulu olan satırlarda, oğlum Mert'in sürekli beni araması ve doktor Esen hanımın bana on milyon para göndermesiydi. Kırk kat yabancı bir insan tarafından yardım görüyordum. Yirmi senedir beni bakıp büyüten amcamdan, yengemden değil para, mektup bile gelmezken bir yabancı tarafından maddi yönden sevindirilmem beni ister istemez duygulandırmıştı. Bugün için eşime ve Esen hanıma APS mektup yazıp gönderdim. Aslen Rizeli ve istanbul Eyüp'te oturan mahkum arkadaşım Muhsin Midilli, yemek ortağımız oldu. Artık üçümüz yemek hazırlayıp yiyoruz. Muhsin'in ev işi marifeti çok olduğundan bana da abajur yapmaya başladık. Koğuşta ne ararsan vardı. Pense, çekiç, tornavida, bıçak, maket bıçağı, kablo, vs. şeyler bulunmakta. Bu tip alet ve edevatların bulunması yasak olmasına rağmen burada bulunması tuhafıma gitmişti.
    Bir ay öncesinden Bayrampaşa Cezaevi'nden sevk gelenlerden, ibrahim Meraci (dayı diye hitap etmekteyiz) ile bol bol sohbet etmekteyiz. Sohbetimizin çoğunluğu ailesel konu içerikliydi. Zaman zaman sohbetimiz esnasından ya ben, ya da o ağlıyordu. Çocuklarımızın özlemi içimizi yakıyordu. Sık sık inşallah af çıkar da bu pislik yerden kurtuluruz diye dua ediyorduk. Kaldığımız bu koğuşta zaman zaman on sekiz-on dokuz kişi oluyoruz. Tahliye olanların yerine mutlaka gelen oluyordu. iki oda ve bir mutfağın temizliğini yapıyoruz. Kendi iç ve dış temizliğine önem veren bu kişiler koğuş içi temizliğine önem vermiyorlar. Herkes kendi havasında ayrı bir alemde. En basit örneği vatandaşlar çay demliyor, içtiği bardağı yıkamadan, demliğini temizlemeden gibtir olup gidiyordu. Gidecek olduğu yerde ya yatağı ya da bahçedir. Birisi birisine laf söylemeye kalksa, laf uzayıp gidiyor. Neticesinde tartışmalı bir ortam yaratılıp, dargınlık, küskünlük oluyordu. Koğuş içerisinde izmaritleri bile bile yerlere atıyorlar. Buraya geleli bugün 41 gün oldu. Geldiğim günden beri bir Allahın kulu içtiğimiz çay bardaklarını güzelce yıkamamıştır. Ben her hafta bardakları ve demlikleri güzelce yıkıyorum, ovalıyorum. Yani kahvecilikte kalan alışkanlığımı burada yürütüyorum. Koğuşta çok tip soğuk insanlar bulunmakta. Çoğunluğuna ısınamadım. Kanım kaynamadı. Örneğin Karslı Ayhan Teremeke, tam bir buzdolabı gibi, esmer, uzun boylu, zayıf, şivesi bozuk, kişilerle diyaloğu pek iyi olmayan bir kişi. Bir diğeri de buralı Nevzat Baltacı. Yedi kişilik gruplarının dışındaki kişilerle konuşmayan, bir günaydın, afiyet olsun demeyen kişiydi. Bir diğeri Lütfi dayı. O da içten pazarlıklı birisiydi. içlerimizden en mülayimi bulaşıkçımız Yunus'tu. Elini ver kolunu al cinsindendi. Kimseye karışmaz, onun-bunun arkasından pisliğini temizleyip söylenmezdi bile. Grubumuzun yemeğini de hazırlayıp sofrada meyve türü bir şeyler olduğunda, o anda yanında kim varsa ikram ediyordu. Diğer arkadaşlar da iyi sayılırdı. 31 Ağustos günü tahliye olan Nurettin Boduç'a bir gün borç para vermiştim. Borç aldığı günün üstüne bir kaç hafta geçmesine rağmen verememişti. Tahliye olup giderken sabah saat 07.30'da koğuştan ayrılırken, o an ayakta uyananlardan kim varsa onlarla vedalaşıp diğer kişilerle vedalaşmadan ve üstelik bana borcu olduğu halde bana da bir şey söylemeden gitmesine çok içerlenmiştim. Ve burada da kimseye acımayacaksın diye kendi kendime söz vermiş bulundum.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    Saat 20:30’da diğer nöbetçi gardiyan elindeki listeyle yanımıza gelmişti. Arkadaşlar geçmiş olsun deyip, isim kontrolü yaptıktan sonra sizleri koğuşlara dağıtacağım dedi. Bizler de, memur bey hepimizi aynı koğuşa veremez misin? Bizler ayrılmak istemiyoruz dediysek te, mümkün olmadığını, dört koğuşumuz var, hepsinde birer ikişer boş yatak var, mecburen ayrılacaksınız dedi.
    Beni yanına çağırarak, torbamı ve üstümü didik didik aradıktan sonra üstümdeki parayı da fazla bularak, emanete alıyorum deyip, seni koğuş ikiye veriyorum dedi. Yabancı kişilerle karşılaşacağımdan bir endişe hissediyordum. Çekine çekine besmele çekerek, koğuş ikiye girdim. Erkenden kalkan üç-beş kişi bahçede oturuyordu.
    Arkadaşlar, selamünaleyküm, hayırlı sabahlar, hepinize geçmiş olsun diyerek, oturdukları yere doğru ilerledim. Hep bir ağızdan, aleykümselam, sana da geçmiş olsun, hoş geldin dediler. Buyurun, oturun dendi. Tek tek isimlerini söylediler. içlerinden birisi, benim adım Paşa, Ezincanlıyım, bu koğuşun mümessiliyim. Önce karnını doyuralım, sonra da banyonu yaparsın. Yemek ortağını da seçelim, daha sonra uyur istirahat edersin dedi.
    Ekmek, peynir, zeytin ve baldan oluşan kahvaltım gelmişti. Kahvaltımı yaparken bir taraftan mümessile, ben yemek yapmasını bilmem, aşçılığı olan birinin yanına verirsen iyi olur, bakkal alışverişinin nasıl yapıldığını, arkadaşların nasıl bir insan olduğunu, koğuş içi uyulması gereken kuralların olup olmadığını vs. sorular sorarak cevabını almaya çalışıyordum. Cevapların isteğim doğrultusunda olmasıyla endişemin yersiz olduğuna kanaat geldim. Koğuşta tek tek uyanan arkadaşlar bahçeye çıktığında yabancı yüz siması olarak beni görüyordu. Yanıma uyananlar gelerek geçmiş olsun arkadaş diyenlerle tokalaşıyor, size de geçmiş olsun diyordu. Mümessil Paşa Ağabey, ( yaşça benden büyük ) yemek ortağımı tespit edip, Mesut ve Bülent’e bu ağabeyiniz yeni geldi, sizinle yiyip içecek dedi.
    O kadar çok uykum vardı ki bir an önce yatıp uyumak istiyordum. Hafta sonları sabahleyin sayım geç yapıldığından, yatanların olduğu söyleniyordu. Ben de, onların kalkmasını bekliyor, tanışalım, birdenbire yatmak ayıp olur diye düşünüyordum. Benimle koğuş mevcudu on altı kişiydi. Çaktırmadan mevcudu saydım. Demek ki hepsiyle tanışmışım diye içimden geçirdim. Ağabeyler ben yatmak istiyorum, çok yorgunum dediğimde ranzam gösterildi. Fakat yatak yoktu. Çift yatakta yatanın yatağını aldık. Yatağa da yatak demek için bin şahit lazım. incecik, üç katlı battaniyeden farkı olmayan yatağı serdim. Battaniye istedim. idarenin battaniyesi yok, sen getirmedin mi denildi. Metristen Zeki Kanar Ağabey iyi etmişti ki, battaniye vermişti diyordum içimden. Saat onda yatağımı yapıp hemen uykuya daldım. Saat dörtte yemek ortağım, hemşerim kalk yemek yiyelim diyordu. Yemeğimizi yiyip çayımı da içince kendime gelmiştim. Altı saat uyku da yeterli gelmişti. Koğuşumuzda bir arada ikişerliden altlı üstlü sekiz ranza, küçük bir masanın üstünde televizyon, bir yemekhanesi ve sekiz kişilik bir yemek masası, mutfağı ve tuvaleti vardı. Eski bina olduğundan her yeri yıkık döküktü. Ranzaların görüntüsü hiçte hoş değildi. Eşya dolabı bile yoktu. Duvarlara çivi çakılmış, gazete kağıdı yapıştırılmış, pantolon gömlek gibi eşyalar buraya asılmıştı. Diğer valiz ve torba gibi gereçler de ranzaların altına sıkıştırılmıştı. Çelik dolaplardan üç tanesi erzak dolabı olarak kullanılmakta. Altı göz dolabın hepsi kilitliydi. Çünkü dolaplardan öte-beri çalınmasın diye bu yola başvurmuşlar. Bahçede, çöp bidonlarının kapağı olmadığından sinekler cirit atıyordu. Koğuşun içi sineklerle dolu olduğundan gündüzleri uyuyamıyordum.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    Bugün 29 Temmuz Çarşamba

    Buraya geleli tam beş gün olmuştu. Kirli çamaşırlarımı biriktirmiştim. Kısa sürede bir af yasası çıkar düşüncesiyle çamaşır yıkamak istemiyordum. Yapılacak bir iş bulamadığımdan, vakit geçsin diye çamaşırlarımı yıkadım. Hava çok sıcaktı ve bahçede durulmuyordu. Güneş çekilene kadar beş-altı arkadaş yemekhanede oturup sohbet ettik. Burada da hasta olmak yok. Hastalanıp dilekçe verdin mi, beş-altı gün sonra doktora zütürüyorlarmış. Bu yüzden hasta olmamam için bol bol Allaha yalvarman gerekiyor diyorlardı. Konuşmalarımızın çoğunluğu af içerikliydi. T.B.M.M 31 Temmuz Cumartesi günü tatile girecekti. Hepimizin umudu, bu tarihe kadar affın çıkmasıydı. Çeşitli yorumlarla kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyorduk. Gazeteleri okuduğumuzda af konularında halkın tepkisini, görüşlerini okudukça hepimiz sinirleniyorduk. Af konusu geniş kapsamlı bir kelime olduğundan, herkes kendi yönüne göre ( mağdur ve sanık ) değerlendirmeye çalışıyordu. Ve gün geldi çattı. 31 Temmuzda T.B.M.M tatile girdi. Hepimizin hayali (erken af ) suya düşmüştü. Artık gözlerimizi 29 Ekime dikmiştik. Çünkü Cumhuriyetimizin 75. yıl yıl dönümü itibariyle ortaya atılan ( kısmi veya genel de olsa ) bir af yasası vardı. Günlerce basın ve televizyon kanallarından düşmeyen af yasası hazırlanamamıştı. 1 Ekimde T.B.M.M'nin açılmasıyla ele alınacak yasalardan bir tanesi diye beyanlarda bulunulması, biz mahkumları 29 Ekime endekslemişti. 1 Ağustostan itibaren, iki ay saymaya başlıyoruz. 1 Ekim - 29 Ekim arası patlatılacak bir bomba, hepimizi ailelerimize, özgürlüğümüze kavuşmamızı sağlayacak. Aksini düşünemiyoruz. Ortaya atılan bir yasanın gündem dışı kalması, cezaevlerinde olmadık olayların önüne geçilemeyeceği gibi, affın da bir seçim yatırımı olduğu kanısındaydık. Artık bunu zaman gösterecek.
    ···
  17. 17.
    0
    05.09.1998 Cumartesi

    Cuma günü akşamı gece geç saatlere kadar oturup yattım. Sabah kahvaltısında gece görmüş olduğum rüyamı arkadaşlara anlatıyordum. Oğlum Mehmet'i gördüm. Sevinçten ağlamak istiyor ama ağlayamıyordum. Birden bire uyandım. Neyin nesi diye yorum yapıyorduk. ibrahim Dayı da, sevinçli bir haber alacaksın diyordu. Gerçekten de öğlen saat bir sıraları gardiyan Nejdet, postacı Burhan nettin diye seslendiğinde, yarı şaşkın, hayrola buyurun dediğimde, dış kapıda ziyaretçin var, gel görüş dediğinde sevinçle kapıya doğru ilerledim. Kapı açıldı. Ne göreyim, çalışmış olduğum kahvenin bitişiğindeki pastaneci Veli değil mi? Ben hemen, hoş geldin, merhaba buyurun içeride görüşelim dediysem de nöbetçi asker ve gardiyan, izin kağıdı olmadığından beş dakika görüşebilirsiniz, ayak üstü ne konuşacaksınız konuşun diyordu. Ziyaretçim de; ben Veli, buraya eşimi ve çocuklarımı almaya geldim. istanbul’dan hareket etmeden önce patronun Kahveci Hasan Amca seni görmemi çok istedi. Bu mektubu, bu da sana gönderdiği on milyon, buyur al, ve çok geçmiş olsun. istanbul’daki arkadaşlarının hepsinin selamı var, bir isteğin arzun varsa halledelim diyordu. Ben, yarı şaşkın ve sevinçle onu dinliyordum. Sağol kardeşim, Allah senden razı olsun. Herkese çok selamımı ve iyi olduğumu söylersin dedim ve gardiyanın bu kadar yeterli, kısa kesin demesiyle vedalaştık.
    Bugün için çok sevinçliydim. Ziyaretçim, param ve mektubum gelmişti. Cebimde kalan dört milyon bana az gözüktüğünden sıkıntı yapıyordu. Allah garip kuşun yuvasını yaparmış diyorlar ya, hakikaten gelen para da tam imdadıma yetişmiş oldu.
    ···
  18. 18.
    0
    Havanın kokusu içimizi ferahlatıyordu. Arabada kalan altı kişiydik. Ovacığa geldiğimizde kelepçeleri tekrar takmıştık. Takındığımız kelepçeleri tekrar çözdük. Her birimiz rahat rahat oturup, bacaklarımızı uzatabiliyorduk. Gece birden sabahın beşine kadar bozuk yolda seyir etmiştik. Asfalta çıkmış olmalıydık ki arabamızda çok rahat gidiyordu. Uykusuzluktan ölüyorduk. Birkaçımız uyuklamaya başlamıştı. Ben de uyumamaya inat edip küçük pencereden etrafı seyrediyordum. Kara yolları levhasında Araç yazısını görünce uyuyan arkadaşlarımı kaldırıp, uyanın geldik, kelepçelerimizi takalım dedim. Üstümüzü başımızı toparlayıp, kendimize çeki düzen verdik. Perişan ve çok eziyetli bir yolculuktan sonra Kastamonu - Araç Cezaevinin kapısına girmiştik. Arabadan torbalarımızla inerek askerlerin eşliğinde cezaevine girdik. Metristen hareket etmeden önce torbalarımızdan alınan jilet, çamaşır deterjanı, hap, ayna gibi malzemelerimiz iade edildi. Komutanımız, elindeki dosyaları gardiyana vererek, bizlere dönüp, sizleri sağ salim buraya getirdik, burası Metristen iyidir, Asilik yapmadığınız müddetçe cezanızı bitirir, hepiniz ailenize, ananıza, babanıza, sevdiklerinize kavuşursunuz, Allah hepinizi kurtarsın sözleriyle bizlerle vedalaşıp ayrıldı.

    25.07.1998 Cumartesi saat 18:40

    Artık yeni cezaevimize gelmiştik. Nöbetçi gardiyan ( ismini sonradan öğrendiğimiz ) Orhan Bey, bizleri teslim almıştı. Hepimizi elindeki listeyle ismen kontrol edip, bizleri gözlüğünün altından süzüyordu. Torbalarımız burada kalsın, karşı koğuşa girin, istirahathaneye bakın. Saat 20:00-20:30 arası nöbetçi arkadaş gelecek, o sizleri koğuşlara dağıtım yapacak. Karşımızdaki koğuştan bir mahkum arkadaş bizleri görüp, Ağabeyler, hoş geldiniz, geçmiş olsun diyordu. Bizler de tek tek eyvallah, sağ olasın, sana da geçmiş olsun dedik. Biraz sonra elinde bir demlik çay ve bardakla yanımıza geldi. Sıcacık çay bizi memnun etmişti. Her birimiz sırayla çeşitli sorular sorup cevap almaya çalışıyorduk.
    Mahkum arkadaşın karakterini, idarenin tutum ve davranışını, yemek, banyo, ziyaret ve telefon durumunu çeşitli ihtiyaçlarımızın nasıl karşılanacağı hakkında bilgi ediniyorduk. Kötü bir yönü bulunmadığını söyledi. iyimser tavırlarıyla sorularımızı cevaplandırdı. Biz mahkumlar kendi aramızda ne kadar iyi geçinirsek, idare personeliyle de aramız ne kadar iyi olursa, bu ceza burada biter düşüncesine hakimdik. Çaylarımızı içip bitirdiğimizde yanımızdan ayrılıp koğuşuna gitti.
    Bizler şimdilik baş başa kalmıştık. Oturduğumuz yerden görebildiğimiz yerleri süzüyorduk. Koğuş küçücük, içinde iki tane altlı üstlü ranza, ( ranzalarda yatak yok ) kıştan kalma bir odun sobası, küçük bir tuvaleti, aralıklı adımlarımla ölçtüğüm altıya on küçük bir bahçesi, mutfağı ve banyosu bulunmayan, taştan örülme eski virane bir binayı andırıyordu. Allahım burada biz ve bizim gibi insanlar nasıl yaşar diyorduk. Etraftan hiçbir ses gelmiyordu. Şehir dışında ağaçların altında olduğumuz belliydi. Bulunduğumuz koğuşun sağ cephesinde uzun uzun kavak ağaçları görebiliyorduk. Kavak ağaçlarından çeşitli şekilde kuş cıvıltıları ve ötüşleri geliyordu. Bu sesler kulağıma çok hoş gelmişti. Bir müddet kuş seslerini dinledim. Bizi teslim alan nöbetçi gardiyana seslenerek, sayım abim, hepimiz evli barklı, çoluk çocuk sahibi insanlarız, Metristen apar topar çıkartılıp, buraya sevke geldik, ailelerimizin haberi yok, mümkünse evimize telefonla bizlerin buraya geldiğini haberdar et diye yalvarıyordum. isteğimizi kabul etti. Ben ve diğer arkadaşlarım, sigara kağıdına telefon numaramızı ve ismimizi yazıp, parasıyla birlikte gardiyana verdik. O' da, ben bu numaraları arar, buraya geldiğinizi belirtirim. Onlardan alacak olduğum cevabı da Pazartesi nöbete geldiğim zaman söylerim dedi. Evimize haber verileceği için de memnunduk.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    07.09.1998 Pazartesi

    Bugün koğuşumdan Ayhan Teremeke tahliye oldu. Gece hiç uyumadığını belirten arkadaşıma, gece saat üçe kadar eşlik etmiştim. Bavulunu, kolisini hazırlayıp bağlamıştık. Sabah sayımında herkesle vedalaşıp, alkışlarımız arasında uğurladık.
    ···
  20. 20.
    0
    09.09.1998 Çarşamba

    Bugün de, hiç hoşlanmadığım Mesut Tanış tahliye oldu. Tahliyesine 10-15 gün kala, aramız gittikçe iyi oluyordu. Birbirimize çay ikram etmekte sanki yarışıyorduk. Dargın olduğumu belirtmeyip usülen de olsa, onunla da vedalaşıp alkışlar arasında göndermiş olduk.
    ···