-
101.
004.09.1998Tümünü Göster
17.08.98 tarihinde eşime göndermiş olduğum mektubun cevabını dün aldım. 18 günde gidip gelen mektubumun cevabını büyük sevinçle açıp okudum. Mektubumun yarısı olduğunda ağlamaya başladım. Benim için çok duygulu olan satırlarda, oğlum Mert'in sürekli beni araması ve doktor Esen hanımın bana on milyon para göndermesiydi. Kırk kat yabancı bir insan tarafından yardım görüyordum. Yirmi senedir beni bakıp büyüten amcamdan, yengemden değil para, mektup bile gelmezken bir yabancı tarafından maddi yönden sevindirilmem beni ister istemez duygulandırmıştı. Bugün için eşime ve Esen hanıma APS mektup yazıp gönderdim. Aslen Rizeli ve istanbul Eyüp'te oturan mahkum arkadaşım Muhsin Midilli, yemek ortağımız oldu. Artık üçümüz yemek hazırlayıp yiyoruz. Muhsin'in ev işi marifeti çok olduğundan bana da abajur yapmaya başladık. Koğuşta ne ararsan vardı. Pense, çekiç, tornavida, bıçak, maket bıçağı, kablo, vs. şeyler bulunmakta. Bu tip alet ve edevatların bulunması yasak olmasına rağmen burada bulunması tuhafıma gitmişti.
Bir ay öncesinden Bayrampaşa Cezaevi'nden sevk gelenlerden, ibrahim Meraci (dayı diye hitap etmekteyiz) ile bol bol sohbet etmekteyiz. Sohbetimizin çoğunluğu ailesel konu içerikliydi. Zaman zaman sohbetimiz esnasından ya ben, ya da o ağlıyordu. Çocuklarımızın özlemi içimizi yakıyordu. Sık sık inşallah af çıkar da bu pislik yerden kurtuluruz diye dua ediyorduk. Kaldığımız bu koğuşta zaman zaman on sekiz-on dokuz kişi oluyoruz. Tahliye olanların yerine mutlaka gelen oluyordu. iki oda ve bir mutfağın temizliğini yapıyoruz. Kendi iç ve dış temizliğine önem veren bu kişiler koğuş içi temizliğine önem vermiyorlar. Herkes kendi havasında ayrı bir alemde. En basit örneği vatandaşlar çay demliyor, içtiği bardağı yıkamadan, demliğini temizlemeden gibtir olup gidiyordu. Gidecek olduğu yerde ya yatağı ya da bahçedir. Birisi birisine laf söylemeye kalksa, laf uzayıp gidiyor. Neticesinde tartışmalı bir ortam yaratılıp, dargınlık, küskünlük oluyordu. Koğuş içerisinde izmaritleri bile bile yerlere atıyorlar. Buraya geleli bugün 41 gün oldu. Geldiğim günden beri bir Allahın kulu içtiğimiz çay bardaklarını güzelce yıkamamıştır. Ben her hafta bardakları ve demlikleri güzelce yıkıyorum, ovalıyorum. Yani kahvecilikte kalan alışkanlığımı burada yürütüyorum. Koğuşta çok tip soğuk insanlar bulunmakta. Çoğunluğuna ısınamadım. Kanım kaynamadı. Örneğin Karslı Ayhan Teremeke, tam bir buzdolabı gibi, esmer, uzun boylu, zayıf, şivesi bozuk, kişilerle diyaloğu pek iyi olmayan bir kişi. Bir diğeri de buralı Nevzat Baltacı. Yedi kişilik gruplarının dışındaki kişilerle konuşmayan, bir günaydın, afiyet olsun demeyen kişiydi. Bir diğeri Lütfi dayı. O da içten pazarlıklı birisiydi. içlerimizden en mülayimi bulaşıkçımız Yunus'tu. Elini ver kolunu al cinsindendi. Kimseye karışmaz, onun-bunun arkasından pisliğini temizleyip söylenmezdi bile. Grubumuzun yemeğini de hazırlayıp sofrada meyve türü bir şeyler olduğunda, o anda yanında kim varsa ikram ediyordu. Diğer arkadaşlar da iyi sayılırdı. 31 Ağustos günü tahliye olan Nurettin Boduç'a bir gün borç para vermiştim. Borç aldığı günün üstüne bir kaç hafta geçmesine rağmen verememişti. Tahliye olup giderken sabah saat 07.30'da koğuştan ayrılırken, o an ayakta uyananlardan kim varsa onlarla vedalaşıp diğer kişilerle vedalaşmadan ve üstelik bana borcu olduğu halde bana da bir şey söylemeden gitmesine çok içerlenmiştim. Ve burada da kimseye acımayacaksın diye kendi kendime söz vermiş bulundum. -
102.
+1Pink floyd varsa ben de varım
-
103.
005.09.1998 Cumartesi
Cuma günü akşamı gece geç saatlere kadar oturup yattım. Sabah kahvaltısında gece görmüş olduğum rüyamı arkadaşlara anlatıyordum. Oğlum Mehmet'i gördüm. Sevinçten ağlamak istiyor ama ağlayamıyordum. Birden bire uyandım. Neyin nesi diye yorum yapıyorduk. ibrahim Dayı da, sevinçli bir haber alacaksın diyordu. Gerçekten de öğlen saat bir sıraları gardiyan Nejdet, postacı Burhan nettin diye seslendiğinde, yarı şaşkın, hayrola buyurun dediğimde, dış kapıda ziyaretçin var, gel görüş dediğinde sevinçle kapıya doğru ilerledim. Kapı açıldı. Ne göreyim, çalışmış olduğum kahvenin bitişiğindeki pastaneci Veli değil mi? Ben hemen, hoş geldin, merhaba buyurun içeride görüşelim dediysem de nöbetçi asker ve gardiyan, izin kağıdı olmadığından beş dakika görüşebilirsiniz, ayak üstü ne konuşacaksınız konuşun diyordu. Ziyaretçim de; ben Veli, buraya eşimi ve çocuklarımı almaya geldim. istanbul’dan hareket etmeden önce patronun Kahveci Hasan Amca seni görmemi çok istedi. Bu mektubu, bu da sana gönderdiği on milyon, buyur al, ve çok geçmiş olsun. istanbul’daki arkadaşlarının hepsinin selamı var, bir isteğin arzun varsa halledelim diyordu. Ben, yarı şaşkın ve sevinçle onu dinliyordum. Sağol kardeşim, Allah senden razı olsun. Herkese çok selamımı ve iyi olduğumu söylersin dedim ve gardiyanın bu kadar yeterli, kısa kesin demesiyle vedalaştık.
Bugün için çok sevinçliydim. Ziyaretçim, param ve mektubum gelmişti. Cebimde kalan dört milyon bana az gözüktüğünden sıkıntı yapıyordu. Allah garip kuşun yuvasını yaparmış diyorlar ya, hakikaten gelen para da tam imdadıma yetişmiş oldu. -
104.
007.09.1998 Pazartesi
Bugün koğuşumdan Ayhan Teremeke tahliye oldu. Gece hiç uyumadığını belirten arkadaşıma, gece saat üçe kadar eşlik etmiştim. Bavulunu, kolisini hazırlayıp bağlamıştık. Sabah sayımında herkesle vedalaşıp, alkışlarımız arasında uğurladık. -
105.
009.09.1998 Çarşamba
Bugün de, hiç hoşlanmadığım Mesut Tanış tahliye oldu. Tahliyesine 10-15 gün kala, aramız gittikçe iyi oluyordu. Birbirimize çay ikram etmekte sanki yarışıyorduk. Dargın olduğumu belirtmeyip usülen de olsa, onunla da vedalaşıp alkışlar arasında göndermiş olduk. -
106.
011.09.1998 Cuma
Salı akşamı 12:00-08:00 nöbetçisi gardiyan Hidayet, koğuşumuza gelip, bizlerle bir müddet sohbet edip çay içti. Şakalaştık. Koğuştan çıkarken yanına yaklaşıp kapıyı kilitleyecek olduğu zaman, yanımızda kimse yokken, Hidayet Bey! Malumunuz, sizler de evlisiniz. Evlat sevgisi nedir bilirsiniz, sizi sezinleyebildiğim kadarıyla kıyak bir arkadaşa benziyorsunuz. Düştük gurbet ele, çoluk çocuk, eşten ayrıyız. Özgürlüğümüz kısıtlı, senin nöbetinde beni telefonda ailemle, çocuklarımla görüştürür müsünüz? Bu iyiliğinizin altında da kalmam dedim. O da, sabah erken kalk, saat yedide de konuşursunuz dedi. Aksine sabah yedide de kalkamamıştım. Nöbeti saat 08:30’da teslim etmesi gerekirken, o gün nöbetten geç çıkmıştı. Bir ara boşluk bulup ziyaret mahalline geçerek, kimsenin göremeyeceği bir şekilde duvar dibinde telefon numaramı ve söylemesi gerekenleri bir kağıda yazıp ve yedi yüz elli bin lirayı kağıdın içine koyup verdim. O da Cuma veya Cumartesi sizi görüştüreceğim demişti. Artık Cumayı bekliyordum. Bugün içinde 08:00-16:00 nöbetçisiydi. Ve bugün tüm ziyaret boyunca kulağım hep telefondaydı. Her telefon çalışında bu telefon bana diye içimden bir sevinç geçiyordu. Havaların çok sıcak oluşu ve ziyaretlerin kalabalık olması, Hidayeti bunaltmış olacak ki, koğuşumuza elini yüzünü yıkamaya geldiğinde, abi ne oldu, görüşebildin mi , evime haber uçurdun mu dediğimde, ne acele ediyorsun, görüştüreceğiz işte deyip, beni terslercesine bir tavır takınmıştı. Tamam abi, sen kızma, işini bilirsin diyordum. Bugünü de telefon beklemekle akşamı yapmış oldum. -
107.
0Koğuşumuza yeni gelen yeni arkadaşlardan Fatih 12, Elvan 10, Hüseyin de 4 günlük olmuşlardı. Yerli mahkum arkadaşlarımızın ziyaretçileri gelip, görüşmeleri, biz diğer gurbet mahkumlarının içini karartıyordu. Bugün Merve gelmemişti. Yerine 10 aylık kardeşi Kerem gelmişti. Sarı tenli, pamuk gibi oluşu, sevimli hali hepimizin dikkatini çekmişti. içimizde babalı olan mahkumların gözleri dolu dolu olmuştu. Nevzatta bunun farkına varınca bebeği koğuştan çıkardı. Akşam yatağıma yatıp yarını ve Hidayet’in nöbetinde eşimden gelecek olan telefonu ve neler konuşacağımı hayal ederek uykuya dalmışım.
-
108.
012.09.1998
Sabah saat 11:00 sıraları kahvaltımı yapıyordum. izinli olan gardiyan Orhan Bey 08:00-16:00 nöbetindeydi. Bahçeden arkadaşlar seslendi. Postacı telefon deniliyordu. Coşkuyla kapıya dayandığımda Orhan Bey, postacı seni arıyorlar, bir isteğin, sıkıntın olup olmadığı soruluyor, ne diyeyim diye sorduğunda, müsade et de konuşalım diyordum. Kabul etmedi. O zaman kim olduğunu öğreneyim dedim. Telefonun başına tekrar gidip geldi. Baban arıyor dedi. Babam olmadığı halde, herhalde kayınpederim arıyordur dedim. O halde benim iyi olduğumu, para istediğimi, çocuğu okula kayıt ettirdiler mi diye sor dedim. Gelen cevap, beş milyon gönderdik, parayı alması lazım, çocuğu geldiği zaman kendisi kayıt ettirir deniliyordu. Gelen bu cevapta beni şaşırtmıştı. Beş milyon istememiştim. Benim bildiğim, eşim bu zamana kadar çocuğu okula kayıt ettirirdi. Ayrıca az bir günüm kalmışçasına bir tavır konulması beni hem şaşırtmış, hem de bir anda sinirlenmeme sebep olmuştu. Kafamda telefonun mukayesesini yaparken beş dakika sonra Orhan Bey' in koğuşa yanıma gelip, postacı seni yine aradılar. Arayan ağabeyin, salı günü seni almaya geliyorlarmış demesi beni iyice çileden çıkarttı. Orhan Ağabey, sen ne diyorsun yahu. Tam 19 ay cezam var. Ağabeyim de yok. Bu işte yanlışlık var dedim. Bu telefon karışıklığı biraz sonra çözüldü. Üçüncü koğuştan Selami diye bir arkadaşın babasıymış arayan. Salı günü tahliye oluyormuş. -
109.
0Bu arkadaşla Metristen buraya sevk yolculuğumuz beraber geçmişti. Bir an önce saat dört olsun diye Hidayet' in oğlunu gözlüyordum. Nöbetini teslim alan Hidayet, koğuşumuza girip çıktıkça onun gözünün içine bakıyordum. Acaba telefon konusunda bana ne diyecek diye ta ki akşamın dokuzuna kadar bekledim.
Akşam saat dokuz sıralarında mutfak penceresinde beni çağırttıran Hidayet, sanki çok acelesi varmış gibi, acele telefon numaranı ver diyordu. Yine arayacak olduğu numarayı ve notumu yazıp verdim. Gece saat 00:00’ye kadar, yani nöbeti bitene kadar bekledim. Hali hazırda bir cevap yok. Yarın gece (Pazar) gece 00:00-08:00 nöbeti ne gelecek, verecek olduğu cevabı merakla beklemekteyim.
Bugün çok güzel rahmet (yağmur) yağdı. Bahçede hususi durarak ıslandım. Uzun zamandır yağmayan yağmuru seyretmek ve toprak kokusunu hissetmek çok hoşuma gitmişti. -
110.
0Yemek ortaklarımla, ortaklığımın halen devam etmekte, özel giderler hariç yemek ihtiyacı için olan giderleri Muhsin’le pay etmekteyiz. En çok ikimiz de Bülent’e kancayı takmıştık. Çünkü cebinde parası olduğu halde giderlere ortak olmuyordu. Parasız, zavallı bir görüntü veriyordu kendine. Sürekli olarak abajür yapıp satıyordu. Bir kez olsun bir şey alıp (parasıyla) ikram etmiş değildir. Çalıştığı tezgahı da sürekli pis tutuyordu. Bir sabah uyandığında, postacı burada benim kaplamam vardı, ne oldu diye sorduğunda, bilmiyorum dedim. O' da, burayı temizleyen sensin, kaplamamdan haberin olması lazım demesi, tepemi attırmış, ağız münakaşası yapmıştık. Burada ilk defa böylelikle sinirlenip, havalanmıştım. Neyse ki, araya Nevzat Dayı girip, ikimizi yatıştırdı. Fırsat buldukça ve canım istedikçe milletin pisliğini temizliyordum. Bir Allah'ın kulu, eline bir bez alıp şurayı temizleyeyim demiyordu. Tüpü sürekli ben dolduruyorum. Tüpü biten arkadaşa tüpü vermemekte direnen Bülent' e iyice kızmaya başlamıştım. Böylelikle kendisinden yavaş yavaş soğuyor ve uzak durmaya çalışıyorsam da, Muhsinin, boşver ağabey, şu 29 Ekim'de çıkacak affın şerefine idare et diyordu. Aynı şekilde ben de ona hitap ediyordum. Belki ileriki tarihlerde ikimiz yemek ortaklığında karar kılacağım.
Bir gece ben ve Hüseyin Kahraman uyuyamadık. Abajürlerle uğraşıp sabahladık. ikimizin de canı çay istemişti. Ne bende, ne de onda çay yoktu. Bazı dolaplar da kilitliydi. Açıkta olan Nevzat Dayının dolabından bir çay bardağı çay çalmış oldum. Gece uyuyamayan Nevzat Dayı çay kaşığı tıkırtısına yanımıza gelip, çayınız yoktu, nereden bulup demlediniz dediğinde, bende az bir çay vardı, onu demledim dedim. Hüseyin' de Nevzat Dayıya, gel otur, sana da bir çay doldurayım, kendi malın gibi iç demesi Hüseyin Dayıyı kızdırmıştı. -
111.
013.09.1998
Muhsin Midilli' ye bir hafta öncesi gelen telefonda bir isteği olup olmadığı soruluyordu. Ben de Midilliye, ablana söyleyelim, beni hanımı arasın, iki kadın başbaşa versin, bize bir şeyler göndersin diyordum. Gardiyan Adnan tarafından notumuz arayan kişi Muhsin Midilli'nin ablasına iletilmişti. Ben, yine de bir APS mektup yazıp eşime ihtiyaçlarımı belirtmiştim. Bugün öğlen yemeğini hazırlarken ortaklaşa hazırlanan kolimiz gelmişti. Heyecanla koliyi elden geçirip, her ikimizden şahsımıza ait olanları ayırmıştık. Çok memnun olup sevinmiştik. En çok istediğimiz de kekti. Kolide çıkmayınca yüzümüzü buruşturmuştuk. -
112.
014.09.1998
Metristen Araç'a gelirken ringte yanımızda bulunan arkadaşımız, Gürhan üçüncü koğuşta kalıyordu. Burada yatması gereken süreyi yarın için dolduruyor ve Salı günü tahliye oluyordu. Ringte, altı Araç mahkumu olarak hemen kaynaşmıştık. Her birimiz 3,1,1,1 şeklinde buradaki koğuşlara dağılmıştık. Zaman zaman birbirimizi görüyor, selamlaşıyor ve koğuşlar arası misafirliğe gidip geliyorduk. Ve Gürhan'ın tahliyesine bir gün kala yanına misafirliğe gittim. 12,5 saat oturup konuştuk. Kendisine, eşime ve kardeşim isa'ya iletilmek üzere (postayla da olsa) mektup verdim. Ayrıca eşime ve patronum Hasan Amcaya telefon açmasını, benim iyi olduğumu belirtmesini istedim. 2,5 saat boyunca hoş sohbetlerimiz oldu. Askerlik anılarını anlatmasıyla hayli neşelenmiştik. Yolculuk esnasında diğer bir arkadaşımız Cemil' in durumunu anlatırken kendim şahsen çok üzüldüm.
Gürhan; Burhan Ağabey, ben ara-sıra maddi yönden pek olmasa bile elimden geldiğince sigarasını aldım. Ben tahliye oluyorum. Sen ve diğer Kaya Ağabey, Tuncer ve Ali ağabey olsun bu arkadaşa ara-sıra sigara alın, ihtiyacını el birliğiyle karşılayın diyordu.
Koğuşuma geldiğimde çantamda bulunan beş paket Maltepe’yi Cemil'e verdim. Onun sevindiği kadar ben de onu memnun ettiğimden seviniyordum. Arkadaşlar arasında pek kaynaşma olmasa bile, zaman içerisinde herkes birbiriyle muhattap olmak zorunda kalıyor. Bir odanın içerisinde mevcudumuz (şu an için) on sekiz kişi olsa bile küskünlük pek yaşanmıyor. Zira burada herkes birbirine muhtaç durumunda. Kimimizin parası gelmiyor, mektubu gelmiyor. Çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek veya nefsimizi körlemek için bir şeyler istemek zorunda kalıyoruz. Kişi, her ne kadar vermek istemese bile, arkadaşım göz hakkıdır, bir-iki lokma verir misin dedik mi, vermek zorunda kalıyordu. Veya onun-bunun erzak dolabında kaşla göz arasında çalınmasına kaç kere şahit olmuşumdur. En sonunda ben de almışımdır. Haftanın Perşembe günlerinde haftalık erzaklarımız ve manav ihtiyaçlarımız karşılanmakta. Hafta başı oldu mu, erzaklardan bazıları veya sebze türü çeşitleri bitmekte, bu sefer herkes birbirinden, domatesin var mı, patlıcanın var mı, veya üç-dört tane soğan verir misin gibi aramızda borç olmasa bile alış-veriş yapıyorduk. -
113.
0Bir gece uyuyamamıştım. Gece geç saatlerde yemek yediğimiz ve erzak dolaplarının bulunduğu odaya geçtim ve yemek ortaklarımdan Bülent halen abajürleriyle meşguldü. Çay yapıp içelim dedi. Ben çay demlemekle meşgul olurken, Bülent kilitli olan erzak dolaplarını tek tek açıp, içlerinden bir şeyler alıyordu.
Bülent niçin böyle yapıyorsun, ayıp değil mi? Gören olur, yakalanırsın dediysem de, boşver ne ayıbı, canım çekti, param-pulum yok, ne yapayım çalmak zorundayım diyordu. Aldığı şeyler de, meyve türü, bisküvi, kola gibi şeylerdi.
Yine, bir gece Muhsin ve ben uyuyamamıştık. zaten Bülent kendine alışkanlık yapmış, gece uyumuyor, herkes yattıktan sonra onun-bunun dolabını karıştırmakla meşguldü. Hesapta gören olsa, abajür işiyle çalışıyor olacak. Çay yapıp içerken, bizim dolabımızda ne ekgib varsa Bülent çalmak işiyle erzaklarımızı az-çok tamamlamış oluyordu. Kimi dolaptan domates, patlıcan, biber gibi şeyler almıştı. Dolayısıyla Muhsin'in ve benim de işime geliyordu. Aç kalmaktansa, bir-iki öğünlük yemeğimiz çıkmış oluyordu.
Yaptığımızın yanlış olduğunu, diğer arkadaşlarımızın erzak hakkına tecavüz etmiş olduğumuzun bilincindeydik ama, burası adı üstüne hapishane. Nefsini körleyebilmek için alamıyorsan ya isteyecek, ya da çalacaksın.
Burada da kendi paramı istediğim şekilde harcayamıyor, yiyip içemiyorum. Canımın istediği herhangi bir şeyi alıp yemeye kalksam, diğer arkadaşların göz hakkı kalıyor. Örneğin, çikolata, kola, bisküvi, meyve vs. şeyler almaya kalksam, diğerlerine karşı ikram edemediğimden, nefsime hakim olmak zorunda kalıyorum. 29 Ekim' e adım adım yaklaşırken, basın ve televizyon kanallarının af konusuna deyinmemesi umudumuzu kırmış değil. Sabırla bekliyoruz. -
114.
018.09.1998
Yaşantılar hep aynı. Değişik bir ortam ve imaj yaratamıyoruz. Bu sabah ayağımı eşek arısı soktu. Hemen yoğurt sürdüm. Gece yarısına kadar ağrıdan ve sızıdan duramadım. Gündüzden ayağıma çimen sürdüm. Geçer dediler ama nafile. Ayağımın tarak kemiği üstü felaket şişti. Gündüz boyunca hep sekerek yürüdüm. Gardiyanlara doktora gitmem gerektiğini belirttim, kabul etmediler. Arkadaşlarım bir gün içinde şişlik geçer dediler. Temennim şişliğin geçmesidir.
Bugün ziyaret günü olduğundan Merve ve Zeynep geldi. Bir müddet çocukça sohbetlerde bulunduk. Onları böyle yanımda gördükçe içim parçalanıyor. Bir yandan da Allah' a dua ediyor, Allahım ne olursun af nasip eyle. Ailemize kavuşalım diye yakarıyordum. -
115.
026.09.1998 Cuma
Ne gelenim var ne gidenim. Gurbet elde kalmışız yalnız. Tek tesellim eşimden gelen mektuplarım. Çocuklarımın hasretine dayanamıyorum. Bitsin bu ayrılık, bitsin bu acı diyorum ama nafile. Çoğu gitti, azı kaldı misali Ekim' in 1'ini sabırsızlıkla beklemekteyiz. Abajüre başlayalı epey zaman oldu. Halen tamamlayamadık. Malzemeler ekgib olunca iş yapasımız da gelmiyor. Kaplama ekgib, halen gardiyan getirecek, bu ara telefon işi de sakata bindi galiba. Gardiyan hoyrat, hiç oralı bile olmuyor. işini yapmadığı gibi paranın da üstüne yattı galiba. Artık bir gece ekibi kurmuş sayılıyoruz. Ben, Midilli, Elvan ve Hüseyin geceleri uyumadığımızdan sabahlıyorduk. Ya sıkıntıdan, ya da sık sık demli çay içmekten uyuyamıyorduk. Uyuyamadığımız gecelerde sohbetlerimiz koyu oluyordu. Her daldan, her telden konuşuyorduk. Zaman zaman hararetli dakikalar da yaşıyorduk. Dil, din, Atatürkçülük, Kürt, Türk mevzuları olduğunda karşı görüşlü kişilerle hararetli anlar yaşıyorduk. Midilli'nin Atatürk'ü benimseyişi, Hüseyin' in Kürt savunumluğu yapması benim örf ve adetlerime ters düşüyordu. Ülkemizde demokrasi olduğuna göre elbette onlara da saygı göstermeliyim.
Bugün yine ziyaret günü. Mervemiz, Zeynebimiz yine geldi. Merve kırmızı önlüğünü giymiş, saçları örgülü, hanım hanımcık bir talebe olmasıyla hepimizin gözüne eskisinden daha hoş gelmişti. (04.09.1998 Perşembe günü) Eşimden gelen on milyonun karşılığı için mektup yazmıştım. Birinci koğuştan Mustafa'nın ailesi ziyarete geldiğinde, istanbul’dan postaya verilmek üzere mektubumu verdim. Bir an önce mektubumun eşimin eline geçmesini istiyordum. Zira onların da benden ayrı olmasına yazmış olduğum güzel kelimeler kendisine teselli olur kanısındayım. Perşembe günü ibrahim, Nevzat Dayı'nın oğlu Mehmet ziyaretine geldiğinde, kendisine eşimi aramasını, iyi olduğumu, selamlarımı iletmesini istemiştim. Bugün Cumartesi, ibrahim Dayımız koğuşumuzdan ayrıldı. Gerekçenin sebebini tam anlayamadım. Koğuşumuzdaki ortama uyamadığı kanısındayım.Çünkü koğuşumuzda ne disiplin ne de temizlik mevcut. Herkes kendi alanında, kendi havasında olduğundan azıcık bir samimi ortamda hemen bir sürtüşme çıkabilmekte. Ben de bunun bilincinde olduğumdan kimseyle diyalog kurmadım. Burada en büyük arkadaşım bu defterimdir. -
116.
028.09.1998 PazartesiTümünü Göster
Perşembe akşamı futbol topu ile bir arada maç oynarken epey yorulmuştum. O günden bugüne sol göğüs kafesimde hep şiddetli ağrılar hissettim. Kalbimdeki ağrıları hissettikçe korkmaya başladım. Aklıma hep kötü düşünceler geldi. Burada hasta olursam, ya bana kötü bir şey olursa diye korkuyla Pazartesiyi bekledim. Bugün hastaneye gidebilmek için dilekçe verdim. Akşam üstü ağrılarım kendiliğinden geçti. Bugün Mustafa Ağabey'i tahliye ettik. Sabah sayımında hepimizle vedalaştı, helalleştik ve alkışlarla özgürlüğüne kavuşmuş oldu. Koğuşumuza üç-dört gün öncesi diğer koğuştan yeni arkadaş geldi. Araçlıymış, adam yaralamadan tutuklanmış, ileri tarihte mahkemeye çıkacak. Bugün için mevcudumuz onaltı kişi. Arkadaşlarımın tamamı hakkında çok görüş sahibi oldum. Kimler için neler düşünüyorum aktarayım. Paşalı Yıldız, kimseyi incitmeyen, hoşgörülü, dini konularda üstün bir bilgisi olan ağabeyimiz. Aynı zamanda koğuş mümessilimiz. Hüseyin Kahraman, Her konuşmasının sonunda değil mi, öyle değil mi kelimesini kullanarak bir baskı imajı yaratmakta. Atatürkçülüğü benimseyip, kürtlüğü savunmakta olan, eli açık, cömert bir arkadaş olmasına rağmen, kendi düşünceleri olan, sadist birisi olarak görmekteyim ismail Şerbetçi, koğuşumuzun göbekli dayısı. Ağır vücuduna rağman aksatmadan her sabah spor yapan bu dayımıza ben kırgınım. Ziyaretine gelen yeğenine parasını verdiğim halde gazete aldırtmadığından kırgınım. Diğer bir yönüyle iyi bir insana benzemekte. Yunus Çoban, meydancımız olup, yerli mahkumların grubunda aşçılık yapmakta. Kalender bir arkadaş. Her cuma günü ziyaretçilerden gelen nevalelerden bizlere de tattırmakta. Elvan, konuşmalarını pek anlayamıyoruz. Hızlı ve peltek konuşmakta. Domino oyununda yenilgiyi hazmedememesine kızıyorum. Kendi halinde birisi. Bülent Leylek, bu vatandaşa istediğini verirsen senden iyisi, vermezsen de senden kötüsü yok. Onun-bunun arkasından konuşmasına kızıyorum. Hırsızlık suçundan yatmakta. Burada da geceleri uyumayıp, dolapları kurcalamakla meşgul birisi. Teni de acayip kokmakta. Nevzat Çelik, yaşının gereği gibi davranmamakta. Herşeye maydanoz olduğundan, sudan bahaneler bulduğundan kimse hoşlanmamakta. Her lafının altında mutlaka belden aşağı veya argo kelimeler kullanmakta. Radyoda oyun havası olduğunda yerinde duramayan bu ağabeyimiz çok güzel oyun oynamakta. Kendisine hayranım. Tek başına yemek yiyen bu vatandaş, buraya geldiğimden beri sürekli menemen ve yumurta yemekte. Korkarım bağırsakları yumurta sarısı bağlamıştır. Midilli, koyu Fenerbahçeli. Beraber voleybol oynarız, yemek yapar yeriz, maket işleriyle uğraşırız. Atatürkçülüğü benimsemeyişinin dışında efendi bir arkadaş. Bir de midesi ağrımasa herşeyi yiyip içeceğiz. Yine de yiyip içiyoruz. Ahmet Ağırbaş, yılların eskitemediği mahkum diyoruz. Otuz yıldır hapis yatmaktaymış. Gündüzleri uyur, geceleri hep kitap okur. Yemek ortağı ibrahim de koğuş değiştirince, yumurta ve menemene talim etmeye başladı. ismet Çelik, yemek saatlerinin haricinde sürekli boncuktan Maşallah yapmakla meşgul, sakin birisi. Lütfi Bayraktar koğuşun ihtiyar delikanlısı. Dişleri olmadığından konuşması pek anlaşılmamakta. Mevzu açıldı mı çenesi susmak bilmiyor. Biraz da bencildir. Bir şey istediğimizde olsa bile yok demekte. Gerçi beni şu ana kadar geri çevirmedi. Nevzat Baltacı hesapta koğuş ağası gibi gözükmekte. Bence insanlığı sıfır. Sadece kendi grubuyla diyalog halinde. Konuşması da kaba ve kalın sesli. Gurbet mahkumlarına bir yakınlık hissetmemekte. Diğer arkadaşlar yeni geldiklerinden kendilerini tam tanımadım. Mustafa Akgül egoist, bencil, fesat, ne dersen de. Tipik birisi. 75 günden buyana tahliye oluşuna bir gün kala çayını içmek nasip oldu. Dolabındaki çayını şekerini alıp zütüren adamdan ne beklenebilir. Hesapta Allah yolunda namaz kılmakta. -
117.
001.10.1998 Perşembe
Bugün saat üçte T.B.M.M açıldı. Tüm mahkumların beklediği af yasasının bir an önce milletvekilleri tarafından açıklanmasını bekliyorduk. Malesef açılış konuşmasından sonra dört günlüğüne tekrar tatile girdiler. irtica, türban ve seçim yasalarının peşinden af konusu gündeme geleceği açıklanması bizleri bir nebze olsun sevindirdi. -
118.
002.10.1998 Cuma
14 Temmuz tarihinde eşime göndermiş olduğum mektubun cevabı henüz gelmedi. Mektuplarımızın gecikmesi beni çok sinirlendiriyor. Aklıma ister istemez kötü düşünceler gelmekte. Acaba çocuklara bir şey mi oldu, ters giden bir durum mu var gibilerinden aklıma takılan soru işaretlerine bir anlam ve mana bulmaya çalışıyordum. Kafama bir şey takmamak için müsterih olmam ve bir meşgale edinmem gerekiyordu. Midillinin sayesinde biraz olsun kendimi oyalayabiliyordum. Birlikte yapmış olduğumuz minyatür maket evle uğraşarak dikkatimi dağıtabiliyordum. Yerli mahkumlar ziyaretini yapmışlar, biz gurbetçiler hüzünle onları seyrediyorduk. Mervenin yerine bu sefer kardeşi on aylık Kerem gelmişti. Sarışın, ela gözlü bu apalak çocuğu hepimiz elden ele dolaştırarak seviyorduk. Elvan Çırpar'ın 6 Ekim Salı günü mahkemesi var. Kendisi biraz stresli, heyecanlı ve hızlı konuşan birisi olduğundan, Burhan gel mahkeme heyetine dilekçe yazalım demişti. Yazmış olduğumuz dilekçeyi bugün için ziyaretine gelen ağabeyine verecek. Ağabeyi ziyaretine geldiğinde beni yanına çağırarak tanıştık. Günlük ihtiyaçlarımızı belirten bir listeyi de bize temin edip getirmesini istemiştim. Ayrıca eşime telefon açmasını ve konuşulanları, bana aktarmasını, öğlen sonra ikinci turda istiyordum. Bu vatandaşla konuşurken gardiyan Celal'in bizi gözetlediğinin farkına varamamıştım. Ziyaretçim gelmediği halde, ziyaret mahallinde bulunmam onun dikkatini çekmiş olacak ki, bir ara göz-göze geldiğimizde bana kaş-göz işaretiyle çıkmamı emrediyordu. Ve oradan ayrıldım. Akşam saat beş sıraları siparişlerimiz ekgib olmasına rağmen gardiyan tarafından bize verildi. Çünkü ziyaret saati bitmiş, içeri alınmamıştı. Bir isteğimizin olup olmadığı tekrar sorulduğunda telefon açmış mı sor dediğimizde gelen cevap henüz açamadım. Sonra arayacağını belirtiyordu. Telefon irtibatı kuramadığımdan mektuplarım da gelmediğinden, bugün için hayli sıkıntılı ve sinirliydim. -
119.
003.10.1998 Cumartesi
Koğuşumuzdan ayrılan ibrahim dayımız bugün için ziyaretimize gelmişti. Bir grup oluşturup, hoş sohbet ederek vakit geçirmiştik. Bir ara ikimiz yan yana gelerek, bana çocuklarının üzerine yemin eder misin? Sana bir şey söylemek istiyorum dedi. Ben de bir an durakladım ve aklıma hiçbir şey gelmeksizin tabi dedim. Sen Elvan'a dilekçe yazdın mı dedi. Evet dedim ve sen Elvan'ın ziyaretçisine evime telefon aç diye pusula da yazdın mı dedi. Evet ne olmuş dedim. Gardiyan Celal o pusulaya el koymuş dedi. Dün Celalle görüştük dedi. Bak Burhan, ne yapmış dedi. Şaşırarak ne yapmış dedim diye sorduğumda pusulanı gösterdi ve ben de seni savundum dedi. Pusulada da ev telefonu yazılı olup, çocuklarımın hal ve hatrının sorulması ve Cumartesi günü burayı arasın diye yazılıydı. Sanki büyük marifetmiş gibi pusulanın el konulmasına bir anlam ve mana veremiyordum. Bir anlam ve mana verebilmek için idare hakkında bir şey yazmam gerekir kanısındaydım. Gardiyan Hidayet'in de telefon irtibatı kurmamasına içerleniyorum.
Artık havalar da, sonbahar havası estirmesiyle başladı. iki gün güneş, iki gün yağmur yağmakta. Kazakları giymeye başladık. Şimdiden böyle soğuk olursa, kışın kim bilir nasıl soğuk olacak?
Perşembe günü akşamı mümessille atıştık. Top yüzünden çıkan bir tartışma sonunda, mümessil olarak top oynamayan arkadaşları uyarmanız, top sahasının topçulara ayrılmasını belirtmeliydiniz dediğimde, bana hayli kızmıştı.
Daha ziyade Midilliye fena halde laf düellosuna girdiklerinde, aralarında ben de olduğumdan, sürekli olarak Midilliye bağırıp çağırmasına kızmıştım. ister istemez laf düellosuna ben de girince hararetli bir ortam yaşandı. Sonuçta, her gün saat 17:00-18:30 arası voleybol maç saati, oyun saatimiz belli olmuştu. -
120.
0rezerve
-
memati basss öldü beylerrrrrrrr
-
kirli kadin donu kokladim bi keresinde
-
cam4da blackmirror gibi olay yaşandı
-
arabam arıza yaptı
-
sudandan numara arıyor beni amk
-
bi adam bwni aradı çok korktum
-
süper babawnne
-
ben yurtdisindayin dost
-
31 çekmek daha iyi
-
sünnet yüzünden 31 yine zevk vermedi
-
bana hiç şuku gelmemesi
- / 1