/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 13.
    0
    Editledim gencler
    ···
    1. 1.
      0
      etcem söz... bu aralar biraz bulanığım gencolar... az idare edin...
      ···
  2. 12.
    0
    Okuyorum lan, devam etmemene inat okuyorum muallak
    ···
  3. 11.
    +1
    beraber devam edelim ama
    ···
  4. 10.
    +1
    reserved...
    buna bi ara devam edeyim...
    ···
  5. 9.
    +2
    dup tıs dup tıs
    habaleyooooo comolokkoooo
    şişşşşşş...
    biiir
    kiiii
    üüüüç..
    şak şak şak şaşaaak..
    ZEYNEEEEPPP...

    hacı o ne tatlılık yaaa...
    allahtan bizimki çok fazla kalbini kırmadı kızın.
    canım benim yaaa...
    bugün işten izin aliim.
    gideyim aklımı alan , orada kalan, orayı ısıtan bu güneş'in yanına.

    hahaaaa...
    biliyordum ... yemin ediyorum biliyordum bir gün karşıma çıkacağını... daha da bırakmam ben bu eli.
    üstelik kedileri de seviyo lan... yehhhuuuu...

    ama,
    bugün onun ters günü.
    olsun.
    dün de benim ters günümdü.
    ama o kalbimde iz bırakmayı başarabildi işte.
    her gün değişen bu şeyin iyi veya kötü bir tarafa dönmesi gerekliydi artık.
    ancak bu kadar büyük bir şey bu düzeni değiştirebilir.
    hem de ikimiz için birden.
    değişimin adı AŞK.

    ismail abi bunu öğrenmeli hemen.
    zıpladım yataktan.
    sonra evden.
    makinenin üzerinde bir sürü bozuk para vardı. bak onları da almayı unuttum.
    sokağa çıkar çıkmaz "HERKESE BENDEN ÇAAAY" diye bağırdım.
    ismail abi'nin dükkanına uçarak girdim.
    "N'oldu lan deli ?" dedi ismail abi.
    "abi aşk" dedim.
    "kaçınılmaz, amansız ve tekinsiz aaaşşk."
    "taşaklı maşaklı konuşma lan dükkanda pekekent" diye kızdı bana.

    kedileri öptüm yollar boyunca, köpekleri yaladım, kuşları mıncırdım.
    neye bindiğimi, neyden indiğimi bilmeden gitmişim pgibatristin muayenehanesine.
    kapılar otomatik açıldı. direk odasına daldım doktorun.
    hiçbişey demedi.
    küçük bir post-it attı önüme.
    aldım çıktım.
    Sokak, numara ve ilçe yazıyordu.
    Suculara, pizzacilara sora sora buldum adresi.
    Böyle günlerde futursuz ve hesapsız davranirim ben. Yağmaya giden bir işgalci gibi depikledim bahçe kapısını. Bu cürete şaşırıp çılgına dönen köpek bile kalkamadi yerinden. Oturduğu kulübenin içinden savurdu boğuk tehtidlerini. Dönünce sarılacam ona. Az beklesin.
    Guzel sarı bir köşk, tıpkı çocukluğumda gördüğüm köşkler gibi.
    iki saniye bir gün, dolayısıyla 1 dakika 15 gün gibi falandı o anlarda. "O açsa bari" diye mirildanirken, kapının desenlerinde parmaklarımı dolastiriyordum.
    Önce kilit sesi geldi, sonra kapo açıldı. Gözlüklerinin üstünden bakan beyaz saçlı tatliş bir amca, bir kolu kapının pervazinda, bir kolu katlanmış gazetesini göğsüne sıkıştırmış vaziyette gülümsüyordu. O gülümsemeyi beklemiyordum. Genelde ben neşeli olduğumda insanlar tersi fikirde olur. Ben karamsar olduğumda da gülümseyerek dolaşırlar etrafımda.
    "Gel bakalim delikanlı" dedi çatallı sesiyle.
    Hicbirsey söylemeden, pot kırma riskine girmeden girdim içeri. Ayakkabılarımı cikarmama gerek olmadığını söyledi (ki buna cok sevindim. Çünkü çorap giymemistim ve ayak tirnaklarim sahile dökülecek kayalardan oluşan bir harfiyati kaldıracak kadar uzamıştı)
    "Gel otur. Ada çayı iç"
    "Sidik gibi kokuyor o. içmeyeyim ben" dedim.
    Bu sefer gulumserken dişleri de göründü.
    "Zeynep odasına kapandı yine" dedi gözlüğünün askısını gözlüğe sararken. Artik gülümsemiyordu. "Ve yarına kadar da çıkmaz oradan" dedi.
    "Siz... "
    "Dedesiyim ben. Annesi babası bir kazada öldüler"
    "Tıpkı... "
    "Senin gibi" dedi.
    Bu dede cok kafa adam yaaa... Bana uzun cümleler kurdurtmuyo. Hatta hic cumle kurdurtmuyo. Öperim ben bu dedeyi yaaaa...
    "Hakkımda neler... "
    "Önemli olan şeyleri biliyorum. Sana benzeyen biri var yakinimda bak."
    "Hep leb demeden leblebiyi... "
    "Severim leblebiyi ben... Ahahahahha"
    Gülerken birden duruldu sonra. Merdivenden yukarı seslendi.
    "Zeyneeepp. Aşağı gelir misin. Zenyeeeep"
    Bi kapi sesi geldi yukarıdan. Sonra kisa bir çeşme sesi. Belli ki yüzünü yıkadı. Ben sürekli öksüren kediyi severken dizleri esnemiş pembe bir pijama inmeye başladı basamakları gıcırdatarak. Yüzünde kalan damlacıkları alnına ve ensesine doğru yayarak iniyordu merdivenden. Yüzü asık bu kız daha dün tanıştığım kız olamazdı. Ablası veya teyzesi gibi görünüyordu. Dur dur dur... Ninesi falan bu ahahaha. Gulmemem lazım, gulmemem lazım... Gülmeyeceğim...
    Dayanamadim... Patlattım kahkahayi tabi... "Altta mı kaldın haciiii" deyiverdim...
    Son basamaktaki son adımını döndürüp tekrar yukarıdaki basamağa koydu. Yukarı çıkmaya başladı. Tek kelime etmedi, tek mimik yapmadı.
    Kırdığım potu duzeltsene dedeeee... Nasıl da duruyor öyle yaaa...
    Gözlerini devirdi geriye dogru dede. Başını "yapacağın işi gibiim" der gibi iki yana salladı. Elini beline koyup gözüyle yukarıyı işaret etti bana. Öksürüklü kediyi yere bırakıp merdivene hamle yaptım. Yukarıda odasına ulaşan Zeynep kapıyı çivileri yerinden oynatacak şekilde çarpınca biraz durakladim tabi. Dede cekmecede birşeyleri karıştırırken brn merdiveni bitirmiş ve yönümüz bulmaya çalışıyordum. Zaten kucuk bir koridorda 3 tane kapi vardi. ilk denemede tutturdum zeynebin odasını. Kapı kilitli değildi. Kapkaranlikti. Karanlığın içinden tıpkı dedesininkine benzer bir sesle "genç bir kızın odasına izin alınmadan girilmez. Bu ne cüret?" dedi. "Aynısını sen de yaparsın ki... Bugün değil belki... Dün yapardın mesela... Veya yarın yaparsın mesela... "
    Yatağında dogrulup yanı başındaki perdeyi cok az araladı. Beni gördü. "Yarın aynısını ben sana yapsam, tepkin bundan farklı olmaz degil mi. Veya dün yapsaydım. Bak arkadaşım. Çık git. Seninle bugün uğraşmam ben. Bugün git, yarın o cıvık salak seni bulur zaten"
    "Bulduğu şey ben değil o somurtuk sığır olacak ama" dedim.
    Tek kelime etmeyip perdeyi yine örttü.
    Dede aşağıdan bana seslendi. Yanına gittim.
    "Senden tek bir isteğim var delikanlı. Normal birer insan olabilmeniz için bunu yapman o kadar önemli ki. Tek bir istek. Yarin yine gel. Lütfen"
    "Ama ben... O... Yani... "
    "O dediğin kişi yine sensin. Söyle kendine. Yarin yine gel. Lütfen"
    "Söylerim" dedim.
    Çıktım köşkten.
    Eve kadar yürüdüm. Söylenmeden, küfür etmeden, neşe içinde, ama planlayarak ve tasarlayarak. Yarın somurtkani oraya göndermenin yolunu bulmaliydim. ismail abi geldi aklıma... Evet evet... ismail abi... Ahahahahha... Tabi yaaa... Ulan ben bi takum yaaa... Kendime bayılıyorum... Ahahahah
    Tümünü Göster
    ···
  6. 8.
    0
    önceki entry'nin devamı

    sekreter ile konuşurken buldum Zeynep denilen kikirik kızı. bana bakıp gülüştüler. önden ben çıktım. arkamdan o geldi. apartmanın kapısında gülümseyerek yüzüme bakıyordu.
    "sen biliyor musun hoca'nın dediği mekanı ?"
    "biliyorum" dedim sadece.
    "kerim miydi bizi misafir edecek arkadaşın adı ?"
    "kerem"
    "hah kerem. hahahahaha. çok yürür müyüz? ben yürümeye bayılırım. sen çok yürür müsün?"
    "ben yürümeyi hiç sevmem. sen hep böyle çok soru sorar mısın ?"
    "ayyy... pardon... seni sıktım sanırım. tamam. yürüyelim biz. soru sormayacağım, söz"
    birkaç sokak daha yürüdük. tam olarak yan yana sayılmaz ama. ben önden yürüdüm biraz. bir an önce bitse de çıksam bu kumpanyanın içinden diye düşündüm hep.
    mekana geldik. kerem denilen bini sordum. gösterdiler. doktor haşim bey gönderdi bizi dedim. üst katta kimsenin olmadığı bir odada güzel bir masaya oturttu bizi. ellerimi göğsümün üstünde bağdaştırıp dik dik baktım masanın ön kenarına. kız ize yerinde duramıyordu. tablolara baktı, ressamın kim olduğunu tahmin etmeye çalıştı. kendi kendine konuştu. karşı dükkanın vitrininde uyuyan kediyi sevdi uzaktan. allahım, ne yılışık ne yapışkan bir mutluluk bu. aynı bizimki. inşallah bir araya gelmezler. getirmemem lazım bu ikisini bir araya.
    zıplayan bütün toplar gibi, bu da enerjisini yitirir dedim. tamam, dizginledi, ama enerjisi bitmemiş bir şekilde oturdu karşıma. konuşmaya başladı ama sanki koşar gibiydi. nefes nefese. her an ağzındaki bişeyi püskürtüp kahkaha patlatacak gibi.
    " doktor haşim senden bahsetti bana."
    "ne kadar bahseti peki. beni sana anlatabilmesi için en az 2 günümden bahsetmesi gerek"
    "hahahahaha... evet. o da öyle yaptı. yani aslında bu özel durumdan haberbarım ben. hatta sana daha önemli bir şey söyleyeyim."
    "önemliyse söyle. komikse söyleme"
    "hihihihih. sen beni bir de yarın gör"
    "işte onu görmek istemiyorum."
    "ben de yarın seni görmek istemem muhtemelen. hahahahah"
    "kızım bak. ne ayaksın sen bilmiyorum. ama benim yeterince derdim var. bir de senin gibi şımarık bir kikirikle uğraşamam."
    "ben de senin gibiyim" dedi. biraz olsun neşesi kaçmış gibi oldu. ama halen yerinde duramıyordu. "senin gibiyim. bir gün neşeli ve umutlu, ertesi gün mutsuz ve karamsar. anladığım kadarıyla sadece günlerimiz birbirini tutmuyor. ne tesadüf değil mi birbirimize denk gelmemiz"
    şaşırmıştım. bu hastalığa sahip başka birini ilk defa duyuyordum. zamanlama ile ilgili terslik ise işi daha da umutsuz hale getiriyordu. fazla sürmeyecek bir arkadaşlık olacağı kesindi. birimiz gece, birimiz gündüzdü. birbirimizden kurtulmamız çok sürmezdi.
    "dün ne yaptın zeynep. anlat bakalım." dedim.
    "hiçbir şey. akşama kadar evde oturdum. yataktan hiç çıkmadım sanırım. günün yarısı ağlayarak geçti. peki sen dün ne yaptın. önemli olan bu değil mi ? muhtemelen eğlenceli bir gündü"
    "dün ile ilgili hiçbirşey konuşmak istemiyorum. yeterince utanç içeriyor zaten"
    "hahahahaha... işte bu... ben de yarın bugünden utanacağım galiba... hihihihi."
    "karnın aç değilse kalkalım bence."
    "yooo... masayı bile yerim ki ben... hahahahaha... aha kedi uyandı... bak nasıl gerilecek şimdi. bayılıyorum bu kedilere yaaaa... "
    "ya kızım bi dur, düşeceksin aşağı"
    "pisi pisiiii... canım yaaa... "
    "duymaz seni, görmüyor musun, kaç milimlik cam var arada. zaten burdan oraya ses mi gider. ya bi dur allahın seviyorsan."
    "tamam. giderken sevecez ama."
    "ben kedileri sevmem. onlar fiziksel özelliklerini yitirmemiş ama karakterlerini yitirmiş asalaklar. insanoğlunun kanını emen gıcık bir hayvan cinsi. ormana gitmeliler bence. sayıları çok fazla bu şehirde. ölümleri bizi üzüyor. şirinlikleri açtıkları yarayı kapatmıyor."
    "olsun... ben çok seviyorum kedileri... "
    "yarın da sevecek misin peki."
    "bir sonraki gün gene seveceğim ama. hahahahaha. sen de dün seviyordun değil mi?"
    "midem bulanıyor benim. gidelim. gerçekten... "
    "geçcen onu. bulanmadığını ikimiz de biliyoruz."
    kerem denilen çocuk geldi. patates kızartması, mayonez ve ketçap getirdi.
    "biz daha sipariş vermemiştik" dedim.
    "bunlar ikram güzel abim" dedi yapışkan yapışkan.
    kız daldı hemen patateslere. ketçapla mayonezi karıştırdığı patates dilimi kırılınca dibini ağzına attı. tabaktaki bulamaça gömülen parçayı da başka iki dilim patatesle sıkıştırıp aldı. kafasını geriye yaslayarak onları da yutuverdi. ağzının kenarındaki bulaşıkları da diliyle temizlemeye çalıştı. bildiğin çocuk lan bu.
    çok konuştu. hep konuştu. hiç "hı hı" yapmadım. başımı sallayıp onaylamadım.
    o köri soslu tavuğu yutarken kahkahalar atıyor, ben ise uzaktaki bir çatıda kavga eden martıları seyrediyordum. hangisi hangisine karşı neyi savunuyor çözmeye çalışıp ziyan olacak yumurtalara üzüldüm durdum.
    sonra kalktık.
    kerem denilen salak "gene bekleriz" dedi. kikirik kızımız elini sıktı onun. hatta yanağından falan öptü. rezillik, ne diyebilirim ki.
    beraber otobüs duraklarına yürümeyi teklif etti. cevap bile vermedim teklifine. ayrı yönlere doğru yürüyüp ikimiz de kaybolduk şehrin içinde.
    yine taksiye bindim. yol boyunca zeynep için de üzülüp durdum. ertesi gün onu bulmaya çalışacağımdan endişe ettim. reddedileceğim kesindi. bir sonraki gün ise reddedilmeye sevinecek miydim, üzülecek miydim acaba.
    her şey birbirine girmişti. yarın daha da girecekti.
    onu kendimden, kendimi ondan uzak tutmalıydım.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    biliyordum zaten kliniğe gitmeyecek bin.
    görüyorum ipneyi. sularda zıplayıp hopluyor gerizekalılar gibi.
    hayır, bu enerjiyi nerden buluyor anlamıyorum. yoksa bütün enerjiyi bitiriyor da ben mi sürünüyorum ertesi gün. mal yemin ediyorum, salak bu.
    bir hasta olayım, sorarım ben ona.
    bugün gitmeyeceğim işe. ne de olsa alıştılar bana. hem gidip ne yapayım. bu fütursuz dangalak rezil edip duruyor beni her gün.
    kliniğe gideyim en iyisi. ilaçlarımın dozunu arttırsın ukala doktorlar. bi gibime yaradıkları yok zaten.
    taksiye binecem bugün. kıyacam paraya. paraları nereye gömdüğünü biliyorum ne de olsa.
    köşeye kadar yürüdüm.
    ismail denilen yobaz sığır selamı sabahı kesti gene. ötekinin kankası noolcak. bu da onun gibi ciddiyetsiz.
    iki taksi durmadı bana. kapişonu açayım bari. böyle çok karanlık oldum herhalde.
    biri durdu neyse.
    bindik gidiyoruz.
    radyoda tabii ki arabesk. ne olacaktı ki başka.
    sözlere bak sözlere.
    "düşe kalka varacağım,
    yanıp sönen hayaline
    gayret et ey deli gönlüm,
    derman gelsin dizlerine"

    iyi ki bir sevgilim yok. diye düşünüyorken konuştu kültürsüz direksiyon erbabı.
    "orhan baba'yı sever misin abisi?"
    "sevmem. ama bütün şarkılarını ezbere bilirim. karamsarlığı meslek edinmiş birisi o. zihninizi uyuşturup kendisi para içinde yüzüyor. size acımıyor. hayatın acılarını paraya çevirmiş o ve onun gibiler."
    taksici gözünün ucuyla dikiz aynasından arkadaki karanlık nesneye, bana, şöyle bir baktı. bilerek sesli bir şekilde ya sabır çekti. bu bir tehditti aslında. bir an önce arabasından inmemi bile istiyor olabilirdi. haklı olduğumu anlasın isterdim. ama bilgisi görgüsü buna yetmezdi muhtemelen. söylediklerimin içindeki olumsuz kısımlardan en az bir tanesini yakaladıysa demek ki. ona takılmış olmalıydı.
    şarkının sözlerini tekrar ederek yol almaya devam ettik. o sevdiği için ben bana hitap ettiği için dinledik şarkıyı. ipnelik olsun diye kanalı değiştirmeyişi de gözümden kaçmadı tabi.
    ineceğim yere geldiğimde 1 kuruş bile bahşiş bırakmadan indim arabadan. kağıyı bilerek hızlı çarptım üstelik. ama şimdiki arabaların kapıları yumuşak oluyor. istediğim etkiyi alamadım.
    kliniğe girdim.
    içerisi havasız ve sessizdi her zaman olduğu gibi.
    sekreterin samimiyetsiz tavırları beni yine gıcık etti.
    bekleme salonunda kimse olmadığı halde 10 dakika bekletmelerine de ayrıca gıcık oldum.
    tam deprem olsa nereye saklanırım diye düşünürken doktor çıktı odasından.
    "gel nuri. seni biraz beklettim. kusura bakma. bugün nasılsın. mutlu mu mutsuz mu?"
    "iyi gibiyim" dedim.
    "anladım." dedi.
    "bugün sana birinden bahsedeceğim. eğer istersen de tanıştıracağım. bana en az 2 saat beraber akit geçireceğine söz vermeni istiyorum." dedi.
    "hayır deme şansım olsaydı keşke" dedim.
    "yok öyle bir şansın. biliyorsun, sen önemlisin benim için. onunla ben de yeni tanıştım. ve inan bana en az sein kadar öneli birisi o da. ama daha da önemlisi ne biliyor musun ? ikinizin yan yana gelmesi benim için daha da önemli."
    yüzünde hazineler bulmuş bir çöpçü ifadesi vardı. gözleri pırıl pırıl parlıyordu.
    "daha bekleyecek miyiz ?" dedim.
    "dur arayıp soralım" dedi. telefona uzandı.
    "alo... nerdesin zeynep ? haaa. tamam güzelim... hadi bekliyoruz"

    zeynep mi?
    bir kız...
    inşallah yaşıtım falan değildir.
    ya da ne bileyim benden küçüktür.
    buradan gitmem lazım.
    kimseyle tanıştırılmak istemiyorum ben.
    derken...
    kapı çaldı.
    kahkahalar geldi bekleme salonundan.
    kızın biri kikirdedi. doktor kumarbazlar gibi güldü kahkahayla. bana hiç yokmuşum gibi davranan sekreter bile "ay canım yaaa" falan dedi gelen kıza.
    odaya girdiler.
    sarı saçları beresinden taşmış, kısa boylu sırtarığın teki girdi odaya.
    insan girer girmez elini uzatır mı? tanıştırılmayı bekler. gerizekalıysa demek ki...
    uzatmadım elimi, ne uzatacam...
    geçmişimde nefret ettiğim bir zeynep aradım birkaç saniye... sanırım yoktu... bundan da nefret etmiştim zaten.
    amaç belliydi. beni bununla tanıştırıp normalleşmeme vesile edecekler falan.
    ohoooo... uğraşamam ki bunla ben...
    sonra bir an da aklımda şimşekler çaktı...
    iyi ki dün gelmemişim kliniğe. benim neşeli halimle bu kikirik bir araya gelirlerse var ya... ufff... tahmin bile edemiyorum olacakları... eve falan atar bunu... bu da kikirik, bizimki de kikirik... allahım istanbul'u kırmızı küçük kalplere, çiçeklere, mutlu kedi yavrularına bezer bu ikisi... aman diyim...
    doktor bir ona bir bana baktı. bir ona bir bana baktı.
    "hadi gidin dediğim yere. orada kerem diye bir arakadaş var. o ağırlayacak sizi" dedi.
    kız doktoru yanaklarından öperek çıktı odadan.
    "parayı falan dert etme. ben ısmarlayacağım bugün" dedi doktor.
    "anam mısın babam mısın lan pislik. sen kimsin bana yemek ısmarlıyorsun" diyecektim... de neyse.
    "zeynep de benim hastalarımdan birisi. bir iki haftadır geliyor bana. sana ok benziyor biliyor musun? tanışmanızı istedim. istemezsen bugünden sonra bir daha görüşmezsin. ama şunu unutma ki yarın o da seninle görüşmek istemezse şaşırma ve üzülme. dediğim gibi, o sana çok benziyor. aranızda zamanlama ile ilgili sıkıntı olabilir o kadar"
    "anlamıyorum ne dediğinizi. bulmaca gibi konuşuyorsunuz"
    "sen git. kadınlar bekletilmez. ayıptır."

    devamı bir sonraki entry'de
    Tümünü Göster
    ···
  8. 6.
    0
    akşamdan bıraktığım bir not,
    "Bugün kliniğe gideceksin unutma. fazla da hoplayıp zıplama... "
    ilahi ben... nasıl da tehditkar ...
    dışarıdaki rüzgar pimapenleri üfürüp üfürüp duruyor. kim bilir kaç etek havalanacak bugün... uuuu beybiiii...
    erken uyanmışım. bir banyo hakkımdır diye düşündüm bu sabah. yeni aldığım vücut şampuanı da amma güzel kokuyor. bi de parfüm pısslattım mı bugün, oooh... misss...
    saçımı tam kurutmadan çıktım. şapka neyim de takmadım. rüzgar yalasın çelik diliyle şakaklarımı.
    ismail abiye uğramadan olmaz tabi.
    "abi borcum olsun" diyerek kaptım sabah nevalemi.
    kırmaz beni ismail abi. ne de olsa emanet edildim ona ben.
    hızlı hızlı yürüdüm iş yerine.
    yolda yağmur da başladı.
    en az 3 şemsiye ters döner dedim. 2 de kaldı bu sabah. rüzgar tam olarak formunda değil.
    güvenlikçi abi çayın artığını döküyor genç çınar ağacının dibine. buharlar yükseliyor dallara doğru..
    "abi günaydın" dedim.
    "günaydın nuri. günaydın dediğine göre bugün yatağın düz tarafından kalkmışsın" dedi.
    güldüm geçtim.
    merdivenleri koşarak çıktım. kartımı okutup iki gün önceden kalan bulaşıklara daldım hemen. malum nedenlerden dün işe gitmemişim.
    alıştılar benim bu halime. ya da bu halimin bir yarısına. kim hangi tarafına alıştı acaba. gülen nuri'ye mi, ağlayan nuri'ye mi? sormak lazım aslında.
    çilem hanımın çocuğu hastaymış, o zaman bugün onun bilgisayarında film seyredebilirim. yehuuu.
    bir de süpürdüm mü ofisi, benden kralı yok bugün.
    öğlene kadar arı gibi çalıştım.
    neşem hiç eksilmedi.
    hatta birikip daha da tehlikeli bir hal almaya başladı.
    böyle birikince yaptığım fütursuzluğun derecesi de artıyor.
    hadi hayırlısı.
    öğle yemeğini ofise söyledim. tombik döner ve ice-tea şeftalili. farklı marka getirmiş bin kurusu. hiç önemli değil. değişiklik oldu. ne güzel.
    dışarıda yine deli bir yağmur.
    bir anda kendimi sokakta buldum o an.
    kahkahalar eşliğinde su birikintilerine atlayıp zıpladım.
    bir ara yattım bile çukurun birine.
    sokak tanıyor ya artık beni, arabalara falan işaret etmişler dikkat et ezme diye. sonradan söylediler.
    sırılsıklam girdim ofise. kamil bey "eve git sen. ıslak ıslak hasta olacan" dedi.
    koşarak evin yolunu tuttum.
    kestane çıkmış. alamadım. ama evde patlamış mısır olduğunu hatırladım. içim yine huzur ve neşeyle doldu.
    eve gidip soyundum. giyinmedim çıplak çıplak dolaştım. hatta mutfak önlüğü giydim. çok komik göründüğüme eminim.
    artık bana bir sevgili lazım diye düşündüm.
    hiç de fena sayılmazdım bu halimle.
    keşke öbür halimin de elle tutulur bir tarafı olsaymış.
    olsun, ben böyle de mutluyum.
    ne yapsaydım yani, tamamen ona mı dönüşseydim.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 5.
    +1
    seni niye kimse giblemedi panpa. durlan ben okucam birazdan
    ···
  10. 4.
    +2
    burnum kanamış gene.
    yastığın yarısı kan bu sabah.
    kan izine uzaktan bakınca 3 yapraklı bir yoncaya benziyor. Dikkatinizi cekerim, 4 değıl.
    yine elbiselerimle ve ayakkabılarımla yatmışım üstelik.

    dişim yine yerinde. ama burnumdan akan kanlar dudaklarımın üzerinde kurumuş. epeyce yıkadım bu sabah. zor çıktı izler.
    başım ne kadar ağırıyor.
    yine kahvaltılık birşey yok tabi.
    belki ismail abi açmıştır dükkanı.
    bakiim... ohoooo... saat 11 e geliyor... çarşaflı ve hiç konuşmayan karısı mahkum besleyen gardiyanlar gibi kumanyasını getirir birazdan.

    madem yatmışım elbiselerimle, o zaman değiştirmenin anlamı da yok diye düşünerek çıktım evden.
    ismail abiye ve gelmesi muhtemel çarşaflı ablaya hiç görünmeden döndüm köşeyi.
    yollar cam kırıkları, plastik parçalarıyla dolu. belli ki çöp kamyonu sığmayınca sokağa, traş etmiş bir iki arabanın aynasını.
    abilerden biri sinirli sinirli tekmeliyor kendi arabasının tamponunu "ananızıskiim ananızıskiim" diyerek.
    ana caddeye çıktığımda trafik yine sıkışık.
    eski otobüslerden biri gelmiş bugün, yine tıka basa. içeride nefes almak ne zordur şimdi.
    bir kız dayamış başını titreyen cama. kimbilir kalbinde hangi çöp kamyonu dolaşıyor çarpa döke.
    gene deprem olmuş uzakdoğuda biryerlerde. yıkık dökük evlerin fotosu gazetelerde.
    ya kalsam ben de enkazda.
    beni bulmak için uğraşır mı ekipler.
    değer miyim buna acaba.
    sesimi duyan var mııı diye bağırırlar mı tozlu deliklere.
    ya cevap veremezsem. ya çimento veya moloz doluysa o an ağzım. yitip griler ve acılar içinde ölsem enkazın altında. cesedimi teşhis eden de olmaz ki benim.

    yine geç kaldım bu sabah.
    insanların benim bu halime alışması ve görmezden gelmesi ne acı.
    fasulyeden takılmama izin vermeleri ne kötü.
    üretemeyen ve tüketmesini beceremeyen biriyim ben.
    yine kredi kartı borcu almış yürümüş. niye aldım ki o kondüsyon aletini. üstelik tam 4500 liraya.
    dayanamadım ağladım yine.
    gözlerimin yaşını silsem de nafile.
    kapıdaki güvenlikçi abi selamımı almadı di mi.
    sanırım öyle.
    ···
  11. 3.
    +2
    akşamdan en canlı melodiyi seçerim telefonun alarmı olarak.
    bu sabah da yatakta önce omzumu oynatarak dans etmeye başladım. sonra jackie chan'ın bir filminde vardı, kfasını bi otarafa bi bu tarafa çeviriyordu hani, A FiiL GUUT, A FiiL GUUT diye... hahahaha, öyle aynen.

    dışarıda mutlu bir sonbahar,
    çamaşır makinesine koştum hemen.
    oohhh, en az 3 lira var orada... misss...

    ıslık çalarak giyindim. giyinirken japonca (kore dili de olabilir ) şarkı uydurdum. mitsubişi toşibaaağğ diye bitiyor sonu.

    kapıyı biraz fazla hızlı kapattım farkındayım. ama herkes uyanmıştır zaten. saat 6 olmuş.

    baktım bakkal ismail kepengi kaldırmaya çalışıyor.
    yardım edecekmiş gibi koştum yanına.
    o kaldırmaya çalışırken ben indirmeye çalıştım.
    "noluyo dıbınakoyim, sıkıştı mı gene bu?" dedi.
    baktı ki ben aşağı bastırıyorum. önce kızdı, sonra güldü.
    "nabıyon deli manyak, gibtimin delisi. bugün gene formundasın" dedi.
    "eyvolleeee abi" dedim.
    karanlık dükkandan hemen buldum top-kekleri tabi.
    bir de limonlu ice-tea kaptım dolaptan. depremden kaçan okey müdavimi gibi kaçıverdim 2 lirayı tezgaha fırlatıp.
    köşeden baktım çöpçü yok. daha erken zağar.
    iki kedi züt züte yatmış giriş katın demirli penceresinin önüne. ikisinin de ayaklarını gıdıkladım. biri tepki verdi, diğeri skine bile sallamadı.
    hızlı hızlı yürüyerek vardım iş yerine.
    kapıdaki güvenlik emanet gazetelerin ilk sayfalarına bakıyordu. ayıp olmasın diye iç sayfaları açmaz, bilirim.
    bir önceki gün işe gelememişim. bulaşıklar dağ gibi. bi daldım hepsine. ağzımda orhan gencebay şarkısı. (ama italyanca ahahaha )
    ilk iş arkadaşım geldi.
    çilem hanım. çocuğu okula bırakmamış belli. yoksa saat 10 dan önce gelmez.
    "bana bir çay verir misin nuri"diyerek geçti odasına.
    o kadar hızlı hazırlamışım ki çayını, kadıncağız benim o kadar erken geleceğimi tahmin edememiş, odaya girdiğimde eteğini sıyırmış naylon çorabını çekiyordu. kalçasına kadar gördüm istemsizce.
    "ah pardon, kapı açık olunca direk daldım ama" dedim.
    "amaaan, sen benim kardeşim sayılırsın, dert etme" dedi.
    o çayını karıştırırken kapıya yaslanıp bekledim. sarı saçları ne kadar güzeldi. kocası ne kadar şanslı diye düşündüm. üstelik bu kadar güzel bir kadının adı da Çilem.
    "bugün iyisin ?" dedi.
    "eyvolle, bugün öyle" dedim.
    "hadi bakalım" dedi.
    mutfağa döndüğümde şirketin en huysuz çalışanı, kamil bey dolapları karıştırıyordu.
    "nerde bu gerizekalı neskafe yaa" dedi.
    "oradan size bakıyor kamil bey" dedim.
    "oynama oğlum benle" dedi.
    üzerinden aşarak uzandım nescafeye, koydum önüne. gülümsedim. tek kelime etmeden koydu bardağına 3 tatlı kaşığı ( ohaaa... zift içeydin amk )
    camı açıp havalandırayım diye düşündüm.
    keşke düşünmeseydim.
    çamı açmamla beraber "YERDEN SEEERRRT VURDUUUEEE... GOOOLLL... YÜZKIIRKYEDiii METREEEE... " diye bağırmam bir oldu.
    alt kattaki marketten, "OFSAAYTTT HOCAAAA,,, HOCAAA OFSAAYYYTTT" diye karşılık geldi.
    karşılıklı gülüştük.
    güzel bir gündü aslında bugün.
    keşke hep böyle olsa.
    hep böyle sabit kalsam.
    ya öyle, ya böyle olsam.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 2.
    +2
    bu sabah yine ağlayarak uyandım.
    rüyamda nasıl dara düştüysem artık...

    evde yine kimse yoktu.
    suyu atsam havaya geceden, sabaha kadar asılı kalacaktı havada demek ki.
    yalnızlık o kadar mantolamış evi içten. gram neşe geçirmiyor dışarıdan.

    dişim yine sallanıyor mu diye kontrol ettim.
    diş ki, üst tarafta, en öndeki.
    düşse ne yaparım tanrım?
    param yok, sigorta hastanesinde 3 yıla 5 yıla gün verirler.
    en kötü ihtimal ağlarım durmadan, ne yapacam başka.

    çıktım evden, akşam yattığım tişörtün üstüne başka bir tişört daha geçirerek.
    sokağın tam ortasında bir kedi cesedi.
    kim bilir kim ezdi garibimi.
    ya dişiyse, ya yavruları da varsa, ya emziriyorduysa.
    yavruları sessizce ve kimsesizce ölecekler öyle değil mi.
    tabii ki öyle.
    dünyanın şaşmaz, kırılmaz, gecikmez adaleti bu.

    önüme kocaman bir çınar yaprağı düştü ardından.
    daha 3-4 ay önce umutla yeşeren güneşe kucak açmışken, şimdi ziftli, lağımlı asfalta yapışıverdi çaresizce.

    karşı kaldırımda okula gitmek istemeyen bir çocuğu çekiştiriyor kadının biri.
    karanlık ve disiplinli bir hapishaneye teslim edecek illa ki. kaçışı yok.
    ya ödevini yapmadıysa, ya istenilen el işi kartonunu zütürmüyorsa şu an. ya unuttuysa bir önceden kendisinden isteneni annesine söylemeyi.

    daha fazla yürüyemedim tabi.
    çöktüm duvarın dibine.
    içeride sahibi olmayan bir yorgancı.
    girsem ya içeriye ben de.
    sarılsam soğuk temiz yorgana, sonsuza kadar uyusam.

    biri dokundu omzuma.
    "evlat iyi misin" dedi.
    "değilim amca" dedim. " hiç değilim."

    ne yapsaydım peki,
    dünyadaki tüm acıların milyonda biri bile beni öldürmeye yetiyorken, yok bir şeyim mi deseydim.
    ···
  13. 1.
    +5
    bu sabah neşeyle zıpladım yılların erittiği eşiğinden ismail abinin.
    o bizim mahallenin bakkalıdır.
    kutuların arasında hobbit gibi durur, ayağa kalkınca gandalf gibi devleşir ibine.
    sanırsın ki zeus'un gayrimeşru evlatlarından biri.

    kapının girişindeki çamaşır makinesine küçümsercesine atılan 10 kuruşlarla başlar mutluluğum.
    onları denize ulaşan ırmaklar misali bakkala taşırım her sabah.
    kakaolu top-kek alırım. belki bir de ice-tea limonlu. ne kadar bozuk para bulduğuma bağlı.

    kedilerle konuşur, direklere dokunurum.
    hiç para harcamam. yürüyerek gider, koşarak dönerim eve her gün.
    otobüs camındaki kızlara aşık olur, olası babalarından veya abilerinden çekinirim. saygıda kusur etmem inanır mısınız.

    fütursuzluk hastalığından muzdaribim.
    yaklaşık 10 yıl falan oluyor.
    ne doktorlar ne hocalar gördüm. hepsi karşımda uzaklara bakakalıp çözümsüzce başkalarına sevk ettiler. çok havalı adamın havasını söndürdüm bu uğurda. fasafisooottt diye söndü işimi biliyorum havaları.

    ahahahahaha.
    bir anda gelir çıldırma bana.
    bir anda bağırırım neşeli bir şekilde.
    artık hangi kelime girdiyse atmosferle burnumdan, o.
    küfür olabiliiir, dua olabiliiiir, anlamsız bir nara olabiliiiir. hangisi denk gelirse.
    hep bir anda.
    sebepsiz yere.

    çöpçünün yanından geçiyorum mesela bu sabah.
    istikameeet nizamiyeeeeeğğğ diye bağırdım bir anda.
    hem de kulağının tam dibinde.
    elindeki kalın saplı süpürgeyi zütüme sokuyordu az daha.
    yerler de ıslaktı, ilk köşeyi zor döndüm.
    ne yapsaydım peki,
    durup ağzımı burnumu dökmesini mi bekleseydim.
    ···