1. 26.
    0
    @5 sağlıklı olduğum kanısına nerden kapıldın? bu tarz beyin yiyen sorularla yaşamak mıdır sağlık? evet belki kanser değilim ama mental olarak rahat değilim sorumluluklar ağır geliyo hayatta amaç belirleyemiyorum hedef koyamıyorum ataletimi yenemiyorum sürüklenip gidiyorum gibtimin dünyasında
    ···
  2. 27.
    0
    “absürd” ya da “saçma” kavramı farklı alanlarda sıklıkla kullanılmış olsa da, kendisinden söz edildiğinde bize ilk planda varoluşçuluğu hatırlatır. zira varoluşçu filozofların her biri, absürd kavramından şu ya da bu biçimde sözetmişlerdir. hatta kavrama varoluşçuluğu karakterize eden bir rol bile yüklenmiştir. paul foulquie’nin varoluşçuluk tanımı - varoluşçuluk “saçmalık felsefesidir’ - sözü edilen duruma güzel bir örnek teşkil eder.

    genel olarak ele alındığında, varoluşçuların gerek evren ve insan görüşlerinin temelinde gerekse bunların birbirleriyle olan münasebetlerinin temelinde absürd kavrdıbının olduğu görülür. örneğin s. kierkegaard (1813-1855) iman ile absürd olan arasında bağlantı kurmuştur. saçma o’na göre, “sonlu ile sonsuz arasındaki mesafedir.” bu “saçma olduğu için inanıyorum” anldıbına gelir. başka bir deyişle saçma tanrı ‘ya zütüren mânâdır.

    kierkegaard “korku ve titreme” adlı eserinde hz. ibrahim’i saçma kahraman olarak sunar. çünkü ibrahim, oğlu ishak’ı tanrı’nın isteği üzerine, nedenini dahi bilmediği halde, moria dağına kurban etmeye zütürmüş ancak son anda yine tanrı’nın dileğiyle bu eylemini gerçekleştirememiştir.

    kierkegaard’a göre “... insandaki en yüce tutku imandır... iman en yüce şeydir,” iman sayesinde hiçbir şeyden feragat etmeyiz, tam tersine herşeye sahip oluruz. tıpkı hz. ibrahim gibi.

    ibrahim tanrı’ya öyle inanış güvenmiştir ki çekilen acılar ve insani hesaplaşmalar anldıbını çoktan yitirmiş, tanrı’ya en iyiyi kurban etmek tek amaç haline gelmiştir

    hz.ibrahim’in yaşdıbını bizim için değerli kılan şey, kierkegaard’a göre, o’nun öyküsünün imanın ne müthiş bir paradoks olduğunu göstermesidir.

    imanı öyle bir paradokstur ki bir cinayeti tanrı’yı memnun kılan kutsal bir eyleme dönüştürebilir. öyle bir paradokstur ki ishak’ı ibrahim’e geri verebilir öyle bir paradokstur ki hiçbir düşünce onu alt edemez. çünkü imanın başladığı yer, düşünmenin terk edildiği yerdir.

    saçmalığın inayetiyle tüm varoluş kavranabilir, her an sevinçli ve mutlu yaşanabilir.

    başka bir deyişle kılıcın her an sevgilinin başı üzerinde sallandığını görerek teslimiyetin acısında dinginlik değil, saçmalığın inayetinde sevinç bularak yaşanabilir - işte muhteşem olan da kierkegaard’a göre bu’ dur.

    diğer taraftan k. jaspers (1883-1969) ise altüst olmuş bir dünyada yaşadığımızı ve dünyanın saçmalığının ve kavranamazlığının doğrudan doğruya bize de sirayet ettiğini söylemiştir.

    “aşkınlığı gerçekleştirmekte güçsüz, deneyin derinliklerine inmekte yetersiz, başarısızlıkla altüst olmuş bir evrenin bilincine varmış bir durumdayız.

    ancak hiçliğin tek gerçek, umutsuzluğun biricik tutum olarak göründüğü bu alt üst olmuş evrende birdenbire, jaspers’in ifadesiyle, hem aşkın’ı, hem deneysel varlığı, hem de yaşamın insan üstü anldıbını bir çırpıda belirleyiveren şeyi keşfediyorum

    aslında başarısızlık, her türlü açıklamanın ve olanak alanına girebilecek her türlü yorumlamanın ötesinde hiçliği değil de, aşkın varlığı göstemiyor mu?
    işte bu soruyla birlikte her şey bir çırpıda yerli yerine oturuveriyor. umutsuzluklar umuda dönüşebiliyor.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    kierkegaard ve jaspers gibi varoluşçular için ne anlama geldiğini kısaca gördüğümüz absürd ya da saçma kavramı bu makalenin konusu olan j.p.sartre (1905- 1980 ve a. camus (1913-1960)’nün düşüncesinde de önemli bir role sahiptir. camus her fırsatta varoluşçu olmadığını açıkça söylese de - biz onun bir varoluşçu olup olmadığını tartışmayacağız -onun ele aldığı problemlerin varoluşçu felsefeyi karakterize eden problemler olduğu ve absurd kavrdıbının onun düşüncesinin odak noktasında bulunduğu, hatta fikirlerinin” absurd felsefe” başlığıyla anıldığı görülür.

    bizim için burada önemli olan şey bu iki düşünurun çok farklı başlangıç noktalarından - sartre için husserl’in fenomenolojisi, camus için intihar problemi - hareket etmiş olmalarına rağmen sonuçta kayda değer bir biçimde benzerlik gösteren bir doktrine ulaşmış olmalarıdır.

    genel olarak alındığında sartre felsefesinde bilincin “kendisi için -kendisinde varlık” sentezini elde etmeye çalışması, başka bir deyişle insanın tanrı olma ideali ve bu idealin geçekleşememesinin getirdiği sıkıntılar ve gerilim, bize, camus düşüncesindeki insan bilincinin dünya ile karşılaşmasıyla ortaya çıkan, absürd’ün getirdiği sıkıntıları anımsatmaktadır.
    sartre ve camus’nün absürd konusundaki düşünceleri ele alınıp incelenmeden önce absürd kavrdıbının “akla açıkça karşı olan... mantık yasalarına aykırı olan, sağduyıınun apaçık doğrularına ters düşen... anlamlarına geldiği belirtilmelidir.

    geniş anlamda felsefi bir terim olarak absürd anlamı olmayan her şeydir. bu anlamda dünya, insan absürd’dür. bu bakımdan ele alındığında absürd oluş bizzat varlığın kendisinden kaynaklanmaktadır. yani bu anlamda absürd’ün ontolojik bir dayanağı vardır. dar anlamda ise absürd dünyayı ben’e bağlayan ilişkidir.’
    ···
  4. 29.
    0
    absürd sartre felsefesinde “kendisinde varlık” ve “kendisi için varlık” olmak üzere karşılaştığımız iki varlık tipinden kendisinde varlığın temel bir hususiyeti olarak karşımıza çıkarken, camus de ise insan bilinci ile dünya arasındaki bir münasebet, bir yüzleşme olarak gündeme gelmektedir.

    sartre’a göre “kendisinde varlık” saçma, donuk bir şeydir. o varlık ne ise o’dur.’ kendi kendisiyle özdeştir. kendisi olınayanla hiçbir münasebeti olmayıp tam tdıbına kendi kendisiyle doludur. “kendisinde varlık olumsal’ bir varlıktır.

    kendisi için varlık ise, insan bilinci olup sartre tarafından “ne ise o değil, ne değilse o’dur” biçiminde tanımlanır.

    hiç bir boşluğu olmayıp, kendi kendisiyle dopdolu olan kendisinde varlık, bilincin “,..müdahalesi olmaksızın... mutlak saçmalıktır”

    sartre felsefesinde kendisinde varlığın “mutlak saçmalığı” mu “olumsallık” ve “fazladanlık” ile ilgili olduğu görülür.

    kendisinde varlık “olumsal” bir varlıktır. tesadüfen ve beklenmeden ortaya çıkan anlamlarına gelen olumsallık kavramı filozof tarafından varlığın kendisinde herhangi bir varolma prensibi taşımadığını göstermek amacıyla kullanılmıştır.”

    tanrı tarafından yaratılmadığı gibi, kendi kendisinin sebebi de olmayan, herhangi bir varolma prensibi de bulunmayan, bir varlığı izah etme ikânımız yoktur. bu sebepsiz varlık sartre’a göre saçma’dır. hiç bir dayanağı olmadan varolduğu için o aynı zamanda “fazladan” dır.

    fazladanlık düşüncesi “bulantı” romanının. kahramanı roquentin tarafından şu şekilde dile getirilir: “benliklerinden sıkılan, rahatsızlık duyan bir sürü varlıklardık biz. ne birimizin, ne öburümüzün orada olmasına hiçbir neden yoktu. utanan, için için kaygılanan her varlık öbürleri karşısında fazla görüyordu kendini. fazla. bu ağaçlar, bu parmaklıklar, bu çakıl taşları arasında kurabildiğim tek ilişki buydu. kestane ağaçlarının saymaya, veleda’ya göre onlara bir yer vermeye ... boş yere çabalıyordum... şu karşımda, az soldaki kestane ağacı fazlaydı. veleda fazlaydı (bulantı‘ dan)

    işte roquentin dünyanın bu saçma ve fazladan varlığı karşısında yoğun bir bulantı veya tiksinti duygusuna kapılır. çünkü sebepsiz ve saçma varlığa karşı insanın ilk reaksiyonu bulantı ya da tiksinti duygularıdır.

    buraya kadarki ifadelerden de anlaşılacağı üzere sartre felsefesinde saçma ilk planda doğrudan doğruya kainatla ya da “kendisinde varlık”la ilgili olarak düşünülüp ontolojik bir platformda ortaya konulmuştur.

    ancak diğer varlık tipi, yani kendisi için varlık açısından durum nedir? başka bir deyişle bilinci açısından değerlendirildiğinde bir kendisi için varlık, bedeni açısından değerlendirildiğinde bir kendisinde varlık olan insanın saçma olanla bağlantısı nedir?

    roquentin bedeni itibariyle, kendisinin de bu dünya içerisindeki nesnelerden biri
    - bir kendisinde varlık -olduğunu fakeder farketmez kendi varlığını da sebepsiz ve lüzumuz görecektir.

    “ve ben -kafamda tatsız düşünceleri olgunlaştıran, evirip çeviren, cansız. bitkin, edepsiz - ben de fazlaydım bu fazla varlıklardan hiç olmazsa birini yok edeyim diye kendimi yok etmeyi duşunüyordum için için. fakat ölümüm bile fazladan olacaktı sonsuzluğa dek fazlaydım ben”
    “fazladan olma” nın tüm nesneler arasında kurulabilecek tek münasebet olabileceğini ve kendisinin de fazladan bir varlık olduğunu gören roquentin bu suretle varoluşun ve bulantısının anahtarını keşfeder.

    varoluşun bulantımın, kendi yaşantımın anahtarını bulduğumu anlamaktayım. nitekim, bütün sonradan anladıklarım gelip bu temel saçmalığa dayanır. “saçmalık kafamın içinde bir düşünce değil bir ses esintisi de değil ayaklarımın dibindeki şu uzun ölü yılan, şu tahta yılan. yılan ya da pençe ya da kök ya da akbaba tırnakları.”

    yukarıdaki pasajdan da anlaşılabileceği gibi, roquentin açısından önemli olan şey varoluşun anahtarıyla birlikte en az onun kadar önemli olan bir başka şeyin de farkedilmiş olmasıdır: saçmalık kafasının içindeki bir düşünce değildir. saçma ayaklarının dibindeki, şu uzun yılan, ya da tahta yılan diyebileceği - aslında adı da o — önemli olmayan, belki başka bir zaman karşısına başka bir şekilde çıkabilen - varlığın ta kendisidir.

    “bir daire saçma değildir fakat bir daire var, değildir de. bu kök ise tersine onu açıklayamayacağını ölçüde vardır. bağımlı, kımıltısız acısız haliyle beni büyülemektedir? varoluşan şey, kaba ve adsız bir şeydir onu birtakım bağlantılar içerisine soktuğumuzu ve yerleştirdiğimizi sanırız ama o bu bağlantılardan sürekli kaçarak bize “bu bağlantıların keyfiliğini” hissettirir.

    bu sürede hayatın boşluğu ve sebepsizliğiyle yüzyüze gelen insan bir yandan varlığa açıklama getiremediğini görürken, diğer yandan kendi sebepsizliğinin ve saçmalığının da farkına vararak adeta alt-üst olur:

    “... bulantıyı anlıyordum bendeydi o. bakışlarımı bir bir kendime sayıp dökmüyorum doğrusu. fakat öyle sanıyorum ki, onları söz haline sokmak şimdi kolay olacak benim için. aslolan olumsallıktır. demek istiyorum ki, tanımlama bakımından varoluş, zorunluluk değildir. varolmak ortada olmaktır sadece ... olumsallık yalancı bir düzen, yokedilebilir bir görünüş değildir; . (mutlak) kendisi dolayısıyla tam bir hasbiliktir. her şey hasbidir, şu park, şu kent ve kendim. insan bunu farketmeye görsün, midesini bulandırır bu, her şey başlar dalgalanmaya. . .”

    hayatın beyhudeliği ve sebepsizliği sizi çepeçevre kuşatır. bu saçma ve iri varlığa karşı dayanılmaz bir öfke duyarsınız.

    çünkü o, o denli ortadadır ve çırılçıplak bir dünyadır ki insan bütün bunlar nereden çıkıyor, nasıl oluyor da ortada yokluk değil de bir dünya var? diye soramaz bile. sonra dünya bütün çıplaklığıyla “heryerde hazır nazırdır . bu uysal solucanın varolması için hiç bir neden yoktur kuşkusuz, fakat onun varolmaması da mümkün değildir.”

    ondan önce hiçbir şey varolmadığı gibi, onun varolmayacağı bir anda mevcut olmamıştır. işte insanı öfkeye boğan da budur.
    Tümünü Göster
    ···