1. 89.
    0
    ayrılıkların şairi yalnızların ozanıyım
    ···
  2. 88.
    +1 -1
    ÇANKIRI HAPiSANESiNDEN MEKTUPLAR

    1

    Saat dört,
    yoksun.
    Saat beş,
    yok.
    Altı, yedi,
    ertesi gün,
    daha ertesi
    ve belki
    kim bilir...

    Hapisane avlusunda
    bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde
    on beş adım kadardı.
    Gelirdin,
    yan yana otururduk,
    kırmızı ve kocaman
    muşamba torban
    dizlerinde...

    Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    bacakları kısa ve kalın
    ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    taşla ezmiş kafasını.
    «Hanım abla» derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    tepemizde, yukarda,
    güneşe yakın,
    bir konserve kutusunun içinde...

    Bir Cumartesi gününü,
    hapisane çeşmesiyle ıslanan
    bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
    aklında mı :
    «Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    kim bilir nerde kalır ölümüz... ?»

    O kadar resmini yaptım senin
    bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var :
    bir başka bahçede
    çok rahat
    çok bahtiyar
    yem verip tavuklara
    gülüyorsun.

    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    fakat pek âlâ gülebildik
    ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haberler aldık
    en güzel hürriyete dair,
    nasıl dinledik ayak seslerini
    yaklaşan müjdelerin,
    ne güzel şeyler konuştuk
    hapisane bahçesinde...



    2

    Bir akşamüstü
    oturup
    hapisane kapısında
    rubailer okuduk Gazalî'den :
    «Gece :
    büyük lâciverdî bahçe.
    Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
    Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

    Bir gün eğer,
    benden uzak,
    karanlık bir yağmur gibi,
    canını sıkarsa yaşamak
    tekrar Gazalî'yi oku.
    Ve Pîrâyende'm benim,
    ben eminim
    sen sadece merhamet duyacaksın
    ölümün karşısında onun
    ümitsiz yalnızlığı
    ve muhteşem korkusuna.

    Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
    «� Toprak bir kâsedir
    çömlekçinin rafında tâcidar,
    ve zafer yazıları
    yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... »

    Birikip sıçramalar.
    Soğuk
    sıcak
    serin.

    Ve büyük lâciverdi bahçede
    başsız ve sonsuz
    ve durup dinlenmeden
    devranı rakkaselerin...

    Bilmiyorum, neden
    aklımda hep
    ilkönce senden duyduğum
    Çankırılı bir cümle var :
    «Pamukladı mıydı kavaklar
    kiraz gelir ardından.»
    Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
    fakat
    görmüyor, üstat,
    kirazın geldiğini.
    Ölüme ibadeti bundandır.

    Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
    Akşam.
    Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
    Çeşmeden akıyor su.
    Ve jandarma karakolunun ışığında
    akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
    Açıldı demirlerin dışında
    büyük, lâciverdî bahçem.
    A s l o l a n h a y a t t ı r ...

    Beni unutma Hatçem...


    3

    Bugün çarşamba :
    � biliyorsun �
    Çankırı'nın pazarı.
    Demir kapımızdan geçip
    kamış sepetimizde bize kadar gelecek
    yumurtası, bulguru,
    yaldızlı, mor patlıcanları...

    Dün köylerden inenleri seyrettim :
    yorgundular,
    kurnaz
    ve şüpheli,
    ve kaşlarının altında keder.
    Erkekler eşeklerde,
    kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
    Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
    Herhalde iki çarşambadır pazarda :
    kırmızı başörtülü
    «kibirsiz» istanbulluyu aramışlardır...


    20.7.1940


    4

    Sıcaklar bildiğin gibi değil
    ve ben ki yalı uşağıyım,
    deniz ne kadar uzak...

    ikiyle beş arası
    cibinliğin altına uzanarak
    ter içinde
    kımıldanmadan
    gözlerim açık
    dinliyorum sineklerin uğultusunu.
    Biliyorum :
    şimdi avluda
    duvarlara çarpıyorlardır suyu,
    kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
    Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
    bir kezzap aydınlığı içindedir
    simsiyah kiremitleriyle şehir...

    Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
    sonra kayboluyor birdenbire.
    Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
    yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
    bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
    Ve zaman zaman
    ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
    bir korku halinde tabiatı...

    Bir zelzele olabilir.
    Zaten üç günlük yere geldi,
    salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
    Ve yerlilerin kavlince :
    altı tekmil tuz madeni olduğundan
    yıkılacak Çankırı şehri
    kıyametten kırk gün önce.
    Yatıp bir gece
    başın bir kalasla ezilmiş,
    çıkmamak sabaha...
    Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
    Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
    daha bir hayli yaşamak.
    Bunu birçok şey için istiyorum,
    birçok
    çok mühim şeyler.


    12.8.1940


    5

    Saat beşte akşam oluyor :
    insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
    Yağmur taşıdıkları belli.
    Birçoğu
    elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
    Bizim odanın yüz mumluğu,
    terzilerin gaz lambası yandı.
    Terziler ıhlamur içiyorlar...
    Kış geldi demektir...
    Üşüyorum.
    Fakat kederli değilim.
    Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
    kış günleri hapisanede,
    sade hapisanede değil,
    bu kocaman
    bu ısınası
    bu ısınacak dünyada
    üşüyüp
    kederli olmamak...
    Tümünü Göster
    ···
  3. 87.
    0
    ccc nazım reyiz ccc
    ···
  4. 86.
    0
    seni sevmek içimde ikinci bir insan saadeti gibi.
    ···
  5. 85.
    0
    ccc kedi reyiz ccc herkes gelsin

    kedi reyizi matraxada açalım
    ···
  6. 84.
    -1
    CEViZ AĞACI iLE TOPAL YUNUS'UN HiKÂYESi

    Burda bir dostumuz var :
    Çerkeş'in
    Kavak köyünden.
    Büyük kitaplar gibi
    içinde bir şeyler saklı.
    Akıllı adamlara
    ajans haberlerine
    ve bilmeceye meraklı.
    Adı : Yunus.
    Ateşimizi yakıp
    suyumuzu veriyor.
    Ağaçlardan
    ve günlerden konuşuyoruz.
    Herhal ilerdedir
    yaşanacak günlerin
    en güzelleri.
    Şimdilik
    sohbetimizde kederi :
    kesilip
    satılmış
    bir ceviz ağacının...

    Onu tanıyoruz :
    avlunun içinde
    kapının solundaydı.
    Ve altı yaşında
    dalından düştü Yunus,
    topallığı ondandır.

    Öküzler topalları sever,
    çünkü topallar ağır yürürler.
    Öküzler topalları sever,
    ceviz ağaçları sevmez topalları :
    çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere,
    çünkü üzerlerine çıkıp
    silkeleyemezler dalları.
    Ceviz ağaçları sevmez topalları...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi :
    mutlaka kendini dereye atmaz
    sevilmeyenlerin hepsi.
    insanların hünerleri çoktur :
    insanlar
    sevilmeden de sevmesini bilirler...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi,
    bir acayiptir
    ceviz ağacı ile
    topal Yunus'un hikâyesi...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Ve Çerkeş yolu üzerinden
    sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
    kadınlardan önce uyanırdı dalları.
    Altından geçerken düşünürdü Yunus...

    ... Düşünmek :
    ne mukaddes bir iş
    ne felâket
    ne de bahtiyarlıktı,
    ve ölüm :
    mutlaka varılıp dönülmeyen,
    fakat üzerinde düşünülmeyen
    bir köydü Yunus için...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu,
    rüzgârda konuşurdu kendi kendine,
    dalları yukardan Yunus'a bakar...

    ... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
    dünyanın yuvarlak olduğunu
    ve güneşin etrafında döndüğünü
    bilmiyordu Yunus.
    Bunları biz anlattık ona
    şaşıp kalmadı...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Üç kişi el ele versen
    kütüğünü çeviremezdin.
    Gece altında oturdun muydu
    yıldızları göremezdin.
    Her gece altında otururdu Yunus...

    ... Çinli müslümanlara,
    burunları tek boynuzlu gergedanlara,
    ve bir damla suda bir milyon mikroba dair
    fikri yoktu Yunus'un.
    Bunları bizden öğrendiği gün
    hayret etmedi...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Toprağın içinde gider kökleri,
    karanlık bir sudur tepende akar.
    Her akşam altından geçerdi Yunus...

    ... Bir gün ateşimizi yakıp
    verirken suyumuzu :
    «� Biz hizmetkârınız senin,
    sen efendimizsin» � dedik.
    Şaşırıp kaldı Yunus...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Gece altında oturdun muydu
    yıldızları göremezdin.
    Karanlık bir sudur tepende akar,
    toprağın içinde gider kökleri,
    dalları, yukardan Yunus'a bakar...

    «� Köy işi zordur katiyen
    vücut ezilir bir defa.
    Toprağa çömelip bak dört tarafa :
    bela hangi inde pusmuş
    bilinir mi?
    Mümkünü yok vurulsun... »

    Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...

    «� Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
    Geldik
    gidiyoruz öylesine...
    Tevatür güzelmiş istanbul şehri,
    varıp görülmesi nasibolmadı.
    Velâkin niye tiftiği yok
    altmış haneden otuzunun?... »

    Tiftiği yoktu Yunus'un...

    «� Attığın taş
    dediğin kuşu vurmuyor.
    Dünya trene bindi.
    Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
    Elimiz ayağımız : öküz.
    Çok zor olur öküzü satmak,
    yarı ölümdür yani.
    Öküz gitti mi korkulursun... »

    Sattılar öküzünü Yunus'un...

    «� Herhal yolların sonu göründü.
    Bu olan işleri akıl almaz.
    Toprak sabuna döndü
    kayar insanın elinden.
    Cümle mahlukatın mekânı vardır
    kurdun mekânı olmaz.
    Toprağın elinden kaydı mıydı
    bir mekânsız kurt olursun... »

    Kaydı toprağı elinden Yunus'un...

    Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu.
    Yunus durmadan
    Yunus kaybettikçe onu düşünür,
    o, bir şey isteyip, bir şey sormadan
    rüzgârda konuşurdu kendi kendine...

    Çocuklara ana,
    tohuma toprak
    ve karı lâzımdır erkek kısmına...

    Bir kız kaçırdı Yunus :
    Çünkü düğün pahalı
    kız kaçırmak ucuz...

    Fakirin karısı kavi olmaz...

    Ve bir gün
    Çerkeş yolu üzerinden
    sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
    giderlerdi.
    Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
    kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...

    Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
    kaldılar dünyada bir başlarına
    ceviz ağacı ile Yunus.
    Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
    El toprağında ter döker oldu.
    Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
    uyumaz beklerdi sabaha kadar.
    Yalnızlık umrunda değil cevizin,
    toprağın içinde gider kökleri,
    dalları yukardan Yunus'a bakar...

    Cevizden konsol yaparlar,
    topal Yunus ne işe yarar?

    Zemheriler geldi barınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Gayrı daha fazla sürünemezsin.
    Sat Yunus cevizini...

    Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
    Sat Yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    vay cevizin hali, vay benim halim...

    Mekânsız kurda mekândı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Yarı ağaç, yarı insandı.
    Sat Yunus cevizini...

    Cenaze çırçıplak, kara uzandı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Kesildi dalları, dallar budandı.
    Sattı Yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    vay cevizin hali, vay benim halim...

    Sabahın sahibi vardır.
    Gün daima bulutta kalmaz.
    Herhal ilerdedir
    yaşanacak günlerin
    en güzelleri...
    Şimdilik
    sohbetimizde kederi :
    kesilip
    satılmış
    bir ceviz ağacının...
    Tümünü Göster
    ···
  7. 83.
    0
    ...
    buruşuyor hala gelmeyen mektubun avucumda.

    [capslock]yürek kirpiklerin ucunda[/capslock]
    ...
    bu nasıl bir dize bilmiyorum...
    ···
  8. 82.
    0
    üniversitelerde sivildi türbandı ebemizi gibtiler reyis
    her yanımız oldu şerefsiz
    gel bize bazı bazı.
    ···
  9. 81.
    +1 -2
    bu polonyali yahudi dönmesi vatanhaini pustun nesine baslik açtin lan yarraaam.
    ···
  10. 80.
    +1 -1
    CEViZ AĞACI

    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
    ···
  11. 79.
    -1
    CEVAP DÖRT NUMARA

    Bu yazı gizli bir din halinde bir nevi Neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde bunu ikrardan sakınanlara aittir. Böyle bir halt karıştırmıyoruz, diyenler üzerlerine alınmayabilirler.
    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların..
    KARDEŞLER!
    Onlara sokakta rastlarsanız eğer
    ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
    Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
    arkadan sırtınıza bir
    bıçak girebilir...
    Onlar istiyorlar ki
    kara toprağın kalbi durana kadar
    biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
    kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
    Kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
    Ve dumanlanmağa başlayınca
    gözümüzün bakışı,
    yavaşlayınca
    damarlarımızda kanın akışı
    karaya vurmuş balıklar gibi
    köprü altlarında yatalım..
    KARDEŞLER!
    Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
    yedi tas su dökün ellerinize.
    Yırtarak bayramlık gömleğimi ben
    peşkir yaparım size...
    Biz
    ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
    Biz
    aynı yastıkta yatar gibi
    toprağa başlarını yan yana koyanlar,
    Biz,
    yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
    saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
    barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
    birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
    gebereceğiz...
    Ve kadrolar
    parlatarak
    kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
    gömecekler kadife koltuklara
    golf pantolonlarını...
    KARDEŞLER!
    Onların adına benziyorsa adınız eğer
    adınızı değiştirin.
    Vebanın girdiği kapıdan girin
    onların evine atmayın ayak...
    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların...
    ···
  12. 78.
    0
    (bkz: gelin beyler gerçek metal grubu anketi)
    ···
  13. 77.
    -1
    BÜYÜK iNSANLIK

    Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
    tirende üçüncü mevki
    şosede yayan
    büyük insanlık.

    Büyük insanlık sekizinde işe gider
    yirmisinde evlenir
    kırkında ölür
    büyük insanlık.

    Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
    pirinç de öyle
    şeker de öyle
    kumaş da öyle
    kitap da öyle
    büyük insanlıktan başka herkese yeter.

    Büyük insanlığın toprağında gölge yok
    sokağında fener
    penceresinde cam
    ama umudu var büyük insanlığın
    umutsuz yaşanmıyor.
    ···
  14. 76.
    -1
    BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESiN

    Analardır adam eden adamı
    aydınlıklardır önümüzde gider.
    Sizi de bir ana doğurmadı mı?
    Analara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
    uçurtması geçiyor ağaçlardan,
    siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
    Çocuklara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Gelinler aynada saçını tarar,
    aynanın içinde birini arar.
    Elbet böyle sizi de aradılar.
    Gelinlere kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    ihtiyarlıkta aklına insanın,
    tatlı anıları gelmeli yalnız.
    Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
    efendiler, siz de ihtiyarsınız.
    Bulutlar adam öldürmesin.
    ···
  15. 75.
    0
    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.
    ···
  16. 74.
    -1
    BiR KÜVET HiKÂYESi

    1

    Süleyman'a karısı telefon etti :
    � Konuşan ben,
    ben, Fahire.
    Tanımadın mı sesimden?
    Demek çok bağırdım birdenbire.
    Çığlık mı?
    Belki...
    Hayır,
    çocuklar hasta değil.
    Dinle beni :
    işini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    Telefonda anlatamam,
    olmaz.
    Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    Saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    Sorma.
    Dinle beni...
    Hemen vapur bulamazsan
    Üsküdar'a kayıkla geç.
    Bir taksiye atla.
    Paran yoksa
    patrondan avans al.
    Yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    Yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    Alay etme kuzum.
    Evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    Koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel...


    2

    Geldi Süleyman,
    Fahire, kocası Süleyman'a sordu :
    � Doğru mu?
    � Evet.
    � Teşekkür ederim Süleyman.
    Bak işte rahatladım.
    Bak işte ağlamıyorum artık.
    Nerde buluşuyordunuz?
    � Bir otelde.
    � Beyoğlu tarafında mı?
    � Evet.
    � Kaç defa?
    � Ya üç, ya dört.
    � Üç mü, dört mü?
    � Bilmiyorum.
    � Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
    � Bilmiyorum.
    � Demek ki bir otel odasında.
    Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    Bir ingiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
    � Bilmiyorum.
    � Hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    � Evet.
    � Hiç hediye verdin mi?
    � Hayır.
    � Çukulata, filân?
    � Bir defa.
    � Çok mu seviyordun?
    � Sevmek mi?
    Hayır...
    � Başkaları da var mı Süleyman?
    � Yok.
    � Olmadı mı?
    � Hayır.
    � Bunu sevdin demek...
    Başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim...
    Çok mu güzel yatıyordu?
    � Hayır.
    � Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    � Doğru söylüyorum...
    � Zaten gösterdiler bana.
    inek gibi karı.
    Belimden kalın bacakları...
    Fakat zevk meselesi bu...
    Bir sual daha, Süleyman :
    Niçin?
    � Bilmiyorum...

    Karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    Bir hayli zaman oldu
    sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    3

    Süleyman'ın karısı Fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    � ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
    Annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    Kolay mı?
    Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?

    Fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    Bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    Kime? Herkese, sana meselâ.
    insan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor...

    Sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.

    Dışarda kar yağmaya başladı.
    Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    Zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    Hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    Yaktım sobamızı.
    iyice ısınmak lâzım ilkönce.
    Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    Pencereye, kara bakıyorum :
    «Eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar... »
    Babam bu şiiri çok severdi.
    Sen beğenmezsin.
    «Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan... »

    Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « ... gibi kar
    düşer düşer ağlar... »
    Oturdum balkonda iskemleye.
    Havada çıt yok.
    Karanlık bembeyaz.
    Uykudayım sanki.
    Sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    Üşümüyordum.
    Kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    Feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    Ömrü bir gün süren böcekler.
    Gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    insanın yüreği ve kafası var...
    insanın elleri...
    insan?
    Ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    Onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    Ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    Sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet...

    Kar durdu.
    Sökmek üzre şafak.
    Utanarak
    odaya döndüm.
    O anda uyansaydın
    sarılıp boynuna...
    Uyanmadın.
    Evet,
    çok şükür nezle bile değilim.

    Şimdi?
    Zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    Yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.

    4

    Altı ay kadar geçti aradan.
    Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    Fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu
    Tümünü Göster
    ···
  17. 73.
    -1
    ASYA - AFRiKA YAZARLARINA

    Kardeşlerim
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
    sizin ordakiler gibi tıpkı
    benim orda arslanın ağzındadır ekmek
    ejderler yatar başında çeşmelerin
    ve ölünür benim orda ellisine basılmadan
    sizin ordaki gibi tıpkı
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    okuyup yazma bilmez yüzde cikseni benimkilerin
    şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek
    şiirler bayraklaşabilir benim orda
    sizin ordaki gibi
    kardeşlerim
    sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
    toprağı sürebilmeli
    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
    dizlerine kadar
    bütün soruları sorabilmeli
    bütün ışıkları derebilmeli
    yol başlarında durabilmeli
    kilometre taşları gibi şiirlerimiz
    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
    cengelde tamtamlara vurabilmeli
    ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
    malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli
    büyük hürriyete şiirlerimiz
    22 Ocak 1962, Moskova
    ···
  18. 72.
    -1
    BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK iSTERiM

    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    içimden bir şey :
    belki diyor.
    ···
  19. 71.
    -1
    BENCE SEN DE ŞiMDi HERKES GiBiSiN

    Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
    Onlardan kalbime sevda geçmiyor
    Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
    Çünkü bence şimdi herkes gibisin

    Yolunu beklerken daha dün gece
    Kaçıyorum bugün senden gizlice
    Kalbime baktım da işte iyice
    Anladım ki sen de herkes gibisin

    Büsbütün unuttum seni eminim
    Maziye karıştı şimdi yeminim
    Kalbimde senin için yok bile kinim
    Bence sen de şimdi herkes gibisin


    334 (1918) - Yaz - Kadıköy
    ···
  20. 70.
    -1
    BU VATANA NASIL KIYDILAR

    insan olan vatanını satar mı?
    Suyun içip ekmeğini yediniz.
    Dünyada vatandan aziz şey var mı?
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    Onu didik didik didiklediler,
    saçlarından tutup sürüklediler.
    zütürüp kâfire : «Buyur... » dediler.
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    Eli kolu zincirlere vurulmuş,
    vatan çırılçıplak yere serilmiş.
    Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

    Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
    günü gelir hesabınız görülür.
    Günü gelir sualiniz sorulur :
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
    ···