1. 1.
    +16 -1
    Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
    Bu memleket bizim!
    Bilekler kan içinde, dişler kenetli
    ayaklar çıplak
    Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
    Bu cehennem, bu cennet bizim!
    Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
    yok edin insanın insana kulluğunu
    Bu davet bizim!

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine
    Bu hasret bizim!
    ···
  2. 2.
    +8
    Ne ben Sezarım,
    Ne de sen Brütüssün...
    Ne ben sana kızarım
    ne de zatın zahmet edip bana küssün..
    Artık seninle biz,
    düşman bile değiliz..
    ···
  3. 3.
    -8
    MEZARINI gibEYiM...

    ccc türkçü devrim ccc
    ···
  4. 4.
    +2 -5
    mavi gözlü dev kim amk lan
    ···
  5. 5.
    +1 -2
    bu polonyali yahudi dönmesi vatanhaini pustun nesine baslik açtin lan yarraaam.
    ···
  6. 6.
    +3
    vera' da güzel şiirler yazmıştır.

    Gelsene dedi bana
    Kalsana dedi bana
    Gülsene dedi bana
    Ölsene dedi bana

    Geldim
    Kaldim
    Güldüm
    Öldum
    ···
  7. 7.
    +3
    Sevmezdim, şu son Stalin propagandası yaptığı kayıtı izleyince acıdım kendisine. Düşmandan ekmek yiyenler düşmana kölelik de yaparlar. Nazım Hikmet buna örnek olmuş yaşarken.
    ···
  8. 8.
    +3
    neden bilmiyorum, 1000. entry'mi nazım usta'ya yazasım geldi. bu başlığa neredeyse hiçbir saçmasapan şey yazılmadığını görünce gerçekten şaşırdım ve mutlu oldum. inci sözlükte bundan önce yazdığım 999 entry'de iğrençlik, ciddiyetsizlik ve zırtapozluk konusunda elimden gelen herşeyi denedim, aslına bakılırsa son derece kıt olduğunu düşündüğüm yaratıcılığımı sonuna kadar zorladım; elbette eğlenmek için yaptım hepsini.

    ama ne yaparsam yapayım "aslında iyi insanlar olduğumuzu" asla unutmadım.

    şu gibindirik düzende hayvanlaşmak pahasına yaşamaya çalışmamıza rağmen yüreğimizde hala zerre kadar onur ve vicdan kaldıysa, sömürüye ve hırsızlığa dayalı bu gibtiritaktan piyasa işleyişini devam ettirebilmek için (insan aklı ve onuru denen şeyi kafamızdan silmek uğruna) medya tekellerine milyon dolarlar akıtan huur evlatlarına karşı hayatının sonuna kadar savaşmış nazım usta gibi büyük insanlar sayesindedir. bunu hiç unutmadım.

    unutmadım ki, biz burada işten güçten arta kalan zamanımızda biraz olsun eğlenmeye, kafa boşaltmaya çalışırken, boş zamanımızı burada bin ederken, şu taktan dünyanın daha yaşanası bir yer olması için bizim ruhumuz dahi duymadan hayatını feda eden, hapislerde yatan, her türlü zorbalığa maruz kalan ama asla teslim olmayan onurlu insanlar dünyanın her yerinde var olmaya devam ediyor.

    madem oturdum, burada yazdığım en uzun şeyi yazmaya başladım, bari ben de ustanın en sevdiğim şiirlerinden birini kopyalayayım da bir tak yediğimi zannedeyim:

    ellerinize ve yalana dair

    Bütün taşlar gibi vekarlı,
    hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
    bütün yük hayvanları gibi battal,
    ağır ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.
    Arılar gibi hünerli hafif, sütlü memeler gibi yüklü,
    tabiat gibi cesur
    ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizliyen
    elleriniz.

    Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
    bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
    Ve insanlar,
    ah, benim insanlarım,
    yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız,
    etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
    Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden
    doyasıya,
    göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
    insanlar, ah, benim insanlarım,
    hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
    Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik Adaları
    ve benim memleketlilerim,
    yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
    elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
    elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
    insanlarım, ah, benim insanlarım,
    Avrupalım, Amerikalım benim,
    uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
    ellerin gibi tez kandırılır,
    kolay atlatılırsın...

    insanlarım, ah, benim insanlarım,
    antenler yalan söylüyorsa,
    yalan söylüyorsa rotatifler,
    kitaplar yalan söylüyorsa,
    duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
    beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
    dua yalan söylüyorsa,
    ninni yalan söylüyorsa,
    rüya yalan söylüyorsa,
    meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
    yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
    ses yalan söylüyorsa,
    söz yalan söylüyorsa,
    ellerinizden başka herşey
    herkes yalan söylüyorsa,
    elleriniz balçık gibi itaatli,
    elleriniz karanlık gibi kör,
    elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
    elleriniz isyan etmesin diyedir.
    Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
    bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
    bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

    Nazım HiKMET
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +3
    mavi gözlü dev.
    ···
  10. 10.
    +3
    Ama bu türküleri söylemişim ben
    daha onlar düzülmeden,
    duymuşum yanık benzin kokusunu
    traktörlerin resmi bile çizilmeden.
    ···
  11. 11.
    +2
    ulan bu adam vatan haini

    bush a obamaya sakso çekenler vatansever

    vay amk dünyasına bak sen hele
    ···
  12. 12.
    +2
    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    içimden bir şey :
    belki diyor.
    ···
  13. 13.
    +1 -1
    ÇANKIRI HAPiSANESiNDEN MEKTUPLAR

    1

    Saat dört,
    yoksun.
    Saat beş,
    yok.
    Altı, yedi,
    ertesi gün,
    daha ertesi
    ve belki
    kim bilir...

    Hapisane avlusunda
    bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde
    on beş adım kadardı.
    Gelirdin,
    yan yana otururduk,
    kırmızı ve kocaman
    muşamba torban
    dizlerinde...

    Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    bacakları kısa ve kalın
    ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    taşla ezmiş kafasını.
    «Hanım abla» derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    tepemizde, yukarda,
    güneşe yakın,
    bir konserve kutusunun içinde...

    Bir Cumartesi gününü,
    hapisane çeşmesiyle ıslanan
    bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
    aklında mı :
    «Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    kim bilir nerde kalır ölümüz... ?»

    O kadar resmini yaptım senin
    bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var :
    bir başka bahçede
    çok rahat
    çok bahtiyar
    yem verip tavuklara
    gülüyorsun.

    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    fakat pek âlâ gülebildik
    ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haberler aldık
    en güzel hürriyete dair,
    nasıl dinledik ayak seslerini
    yaklaşan müjdelerin,
    ne güzel şeyler konuştuk
    hapisane bahçesinde...



    2

    Bir akşamüstü
    oturup
    hapisane kapısında
    rubailer okuduk Gazalî'den :
    «Gece :
    büyük lâciverdî bahçe.
    Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
    Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

    Bir gün eğer,
    benden uzak,
    karanlık bir yağmur gibi,
    canını sıkarsa yaşamak
    tekrar Gazalî'yi oku.
    Ve Pîrâyende'm benim,
    ben eminim
    sen sadece merhamet duyacaksın
    ölümün karşısında onun
    ümitsiz yalnızlığı
    ve muhteşem korkusuna.

    Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
    «� Toprak bir kâsedir
    çömlekçinin rafında tâcidar,
    ve zafer yazıları
    yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... »

    Birikip sıçramalar.
    Soğuk
    sıcak
    serin.

    Ve büyük lâciverdi bahçede
    başsız ve sonsuz
    ve durup dinlenmeden
    devranı rakkaselerin...

    Bilmiyorum, neden
    aklımda hep
    ilkönce senden duyduğum
    Çankırılı bir cümle var :
    «Pamukladı mıydı kavaklar
    kiraz gelir ardından.»
    Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
    fakat
    görmüyor, üstat,
    kirazın geldiğini.
    Ölüme ibadeti bundandır.

    Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
    Akşam.
    Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
    Çeşmeden akıyor su.
    Ve jandarma karakolunun ışığında
    akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
    Açıldı demirlerin dışında
    büyük, lâciverdî bahçem.
    A s l o l a n h a y a t t ı r ...

    Beni unutma Hatçem...


    3

    Bugün çarşamba :
    � biliyorsun �
    Çankırı'nın pazarı.
    Demir kapımızdan geçip
    kamış sepetimizde bize kadar gelecek
    yumurtası, bulguru,
    yaldızlı, mor patlıcanları...

    Dün köylerden inenleri seyrettim :
    yorgundular,
    kurnaz
    ve şüpheli,
    ve kaşlarının altında keder.
    Erkekler eşeklerde,
    kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
    Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
    Herhalde iki çarşambadır pazarda :
    kırmızı başörtülü
    «kibirsiz» istanbulluyu aramışlardır...


    20.7.1940


    4

    Sıcaklar bildiğin gibi değil
    ve ben ki yalı uşağıyım,
    deniz ne kadar uzak...

    ikiyle beş arası
    cibinliğin altına uzanarak
    ter içinde
    kımıldanmadan
    gözlerim açık
    dinliyorum sineklerin uğultusunu.
    Biliyorum :
    şimdi avluda
    duvarlara çarpıyorlardır suyu,
    kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
    Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
    bir kezzap aydınlığı içindedir
    simsiyah kiremitleriyle şehir...

    Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
    sonra kayboluyor birdenbire.
    Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
    yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
    bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
    Ve zaman zaman
    ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
    bir korku halinde tabiatı...

    Bir zelzele olabilir.
    Zaten üç günlük yere geldi,
    salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
    Ve yerlilerin kavlince :
    altı tekmil tuz madeni olduğundan
    yıkılacak Çankırı şehri
    kıyametten kırk gün önce.
    Yatıp bir gece
    başın bir kalasla ezilmiş,
    çıkmamak sabaha...
    Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
    Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
    daha bir hayli yaşamak.
    Bunu birçok şey için istiyorum,
    birçok
    çok mühim şeyler.


    12.8.1940


    5

    Saat beşte akşam oluyor :
    insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
    Yağmur taşıdıkları belli.
    Birçoğu
    elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
    Bizim odanın yüz mumluğu,
    terzilerin gaz lambası yandı.
    Terziler ıhlamur içiyorlar...
    Kış geldi demektir...
    Üşüyorum.
    Fakat kederli değilim.
    Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
    kış günleri hapisanede,
    sade hapisanede değil,
    bu kocaman
    bu ısınası
    bu ısınacak dünyada
    üşüyüp
    kederli olmamak...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +1 -1
    CEViZ AĞACI

    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
    ···
  15. 15.
    +2
    benim bağırasım gelir piraye piraye piraye diye...
    ···
  16. 16.
    +1 -1
    Kimselere anlatamadım kendime bile ola ki ağzımdan kaçırır bir daha tutamam seni
    ···
  17. 17.
    -1
    BiR KÜVET HiKÂYESi

    1

    Süleyman'a karısı telefon etti :
    � Konuşan ben,
    ben, Fahire.
    Tanımadın mı sesimden?
    Demek çok bağırdım birdenbire.
    Çığlık mı?
    Belki...
    Hayır,
    çocuklar hasta değil.
    Dinle beni :
    işini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    Telefonda anlatamam,
    olmaz.
    Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    Saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    Sorma.
    Dinle beni...
    Hemen vapur bulamazsan
    Üsküdar'a kayıkla geç.
    Bir taksiye atla.
    Paran yoksa
    patrondan avans al.
    Yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    Yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    Alay etme kuzum.
    Evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    Koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel...


    2

    Geldi Süleyman,
    Fahire, kocası Süleyman'a sordu :
    � Doğru mu?
    � Evet.
    � Teşekkür ederim Süleyman.
    Bak işte rahatladım.
    Bak işte ağlamıyorum artık.
    Nerde buluşuyordunuz?
    � Bir otelde.
    � Beyoğlu tarafında mı?
    � Evet.
    � Kaç defa?
    � Ya üç, ya dört.
    � Üç mü, dört mü?
    � Bilmiyorum.
    � Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
    � Bilmiyorum.
    � Demek ki bir otel odasında.
    Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    Bir ingiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
    � Bilmiyorum.
    � Hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    � Evet.
    � Hiç hediye verdin mi?
    � Hayır.
    � Çukulata, filân?
    � Bir defa.
    � Çok mu seviyordun?
    � Sevmek mi?
    Hayır...
    � Başkaları da var mı Süleyman?
    � Yok.
    � Olmadı mı?
    � Hayır.
    � Bunu sevdin demek...
    Başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim...
    Çok mu güzel yatıyordu?
    � Hayır.
    � Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    � Doğru söylüyorum...
    � Zaten gösterdiler bana.
    inek gibi karı.
    Belimden kalın bacakları...
    Fakat zevk meselesi bu...
    Bir sual daha, Süleyman :
    Niçin?
    � Bilmiyorum...

    Karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    Bir hayli zaman oldu
    sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    3

    Süleyman'ın karısı Fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    � ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
    Annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    Kolay mı?
    Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?

    Fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    Bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    Kime? Herkese, sana meselâ.
    insan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor...

    Sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.

    Dışarda kar yağmaya başladı.
    Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    Zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    Hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    Yaktım sobamızı.
    iyice ısınmak lâzım ilkönce.
    Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    Pencereye, kara bakıyorum :
    «Eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar... »
    Babam bu şiiri çok severdi.
    Sen beğenmezsin.
    «Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan... »

    Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « ... gibi kar
    düşer düşer ağlar... »
    Oturdum balkonda iskemleye.
    Havada çıt yok.
    Karanlık bembeyaz.
    Uykudayım sanki.
    Sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    Üşümüyordum.
    Kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    Feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    Ömrü bir gün süren böcekler.
    Gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    insanın yüreği ve kafası var...
    insanın elleri...
    insan?
    Ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    Onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    Ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    Sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet...

    Kar durdu.
    Sökmek üzre şafak.
    Utanarak
    odaya döndüm.
    O anda uyansaydın
    sarılıp boynuna...
    Uyanmadın.
    Evet,
    çok şükür nezle bile değilim.

    Şimdi?
    Zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    Yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.

    4

    Altı ay kadar geçti aradan.
    Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    Fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    -1
    nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala
    ···
  19. 19.
    +1
    vatan çiftliklerinizse,
    kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
    vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
    vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
    fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
    vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
    vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
    ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
    vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa,
    vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
    ben vatan hainiyim.
    yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla ;

    çapulcular vatan hainliğine devam ediyor hâlâ !!!
    ···
  20. 20.
    -1
    BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESiN

    Analardır adam eden adamı
    aydınlıklardır önümüzde gider.
    Sizi de bir ana doğurmadı mı?
    Analara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
    uçurtması geçiyor ağaçlardan,
    siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
    Çocuklara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Gelinler aynada saçını tarar,
    aynanın içinde birini arar.
    Elbet böyle sizi de aradılar.
    Gelinlere kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    ihtiyarlıkta aklına insanın,
    tatlı anıları gelmeli yalnız.
    Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
    efendiler, siz de ihtiyarsınız.
    Bulutlar adam öldürmesin.
    ···