1. 176.
    0
    @1 adam mayakovski
    ···
  2. 177.
    0
    BiR ACAYiP DUYGU

    «Mürdüm eriği
    çiçek açmıştır.
    � ilkönce zerdali çiçek açar
    mürdüm en sonra �

    Sevgilim,
    çimenin üzerine
    diz üstü oturalım
    karşı-be-karşı.
    Hava lezzetli ve aydınlık
    � fakat iyice ısınmadı daha �
    çağlanın kabuğu
    yemyeşil tüylüdür
    henüz yumuşacık...
    Bahtiyarız
    yaşayabildiğimiz için.
    Herhalde çoktan öldürülmüştük
    sen Londra'da olsaydın
    ben Tobruk'ta olsaydım, bir ingiliz şilebinde yahut...

    Sevgilim,
    ellerini koy dizlerine
    � bileklerin kalın ve beyaz �
    sol avucunu çevir :
    gün ışığı avucunun içindedir
    kayısı gibi...

    Dünkü hava akınında ölenlerin
    yüz kadarı beş yaşından aşağı,
    yirmi dördü emzikte...

    Sevgilim,
    nar tanesinin rengine bayılırım
    � nar tanesi, nur tanesi �
    kavunda ıtrı severim
    mayhoşluğu erikte ... »

    ... yağmurlu bir gün
    yemişlerden ve senden uzak
    � daha bir tek ağaç bahar açmadı
    kar yağması ihtimali bile var �
    Bursa cezaevinde
    acayip bir duyguya kapılarak
    ve kahredici bir öfke içinde
    inadıma yazıyorum bunları,
    kendime ve sevgili insanlarıma inat.
    ···
  3. 178.
    0
    BiR HAZiN HÜRRiYET

    Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
    yoğurursun
    bütün nimetlerin hamurunu.
    Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
    Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

    Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
    işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
    değirmenleri,
    büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
    hürriyetiyle hürsün!

    Başın ensenden kegib gibi düşük,
    kolların iki yanında upuzun,
    büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
    işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

    En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
    Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
    hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

    Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
    Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
    doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

    Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
    büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
    yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
    hürsün

    Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
    hürsün.

    Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
    ···
  4. 179.
    +1 -1
    CEViZ AĞACI

    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
    ···
  5. 180.
    -1
    necip fazıl kısakürek karşısında her daim madara olmuş komünist kişisi.
    ···
  6. 181.
    -1
    lan yavşaklar bu ne lan şiir edebiyat ıvır zıvır taktan püsürden şeylerle dolduruyonuz burayı gibtirin gidin ekşiye
    ···
  7. 182.
    -1
    CEVAP DÖRT NUMARA

    Bu yazı gizli bir din halinde bir nevi Neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde bunu ikrardan sakınanlara aittir. Böyle bir halt karıştırmıyoruz, diyenler üzerlerine alınmayabilirler.
    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların..
    KARDEŞLER!
    Onlara sokakta rastlarsanız eğer
    ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
    Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
    arkadan sırtınıza bir
    bıçak girebilir...
    Onlar istiyorlar ki
    kara toprağın kalbi durana kadar
    biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
    kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
    Kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
    Ve dumanlanmağa başlayınca
    gözümüzün bakışı,
    yavaşlayınca
    damarlarımızda kanın akışı
    karaya vurmuş balıklar gibi
    köprü altlarında yatalım..
    KARDEŞLER!
    Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
    yedi tas su dökün ellerinize.
    Yırtarak bayramlık gömleğimi ben
    peşkir yaparım size...
    Biz
    ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
    Biz
    aynı yastıkta yatar gibi
    toprağa başlarını yan yana koyanlar,
    Biz,
    yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
    saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
    barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
    birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
    gebereceğiz...
    Ve kadrolar
    parlatarak
    kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
    gömecekler kadife koltuklara
    golf pantolonlarını...
    KARDEŞLER!
    Onların adına benziyorsa adınız eğer
    adınızı değiştirin.
    Vebanın girdiği kapıdan girin
    onların evine atmayın ayak...
    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların...
    ···
  8. 183.
    +1 -1
    ÇANKIRI HAPiSANESiNDEN MEKTUPLAR

    1

    Saat dört,
    yoksun.
    Saat beş,
    yok.
    Altı, yedi,
    ertesi gün,
    daha ertesi
    ve belki
    kim bilir...

    Hapisane avlusunda
    bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde
    on beş adım kadardı.
    Gelirdin,
    yan yana otururduk,
    kırmızı ve kocaman
    muşamba torban
    dizlerinde...

    Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    bacakları kısa ve kalın
    ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    taşla ezmiş kafasını.
    «Hanım abla» derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    tepemizde, yukarda,
    güneşe yakın,
    bir konserve kutusunun içinde...

    Bir Cumartesi gününü,
    hapisane çeşmesiyle ıslanan
    bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
    aklında mı :
    «Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    kim bilir nerde kalır ölümüz... ?»

    O kadar resmini yaptım senin
    bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var :
    bir başka bahçede
    çok rahat
    çok bahtiyar
    yem verip tavuklara
    gülüyorsun.

    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    fakat pek âlâ gülebildik
    ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haberler aldık
    en güzel hürriyete dair,
    nasıl dinledik ayak seslerini
    yaklaşan müjdelerin,
    ne güzel şeyler konuştuk
    hapisane bahçesinde...



    2

    Bir akşamüstü
    oturup
    hapisane kapısında
    rubailer okuduk Gazalî'den :
    «Gece :
    büyük lâciverdî bahçe.
    Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
    Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

    Bir gün eğer,
    benden uzak,
    karanlık bir yağmur gibi,
    canını sıkarsa yaşamak
    tekrar Gazalî'yi oku.
    Ve Pîrâyende'm benim,
    ben eminim
    sen sadece merhamet duyacaksın
    ölümün karşısında onun
    ümitsiz yalnızlığı
    ve muhteşem korkusuna.

    Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
    «� Toprak bir kâsedir
    çömlekçinin rafında tâcidar,
    ve zafer yazıları
    yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... »

    Birikip sıçramalar.
    Soğuk
    sıcak
    serin.

    Ve büyük lâciverdi bahçede
    başsız ve sonsuz
    ve durup dinlenmeden
    devranı rakkaselerin...

    Bilmiyorum, neden
    aklımda hep
    ilkönce senden duyduğum
    Çankırılı bir cümle var :
    «Pamukladı mıydı kavaklar
    kiraz gelir ardından.»
    Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
    fakat
    görmüyor, üstat,
    kirazın geldiğini.
    Ölüme ibadeti bundandır.

    Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
    Akşam.
    Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
    Çeşmeden akıyor su.
    Ve jandarma karakolunun ışığında
    akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
    Açıldı demirlerin dışında
    büyük, lâciverdî bahçem.
    A s l o l a n h a y a t t ı r ...

    Beni unutma Hatçem...


    3

    Bugün çarşamba :
    � biliyorsun �
    Çankırı'nın pazarı.
    Demir kapımızdan geçip
    kamış sepetimizde bize kadar gelecek
    yumurtası, bulguru,
    yaldızlı, mor patlıcanları...

    Dün köylerden inenleri seyrettim :
    yorgundular,
    kurnaz
    ve şüpheli,
    ve kaşlarının altında keder.
    Erkekler eşeklerde,
    kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
    Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
    Herhalde iki çarşambadır pazarda :
    kırmızı başörtülü
    «kibirsiz» istanbulluyu aramışlardır...


    20.7.1940


    4

    Sıcaklar bildiğin gibi değil
    ve ben ki yalı uşağıyım,
    deniz ne kadar uzak...

    ikiyle beş arası
    cibinliğin altına uzanarak
    ter içinde
    kımıldanmadan
    gözlerim açık
    dinliyorum sineklerin uğultusunu.
    Biliyorum :
    şimdi avluda
    duvarlara çarpıyorlardır suyu,
    kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
    Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
    bir kezzap aydınlığı içindedir
    simsiyah kiremitleriyle şehir...

    Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
    sonra kayboluyor birdenbire.
    Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
    yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
    bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
    Ve zaman zaman
    ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
    bir korku halinde tabiatı...

    Bir zelzele olabilir.
    Zaten üç günlük yere geldi,
    salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
    Ve yerlilerin kavlince :
    altı tekmil tuz madeni olduğundan
    yıkılacak Çankırı şehri
    kıyametten kırk gün önce.
    Yatıp bir gece
    başın bir kalasla ezilmiş,
    çıkmamak sabaha...
    Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
    Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
    daha bir hayli yaşamak.
    Bunu birçok şey için istiyorum,
    birçok
    çok mühim şeyler.


    12.8.1940


    5

    Saat beşte akşam oluyor :
    insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
    Yağmur taşıdıkları belli.
    Birçoğu
    elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
    Bizim odanın yüz mumluğu,
    terzilerin gaz lambası yandı.
    Terziler ıhlamur içiyorlar...
    Kış geldi demektir...
    Üşüyorum.
    Fakat kederli değilim.
    Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
    kış günleri hapisanede,
    sade hapisanede değil,
    bu kocaman
    bu ısınası
    bu ısınacak dünyada
    üşüyüp
    kederli olmamak...
    Tümünü Göster
    ···
  9. 184.
    +1 -2
    bu polonyali yahudi dönmesi vatanhaini pustun nesine baslik açtin lan yarraaam.
    ···
  10. 185.
    -1
    Türkiyenin en iyi şairidir
    ···
  11. 186.
    -1
    CEViZ AĞACI iLE TOPAL YUNUS'UN HiKÂYESi

    Burda bir dostumuz var :
    Çerkeş'in
    Kavak köyünden.
    Büyük kitaplar gibi
    içinde bir şeyler saklı.
    Akıllı adamlara
    ajans haberlerine
    ve bilmeceye meraklı.
    Adı : Yunus.
    Ateşimizi yakıp
    suyumuzu veriyor.
    Ağaçlardan
    ve günlerden konuşuyoruz.
    Herhal ilerdedir
    yaşanacak günlerin
    en güzelleri.
    Şimdilik
    sohbetimizde kederi :
    kesilip
    satılmış
    bir ceviz ağacının...

    Onu tanıyoruz :
    avlunun içinde
    kapının solundaydı.
    Ve altı yaşında
    dalından düştü Yunus,
    topallığı ondandır.

    Öküzler topalları sever,
    çünkü topallar ağır yürürler.
    Öküzler topalları sever,
    ceviz ağaçları sevmez topalları :
    çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere,
    çünkü üzerlerine çıkıp
    silkeleyemezler dalları.
    Ceviz ağaçları sevmez topalları...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi :
    mutlaka kendini dereye atmaz
    sevilmeyenlerin hepsi.
    insanların hünerleri çoktur :
    insanlar
    sevilmeden de sevmesini bilirler...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi,
    bir acayiptir
    ceviz ağacı ile
    topal Yunus'un hikâyesi...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Ve Çerkeş yolu üzerinden
    sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
    kadınlardan önce uyanırdı dalları.
    Altından geçerken düşünürdü Yunus...

    ... Düşünmek :
    ne mukaddes bir iş
    ne felâket
    ne de bahtiyarlıktı,
    ve ölüm :
    mutlaka varılıp dönülmeyen,
    fakat üzerinde düşünülmeyen
    bir köydü Yunus için...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu,
    rüzgârda konuşurdu kendi kendine,
    dalları yukardan Yunus'a bakar...

    ... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
    dünyanın yuvarlak olduğunu
    ve güneşin etrafında döndüğünü
    bilmiyordu Yunus.
    Bunları biz anlattık ona
    şaşıp kalmadı...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Üç kişi el ele versen
    kütüğünü çeviremezdin.
    Gece altında oturdun muydu
    yıldızları göremezdin.
    Her gece altında otururdu Yunus...

    ... Çinli müslümanlara,
    burunları tek boynuzlu gergedanlara,
    ve bir damla suda bir milyon mikroba dair
    fikri yoktu Yunus'un.
    Bunları bizden öğrendiği gün
    hayret etmedi...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Toprağın içinde gider kökleri,
    karanlık bir sudur tepende akar.
    Her akşam altından geçerdi Yunus...

    ... Bir gün ateşimizi yakıp
    verirken suyumuzu :
    «� Biz hizmetkârınız senin,
    sen efendimizsin» � dedik.
    Şaşırıp kaldı Yunus...

    ... Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Gece altında oturdun muydu
    yıldızları göremezdin.
    Karanlık bir sudur tepende akar,
    toprağın içinde gider kökleri,
    dalları, yukardan Yunus'a bakar...

    «� Köy işi zordur katiyen
    vücut ezilir bir defa.
    Toprağa çömelip bak dört tarafa :
    bela hangi inde pusmuş
    bilinir mi?
    Mümkünü yok vurulsun... »

    Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...

    «� Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
    Geldik
    gidiyoruz öylesine...
    Tevatür güzelmiş istanbul şehri,
    varıp görülmesi nasibolmadı.
    Velâkin niye tiftiği yok
    altmış haneden otuzunun?... »

    Tiftiği yoktu Yunus'un...

    «� Attığın taş
    dediğin kuşu vurmuyor.
    Dünya trene bindi.
    Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
    Elimiz ayağımız : öküz.
    Çok zor olur öküzü satmak,
    yarı ölümdür yani.
    Öküz gitti mi korkulursun... »

    Sattılar öküzünü Yunus'un...

    «� Herhal yolların sonu göründü.
    Bu olan işleri akıl almaz.
    Toprak sabuna döndü
    kayar insanın elinden.
    Cümle mahlukatın mekânı vardır
    kurdun mekânı olmaz.
    Toprağın elinden kaydı mıydı
    bir mekânsız kurt olursun... »

    Kaydı toprağı elinden Yunus'un...

    Cevizlerini Eylülde döker,
    yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu.
    Yunus durmadan
    Yunus kaybettikçe onu düşünür,
    o, bir şey isteyip, bir şey sormadan
    rüzgârda konuşurdu kendi kendine...

    Çocuklara ana,
    tohuma toprak
    ve karı lâzımdır erkek kısmına...

    Bir kız kaçırdı Yunus :
    Çünkü düğün pahalı
    kız kaçırmak ucuz...

    Fakirin karısı kavi olmaz...

    Ve bir gün
    Çerkeş yolu üzerinden
    sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
    giderlerdi.
    Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
    kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...

    Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
    kaldılar dünyada bir başlarına
    ceviz ağacı ile Yunus.
    Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
    El toprağında ter döker oldu.
    Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
    uyumaz beklerdi sabaha kadar.
    Yalnızlık umrunda değil cevizin,
    toprağın içinde gider kökleri,
    dalları yukardan Yunus'a bakar...

    Cevizden konsol yaparlar,
    topal Yunus ne işe yarar?

    Zemheriler geldi barınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Gayrı daha fazla sürünemezsin.
    Sat Yunus cevizini...

    Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
    Sat Yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    vay cevizin hali, vay benim halim...

    Mekânsız kurda mekândı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Yarı ağaç, yarı insandı.
    Sat Yunus cevizini...

    Cenaze çırçıplak, kara uzandı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Kesildi dalları, dallar budandı.
    Sattı Yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    vay cevizin hali, vay benim halim...

    Sabahın sahibi vardır.
    Gün daima bulutta kalmaz.
    Herhal ilerdedir
    yaşanacak günlerin
    en güzelleri...
    Şimdilik
    sohbetimizde kederi :
    kesilip
    satılmış
    bir ceviz ağacının...
    Tümünü Göster
    ···
  12. 187.
    -1
    BÜYÜK iNSANLIK

    Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
    tirende üçüncü mevki
    şosede yayan
    büyük insanlık.

    Büyük insanlık sekizinde işe gider
    yirmisinde evlenir
    kırkında ölür
    büyük insanlık.

    Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
    pirinç de öyle
    şeker de öyle
    kumaş da öyle
    kitap da öyle
    büyük insanlıktan başka herkese yeter.

    Büyük insanlığın toprağında gölge yok
    sokağında fener
    penceresinde cam
    ama umudu var büyük insanlığın
    umutsuz yaşanmıyor.
    ···
  13. 188.
    -1
    BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESiN

    Analardır adam eden adamı
    aydınlıklardır önümüzde gider.
    Sizi de bir ana doğurmadı mı?
    Analara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
    uçurtması geçiyor ağaçlardan,
    siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
    Çocuklara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    Gelinler aynada saçını tarar,
    aynanın içinde birini arar.
    Elbet böyle sizi de aradılar.
    Gelinlere kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.

    ihtiyarlıkta aklına insanın,
    tatlı anıları gelmeli yalnız.
    Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
    efendiler, siz de ihtiyarsınız.
    Bulutlar adam öldürmesin.
    ···
  14. 189.
    -1
    nazım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala
    ···
  15. 190.
    -1
    sözlükte ki faşizm ve dinci ayaklanmasına karslık bu baslıgı canlandırıyoruz.
    ···
  16. 191.
    -1
    Lambayı yakma, bırak,
    sarı bir insan başı
    düşmesin pencereden kara.
    Kar yağıyor
    ···
  17. 192.
    -1
    BEYAZIT MEYDANI'NDAKi ÖLÜ

    Bir ölü yatıyor
    on dokuz yaşında bir delikanlı
    gündüzleri güneşte
    geceleri yıldızların altında
    istanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

    Bir ölü yatıyor
    ders kitabı bir elinde
    bir elinde başlamadan biten rüyası
    bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
    istanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

    Bir ölü yatıyor
    vurdular
    kurşun yarası
    kızıl karanfil gibi açmış alnında
    istanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

    Bir ölü yatacak
    toprağa şıp şıp damlayacak kanı
    silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
    zaptedene kadar
    büyük meydanı.
    ···
  18. 193.
    -1
    BiR GEMiCi TÜRKÜSÜ

    Rüzgâr,
    yıldızlar
    ve su.
    Bir Afrika rüyasının uykusu
    düşmüş dalgalara.
    Işıltılı, kara
    bir yelken gibi ince
    direğinde geminin.
    Geçmekteyiz içinden
    bir sayısız
    bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

    Yıldızlar
    rüzgâr
    ve su.
    Başüstünde bir gemici korosu
    su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
    yıldızlar gibi
    rüzgâr gibi
    su gibi bir türkü.
    Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
    inmedi bir gün bile gözlerimize
    bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
    Bu türkü
    diyor ki,
    «Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
    ölümün önünde sigaramızı.»
    Bu türkü
    diyor ki,
    «Çizmişiz rotamızı
    dostların alkışlarıyla değil
    gıcırtısıyla düşmanın
    dişlerinin.»
    Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..»
    Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük
    ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
    dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
    Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
    rüzgâr
    ve su... »

    Başüstünde bir gemici korosu
    bir türkü söylüyor;
    yıldızlar gibi
    rüzgâr gibi,
    su gibi bir türkü..
    ···
  19. 194.
    -1
    necip fazil iyi gibertirdi bunu
    ···
  20. 195.
    -1
    BiR CEZAEViNDE, TECRiTTEKi ADAMIN MEKTUPLARI

    1

    Senin adını
    kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
    Malum ya, bulunduğum yerde
    ne sapı sedefli bir çakı var,
    (bizlere âlâtı-katıa verilmez),
    ne de başı bulutlarda bir çınar.
    Belki avluda bir ağaç bulunur ama
    gökyüzünü başımın üstünde görmek
    bana yasak...
    Burası benden başka kaç insanın evidir?
    Bilmiyorum.
    Ben bir başıma onlardan uzağım,
    hep birlikte onlar benden uzak.
    Bana kendimden başkasıyla konuşmak
    yasak.
    Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
    Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
    şarkı söylüyorum karıcığım.
    Hem, ne dersin,
    o berbat, ayarsız sesim
    öyle bir dokunuyor ki içime
    yüreğim parçalanıyor.
    Ve tıpkı o eski
    acıklı hikâyelerdeki
    yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
    mavi gözleri ıslak
    kırmızı, küçücük burnunu çekerek
    senin bağrına sokulmak istiyor.
    Yüzümü kızartmıyor benim
    onun bu an
    böyle zayıf
    böyle hodbin
    böyle sadece insan
    oluşu.

    Belki bu hâlin
    fizyolojik, pgibolojik filân izahı vardır.
    Belki de sebep buna
    bana aylardır
    kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
    bu demirli pencere
    bu toprak testi
    bu dört duvardır...

    Saat beş, karıcığım.
    Dışarda susuzluğu
    acayip fısıltısı
    toprak damı
    ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
    bir sakat ve sıska atıyla,
    yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
    dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
    ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

    Bugün de apansız gece olacaktır.
    Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
    Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
    bu ümitsiz tabiatın
    ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
    Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
    yani bugün de mükellef bir daüssıla için
    yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
    Ben,
    ben içerdeki adam
    yine mutad hünerimi göstereceğim
    ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
    suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
    yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
    seni böyle uzak,
    seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
    kafamın içinde duymak...


    2

    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
    Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
    taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
    dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
    Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
    suyu donmayan testi
    ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
    Güneş,
    artık o her gün öğle vaktine kadar,
    bana yakın, benden uzak,
    sönerek, ışıldayarak
    yürür...
    Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
    başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
    dışarda akşam olur,
    bulutsuz bir bahar akşamı...
    işte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
    Velhasıl
    o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
    bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
    hürriyet denen ifrit...
    Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
    bittecrübe sabit...

    3

    Bugün pazar.
    Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
    Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
    bu kadar mavi
    bu kadar geniş olduğuna şaşarak
    kımıldanmadan durdum.
    Sonra saygıyla toprağa oturdum,
    dayadım sırtımı duvara.
    Bu anda ne düşmek dalgalara,
    bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
    Toprak, güneş ve ben...
    Bahtiyarım...
    Tümünü Göster
    ···