1. 26.
    0
    http://www.youtube.com/watch?v=aiAWmexF8ZA
    ···
  2. 27.
    0
    ran hikmet ran
    ···
  3. 28.
    -1
    lan yavşaklar bu ne lan şiir edebiyat ıvır zıvır taktan püsürden şeylerle dolduruyonuz burayı gibtirin gidin ekşiye
    ···
  4. 29.
    +1
    DOĞUM

    Anası bir oğlancık doğurdu bana;
    kaşsız, sarı bir oğlan,
    masmavi kundağında yatan
    bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman,
    çocuklar doğdu Korede,
    sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
    Makartır kesti onları,
    gittiler ana sütüne bile doymadan
    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman,
    çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
    babaları kurşuna dizilmiş.
    Bu dünyada ilk görülecek şey diye
    demir parmaklığı gördüler.

    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman
    çocuklar doğdu Anadoluda,
    mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
    Bitlendiler doğar doğmaz
    kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
    Benim oğlan
    benim yaşıma bastığı zaman,
    ben bu dünyada olmıyacağım,
    ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
    siyah,
    beyaz,
    sarı
    bütün çocukları
    sallıyan
    mavi atlas döşekli bir beşik.
    ···
  5. 30.
    0
    ve çok uzak,
    çok uzaklardaki istanbul limanında,
    gecenin bu geç vakitlerinde,
    kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları:
    hürriyet ve ümit,
    su ve rüzgârdılar.
    onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
    tekneleri kestane ağacındandı,
    üç tondan on tona kadardılar
    ve lâkin yelkenlerinin altında
    fındık ve tütün getirip
    şeker ve zeytinyağı zütürürlerdi.
    şimdi, büyük sırlarını zütürüyorlardı.
    şimdi, denizde bir insan sesinin
    ve demirli şileplerin kederlerini
    ve kabataş açıklarında sallanan
    saman kayıklarının fenerlerini
    peşlerinde bırakıp
    ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
    küçük,
    kurnaz
    ve mağrur
    gidiyorlardı karadeniz'e.
    dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
    bunlar
    uzun eğri burunlu
    ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
    sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
    zaferi için
    hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
    bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

    karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
    baltabaş gemi
    ingiliz torpitosudur.
    ve dalgaların üstünde sallanarak
    alev alev
    yanan:
    şaban reisin beş tonluk takası.

    kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
    gecenin karanlığında,
    dalgalar minare boyundaydılar
    ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
    rüzgar:
    yıldız - poyraz.
    esirlerini bordasına alıp
    kayboldu ingiliz torpitosu.
    şaban reisin teknesi
    ateşten diregiyle gömüldü suya.

    arheveli ismail
    bu ölen teknedendi.
    ve şimdi
    kerempe fenerinin açığında,
    batan teknenin kayığında
    emanetiyle tek başınadır,
    fakat yalnız değil:
    rüzgârın,
    bulutların
    ve dalgaların kalabalığı,
    ismail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

    arheveli ismail
    kendi kendine sordu:
    «emanetimizle varabilecek miyiz? »
    kendine cevap verdi:
    «varmamış olmaz.»

    gece, tophane rıhtımında
    kamacı ustası bekir usta ona:
    «evlâdım ismail, » dedi,
    «hiç kimseye değil, » dedi,
    «bu, sana emanettir.»

    ve kerempe fenerinde
    düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
    ismail, reisinden izin isteyip,
    «şaban reis, » deyip,
    «emaneti yerine zütürmeliyiz, » deyip
    atladı takanın patalyasına,
    açıldı.

    «allah büyük
    ama kayık küçük» demiş yahudi.
    ismail bodoslamadan bir sağnak yedi,
    bir sağnak daha,
    peşinden üç-kardeşler.
    ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
    alabora olacaktı.

    rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
    ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor:
    sıvastopol'a giden bir geminin
    sancak feneri.

    elleri kanayarak
    çekiyor ismail kürekleri.
    ismail rahattır.
    kavgadan
    ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
    ismail unsurunun içinde.
    emanet:
    bir ağır makinalı tüfektir.
    ve ismail'in gözü tutmazsa liman reislerini
    ta ankara'ya kadar gidip
    onu kendi eliyle teslim edecektir.

    rüzgâr bocalıyor.
    belki karayel gösterecek.
    en azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
    fakat ismail
    ellerine güvenir.
    o eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
    ve kemeraltı'nda fotika'nın memesini
    aynı emniyetle tutarlar.

    rüzgâr karayel göstermedi.
    yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
    bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
    düştü.

    ismail beklemiyordu bunu.
    dalgalar bir müddet daha
    yuvarlandılar teknenin altında
    sonra deniz dümdüz
    ve simsiyah
    durdu.
    ismail şaşırıp bıraktı kürekleri.
    ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
    bir ürperme geldi ismail'in içine.
    ve bir balık gibi ürkerek,
    bir sandal
    bir çift kürek
    ve durgun
    ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
    ve birdenbire
    öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
    yıldı elleri,
    yüklendi küreklere,
    kırıldı kürekler.

    sular tekneyi açığa sürüklüyor.
    artık hiçbir şey mümkün değil.
    kaldı ölü bir denizin ortasında
    kanayan elleri ve emanetiyle ismail.
    ilkönce küfretti.
    sonra, «elham» okumak geldi içinden.
    sonra, güldü,
    eğilip okşadı mübarek emaneti.
    sonra...
    sonra, malûm olmadı insanlara
    arhaveli ismail'in âkıbeti...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 31.
    0
    hooooop seviye 5 oldu
    ···
  7. 32.
    -1
    lan zütler noluyo lan bugün böyle giberim seviyenizi gibtirin gidin dağılın lan sabinin sübyanın kafasını karıştırmayın
    ···
  8. 33.
    0
    O, yalnız ağaran tanyerini görüyor
    ben, geceyi de
    Sen, yalnız geceyi görüyorsun,
    ben ağaran tanyerinide.
    ···
  9. 34.
    0
    Benim kuvvetim :
    bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
    Dünya ve insanları yüreğimde sır
    ilmimde muamma değildirler.
    Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
    büyük kavgada
    açık ve endişesiz
    girdim safıma.
    Ve dışında bu safın
    toprak ve sen
    bana kâfi gelmiyorsunuz.
    Halbuki sen harikulâde güzelsin
    toprak sıcak ve güzeldir.
    ···
  10. 35.
    0
    Ben içeri düştüğümden beri

    ben iceri düstügümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ona sorarsanız : "lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman."
    bana sorarsanız : "on senesi ömrümün."
    bir kur$un kalemim vardı ben içeri düştügüm sene.
    bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
    ona sorarsanız: "bütün bir hayat."
    bana sorarsanız : "adam sen de, bir iki hafta."

    katillikten yatan osman,
    ben içeri düştügümden beri,
    yedi buçuğu doldurup çıktı,
    dolaştı dışarlarda bir vakit,
    sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
    altı ayı doldurup çıktı tekrar,
    dün mektup geldi, evlenmiş,
    bir çocuğu doğacakmı$ baharda.

    şimdi on yaşına bastı,
    ben içeri düştüğüm sene, ana rahmine düşen çocuklar.
    ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
    rahat , geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.

    fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.

    yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde ben içeri düştüğümden beri.
    ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta görmediğim bir evde oturuyor.

    pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
    ben içeri düştüğüm sene.
    sonra vegibaya bindi,
    bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
    yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
    şimdi serbestledi yine,
    fakat esmer ve tatsız.

    ben içeri düştüğüm sene ikincisi başlamamıştı henüz.
    daşav kampında fırınlar yakılmamış,
    atom bombası atılmamı$tı hiro$ima'ya.
    bogazlanan bir cocugun kanı gibi aktı zaman.
    sonra kapandı resmen o fasıl,
    şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.

    fakat gün ı$ıdı her $eye rağmen ben içeri düştüğümden beri.
    ve "karanlığın kenarından onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular" yarı yarıya...

    ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
    ben içeri düştügüm sene onlar için yazdığımı :
    "onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada ku$ kadar çokturlar,
    korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar,

    ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların maceraları vardır."

    ve gayrısı, mesela benim on sene yatmam, laf u guzaftır.
    ···
  11. 36.
    +1
    bugün ölüm günü beyler; saygıyla anıyorum.
    ···
  12. 37.
    0
    anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
    ve de uyarına gelirse,
    tepemde bir de çınar olursa
    taş maş da istemez hani...

    daha türk vatandaşlığına geçemedi
    ···
  13. 38.
    0
    büyük adam. rahmet eylesin.
    ···
  14. 39.
    0
    kapıları çalan benim
    kapıları birer birer
    gözünüze görünemem
    göze görünmez ölüler

    hiroşimada öleli
    oluyor bir 10 yıl kadar
    7 yaşında bir kızım
    büyümezki ölü çocuklar.

    saçlarım tutuştu önce
    gözlerim yandı kawruldu
    1 awuç kül oluwerdim
    külüm hawaya sawruldu

    benim sizden
    kendim için hiç bir isteğim yok
    şeker bile yiyemezki
    kağıt gibi yanan çocuk

    çalıyorum kapınızı teyze, amca
    bir imza wer
    çocuklar öldürülmesin
    şekerde yiyebilsinler
    ···
  15. 40.
    0
    gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
    oralarda kalbime sevda geçmiyor
    ben yordum ruhumu biraz da sen yor
    çünkü bence herkes gibisin

    yolunu beklerken daha dün gece
    kaçıyorum senden gizlice
    kalbime baktım da işte iyice
    anladım ki sen de herkes gibisin

    büsbütün unuttum seni eminim
    maziye karıştı şimdi yeminim
    kalbimde yok bile sana kinim
    bence şimdi sen de herkes gibisin
    ···
  16. 41.
    0
    güzel yüzlü şair
    ···
  17. 42.
    0
    üşüyoruz nazım reyis
    ···
  18. 43.
    +1
    ccc nazim reis ccc
    ···
  19. 44.
    0
    bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine üşüyoruz reyis
    ···
  20. 45.
    -8
    MEZARINI gibEYiM...

    ccc türkçü devrim ccc
    ···