1. 26.
    0
    @1 karına mektup yazmıs aç onu oku
    ···
  2. 27.
    0
    @59 BEN DE SENiN ÖLÜNÜ gibEYiM..
    ···
  3. 28.
    0
    ikinci bap

    yil yine 1919
    ve
    istanbul'un hâli
    ve
    erzurum ve sivas kongreleri
    ve
    kambur kerim'in hikâyesi

    biz ki istanbul şehriyiz,
    seferberliği görmüşüz :
    kafkas, galiçya, çanakkale, filistin,
    vagon ticareti, tifüs ve ispanyol nezlesi
    bir de ittihatçılar,
    bir de uzun konçlu alman çizmesi
    914'ten 18'e kadar
    yedi bitirdi bizi.
    mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
    erimiş altın pahasında gazyağı
    ve namuslu, çalışkan, fakir istanbullular
    sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
    yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
    ve süpürge tohumu
    ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
    ve lâkin tarabya'da, pötişan'da ve ada'da kulüp'te
    aktı ren şarapları su gibi
    ve şekerin sahibi
    kapladı miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
    miloviç de beyaz at gibi bir karı.
    bir de sakalı halife'nin,
    bir de vilhelm'in bıyıkları.

    biz ki istanbul şehriyiz,
    güzelizdir,
    dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
    öfkeli, büyük bir şair :
    «ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir»
    demiş
    bize
    ve bir başkası,
    yekpare acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.

    biz ki istanbul şehriyiz,
    işte, arzederiz halimizi
    türk halkının yüce katına.
    mevsim yazdır,
    919'dur.
    ve teşrinlerinde geçen yılın
    dört düvele teslim ettiler bizi,
    gözü kanlı dört düvele
    anadan doğma çırılçıplak.
    ve kurumuştu
    ve kan içindeydi memelerimiz.

    biz ki istanbul şehriyiz,
    fransız, ingiliz, italyan, amerikan
    bir de yunan,
    bir de zavallı afrika zencileri
    yer bitirir bizi bir yandan,
    bir yandan da kendi köpek döllerimiz :
    vahdettin sultan,
    ve damadı ferit
    ve ingiliz muhipleri
    ve mandacılar.

    biz ki istanbul şehriyiz,
    yüce türk halkı,
    malûmun olsun çektiğimiz acılar...

    919 temmuzunun 23'üncü günü
    pek mütevazı bir mektep salonunda
    in'ikad etti erzurum kongresi.

    erzurum'un kışı zorludur balam,
    tandırında tezek yakar erzurum,
    buz tutar yiğitlerinin bıyığı
    ve geceleyin karlı ovada
    kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

    erzurum'da kavaklar, balam,
    erzurum'da kavaklar tane tane,
    kavaklarda tane tane yapraklar.
    ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
    erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

    erzurum'un düzdür, topraktır damı.
    erzurum güzelleri giyer, balam,
    incecik ak yünden ehramı.
    yürek boynun büker, balam,
    erzurumlu türkülere.
    halim selimdir erzurum'un adamı
    ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

    erzurum'da on dört gün sürdü kongre :
    orda, mazlum milletlerden bahsedildi
    bütün mazlum milletlerden
    ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

    orda, bir şûrayı millî'den bahsedildi,
    iradei milliyeye müstenit bir şûrayı millî'den.
    buna rağmen,
    «âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
    «makamı hilâfet ve saltanata.»
    hattâ casuslar vardı içerde.

    buna rağmen,
    «bütün aksâmı vatan birküldür» denildi.
    «kabul olunmaz,» denildi,
    «manda ve himaye... »

    buna rağmen,
    istanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
    türk halkından kesmişlerdi umudu.
    yağdırıldı telgraflar erzurum'a :
    «amerikan mandası altına girelim,» diye.
    «istiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
    bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
    birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
    şu halde, diyorlardı, şu halde,
    memâliki osmaniye'nin cümlesine şâmil
    amerikan mandaterliğini talep etmeği
    memleketimiz için en nâfi
    bir şekli hal kabul ediyoruz.»

    fakat bu şekli halli kabul etmedi erzurumlu.
    erzurum'un kışı zorludur balam,
    buz tutar yiğitlerin bıyığı.
    erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
    kabullenmez yılgınlığı...

    istanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,
    tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
    çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
    ve biçare telgraf telleri
    devretmek için amerika'ya anadolu'yu
    şöyle diyorlardı erzurum'dakilere :
    «bizi bir başımıza bıraksalar,
    tarafgirlik, cehalet
    ve çok konuşmaktan başka müspet
    bir hayat kuramayız.
    işte bu yüzden amerika çok işimize geliyor.
    filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti amerika.
    ne olacak,
    biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
    sonra yeni dünya'nın sayesinde
    istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
    bir türkiye vücuda geliverir.
    amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
    nasıl bir idare kurduğunu
    avrupa'ya göstermek ister.
    hem artık işi uzatmağa gelmez.
    çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
    sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
    türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»

    4 eylül 919'da toplandı sıvas kongresi,
    ve 8 eylülde
    kongrede bu sefer
    yine ortaya çıktı amerikan mandası.
    ak koyunla kara koyunun
    geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
    ve istanbul'dan gelen bazı zevat,
    sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
    ve ihanetleriyle birlikte
    bir de amerikan gazeteci getirmiştiler.
    ve erzurumlulardan ve sıvaslılardan ve türk milletinden çok
    işbu mister bravn'a güveniyorlardı.
    bu zevata :
    «istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
    denildi.
    fakat ayak diredi efendiler :
    «mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
    dediler,
    «herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
    dediler,
    «hem zaten,»
    dediler,
    «birbirine mani şeyler değildir
    istiklâl ile manda.
    ve esasen,»
    dediler,
    «müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
    memleket harap,
    toprak çorak,
    borcumuz 500 milyon,
    vâridat ise 15 milyon ancak.
    ve allah muhafaza buyursun
    izmir kalsa yunanistan'da
    ve harbetsek,
    düşmanımız vapurla asker getirir.
    biz erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
    mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
    dediler.
    «onlar dretnot yapıyor,
    biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
    hem, istanbul'daki amerikan dostlarımız :
    mandamız korkunç değildir,
    diyorlar,
    cemiyeti akvam nizamnamesine dahildir,
    diyorlar.»

    ve böylece, bin dereden su getirdi istanbul'dan gelen zevat.
    sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
    «hey gidi deli gönlüm,»
    dedi,
    «akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
    ya istiklal, ya ölüm!»
    dedi.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 29.
    0
    BUNLAR MEDENi GEÇiNENLER... ZUAHHAH... takUM GiBi YAŞANTINIZDA GÜZEL takA BULANMALAR.
    ···
  5. 30.
    0
    LAF EBELiĞi LAF EBELiĞi... LAF EBELiĞi LAF EBELiĞi... YILLARDIR ATATÜRK'ÜN iZiNDESiNiZ BRAVO ALIN SiZE AZiZ NESiN SiZi ANLATIYOR muallakLER!!!
    ···
  6. 31.
    0
    yedinci bap

    922 ağustos ayi
    ve
    kadinlarimiz
    ve
    6 ağustos emri
    ve
    bir âletle bir insanin hikâyesi

    ayın altında kağnılar gidiyordu.
    kağnılar gidiyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.
    toprak öyle bitip tükenmez,
    dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişmiyecekti.
    kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
    ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık, kısacıktılar,
    ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak
    ve topraktı.
    gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    ve kadınlar
    birbirlerinden gizliyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    ve kadınlar,
    bizim kadınlarımız :
    korkunç ve mübarek elleri,
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yârimiz
    ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve karasabana koşulan
    ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.

    «6 ağustos emri» verilmiştir.
    birinci ve ikinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
    yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
    98956 tüfek,
    325 top,
    5 tayyare,
    2800 küsur mitralyöz,
    2500 küsur kılıç
    ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
    ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
    kımıldanıyordu gecenin içinde.
    gecenin içinde toprak.
    gecenin içinde rüzgâr.
    hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
    gecenin içinde :
    insanlar, âletler ve hayvanlar,
    demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
    korkunç
    ve sessiz emniyetlerini
    birbirlerine sokulmakta bulup,
    kocaman, yorgun ayakları,
    topraklı elleriyle yürüyorlardı.
    ve onların arasında
    birinci ordu ikinci nakliye taburu'ndan
    istanbullu şoför ahmet
    ve onun kamyoneti vardı.
    bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
    ihtiyar,
    cesur,
    inatçı ve şirret.
    kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
    şasinin altına, dingilin üzerine
    budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
    ve kalb ağrılarıyla
    ve on kilometrede bir
    karanlığa yaslanıp durduğu halde
    ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
    şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
    «6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
    «... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
    ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
    100 kadar serî otomobil... » diye bahsediliyordu.
    ihzar ve teşkil olunanlar,
    bu meyanda ahmet'in kamyoneti,
    insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
    afyon - ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

    ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
    bu şarkı nihaventtir
    ve beyaz tenteli sandalları,
    siyah mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    bir deniz kıyısındadır şehir.

    vantilâtörde adedi devir
    düşüyor gibi.
    arkadaşlar ileri geçtiler.
    ay battı.
    manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

    sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür'ü,
    kalk,
    sıra servilerin önünden yürü,
    çeşmeyi geç,
    mektep bahçesi, medreseler,
    orda, harbiye nezareti'nin arka duvarında
    siyah çarşaflı bir kadın
    çömelip yere
    darı serper güvercinlere
    ve papelciler
    şemsiye üstünde papaz açarlar.

    motor mızıkçılık ediyor,
    bizi dağ başlarında bırakacak meret.

    ne diyorduk oğlum ahmet?
    dökmeciler sağda kalır,
    derken, uzunçarşı'ya saparken,
    köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
    «hikâyei billûr köşk»,
    altı cilt «tarihi cevdet»
    ve «fenni tabâhat».
    tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
    yani yemek pişirmek.
    hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
    yaldızlı kuyruğundan tutup
    bir salkım üzüm gibi yersin.

    ilerde bir süvari kolu gidiyor,
    saptılar sola.

    uzunçarşı'yı dikine inersin.
    sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
    ve sen istanbullu,
    sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
    şaşarsın istanbullulara :
    ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
    rüstem paşa camii.
    urgancılar.
    urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
    ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
    urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
    zindankapı, babacafer.
    uzakta balıkpazarı.
    kuruyemişçiler.
    yemiş iskelesindeyiz :
    sandalları, mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    yüzüne hasret kaldığım deniz.

    sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
    inip
    baksam...

    yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
    eyüp'te niyet kuyusu'na gittikti.
    elleri yumuk yumuk,
    bacakları biraz çarpıktı ama,
    yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
    kaşları da hilâl gibi çekikti.
    tam kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

    lastik hava kaçırıyor.
    derdine deva bulmazsak eğer...
    dur bakalım babacafer...

    üç numrolu kamyonet durdu.
    karanlık.
    kriko.
    pompa.
    eller.
    küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
    lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
    ahmet hatırladı :
    bir gece nüzüllü babaannesini
    sedirden sedire taşırken
    kadıncağız...

    iç lastik boydan boya patladı.
    yedek?
    yok.
    dağlarda avaz avaz
    imdat istemek?

    sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
    hem, hani bir koyun varmış,
    kendi bacağından asılan bir koyun.
    süleymaniyeli şoför ahmet
    soyun...

    soyundu.
    ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
    ve kırmızı kuşak,
    ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
    bırakarak
    dış lastiğin içine girdiler,
    şişirdiler.

    bu şarkı nihaventtir.
    deniz kıyısında bir şehir...
    beyaz başörtüsü...

    saatta elli yapıyoruz...
    dayan ömrümün törpüsü,
    dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet'i,
    dayan arslan...

    hiçbir zaman
    böyle merhametli bir ümitle sevmedi
    hiçbir insan
    hiçbir âleti...
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    0
    atam izindeyiz

    atam, hala yaşıyorsak:
    edepsizlik sayesinde!
    altı oku soruyorsan,
    politika dehlizinde!

    hele partin senden sonra,
    devrimlerin tavizinde!
    vasfedeyim halimizi,
    kalemime ver izin de!

    yobazlarla gericiler,
    onlar bizden daha zinde!
    ’atam, atam..’ derler ama,
    bir adınız var sizin de..

    halkçılıkla devletçilik:
    anlatamam, çok hazin de..
    çoktanberi sahteciler,
    ağır çeker her vezinde!
    tek umut var, o da yalnız,
    amerikan dövizinde!

    sorma ata’m, halimizi,
    hal mi kaldı anlatacak..
    i̇şte geldik dizindeyiz!
    yata yata çok yorulduk,
    tatil yaptık, izindeyiz!

    sanayide henüz daha,
    cafer için lazım diye,
    amerikan bezindeyiz!
    geçeceğiz avrupa’yı
    ama şimdi izindeyiz!

    hocamız var, hacımız var,
    uçan kuşa borcumuz var,
    el oğlunun ağzındayız!
    ama bizi zor bulurlar,
    bahar, yaz, kış izindeyiz!

    evet, doğru söylemişsin:
    ’türk milleti çalışkandır! ’
    biz de senin tezindeyiz!
    dinlenmekten yorulduk da,
    onun için izindeyiz!

    zinde kuvvet diye söz var,
    kimse bilmez adresini,
    ah izindeyiz, vah izindeyiz!
    bugün değil, bu yıl değil,
    çoktan beri izindeyiz!

    i̇lerledik ata’m öyle,
    şimdi görsen tanımazsın:
    amerikan tarzındayız!
    arasan da bulamazsın,
    otuz yıdır izindeyiz
    ···
  8. 33.
    0
    @ 1 gibtirgit ocakta pilav ye çay iç orrrrrrrrrrrrrrrrrooooooooossssssssspppuuuuuuuuuuuu çocuğuuuuuuuuuuuuuuuu
    ···
  9. 34.
    0
    SiZ MiLLETiN YILLARDIR BAŞINA :' BAŞÖRTÜSÜ LAiKLiK BAŞÖRTÜSÜ LAiKLiK BUNLAR YOBAZ!!! BUNLAR GERiCi' DiYE DiYE MiLLETi ÇiLEDEN ÇIKARDINIZ VE SONRA ÇIKIP SiZE SAYGI DUYULMASINI BEKLEDiNiZ... KENDi BEYiNLERiNiZDEKiNi BAŞKA iNSANLARA ZORLA ŞIRINGALAMAK iSTEDiNiZ... SiZiN ÖZGÜRLÜK DEMOKRASi ANLAYIŞINIZ BUYDU... ŞiMDi O GERiCi ŞERiATÇI ADAM DEDiĞiNiZ TAYYiP BU GERiCi DEDiĞiNiZ MiLLET O ÇOK SEViP SAYDIĞINIZ ATATÜRKÜMÜZ'ÜN HAYALLERiNi GERÇEKLEŞTiRiYOR... SiZ ATAMIZIN iZiNDEN DEVAM EDiN... BiZ O NUN HAYALLERiNi GERÇEKLEŞTiRiYORUZ... ŞiMDi gibTiRiN GiDiN BEYLER.
    ···
  10. 35.
    0
    @78 isinize gelmeyince ergenekona bagliyorsunuz . sen git babana yuttur onu
    ···
  11. 36.
    0
    siz milletin yillardir başina :' başörtüsü laiklik başörtüsü laiklik bunlar yobaz!!! bunlar gerici' diye diye milleti çileden çikardiniz ve sonra çikip size saygi duyulmasini beklediniz... kendi beyinlerinizdekini başka insanlara zorla şiringalamak istediniz... sizin özgürlük demokrasi anlayişiniz buydu... şimdi o gerici şeriatçi adam dediğiniz dexer bu gerici dediğiniz millet o çok sevip saydiğiniz atatürkümüz'ün hayallerini gerçekleştiriyor... siz atamizin izinden devam edin... biz o nun hayallerini gerçekleştiriyoruz... şimdi gibtirin gidin beyler.
    ···
  12. 37.
    0
    SiZLER ZAVALLILARSINIZ... ZAVALLILARDAN OLUŞAN BiR TOPLULUKSUNUZ... HiÇ BiR ŞEKiLDE HAYALLERiNiZ YOK... HAYALLERiNiZ YiYiP iÇiP EĞLENMEKTEN ÖTEYE GiDEMiYOR MALESEF... BiZ ÖLÜMÜ DÜŞÜNÜYORUZ... SiZDE ÖLÜCEKSiNiZ.! MERAK ETMEYiN.. O ZAMAN BAKALIM KiM DOĞRU GÖRÜLECEK..
    ···
  13. 38.
    0
    (bkz: beyler oruc tutmayanlar buraya)
    ···
  14. 39.
    0
    dörtnala gelip uzak asya'dan
    akdenize bir kısrak başı gibi
    uzanan bu memleket bizim.
    bilekler kan içinde,
    dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
    kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu davet bizim... yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim...
    ···
  15. 40.
    0
    bence şimdi sen de herkes gibisin..
    ···
  16. 41.
    0
    siz ne anlarsınız amk ameleleri nazım hikmet'ten akımından vs.
    ···
  17. 42.
    0
    @58 aziz nesini agzina alma pekekent . sizin gibi gavatlar yakmak istedi onu
    ···
  18. 43.
    0
    sekizinci bap

    26 ağustos gecesinde saatlar
    iki otuzdan beş otuza kadar
    ve
    izmir rihtimindan akdeniz'e
    bakan nefer

    saat 2.30.

    kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu kocatepe'den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    düşman üç saatlik yerdedir
    ve hıdırlık-tepesi olmasa
    afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    küzeydoğuda güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    ovada akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    akarçay dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    ve kocaman çiçekleri eflâtun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    ve afyon önünde
    altıgözler köprüsü'nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve konya tren hattına rastlayıp yolda
    büyükçobanlar köyü'nü solda
    ve kızılkilise'yi sağda bırakıp
    gider.

    düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, yunan'dan önce ve seferberlik'ten evvel
    selimşahlar çiftliği'nde ırgatlık ederken manisa'da
    geçerdi gediz'in sularını başı dönerek.

    dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saatı sordu.
    paşalar : «üç,» dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlıyacaktı.

    saat 3.30.

    halimur - ayvalı hattı üzerinde
    manga mevziindedir.

    izmirli ali onbaşı
    (kendisi tornacıdır)
    karanlıkta gözyordamıyla
    sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer :
    sağda birinci nefer
    sarışındı.
    ikinci esmer.
    üçüncü kekemeydi
    fakat bölükte
    yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
    dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
    tezkere alıp urfa'ya girdiği akşam.
    altıncı,
    inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
    kardeşleri onu mahkemeye verdiler
    ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona «deli erzurumlu» derdiler.
    yedinci, mehmet oğlu osman'dı.
    çanakkale'de, inönü'nde, sakarya'da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan
    daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    sekizinci,
    ibrahim,
    korkmıyacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
    birbirine böyle vurmasalar.
    ve izmirli ali onbaşı biliyordu ki :
    tavşan korktuğu için kaçmaz
    kaçtığı için korkar.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    0
    yüzbaşı sordu :
    - saat kaç?
    - beş.
    - yarım saat sonra demek...

    98956 tüfek
    ve şoför ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün âletleriyle
    ve vatan uğrunda,
    yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
    birinci ve ikinci ordular
    baskına hazırdılar.

    alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
    beygirinin yanında duran
    sarkık, siyah bıyıklı süvari
    kısa çizmeleriyle atladı atına.
    nurettin eşfak
    baktı saatına :
    - beş otuz...
    ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz...

    sonra.
    sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    bunlar :
    karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

    sonra.
    sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
    aslıhanlar civarında
    30 ağustosa kadar.

    sonra.
    sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
    esirler arasında general trikopis :
    alaturka sopa yemiş bir temiz
    ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

    yaralı bir düşman ölüsüne takıldı nurettin eşfak'ın ayağı.
    nurettin dedi ki : «teselyalı çoban mihail,»
    nurettin dedi ki : «seni biz değil,
    buraya gönderenler öldürdü seni... »

    sonra.
    sonra, 31 ağustos günü
    ordularımız izmir'e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan
    deli erzurumluydu.
    devrildi.
    kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    baktı yukarı,
    baktı karşıya.
    gözler hayretle yandılar :
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü
    ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
    sonra...
    sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
    ve deli erzurumlu ölürken kederinden
    yüzlerini toprağa döndüler...

    solda, ilerdeydi ali onbaşı.
    kan içindeydi yüzü gözü.
    bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    kaçanı kovalamıyordu yalnız
    ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor
    yaratıyordu da.
    ve kılıçların,
    nalların,
    ellerin
    ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
    ali onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
    ve şu türküyü duydu :
    «dörtnala gelip uzak asya'dan
    akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket bizim.

    bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim...

    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim... »>

    sonra.
    sonra, 9 eylülde izmir'e girdik
    ve kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
    öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
    güneyden kuzeye,
    doğudan batıya,
    türk halkıyla beraber
    seyretti izmir rıhtımından akdeniz'i.

    ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    câhil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...
    Tümünü Göster
    ···
  20. 45.
    0
    bir gün hırsız ile pic arkadaş olur beraber yemeğe giderler. hırsız bine: "bana binliği öğretir misin?"der. bin de: "sen bana hırsızlığı öğretirsen öğretirim"der. hırsız yandaki adamın cüzdanını çalar ve: "işte böyle şimdi sen bana binliği öğret" der. bin de: "amca bu senin cüzdanını çaldı" der.
    ···