-
1.
+2 -1@1 ağzına almayacagın şeyleri hala öğrenememişsin... Küçük bin
-
2.
+1onlarTümünü Göster
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
birinci bap
yil 1918-1919
ve
karayilan hikâyesi
ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
istanbul 918 teşrinlerinde,
izmir 919 mayısında
ve manisa, menemen, aydın, akhisar :
mayıs ortalarından
haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar...
adana,
antep,
urfa,
maraş :
düşmüş
dövüşüyordu...
ateşi ve ihaneti gördük.
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
ateşi ve ihaneti gördük.
murat nehri, canik dağları ve fırat,
yeşilırmak, kızılırmak,
gültepe, tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli ingiliz'i.
ve aksu'yla köpsu,
karagöl'le söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, âşık ölü,
şapkası horoz tüylü italyan'ı gördü.
ve çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve seyhan ve ceyhan
ve kara gözlü yürük kızı,
gördü mavi üniformalı fransız'ı.
ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
eşraf ve âyân ve mütehayyizânın çoğu
ve ağalar :
bağdasar ağa'dan
kellesi büyük mehmet ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, zütürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
ve bizim tarafa geçenler oldu
tunuslu ve hindli kölelerden.
ve türkistanlı hacı ahmet,
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.
ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık izmir'de, aydın'da,
adana'da dayandık,
dayandık, urfa'da, maraş'ta, antep'te.
antepliler silâhşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
karayılan
karayılan olmazdan önce
antep köylüklerinde ırgattı.
belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur,
onun atı, silâhı, toprağı yoktu.
boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
karayılan
karayılan olmazdan önce.
düşman antep'e girince
antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
antep çetin yerdir.
kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri...
düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
düşman tutmuştu tepeleri.
akan : antep'in kanıydı.
düz ovada bir gül fidanıydı
karayılan'ın
karayılan olmazdan önceki siperi.
bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
fakat düşmanın topu vardı.
ve ne çare, kader,
düz ovayı antepliler
düşmana bırakacaklardı.
«karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler antep'i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
hayvan devrildi kaldı.
karayılan
karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı anteplileri,
seğirttiler peşince.
düşmanı tepelerde yediler.
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
karayilan dediler.
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür... »
ve biz de bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca nâmı yürüyen
karayılan'ı
ve anteplileri
ve antep'i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destânımızın birinci bâbına koyduk. -
3.
+1ve çok uzak,Tümünü Göster
çok uzaklardaki istanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı zütürürlerdi.
şimdi, büyük sırlarını zütürüyorlardı.
şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı karadeniz'e.
dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
ingiliz torpitosudur.
ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
şaban reisin beş tonluk takası.
kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
rüzgar :
yıldız - poyraz.
esirlerini bordasına alıp
kayboldu ingiliz torpitosu.
şaban reisin teknesi
ateşten diregiyle gömüldü suya.
arheveli ismail
bu ölen teknedendi.
ve şimdi
kerempe fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
ismail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
arheveli ismail
kendi kendine sordu :
«emanetimizle varabilecek miyiz?»
kendine cevap verdi :
«varmamış olmaz.»
gece, tophane rıhtımında
kamacı ustası bekir usta ona :
«evlâdım ismail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»
ve kerempe fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
ismail, reisinden izin isteyip,
«şaban reis,» deyip,
«emaneti yerine zütürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«allah büyük
ama kayık küçük» demiş yahudi.
ismail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.
elleri kanayarak
çekiyor ismail kürekleri.
ismail rahattır.
kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
ismail unsurunun içinde.
emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
ve ismail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
rüzgâr bocalıyor.
belki karayel gösterecek.
en azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
fakat ismail
ellerine güvenir.
o eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve kemeraltı'nda fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
rüzgâr karayel göstermedi.
yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
ismail beklemiyordu bunu.
dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
ismail şaşırıp bıraktı kürekleri.
ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
bir ürperme geldi ismail'in içine.
ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
sular tekneyi açığa sürüklüyor.
artık hiçbir şey mümkün değil.
kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle ismail.
ilkönce küfretti.
sonra, «elham» okumak geldi içinden.
sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
sonra...
sonra, malûm olmadı insanlara
arhaveli ismail'in âkıbeti... -
4.
+1üçüncü bap
yil 1920
ve
arhaveli ismail'in hikâyesi
ateşi ve ihaneti gördük.
düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
akhisar, karacabey,
bursa ve bursa'nın doğusunda aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 ağustos'u :
uşak düştü.
yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
dumlupınar sırtlarındayız.
nazilli düştü.
ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık
dayanmaktayız.
1920 şubat, nisan, mayıs,
bolu, düzce, geyve, adapazarı :
içimizde hilâfet ordusu,
anzavur isyanları.
ve aynı sıradan,
3 ekim konya.
sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla delibaş
girdi şehre.
alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
ve manavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar zütürdüler.
ve 29 aralık kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani çerkez ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...
ateşi ve ihaneti gördük.
ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
insanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları. -
5.
+2 -1@8 nazım hikmet füturizm akımı savunuusu ir şairdir dnemin anlayışına gre u çok yenilikçi ir akımdır u akıma gre makineleşme sanayileşme onemlidir o tik tak lar makinenin işleyişini toplumun sanayileşerek gelişimini simgeler . o yzden lmeden atıp tutma iraz araştır .
-
6.
+1he amk muallakleri. daha doğru düzgün cümle kurmanıza imkan tanıyan bir dil seviyeniz yok bana sıradan bir şairin kötü şiirlerini savunmaya kalkın.
Ezra Pound gibsin sizin edebiyat hocalarınızı. -
7.
+1tak tiki tak
makinalasmak istiyorum
mutlak buna bir care bulacagim
ve ben bahtiyar olacagim
karnima bir turbin oturtup
kuyruguma cift uskuru takacagim
bunu şiir diye yazan adam -
8.
+1lan muallak liseliler, amk'nun fasitleri, ummetciler!
nazim gibsin sizin ananizi!
alin bakim siir nasil olurmus...
Bakin ne diyor Nazim Hikmet!
"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğun,
bu davet bizim...
Yaşamak bir agaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi KARDEŞÇESiNE,
bu hasret bizim... "
Bi daha gibim gotunuzu! -
9.
+1kambur kerim de böyle dedi aynen.Tümünü Göster
adapazarlıydı kambur kerim.
seferberlikte ölen babası marangozdu.
seferberlik denince aklına kerim'in :
çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü,
fahri bey çiftliğinde patates toplayıp
kaz gütmek,
mektep kitapları
ve bir de saçları altın gibi sarı
fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.
335'te kerim eskişehir'e gitti,
mektebe, teyzelerine ve dayısına.
dayısı şimendiferde makinistti.
düşman elindeydi eskişehir.
kerim on dört yaşındaydı,
kamburu yoktu.
dümdüzdü fidan gibi
ve dünyaya meraklı bir çocuktu.
dayısı sürmeğe gittiği günler şimendiferi
kerim'e ekmek vermediğinden teyzeleri
(çok uzun saçlı, ihtiyar iki kadın)
hintli askerlerle dost oldu kerim.
bunlar
(şaşılacak şey)
türkçe bilmeyen
ve siyah sakalları, siyah gözleri parlak,
avuçlarının üstü esmer, içi ak
ve tel örgülerin üzerinden
kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardı.
kocaman bir ambarları vardı,
kerim içinde oynardı.
ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,
(şaşılacak şey,
katırların yemesi için)
ve sonra cephane sandıklarıyla silahlar.
bir gün dedi ki makinist dayısı kerim'e :
«ambardan silâh çalıp bana getir,
gâvura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.»
ve ambardan silâh çaldı kerim :
bir
bir tane daha
beş
on.
aldattı hindistanlı dostlarını
zeybekleri daha çok sevdiğinden.
zaten çok sürmedi, parlak kara sakallı amcalar gitti,
kerim geçirdi onları istasyona kadar.
ertesi gün lefke köprüsünü atıp
zeybekler gelince eskişehir'e
dayısı kerim'i elinden tutup
verdi onlara.
ve işte o günden sonra
bugüne kadar
kahraman bir türküdür ömrü kerim'in.
eskişehir'den alıp onu
«kocaeli grubu» paşasına zütürdüler.
çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.
çabucak öğrendi kerim ata binmeyi,
sığırtmaç olmayı
-zaten bilgisi vardı bunda-
kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi,
gizlenmeyi ormanda.
ve bütün bu marifetleriyle kerim
kaç kere ölüme bir kurşun atımı yaklaşarak
ve «geçmiş olsun» dedikleri zaman şaşarak
düşman içinden geçip getirdi haber
zütürdü haber.
onu namlı bir «kaptan» gibi saydı çeteler,
bir oyun arkadaşı gibi sevdi çeteleri o.
ve bir fidan gibi düz
bir fidan gibi cesur
bir fidan gibi vaadeden bir çocuğun
sevinçle oynadığı bu müthiş oyun
sürdü 1337'ye kadar...
kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir :
yüksek
kalın.
gökyüzü gözükmez.
durgun bir geceydi.
hafif yağmur yağmıştı biraz önce.
fakat ıslanmamış ki yerde yapraklar
karanlıkta hışırtılarla yürüyordu beygiri kerim'in.
solda
ilerde
tepenin eteğinde ateş yanıyordu :
«tekneciler» diye anılan
gâvur çetelerinin olmalı.
dallardan damlalar düşüyordu kerim'in yüzüne.
beygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.
ipsiz recep'in yanından dönüyordu kerim.
kâatlar zütürmüş
kâatlar getiriyor.
birdenbire durdu beygir,
heykel gibi,
-tekneciler'in ateşini görmüş olacak-
sonra birdenbire dörtnala kalktı.
şaşırdı kerim.
dizginleri bıraktı.
sarıldı beygirin boynuna.
deli gibi gidiyordu hayvan.
çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.
meşeleri ve gürgenleriyle orman
karanlık bir rüzgâr gibi geçiyor iki yandan.
kim bilir kaç saat böyle gidildi.
orman bitti birdenbire.
-ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı-
ve kerim aynı hızla geldiği zaman
armaşa'nın altında başdeğirmenler'e
beygir ansızın kapaklandı yere,
tekerlendi kerim.
doğruldu.
ve aklına ilk gelen şey
saatına bakmak oldu.
kırılmıştı camı.
bindi beygire tekrar.
hayvan topallıyordu biraz.
uslu uslu yola koyuldular.
sol kulağı kanıyordu kerim'in,
kirezce'ye geldiler
(sapanca'yla arifiye arası),
kerim durdu,
biraz zor nefes alıyordu.
geyve'ye girdi ertesi akşam.
beli o kadar ağrıyordu ki
inemedi beygirden
indirdiler.
kerim'i bir yaylıya bindirdiler.
adapazarı.
sonra belki on gün, belki on beş,
kağnılar, mekkâre arabaları,
sonra, gitgide daralan nefesi,
yahşıhan,
konya,
sile nahiyesi
(burda malûl gaziler için
takma kol ve bacak yapılıyordu),
ve nihayet hatçehan köyünden çıkıkçı şerif usta.
hâlâ rüyalarında görür kerim
incecik bir yoldan eşekle gelip
üzerine doğru eğilen
bu çiçekbozuğu insan yüzünü.
usta, ovdu kerim'i bayıltıncaya kadar.
sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini.
yirmi gün geçti aradan.
ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden
kerim'i kambur çıkardılar. -
10.
+1sokayım senin şiir anlayışına da sana da liseli bin..
-
11.
+1necip fazıl sübyancının önde gidenidir kızların bacaklarına methiyeler düzdüğü şiiri var ara amk
-
12.
0hava kurşun gibi ağır
bağır bağır bağır bağırıyorum...
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
o diyor ki bana:
— sen kendi sesinle kül olursun ey!
kerem gibi yana yana...
dert çok, hemdert yok
yüreklerin kulakları sağır...
hava kurşun gibi ağır...
ben diyorum ki ona:
— kül olayım kerem gibi yana yana.
ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..
hava toprak gibi gebe.
hava kurşun gibi ağır.
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum... -
13.
0atam izindeyiz
atam, hala yaşıyorsak:
edepsizlik sayesinde!
altı oku soruyorsan,
politika dehlizinde!
hele partin senden sonra,
devrimlerin tavizinde!
vasfedeyim halimizi,
kalemime ver izin de!
yobazlarla gericiler,
onlar bizden daha zinde!
’atam, atam..’ derler ama,
bir adınız var sizin de..
halkçılıkla devletçilik:
anlatamam, çok hazin de..
çoktanberi sahteciler,
ağır çeker her vezinde!
tek umut var, o da yalnız,
amerikan dövizinde!
sorma ata’m, halimizi,
hal mi kaldı anlatacak..
i̇şte geldik dizindeyiz!
yata yata çok yorulduk,
tatil yaptık, izindeyiz!
sanayide henüz daha,
cafer için lazım diye,
amerikan bezindeyiz!
geçeceğiz avrupa’yı
ama şimdi izindeyiz!
hocamız var, hacımız var,
uçan kuşa borcumuz var,
el oğlunun ağzındayız!
ama bizi zor bulurlar,
bahar, yaz, kış izindeyiz!
evet, doğru söylemişsin:
’türk milleti çalışkandır! ’
biz de senin tezindeyiz!
dinlenmekten yorulduk da,
onun için izindeyiz!
zinde kuvvet diye söz var,
kimse bilmez adresini,
ah izindeyiz, vah izindeyiz!
bugün değil, bu yıl değil,
çoktan beri izindeyiz!
i̇lerledik ata’m öyle,
şimdi görsen tanımazsın:
amerikan tarzındayız!
arasan da bulamazsın,
otuz yıdır izindeyiz -
14.
0altinci bapTümünü Göster
muharebeler
ve
düşman elinde kalanlar
ve
kartalli kâzim'in hikâyesi
inönü meydanı, yavrum,
rüzgâr,
soğuklar insanı arı gibi haşlıyor.
zemheriler bitti diyelim,
hamsin ya başladı, ya başlıyor.
muharebe beş gün beş gece sürdü.
kan gövdeyi zütürdü.
ve nihayetinde
düşmanlar karın üstünde
top arabaları, sandıklar dolusu konyak,
altı kamyon bıraktılar.
sonra, kaçarlarken, yavrum,
köyleri, köprüleri yaktılar...
bu, birinci inönü,
sonra ikincisi :
23 mart 1921 günü
düşmanın bursa ve uşak grupları üstümüze yürüyor.
onlarda, topçu ve piyade
bizden üç kere fazla,
bizim atlımız çok.
atların makanizması,
hartucu,
namlusu yoktur
ve kılıç
çıplak, ucuz bir demirdir.
26 mart :
akşam.
sağ cenah ilerimize yanaştılar.
27 mart :
bütün cephelerde temas.
28, 29, 30 :
kavgaya devam.
ve martın 31'inci gecesinde,
(ayışığı var mıydı bilmiyorum)
inönü karanlığı sesler ve kıvılcımlarla doluydu.
ve ertesi gün
1 nisan :
metristepe aydınlanıyor.
saat altı otuz.
bozöyük yanıyor.
düşman muharebe meydanını silâhlarımıza terketmiştir.
sonra, 8 nisandan 11 nisana kadar :
dumlupınar.
sonra, haziran.
bir yaz gecesi.
dünyada yalnız pırıltılar
ve böceklerin sesi.
sakarya'yı üç yerinden sallarla geçiyoruz.
basarak aldık
adapazarı'nı.
ve dolaşıp sapanca gölü'nün sazlıklarını
yanaştık izmit'in doğusunda çuha fabrikasına.
düşman,
kısmen gemilere binerek
denizden
ve kısmen
karamürsel üzerinden
bursa'ya çekilip
boşalttı izmit şehrini gece yarısı.
sonra 23 ağustos :
sakarya melhamei kübrâsı ki
devamı 13 eylül gününe kadardır.
bizim kırk bin piyademiz,
dört bin beş yüz atlımız,
düşmanın ciksen sekiz bin piyadesi,
üç yüz topu vardır.
harp meydanının kuzey yanı
sakarya
ve dağlardır :
keskin
ve dik yamaçlarıyla
ve kireçli toprakları
ve kayalarında tek başlarına birbirinden uzak
haşin
ve münzevi çam ağaçlarıyla
abdülselâm-dağı,
gökler-dağı,
dağlar.
ve sakarya'dan bu havalide
yalnız, çatal tırnaklı karacalar su içmektedir.
ankara suyunun döküldüğü yerden
eskişehir kuzeybatısına kadar
sakarya mecrası uçurumlar içinden geçmektedir.
güneyde
ve güneydoğuda
yapraksız ve hazin
geniş ve uzun
ve insana bıraktığı hiçbir şeye acımadan
ölmek arzusu veren
cihanbeyli ovası :
çöl...
bu çölün,
bu dağların,
bu nehrin ve bizim önümüzde
yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp
düşman ordusu ric'ata mecbur kaldı.
buna rağmen :
sene 1922
ve 15 vilâyet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.
inanılmaz şeyler düşmandadır ki
bunların arasında :
7 göl, 11 nehir
ve köklerinde baltamızın yarası
ve yangınlarıyla bizim olan
yüz kere yüz bin dönüm orman,
bir tersane, iki silâh fabrikası,
ve 19 körfez ve liman ki
belki birçoğunun
rıhtımı,
mendireği,
kırmızı, yeşil fenerleri yoktur
ve belki sularında
ateş kayıklarının ışıltısından başka ışık yanmadı,
fakat onlar
tahta iskeleleri ve kederli balıkçılarıyla bizimdiler.
sonra, 3 deniz,
6 kol tren hattı,
sonra, göz alabildiğine yol :
sılaya gittiğimiz,
gurbette göründüğümüz
ve neden
ve niçin olduğunu sormadan
çöle, çanakkale'ye,
ölüme gittiğimiz yol
ve sonra toprak
ve o toprağın insanları :
uşak tezgâhlarının halı dokuyanları,
klaptan işlemeli eğerleriyle meşhur
manisa'lı saraçlar,
yol kıyılarında ve istasyonlarda açlar
ve kurnaz
ve cesur
ve ağırbaşlı ve çapkın
ve kütleleriyle delikanlı
istanbul ve izmir işçileri
ve zahire ve kantariye tâcirleriyle eşraf ve âyân,
kıl çadırlı yürükleri aydın'ın,
ve sonra, ırgat,
ortakçı,
maraba,
davarlı ve davarsız,
yarım meşin çizmeli
ve ham çarıklı köylüler.
15 vilâyet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir. -
15.
0atam izindeyiz
atam, hala yaşıyorsak:
edepsizlik sayesinde!
altı oku soruyorsan,
politika dehlizinde!
hele partin senden sonra,
devrimlerin tavizinde!
vasfedeyim halimizi,
kalemime ver izin de!
yobazlarla gericiler,
onlar bizden daha zinde!
’atam, atam..’ derler ama,
bir adınız var sizin de..
halkçılıkla devletçilik:
anlatamam, çok hazin de..
çoktanberi sahteciler,
ağır çeker her vezinde!
tek umut var, o da yalnız,
amerikan dövizinde!
sorma ata’m, halimizi,
hal mi kaldı anlatacak..
i̇şte geldik dizindeyiz!
yata yata çok yorulduk,
tatil yaptık, izindeyiz!
sanayide henüz daha,
cafer için lazım diye,
amerikan bezindeyiz!
geçeceğiz avrupa’yı
ama şimdi izindeyiz!
hocamız var, hacımız var,
uçan kuşa borcumuz var,
el oğlunun ağzındayız!
ama bizi zor bulurlar,
bahar, yaz, kış izindeyiz!
evet, doğru söylemişsin:
’türk milleti çalışkandır! ’
biz de senin tezindeyiz!
dinlenmekten yorulduk da,
onun için izindeyiz!
zinde kuvvet diye söz var,
kimse bilmez adresini,
ah izindeyiz, vah izindeyiz!
bugün değil, bu yıl değil,
çoktan beri izindeyiz!
i̇lerledik ata’m öyle,
şimdi görsen tanımazsın:
amerikan tarzındayız!
arasan da bulamazsın,
otuz yıdır izindeyiz -
16.
0Gordunuz mu simdi ananizin amini!
dagilin simdi gotunu gibtigimin liseli akp'lileri! -
17.
0mehtaplı bir gece,Tümünü Göster
gümüş bir kutunun içindesin :
ortalık öyle bir tuhaf aydınlık, öyle ıssız.
ya çok seslidir
ya hiç ses vermez mehtaplı gece zaten.
yatıyor filintasının arkasında kartallı kâzım.
kız gibi osmanlı filintası.
parlıyor arpacık
namlının ucunda :
yüz yıllık yoldaymış gibi uzak
ve bir damlacık.
kâzım emir aldı merkezden :
gebze'deki ingiliz'in tercümanı vurulacak.
köylerde teşkilât kurmuş tercüman mansur :
satıyor bizimkileri.
kâzım iyi hesaplamış herifin geçeceği yeri.
işte sökün etti mansur karşıdan :
beygirin üzerinde.
beygir yüksek,
ingiliz kadanası.
kendi halinde yürüyor hayvan
ortasında demiryolunun
sallana sallana,
ağır ağır.
tercüman herhalde bırakmış dizginleri,
başı sallanıyor,
belki de uyuyor üzerinde beygirin.
yaklaştıkça büyüyor herif.
zaten mehtapta heybetli görünür insan.
arada kaldı kalmadı dört yüz adım,
namlıyı kaldırdı birazcık kâzım,
nişan aldı sallanan başına mansur'un.
soldaki yamaçtan bir taş parçası düştü.
bir kuş uçtu sağdaki ağaçtan,
-ağaç çınar-.
kuş ürkmüş olacak.
çevrildi kâzım'ın başı kuşun uçtuğu yana,
mehtapla yüz yüze geldiler.
mehtap koskocaman,
desdeğirmi,
bembeyaz.
ve kâzım'ın gözünü aldı âdeta.
zaten bu yüzden,
tekrar göz, gez, arpacık
ve filintayı ateşlediği zaman
ilk kurşun mansur'un başını delecek yerde
galiba omuzuna girdi.
herif «hınk» dedi bir,
beygirin başını çevirdi
dörtnal kaçıyor.
yetiştirdi ikinci kurşunu kâzım.
beygirin üstünde sola yıkıldı mansur.
üçüncü kurşun.
tercüman düştü beygirden.
fakat bir ayağı üzengiye takılı kalmış,
sürüklendi kaçan hayvanın peşinde biraz,
sonra kurtuldu ki ayağı
yıkılıp kaldı olduğu yerde.
yamaca sardı beygir.
kalktı kâzım,
yürüdü mansur'a doğru,
üzerinden kâatları alacak.
arada dört telgraf direği yalnız,
ellişerden iki yüz metre eder.
mansur doğruldu ansızın,
kaçıyor bayır aşağı.
filintayı omuzladı kâzım.
dördüncü kurşun.
yıkıldı herif.
koştu kâzım.
doğruldu yine mansur.
yürüyor sarhoş gibi sallanarak,
kaçmıyor artık,
yürüyor.
kâzım da bıraktı koşmayı.
deniz kıyısına indiler.
orda boş bir fabrika var,
bir de beyaz bir ev,
tahta iskelesi iner denizin içine kadar.
mansur suya giriyor,
kâatlar ıslanacak.
beşinci kurşunu yaktı kâzım.
suya düşüp kaldı önde giden
ve kâzım tazelerken şarjörü
bir ışık yandı beyaz evde,
bir pencere açıldı.
galiba bir kadın baktı dışarıya..
boğazlanıyormuş gibi bağırdı mansur.
pencere kapandı,
ışık söndü.
tercüman attı kendini tahta iskeleye.
art ayakları kırılmış bir hayvan gibi sürünüp tırmanıyor.
hay anasını,
ay da denize düşmüş
toplanıp dağılıyor,
dağılıp toplanıyor.
velhasıl,
lâfı uzatmıyalım,
mansur'un işini bıçakla bitirdi kâzım.
kâatlar kan içindeydi.
fakat kan kapatmıyor yazıyı...
namussuzun biriydi mansur,
muhakkak.
düşmana satılmıştı,
orası öyle.
kaç kişinin başını yedi,
malûm.
ama ne de olsa
mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
demek istediğim,
böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
üzüntü çekmemek için,
ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
kâzım'ınki taştan değildi çok şükür,
fakat namuslu.
ne malûm? dersen :
dövüştü pir aşkına,
yaralandı birkaç kere
ve saire.
ve kavga bittiği zaman
ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman.
kavgadan önce kartal'da bahçıvandı,
kavgadan sonra kartal'da bahçıvan... -
18.
0beşinci bapTümünü Göster
920'nin 16 marti
ve
manastirli hamdi efendi
ve
reşadiyeli veli oğlu memet'in hikâyesi
«bu hamiyetli ve cesur, manastırlı hamdi efendi olmasaydı, istanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. istanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamıştı. bir ucu ankara'da bulunan telin istanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?»
(nutuk, s. 295, devlet basımevi, istanbul 1938)
920'nin 16 martı.
öğleden evvel
saat onda
makina başında şöyle bir telgraf aldı ankara'daki :
«der-aliye 16/3/1920.
ingilizler bastı bu sabah
şehzadebaşı'ndaki muzika karakolunu.
müsademe edildi.
işgal altına alıyorlar istanbul'u şimdi.
berâyi malûmat arzolunur.
manastırlı hamdi.»
920'nin 16 martı.
harbiye nezareti telgrafhanesi buldu ankara'yı :
«etrafta dolaşıyor ingiliz askerleri.
şimdi işte
ingiliz askerleri giriyorlar nezarete.
işte giriyorlar içeri.
nizamiye kapısına.
teli kes.
ingilizler burdadır.»
920'nin 16 martı.
manastırlı hamdi efendi
buldu ankara'dakini tekrar :
«paşa hazretleri,
harbiye telgrafhanesini de işgal etti ingiliz bahriye askeri
tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
vaziyet vehamet kesbediyor efendim.
paşa hazretleri,
emri devletlerine muntazırım.
16 mart 1920
hamdi»
920'nin 16 martı.
durumu bir daha tekrar etti hamdi efendi :
«sabah bizim asker uykuda iken
ingiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken
askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.
neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup
ingilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp
beyoğlu ve tophane'yi işgal edip.
işte beyoğlu telgrafhanesi de yok.
işte beyoğlu telgraf memurları geldiler.
kovmuşlar.
burası da işgal olunacaktır bir saata kadar.
şimdi haber aldım efendim.»
920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü,
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ingiliz'in hepsi değil domuzu
sabaha karşı aldı canımızı.
920'nin 16 martı
basıldı vezneciler'de karargâh.
uyan be tosunum uyan.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
üçümüz : abdullah çavuş, şarkışla'dan osman,
bir de zileli abdülkadir.
920'nin 16 martı
bozdoğan kemeri'nde
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.
920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü.
soktu osman'ın karnına kasaturayı,
bastı göğsüne kâfirin dizi.
dört çocuk babasıydı abdullah çavuş.
doymadı dünyasına abdülkadir.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.
920'nin 16 mart sabahı,
karakolun karşısında
bırakmadım elimden silâhı,
yere serdim iki ingiliz'i.
senin ırzını kurtardım istanbul'um,
sana can feda çakır gözlü gülüm.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.
şimdi üçümüz :
abdullah ve osman ve abdülkadir,
taşları yan yana yatar eyüp'te.
arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
belki maşrıkta, belki mağripte,
biz de bilemeyiz yerini.
uykuda kestiler üçümüzü,
kurşuna dizdiler ikimizi,
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.
bir de altıncımız var,
kara kaytan bıyıklı bir şehit,
son mekânı şöyle dursun,
adını da bilen yok... -
19.
0nefret ediyorum senden ve ideolojinden nazım mezarını gibeyim
-
20.
0dördüncü bapTümünü Göster
nurettin eşfak'in bir mektubu
ve
bir şiiri
kardeşim,
sana bu mektubu ankara'da kuyulu kahvede yazıyorum.
hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
dışarda yağmur...
mektepten istifa ettim.
cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
çocuklarımıza türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede
daha büyük
daha güzel.
biliyorum :
iş bölümünden bahsedeceksin.
fakat, ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
bak, tam sana bunları yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç türk köylüsü :
«ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak... »
yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
bir şiir yazdım,
garip bir şiir,
«türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.
kardeşin
nurettin eşfak
türk köylüsü
topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır
kerem'dir
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, «yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir»,
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip
«-gayrık yeter!... »
demesinler.
bunu bir dediler mi,
«isrâfil sûrunu urur,
mahlûkat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa... »
-
brolarım benim incel manifestosu ne zaman gelir
-
anidenn gelen cccrammsteinccc adlı yazarıı
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 10 02 2025
-
şu tarz başlıklar
-
souki bu video hakkında ne düşünüyorsun
-
türk erkeği kaçınılmaz son
-
tom kaulitzz bromunn çaylağı kalkmalı
-
nikli başlıkları okudukça bendeki minimum keyif
-
baktıgınız benim gördügünüz sizsiniz
-
zz top z nasıl bir
-
bura hala burda mı la
-
günaydıncı tayfayı bitiremezsiniz
-
dubai çikolatası hakkındaki yorumum
-
beyler baliye çok hesaplı tur buldum
-
cinselleşme yaşadım
-
analını gibtirtmek isteyen inciciler
-
hani lan kurtlar vadisi ile çocuklar duymasın
-
zalinazort acaip hafifledim
-
bugün kısıklı civarında bi inciciye arkadan girdim
-
inci sözlük olmasaydı ben
-
bana intihar et yazar mısınız
-
askere gıtmeden önce
-
tom kaulitz ve kurtcocain çaylak
-
mine tugayın ayakları nasıl kokuyordur
- / 1