1. 76.
    0
    altinci bap

    muharebeler
    ve
    düşman elinde kalanlar
    ve
    kartalli kâzim'in hikâyesi

    inönü meydanı, yavrum,
    rüzgâr,
    soğuklar insanı arı gibi haşlıyor.
    zemheriler bitti diyelim,
    hamsin ya başladı, ya başlıyor.
    muharebe beş gün beş gece sürdü.
    kan gövdeyi zütürdü.
    ve nihayetinde
    düşmanlar karın üstünde
    top arabaları, sandıklar dolusu konyak,
    altı kamyon bıraktılar.
    sonra, kaçarlarken, yavrum,
    köyleri, köprüleri yaktılar...

    bu, birinci inönü,
    sonra ikincisi :
    23 mart 1921 günü
    düşmanın bursa ve uşak grupları üstümüze yürüyor.
    onlarda, topçu ve piyade
    bizden üç kere fazla,
    bizim atlımız çok.
    atların makanizması,
    hartucu,
    namlusu yoktur
    ve kılıç
    çıplak, ucuz bir demirdir.
    26 mart :
    akşam.
    sağ cenah ilerimize yanaştılar.
    27 mart :
    bütün cephelerde temas.
    28, 29, 30 :
    kavgaya devam.
    ve martın 31'inci gecesinde,
    (ayışığı var mıydı bilmiyorum)
    inönü karanlığı sesler ve kıvılcımlarla doluydu.
    ve ertesi gün
    1 nisan :
    metristepe aydınlanıyor.
    saat altı otuz.
    bozöyük yanıyor.
    düşman muharebe meydanını silâhlarımıza terketmiştir.

    sonra, 8 nisandan 11 nisana kadar :
    dumlupınar.

    sonra, haziran.
    bir yaz gecesi.
    dünyada yalnız pırıltılar
    ve böceklerin sesi.
    sakarya'yı üç yerinden sallarla geçiyoruz.
    basarak aldık
    adapazarı'nı.
    ve dolaşıp sapanca gölü'nün sazlıklarını
    yanaştık izmit'in doğusunda çuha fabrikasına.
    düşman,
    kısmen gemilere binerek
    denizden
    ve kısmen
    karamürsel üzerinden
    bursa'ya çekilip
    boşalttı izmit şehrini gece yarısı.

    sonra 23 ağustos :
    sakarya melhamei kübrâsı ki
    devamı 13 eylül gününe kadardır.
    bizim kırk bin piyademiz,
    dört bin beş yüz atlımız,
    düşmanın ciksen sekiz bin piyadesi,
    üç yüz topu vardır.
    harp meydanının kuzey yanı
    sakarya
    ve dağlardır :
    keskin
    ve dik yamaçlarıyla
    ve kireçli toprakları
    ve kayalarında tek başlarına birbirinden uzak
    haşin
    ve münzevi çam ağaçlarıyla
    abdülselâm-dağı,
    gökler-dağı,
    dağlar.

    ve sakarya'dan bu havalide
    yalnız, çatal tırnaklı karacalar su içmektedir.
    ankara suyunun döküldüğü yerden
    eskişehir kuzeybatısına kadar
    sakarya mecrası uçurumlar içinden geçmektedir.
    güneyde
    ve güneydoğuda
    yapraksız ve hazin
    geniş ve uzun
    ve insana bıraktığı hiçbir şeye acımadan
    ölmek arzusu veren
    cihanbeyli ovası :
    çöl...
    bu çölün,
    bu dağların,
    bu nehrin ve bizim önümüzde
    yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp
    düşman ordusu ric'ata mecbur kaldı.

    buna rağmen :
    sene 1922
    ve 15 vilâyet ve sancak
    ve 9 büyük şehir
    düşman elindedir.
    inanılmaz şeyler düşmandadır ki
    bunların arasında :
    7 göl, 11 nehir
    ve köklerinde baltamızın yarası
    ve yangınlarıyla bizim olan
    yüz kere yüz bin dönüm orman,
    bir tersane, iki silâh fabrikası,
    ve 19 körfez ve liman ki
    belki birçoğunun
    rıhtımı,
    mendireği,
    kırmızı, yeşil fenerleri yoktur
    ve belki sularında
    ateş kayıklarının ışıltısından başka ışık yanmadı,
    fakat onlar
    tahta iskeleleri ve kederli balıkçılarıyla bizimdiler.
    sonra, 3 deniz,
    6 kol tren hattı,
    sonra, göz alabildiğine yol :
    sılaya gittiğimiz,
    gurbette göründüğümüz
    ve neden
    ve niçin olduğunu sormadan
    çöle, çanakkale'ye,
    ölüme gittiğimiz yol
    ve sonra toprak
    ve o toprağın insanları :
    uşak tezgâhlarının halı dokuyanları,
    klaptan işlemeli eğerleriyle meşhur
    manisa'lı saraçlar,
    yol kıyılarında ve istasyonlarda açlar
    ve kurnaz
    ve cesur
    ve ağırbaşlı ve çapkın
    ve kütleleriyle delikanlı
    istanbul ve izmir işçileri
    ve zahire ve kantariye tâcirleriyle eşraf ve âyân,
    kıl çadırlı yürükleri aydın'ın,
    ve sonra, ırgat,
    ortakçı,
    maraba,
    davarlı ve davarsız,
    yarım meşin çizmeli
    ve ham çarıklı köylüler.
    15 vilâyet ve sancak
    ve 9 büyük şehir
    düşman elindedir.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 77.
    0
    Gordunuz mu simdi ananizin amini!
    dagilin simdi gotunu gibtigimin liseli akp'lileri!
    ···
  3. 78.
    0
    mehtaplı bir gece,
    gümüş bir kutunun içindesin :
    ortalık öyle bir tuhaf aydınlık, öyle ıssız.
    ya çok seslidir
    ya hiç ses vermez mehtaplı gece zaten.

    yatıyor filintasının arkasında kartallı kâzım.
    kız gibi osmanlı filintası.
    parlıyor arpacık
    namlının ucunda :
    yüz yıllık yoldaymış gibi uzak
    ve bir damlacık.

    kâzım emir aldı merkezden :
    gebze'deki ingiliz'in tercümanı vurulacak.
    köylerde teşkilât kurmuş tercüman mansur :
    satıyor bizimkileri.

    kâzım iyi hesaplamış herifin geçeceği yeri.
    işte sökün etti mansur karşıdan :
    beygirin üzerinde.
    beygir yüksek,
    ingiliz kadanası.
    kendi halinde yürüyor hayvan
    ortasında demiryolunun
    sallana sallana,
    ağır ağır.
    tercüman herhalde bırakmış dizginleri,
    başı sallanıyor,
    belki de uyuyor üzerinde beygirin.

    yaklaştıkça büyüyor herif.
    zaten mehtapta heybetli görünür insan.

    arada kaldı kalmadı dört yüz adım,
    namlıyı kaldırdı birazcık kâzım,
    nişan aldı sallanan başına mansur'un.
    soldaki yamaçtan bir taş parçası düştü.
    bir kuş uçtu sağdaki ağaçtan,
    -ağaç çınar-.
    kuş ürkmüş olacak.
    çevrildi kâzım'ın başı kuşun uçtuğu yana,
    mehtapla yüz yüze geldiler.
    mehtap koskocaman,
    desdeğirmi,
    bembeyaz.
    ve kâzım'ın gözünü aldı âdeta.
    zaten bu yüzden,
    tekrar göz, gez, arpacık
    ve filintayı ateşlediği zaman
    ilk kurşun mansur'un başını delecek yerde
    galiba omuzuna girdi.
    herif «hınk» dedi bir,
    beygirin başını çevirdi
    dörtnal kaçıyor.
    yetiştirdi ikinci kurşunu kâzım.
    beygirin üstünde sola yıkıldı mansur.
    üçüncü kurşun.
    tercüman düştü beygirden.
    fakat bir ayağı üzengiye takılı kalmış,
    sürüklendi kaçan hayvanın peşinde biraz,
    sonra kurtuldu ki ayağı
    yıkılıp kaldı olduğu yerde.
    yamaca sardı beygir.
    kalktı kâzım,
    yürüdü mansur'a doğru,
    üzerinden kâatları alacak.
    arada dört telgraf direği yalnız,
    ellişerden iki yüz metre eder.
    mansur doğruldu ansızın,
    kaçıyor bayır aşağı.
    filintayı omuzladı kâzım.
    dördüncü kurşun.
    yıkıldı herif.
    koştu kâzım.
    doğruldu yine mansur.
    yürüyor sarhoş gibi sallanarak,
    kaçmıyor artık,
    yürüyor.
    kâzım da bıraktı koşmayı.
    deniz kıyısına indiler.
    orda boş bir fabrika var,
    bir de beyaz bir ev,
    tahta iskelesi iner denizin içine kadar.
    mansur suya giriyor,
    kâatlar ıslanacak.
    beşinci kurşunu yaktı kâzım.
    suya düşüp kaldı önde giden
    ve kâzım tazelerken şarjörü
    bir ışık yandı beyaz evde,
    bir pencere açıldı.
    galiba bir kadın baktı dışarıya..
    boğazlanıyormuş gibi bağırdı mansur.
    pencere kapandı,
    ışık söndü.
    tercüman attı kendini tahta iskeleye.
    art ayakları kırılmış bir hayvan gibi sürünüp tırmanıyor.
    hay anasını,
    ay da denize düşmüş
    toplanıp dağılıyor,
    dağılıp toplanıyor.
    velhasıl,
    lâfı uzatmıyalım,
    mansur'un işini bıçakla bitirdi kâzım.
    kâatlar kan içindeydi.
    fakat kan kapatmıyor yazıyı...

    namussuzun biriydi mansur,
    muhakkak.
    düşmana satılmıştı,
    orası öyle.
    kaç kişinin başını yedi,
    malûm.
    ama ne de olsa
    mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
    demek istediğim,
    böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
    ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
    üzüntü çekmemek için,
    ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
    yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
    kâzım'ınki taştan değildi çok şükür,
    fakat namuslu.
    ne malûm? dersen :
    dövüştü pir aşkına,
    yaralandı birkaç kere
    ve saire.
    ve kavga bittiği zaman
    ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman.
    kavgadan önce kartal'da bahçıvandı,
    kavgadan sonra kartal'da bahçıvan...
    Tümünü Göster
    ···
  4. 79.
    0
    atam izindeyiz

    atam, hala yaşıyorsak:
    edepsizlik sayesinde!
    altı oku soruyorsan,
    politika dehlizinde!

    hele partin senden sonra,
    devrimlerin tavizinde!
    vasfedeyim halimizi,
    kalemime ver izin de!

    yobazlarla gericiler,
    onlar bizden daha zinde!
    ’atam, atam..’ derler ama,
    bir adınız var sizin de..

    halkçılıkla devletçilik:
    anlatamam, çok hazin de..
    çoktanberi sahteciler,
    ağır çeker her vezinde!
    tek umut var, o da yalnız,
    amerikan dövizinde!

    sorma ata’m, halimizi,
    hal mi kaldı anlatacak..
    i̇şte geldik dizindeyiz!
    yata yata çok yorulduk,
    tatil yaptık, izindeyiz!

    sanayide henüz daha,
    cafer için lazım diye,
    amerikan bezindeyiz!
    geçeceğiz avrupa’yı
    ama şimdi izindeyiz!

    hocamız var, hacımız var,
    uçan kuşa borcumuz var,
    el oğlunun ağzındayız!
    ama bizi zor bulurlar,
    bahar, yaz, kış izindeyiz!

    evet, doğru söylemişsin:
    ’türk milleti çalışkandır! ’
    biz de senin tezindeyiz!
    dinlenmekten yorulduk da,
    onun için izindeyiz!

    zinde kuvvet diye söz var,
    kimse bilmez adresini,
    ah izindeyiz, vah izindeyiz!
    bugün değil, bu yıl değil,
    çoktan beri izindeyiz!

    i̇lerledik ata’m öyle,
    şimdi görsen tanımazsın:
    amerikan tarzındayız!
    arasan da bulamazsın,
    otuz yıdır izindeyiz
    ···
  5. 80.
    0
    hava kurşun gibi ağır
    bağır bağır bağır bağırıyorum...
    koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...

    o diyor ki bana:
    — sen kendi sesinle kül olursun ey!
    kerem gibi yana yana...
    dert çok, hemdert yok
    yüreklerin kulakları sağır...
    hava kurşun gibi ağır...

    ben diyorum ki ona:
    — kül olayım kerem gibi yana yana.
    ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
    nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..

    hava toprak gibi gebe.
    hava kurşun gibi ağır.
    bağır bağır bağır bağırıyorum.
    koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
    ···
  6. 81.
    0
    yedinci bap

    922 ağustos ayi
    ve
    kadinlarimiz
    ve
    6 ağustos emri
    ve
    bir âletle bir insanin hikâyesi

    ayın altında kağnılar gidiyordu.
    kağnılar gidiyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.
    toprak öyle bitip tükenmez,
    dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişmiyecekti.
    kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
    ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık, kısacıktılar,
    ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak
    ve topraktı.
    gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    ve kadınlar
    birbirlerinden gizliyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    ve kadınlar,
    bizim kadınlarımız :
    korkunç ve mübarek elleri,
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yârimiz
    ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve karasabana koşulan
    ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu akşehir üstünden afyon'a doğru.

    «6 ağustos emri» verilmiştir.
    birinci ve ikinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
    yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
    98956 tüfek,
    325 top,
    5 tayyare,
    2800 küsur mitralyöz,
    2500 küsur kılıç
    ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
    ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
    kımıldanıyordu gecenin içinde.
    gecenin içinde toprak.
    gecenin içinde rüzgâr.
    hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
    gecenin içinde :
    insanlar, âletler ve hayvanlar,
    demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
    korkunç
    ve sessiz emniyetlerini
    birbirlerine sokulmakta bulup,
    kocaman, yorgun ayakları,
    topraklı elleriyle yürüyorlardı.
    ve onların arasında
    birinci ordu ikinci nakliye taburu'ndan
    istanbullu şoför ahmet
    ve onun kamyoneti vardı.
    bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
    ihtiyar,
    cesur,
    inatçı ve şirret.
    kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
    şasinin altına, dingilin üzerine
    budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
    ve kalb ağrılarıyla
    ve on kilometrede bir
    karanlığa yaslanıp durduğu halde
    ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
    şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
    «6 ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
    «... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
    ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
    100 kadar serî otomobil... » diye bahsediliyordu.
    ihzar ve teşkil olunanlar,
    bu meyanda ahmet'in kamyoneti,
    insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
    afyon - ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

    ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
    bu şarkı nihaventtir
    ve beyaz tenteli sandalları,
    siyah mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    bir deniz kıyısındadır şehir.

    vantilâtörde adedi devir
    düşüyor gibi.
    arkadaşlar ileri geçtiler.
    ay battı.
    manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

    sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür'ü,
    kalk,
    sıra servilerin önünden yürü,
    çeşmeyi geç,
    mektep bahçesi, medreseler,
    orda, harbiye nezareti'nin arka duvarında
    siyah çarşaflı bir kadın
    çömelip yere
    darı serper güvercinlere
    ve papelciler
    şemsiye üstünde papaz açarlar.

    motor mızıkçılık ediyor,
    bizi dağ başlarında bırakacak meret.

    ne diyorduk oğlum ahmet?
    dökmeciler sağda kalır,
    derken, uzunçarşı'ya saparken,
    köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
    «hikâyei billûr köşk»,
    altı cilt «tarihi cevdet»
    ve «fenni tabâhat».
    tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
    yani yemek pişirmek.
    hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
    yaldızlı kuyruğundan tutup
    bir salkım üzüm gibi yersin.

    ilerde bir süvari kolu gidiyor,
    saptılar sola.

    uzunçarşı'yı dikine inersin.
    sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
    ve sen istanbullu,
    sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
    şaşarsın istanbullulara :
    ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
    rüstem paşa camii.
    urgancılar.
    urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
    ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
    urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
    zindankapı, babacafer.
    uzakta balıkpazarı.
    kuruyemişçiler.
    yemiş iskelesindeyiz :
    sandalları, mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    yüzüne hasret kaldığım deniz.

    sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
    inip
    baksam...

    yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
    eyüp'te niyet kuyusu'na gittikti.
    elleri yumuk yumuk,
    bacakları biraz çarpıktı ama,
    yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
    kaşları da hilâl gibi çekikti.
    tam kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

    lastik hava kaçırıyor.
    derdine deva bulmazsak eğer...
    dur bakalım babacafer...

    üç numrolu kamyonet durdu.
    karanlık.
    kriko.
    pompa.
    eller.
    küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
    lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
    ahmet hatırladı :
    bir gece nüzüllü babaannesini
    sedirden sedire taşırken
    kadıncağız...

    iç lastik boydan boya patladı.
    yedek?
    yok.
    dağlarda avaz avaz
    imdat istemek?

    sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
    hem, hani bir koyun varmış,
    kendi bacağından asılan bir koyun.
    süleymaniyeli şoför ahmet
    soyun...

    soyundu.
    ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
    ve kırmızı kuşak,
    ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
    bırakarak
    dış lastiğin içine girdiler,
    şişirdiler.

    bu şarkı nihaventtir.
    deniz kıyısında bir şehir...
    beyaz başörtüsü...

    saatta elli yapıyoruz...
    dayan ömrümün törpüsü,
    dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet'i,
    dayan arslan...

    hiçbir zaman
    böyle merhametli bir ümitle sevmedi
    hiçbir insan
    hiçbir âleti...
    Tümünü Göster
    ···
  7. 82.
    0
    atam izindeyiz

    atam, hala yaşıyorsak:
    edepsizlik sayesinde!
    altı oku soruyorsan,
    politika dehlizinde!

    hele partin senden sonra,
    devrimlerin tavizinde!
    vasfedeyim halimizi,
    kalemime ver izin de!

    yobazlarla gericiler,
    onlar bizden daha zinde!
    ’atam, atam..’ derler ama,
    bir adınız var sizin de..

    halkçılıkla devletçilik:
    anlatamam, çok hazin de..
    çoktanberi sahteciler,
    ağır çeker her vezinde!
    tek umut var, o da yalnız,
    amerikan dövizinde!

    sorma ata’m, halimizi,
    hal mi kaldı anlatacak..
    i̇şte geldik dizindeyiz!
    yata yata çok yorulduk,
    tatil yaptık, izindeyiz!

    sanayide henüz daha,
    cafer için lazım diye,
    amerikan bezindeyiz!
    geçeceğiz avrupa’yı
    ama şimdi izindeyiz!

    hocamız var, hacımız var,
    uçan kuşa borcumuz var,
    el oğlunun ağzındayız!
    ama bizi zor bulurlar,
    bahar, yaz, kış izindeyiz!

    evet, doğru söylemişsin:
    ’türk milleti çalışkandır! ’
    biz de senin tezindeyiz!
    dinlenmekten yorulduk da,
    onun için izindeyiz!

    zinde kuvvet diye söz var,
    kimse bilmez adresini,
    ah izindeyiz, vah izindeyiz!
    bugün değil, bu yıl değil,
    çoktan beri izindeyiz!

    i̇lerledik ata’m öyle,
    şimdi görsen tanımazsın:
    amerikan tarzındayız!
    arasan da bulamazsın,
    otuz yıdır izindeyiz
    ···
  8. 83.
    0
    sekizinci bap

    26 ağustos gecesinde saatlar
    iki otuzdan beş otuza kadar
    ve
    izmir rihtimindan akdeniz'e
    bakan nefer

    saat 2.30.

    kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu kocatepe'den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    düşman üç saatlik yerdedir
    ve hıdırlık-tepesi olmasa
    afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    küzeydoğuda güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    ovada akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    akarçay dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    ve kocaman çiçekleri eflâtun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    ve afyon önünde
    altıgözler köprüsü'nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve konya tren hattına rastlayıp yolda
    büyükçobanlar köyü'nü solda
    ve kızılkilise'yi sağda bırakıp
    gider.

    düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, yunan'dan önce ve seferberlik'ten evvel
    selimşahlar çiftliği'nde ırgatlık ederken manisa'da
    geçerdi gediz'in sularını başı dönerek.

    dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saatı sordu.
    paşalar : «üç,» dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlıyacaktı.

    saat 3.30.

    halimur - ayvalı hattı üzerinde
    manga mevziindedir.

    izmirli ali onbaşı
    (kendisi tornacıdır)
    karanlıkta gözyordamıyla
    sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer :
    sağda birinci nefer
    sarışındı.
    ikinci esmer.
    üçüncü kekemeydi
    fakat bölükte
    yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
    dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
    tezkere alıp urfa'ya girdiği akşam.
    altıncı,
    inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
    kardeşleri onu mahkemeye verdiler
    ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona «deli erzurumlu» derdiler.
    yedinci, mehmet oğlu osman'dı.
    çanakkale'de, inönü'nde, sakarya'da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan
    daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    sekizinci,
    ibrahim,
    korkmıyacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
    birbirine böyle vurmasalar.
    ve izmirli ali onbaşı biliyordu ki :
    tavşan korktuğu için kaçmaz
    kaçtığı için korkar.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 84.
    0
    bir gün hırsız ile pic arkadaş olur beraber yemeğe giderler. hırsız bine: "bana binliği öğretir misin?"der. bin de: "sen bana hırsızlığı öğretirsen öğretirim"der. hırsız yandaki adamın cüzdanını çalar ve: "işte böyle şimdi sen bana binliği öğret" der. bin de: "amca bu senin cüzdanını çaldı" der.
    ···
  10. 85.
    0
    saat 4.

    ağzıkara - söğütlüdere mıntıkası.
    on ikinci piyade fırkası.
    gözler karanlıkta, uzakta.
    eller yakında, makanizmalar üzerinde.
    herkes yerli yerinde.
    tabur imamı
    mevzideki biricik silâhsız adam :
    ölülerin adamı,
    kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
    durdu boyun büküp
    el kavuşturup
    sabah namazına.
    içi rahattır.
    cennet, ebedî bir istirahattır.
    ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
    meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
    cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.

    saat 4.45.

    sandıklı civarı.
    köyler.
    sarkık, siyah bıyıklı süvari,
    çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
    çukurova beygiri
    kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
    dizkapaklarında kan,
    kantarmasında köpük...
    ikinci süvari fırkası'ndan dördüncü bölük,
    atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
    geride, köylerde bir horoz öttü.
    ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
    ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
    karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
    bir başka horoz vardır :
    baltaibik, sütbeyaz bir denizli horozu.
    düşmanlar herhal onu çoktan kesip
    çorbasını yapmışlardır...

    saat beşe on var.

    kırk dakka sonra şafak
    sökecek.
    «korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
    tınaztepe'ye karşı kömürtepe güneyinde,
    on beşinci piyade fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
    ve onların genci, uzunu,
    darülmuallimin mezunu
    nurettin eşfak,
    mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
    konuşuyor :
    -bizim istiklâl marşı'nda aksıyan bir taraf var,
    bilmem ki, nasıl anlatsam,
    âkif, inanmış adam,
    fakat onun, ben,
    inandıklarının hepsine inanmıyorum.
    meselâ, bakın :
    «gelecektir sana vaadettiği günler hakkın.»
    hayır,
    gelecek günler için
    gökten âyet inmedi bize.
    onu biz, kendimiz
    vaadettik kendimize.
    bir şarkı istiyorum
    zaferden sonrasına dair.
    «kim bilir belki yarın... »

    saat beşe beş var.

    dağlar aydınlanıyor.
    bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
    gün ağardı ağaracak.
    kokusu tütmeğe başladı :
    anadolu toprağı uyanıyor.
    ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
    ve pırıltılar görüp
    ve çok uzak
    çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
    bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
    ön safta, en ön sırada,
    şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

    topçu evvel mülâzımı hasan'ın
    yaşı yirmi birdi.
    kumral başını gökyüzüne çevirdi,
    kalktı ayağa.
    baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
    şimdi bir hamlede o kadar büyük,
    öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
    bütün ömrünü ve hâtırasını
    ve yedi buçukluk bataryasını
    ağlanacak kadar küçük buluyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 86.
    0
    atam izindeyiz

    atam, hala yaşıyorsak:
    edepsizlik sayesinde!
    altı oku soruyorsan,
    politika dehlizinde!

    hele partin senden sonra,
    devrimlerin tavizinde!
    vasfedeyim halimizi,
    kalemime ver izin de!

    yobazlarla gericiler,
    onlar bizden daha zinde!
    ’atam, atam..’ derler ama,
    bir adınız var sizin de..

    halkçılıkla devletçilik:
    anlatamam, çok hazin de..
    çoktanberi sahteciler,
    ağır çeker her vezinde!
    tek umut var, o da yalnız,
    amerikan dövizinde!

    sorma ata’m, halimizi,
    hal mi kaldı anlatacak..
    i̇şte geldik dizindeyiz!
    yata yata çok yorulduk,
    tatil yaptık, izindeyiz!

    sanayide henüz daha,
    cafer için lazım diye,
    amerikan bezindeyiz!
    geçeceğiz avrupa’yı
    ama şimdi izindeyiz!

    hocamız var, hacımız var,
    uçan kuşa borcumuz var,
    el oğlunun ağzındayız!
    ama bizi zor bulurlar,
    bahar, yaz, kış izindeyiz!

    evet, doğru söylemişsin:
    ’türk milleti çalışkandır! ’
    biz de senin tezindeyiz!
    dinlenmekten yorulduk da,
    onun için izindeyiz!

    zinde kuvvet diye söz var,
    kimse bilmez adresini,
    ah izindeyiz, vah izindeyiz!
    bugün değil, bu yıl değil,
    çoktan beri izindeyiz!

    i̇lerledik ata’m öyle,
    şimdi görsen tanımazsın:
    amerikan tarzındayız!
    arasan da bulamazsın,
    otuz yıdır izindeyiz
    ···
  12. 87.
    0
    atam izindeyiz

    atam, hala yaşıyorsak:
    edepsizlik sayesinde!
    altı oku soruyorsan,
    politika dehlizinde!

    hele partin senden sonra,
    devrimlerin tavizinde!
    vasfedeyim halimizi,
    kalemime ver izin de!

    yobazlarla gericiler,
    onlar bizden daha zinde!
    ’atam, atam..’ derler ama,
    bir adınız var sizin de..

    halkçılıkla devletçilik:
    anlatamam, çok hazin de..
    çoktanberi sahteciler,
    ağır çeker her vezinde!
    tek umut var, o da yalnız,
    amerikan dövizinde!

    sorma ata’m, halimizi,
    hal mi kaldı anlatacak..
    i̇şte geldik dizindeyiz!
    yata yata çok yorulduk,
    tatil yaptık, izindeyiz!

    sanayide henüz daha,
    cafer için lazım diye,
    amerikan bezindeyiz!
    geçeceğiz avrupa’yı
    ama şimdi izindeyiz!

    hocamız var, hacımız var,
    uçan kuşa borcumuz var,
    el oğlunun ağzındayız!
    ama bizi zor bulurlar,
    bahar, yaz, kış izindeyiz!

    evet, doğru söylemişsin:
    ’türk milleti çalışkandır! ’
    biz de senin tezindeyiz!
    dinlenmekten yorulduk da,
    onun için izindeyiz!

    zinde kuvvet diye söz var,
    kimse bilmez adresini,
    ah izindeyiz, vah izindeyiz!
    bugün değil, bu yıl değil,
    çoktan beri izindeyiz!

    i̇lerledik ata’m öyle,
    şimdi görsen tanımazsın:
    amerikan tarzındayız!
    arasan da bulamazsın,
    otuz yıdır izindeyiz
    ···
  13. 88.
    0
    yüzbaşı sordu :
    - saat kaç?
    - beş.
    - yarım saat sonra demek...

    98956 tüfek
    ve şoför ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün âletleriyle
    ve vatan uğrunda,
    yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
    birinci ve ikinci ordular
    baskına hazırdılar.

    alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
    beygirinin yanında duran
    sarkık, siyah bıyıklı süvari
    kısa çizmeleriyle atladı atına.
    nurettin eşfak
    baktı saatına :
    - beş otuz...
    ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz...

    sonra.
    sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    bunlar :
    karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

    sonra.
    sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
    aslıhanlar civarında
    30 ağustosa kadar.

    sonra.
    sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
    esirler arasında general trikopis :
    alaturka sopa yemiş bir temiz
    ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

    yaralı bir düşman ölüsüne takıldı nurettin eşfak'ın ayağı.
    nurettin dedi ki : «teselyalı çoban mihail,»
    nurettin dedi ki : «seni biz değil,
    buraya gönderenler öldürdü seni... »

    sonra.
    sonra, 31 ağustos günü
    ordularımız izmir'e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan
    deli erzurumluydu.
    devrildi.
    kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    baktı yukarı,
    baktı karşıya.
    gözler hayretle yandılar :
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü
    ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
    sonra...
    sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
    ve deli erzurumlu ölürken kederinden
    yüzlerini toprağa döndüler...

    solda, ilerdeydi ali onbaşı.
    kan içindeydi yüzü gözü.
    bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    kaçanı kovalamıyordu yalnız
    ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor
    yaratıyordu da.
    ve kılıçların,
    nalların,
    ellerin
    ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
    ali onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
    ve şu türküyü duydu :
    «dörtnala gelip uzak asya'dan
    akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket bizim.

    bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim...

    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim... »>

    sonra.
    sonra, 9 eylülde izmir'e girdik
    ve kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
    öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
    güneyden kuzeye,
    doğudan batıya,
    türk halkıyla beraber
    seyretti izmir rıhtımından akdeniz'i.

    ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    câhil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 89.
    0
    @1 işler atom reaktörleri işler...

    ben de sana işleyeceğim birazdan kara gözlüm.
    ···
  15. 90.
    0
    JAPON BALIKÇISI

    Denizde bir bulutun öldürdüğü
    Japon balıkçısı genç bir adamdı.
    Dostlarından dinledim bu türküyü
    Pasifikte sapsarı bir akşamdı.

    Balık tuttuk yiyen ölür.
    Elimize değen ölür,
    Bu gemi bir kara tabut,
    Lumbarından giren ölür.

    Balık tuttuk yiyen ölür
    Birden değil ağır ağır,
    Etleri çürür dağılır.
    Balık tuttuk yiyen ölür.

    Elimize değen ölür,
    Tuzla güneşle yıkanan
    Bu vefalı, bu çalışkan
    Elimize değen ölür.
    Birden değil ağır ağır
    Etleri çürür, dağılır,
    Elimize değen ölür...

    Badem gözlüm beni unut,
    Bu gemi bir kara tabut,
    Lumbarından giren ölür.
    Üstümüzden geçti bulut.

    Badem gözlüm beni unut
    Boynuma sarılma gülüm,
    Benden sana geçer ölüm
    Badem gözlüm beni unut.

    Bu gemi bir kara tabut.
    Badem gözlüm beni unut.
    Çürük yumurtadan çürük
    Benden yapacağın çocuk.
    Bu gemi bir kara tabut
    Bu deniz bir ölü deniz.
    insanlar ey, nerdesiniz?
    Nerdesiniz?
    ···
  16. 91.
    0
    @58 aziz nesini agzina alma pekekent . sizin gibi gavatlar yakmak istedi onu
    ···
  17. 92.
    -1
    @77 gibTiR GiT... HEPSi ERGENOKON iŞi! YARRAM HALA GÖREMiYOR MUSUNUZ AKLINIZI MANTIĞINIZ ÜST ÜSTE KOYUP gibEYiM... DAHA DA DAVOS'A GELMEM... NE HALiNiZ VARSA GÖRÜN.
    ···
  18. 93.
    0
    Keşke hepinizde nazım hikmet gibi Memleket sevgisi olsa der giderim gayrı.
    ···
  19. 94.
    0
    siz ne anlarsınız amk ameleleri nazım hikmet'ten akımından vs.
    ···
  20. 95.
    0
    @ 1 gibtirgit ocakta pilav ye çay iç orrrrrrrrrrrrrrrrrooooooooossssssssspppuuuuuuuuuuuu çocuğuuuuuuuuuuuuuuuu
    ···