-
51.
-1@37 lan gibik necip fazil ataturke hakaret etmis bi huur çocugudur gibik !!!
-
52.
0NECiP FAZIL ATATÜRK'E HAKARET ETMEDi... SADECE AYASOFYA KONUSUNDA KIRGINDI VE MiLLETiN DÜŞÜNCELERiNi SESLENDiRDi... HERKES SiZiN GiBi DÜŞÜNMEK ZORUNDA DEĞiL LAN muallakLER... gibTiRiN GiDiN SiZiN GiBi YAŞAMAK ZORUNDA DEĞiL MiLLET... HERKES NE HALi VARSA GÖRÜR... DAĞILIN gibERiM.
-
53.
0@1 nihal atsiz beyler.
-
54.
+1necip fazıl sübyancının önde gidenidir kızların bacaklarına methiyeler düzdüğü şiiri var ara amk
-
55.
0NECiP FAZIL ALAYINIZI ATATÜRK OLiMPiYAT STADINDA SIRAYA DiZiP DERS VERiR LAN muallakLER gibTiRiN GiDiN... TOPLANAN KALABALIKTA TEK LAF EDiP CEVAP VEREMEZ.
-
56.
-1nazim hikmet ahmed arif ile beraber turkiyeye gelmis gecmis en iyi sairdir . bunu kabullenmeyen ulkculerinde anasini avradini gibim . simdi dagilabilirsiniz
-
57.
-1@44 ANAN GÜZEL GALiBA... NECiP FAZIL ÖYLE BiR ŞiiRi YOK... BEYLER @44 CHP'Li DURMAK YOK tak ATMAYA DEVAM... NECiP FAZIL'IN O ŞiiRiNi BUL LAN YOK ÖYLE BiŞEY iFTiRACI OÇ... OLUM SiZiN SEVDiĞiNiZ ŞAiRLERiN ALAYI TOPLANSA O ADAMIN YAZDIĞI TEK BiR KITANIN GÜZELLiĞiNi VERECEK ŞiiR YAZAMAZLAR TAMAM MI? DAĞILIN gibERiM.
-
58.
+1onlarTümünü Göster
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
birinci bap
yil 1918-1919
ve
karayilan hikâyesi
ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
istanbul 918 teşrinlerinde,
izmir 919 mayısında
ve manisa, menemen, aydın, akhisar :
mayıs ortalarından
haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar...
adana,
antep,
urfa,
maraş :
düşmüş
dövüşüyordu...
ateşi ve ihaneti gördük.
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
ateşi ve ihaneti gördük.
murat nehri, canik dağları ve fırat,
yeşilırmak, kızılırmak,
gültepe, tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli ingiliz'i.
ve aksu'yla köpsu,
karagöl'le söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, âşık ölü,
şapkası horoz tüylü italyan'ı gördü.
ve çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve seyhan ve ceyhan
ve kara gözlü yürük kızı,
gördü mavi üniformalı fransız'ı.
ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
eşraf ve âyân ve mütehayyizânın çoğu
ve ağalar :
bağdasar ağa'dan
kellesi büyük mehmet ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, zütürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
ve bizim tarafa geçenler oldu
tunuslu ve hindli kölelerden.
ve türkistanlı hacı ahmet,
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.
ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık izmir'de, aydın'da,
adana'da dayandık,
dayandık, urfa'da, maraş'ta, antep'te.
antepliler silâhşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
karayılan
karayılan olmazdan önce
antep köylüklerinde ırgattı.
belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur,
onun atı, silâhı, toprağı yoktu.
boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
karayılan
karayılan olmazdan önce.
düşman antep'e girince
antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
antep çetin yerdir.
kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri...
düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
düşman tutmuştu tepeleri.
akan : antep'in kanıydı.
düz ovada bir gül fidanıydı
karayılan'ın
karayılan olmazdan önceki siperi.
bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
fakat düşmanın topu vardı.
ve ne çare, kader,
düz ovayı antepliler
düşmana bırakacaklardı.
«karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler antep'i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
hayvan devrildi kaldı.
karayılan
karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı anteplileri,
seğirttiler peşince.
düşmanı tepelerde yediler.
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
karayilan dediler.
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür... »
ve biz de bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca nâmı yürüyen
karayılan'ı
ve anteplileri
ve antep'i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destânımızın birinci bâbına koyduk. -
59.
0BUNLAR MEDENi GEÇiNENLER... ZUAHHAH... takUM GiBi YAŞANTINIZDA GÜZEL takA BULANMALAR.
-
60.
+1lan muallak liseliler, amk'nun fasitleri, ummetciler!
nazim gibsin sizin ananizi!
alin bakim siir nasil olurmus...
Bakin ne diyor Nazim Hikmet!
"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğun,
bu davet bizim...
Yaşamak bir agaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi KARDEŞÇESiNE,
bu hasret bizim... "
Bi daha gibim gotunuzu! -
61.
0ikinci bapTümünü Göster
yil yine 1919
ve
istanbul'un hâli
ve
erzurum ve sivas kongreleri
ve
kambur kerim'in hikâyesi
biz ki istanbul şehriyiz,
seferberliği görmüşüz :
kafkas, galiçya, çanakkale, filistin,
vagon ticareti, tifüs ve ispanyol nezlesi
bir de ittihatçılar,
bir de uzun konçlu alman çizmesi
914'ten 18'e kadar
yedi bitirdi bizi.
mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir istanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
ve lâkin tarabya'da, pötişan'da ve ada'da kulüp'te
aktı ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
miloviç de beyaz at gibi bir karı.
bir de sakalı halife'nin,
bir de vilhelm'in bıyıkları.
biz ki istanbul şehriyiz,
güzelizdir,
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
öfkeli, büyük bir şair :
«ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir»
demiş
bize
ve bir başkası,
yekpare acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.
biz ki istanbul şehriyiz,
işte, arzederiz halimizi
türk halkının yüce katına.
mevsim yazdır,
919'dur.
ve teşrinlerinde geçen yılın
dört düvele teslim ettiler bizi,
gözü kanlı dört düvele
anadan doğma çırılçıplak.
ve kurumuştu
ve kan içindeydi memelerimiz.
biz ki istanbul şehriyiz,
fransız, ingiliz, italyan, amerikan
bir de yunan,
bir de zavallı afrika zencileri
yer bitirir bizi bir yandan,
bir yandan da kendi köpek döllerimiz :
vahdettin sultan,
ve damadı ferit
ve ingiliz muhipleri
ve mandacılar.
biz ki istanbul şehriyiz,
yüce türk halkı,
malûmun olsun çektiğimiz acılar...
919 temmuzunun 23'üncü günü
pek mütevazı bir mektep salonunda
in'ikad etti erzurum kongresi.
erzurum'un kışı zorludur balam,
tandırında tezek yakar erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.
erzurum'da kavaklar, balam,
erzurum'da kavaklar tane tane,
kavaklarda tane tane yapraklar.
ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.
erzurum'un düzdür, topraktır damı.
erzurum güzelleri giyer, balam,
incecik ak yünden ehramı.
yürek boynun büker, balam,
erzurumlu türkülere.
halim selimdir erzurum'un adamı
ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...
erzurum'da on dört gün sürdü kongre :
orda, mazlum milletlerden bahsedildi
bütün mazlum milletlerden
ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.
orda, bir şûrayı millî'den bahsedildi,
iradei milliyeye müstenit bir şûrayı millî'den.
buna rağmen,
«âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
«makamı hilâfet ve saltanata.»
hattâ casuslar vardı içerde.
buna rağmen,
«bütün aksâmı vatan birküldür» denildi.
«kabul olunmaz,» denildi,
«manda ve himaye... »
buna rağmen,
istanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
türk halkından kesmişlerdi umudu.
yağdırıldı telgraflar erzurum'a :
«amerikan mandası altına girelim,» diye.
«istiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
memâliki osmaniye'nin cümlesine şâmil
amerikan mandaterliğini talep etmeği
memleketimiz için en nâfi
bir şekli hal kabul ediyoruz.»
fakat bu şekli halli kabul etmedi erzurumlu.
erzurum'un kışı zorludur balam,
buz tutar yiğitlerin bıyığı.
erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
kabullenmez yılgınlığı...
istanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,
tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
ve biçare telgraf telleri
devretmek için amerika'ya anadolu'yu
şöyle diyorlardı erzurum'dakilere :
«bizi bir başımıza bıraksalar,
tarafgirlik, cehalet
ve çok konuşmaktan başka müspet
bir hayat kuramayız.
işte bu yüzden amerika çok işimize geliyor.
filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti amerika.
ne olacak,
biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
sonra yeni dünya'nın sayesinde
istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
bir türkiye vücuda geliverir.
amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
nasıl bir idare kurduğunu
avrupa'ya göstermek ister.
hem artık işi uzatmağa gelmez.
çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»
4 eylül 919'da toplandı sıvas kongresi,
ve 8 eylülde
kongrede bu sefer
yine ortaya çıktı amerikan mandası.
ak koyunla kara koyunun
geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
ve istanbul'dan gelen bazı zevat,
sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
ve ihanetleriyle birlikte
bir de amerikan gazeteci getirmiştiler.
ve erzurumlulardan ve sıvaslılardan ve türk milletinden çok
işbu mister bravn'a güveniyorlardı.
bu zevata :
«istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
denildi.
fakat ayak diredi efendiler :
«mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
dediler,
«herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
dediler,
«hem zaten,»
dediler,
«birbirine mani şeyler değildir
istiklâl ile manda.
ve esasen,»
dediler,
«müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon,
vâridat ise 15 milyon ancak.
ve allah muhafaza buyursun
izmir kalsa yunanistan'da
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
biz erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
dediler.
«onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
hem, istanbul'daki amerikan dostlarımız :
mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
cemiyeti akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.»
ve böylece, bin dereden su getirdi istanbul'dan gelen zevat.
sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
«hey gidi deli gönlüm,»
dedi,
«akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya istiklal, ya ölüm!»
dedi. -
62.
+1kambur kerim de böyle dedi aynen.Tümünü Göster
adapazarlıydı kambur kerim.
seferberlikte ölen babası marangozdu.
seferberlik denince aklına kerim'in :
çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü,
fahri bey çiftliğinde patates toplayıp
kaz gütmek,
mektep kitapları
ve bir de saçları altın gibi sarı
fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.
335'te kerim eskişehir'e gitti,
mektebe, teyzelerine ve dayısına.
dayısı şimendiferde makinistti.
düşman elindeydi eskişehir.
kerim on dört yaşındaydı,
kamburu yoktu.
dümdüzdü fidan gibi
ve dünyaya meraklı bir çocuktu.
dayısı sürmeğe gittiği günler şimendiferi
kerim'e ekmek vermediğinden teyzeleri
(çok uzun saçlı, ihtiyar iki kadın)
hintli askerlerle dost oldu kerim.
bunlar
(şaşılacak şey)
türkçe bilmeyen
ve siyah sakalları, siyah gözleri parlak,
avuçlarının üstü esmer, içi ak
ve tel örgülerin üzerinden
kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardı.
kocaman bir ambarları vardı,
kerim içinde oynardı.
ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,
(şaşılacak şey,
katırların yemesi için)
ve sonra cephane sandıklarıyla silahlar.
bir gün dedi ki makinist dayısı kerim'e :
«ambardan silâh çalıp bana getir,
gâvura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.»
ve ambardan silâh çaldı kerim :
bir
bir tane daha
beş
on.
aldattı hindistanlı dostlarını
zeybekleri daha çok sevdiğinden.
zaten çok sürmedi, parlak kara sakallı amcalar gitti,
kerim geçirdi onları istasyona kadar.
ertesi gün lefke köprüsünü atıp
zeybekler gelince eskişehir'e
dayısı kerim'i elinden tutup
verdi onlara.
ve işte o günden sonra
bugüne kadar
kahraman bir türküdür ömrü kerim'in.
eskişehir'den alıp onu
«kocaeli grubu» paşasına zütürdüler.
çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.
çabucak öğrendi kerim ata binmeyi,
sığırtmaç olmayı
-zaten bilgisi vardı bunda-
kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi,
gizlenmeyi ormanda.
ve bütün bu marifetleriyle kerim
kaç kere ölüme bir kurşun atımı yaklaşarak
ve «geçmiş olsun» dedikleri zaman şaşarak
düşman içinden geçip getirdi haber
zütürdü haber.
onu namlı bir «kaptan» gibi saydı çeteler,
bir oyun arkadaşı gibi sevdi çeteleri o.
ve bir fidan gibi düz
bir fidan gibi cesur
bir fidan gibi vaadeden bir çocuğun
sevinçle oynadığı bu müthiş oyun
sürdü 1337'ye kadar...
kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir :
yüksek
kalın.
gökyüzü gözükmez.
durgun bir geceydi.
hafif yağmur yağmıştı biraz önce.
fakat ıslanmamış ki yerde yapraklar
karanlıkta hışırtılarla yürüyordu beygiri kerim'in.
solda
ilerde
tepenin eteğinde ateş yanıyordu :
«tekneciler» diye anılan
gâvur çetelerinin olmalı.
dallardan damlalar düşüyordu kerim'in yüzüne.
beygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.
ipsiz recep'in yanından dönüyordu kerim.
kâatlar zütürmüş
kâatlar getiriyor.
birdenbire durdu beygir,
heykel gibi,
-tekneciler'in ateşini görmüş olacak-
sonra birdenbire dörtnala kalktı.
şaşırdı kerim.
dizginleri bıraktı.
sarıldı beygirin boynuna.
deli gibi gidiyordu hayvan.
çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.
meşeleri ve gürgenleriyle orman
karanlık bir rüzgâr gibi geçiyor iki yandan.
kim bilir kaç saat böyle gidildi.
orman bitti birdenbire.
-ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı-
ve kerim aynı hızla geldiği zaman
armaşa'nın altında başdeğirmenler'e
beygir ansızın kapaklandı yere,
tekerlendi kerim.
doğruldu.
ve aklına ilk gelen şey
saatına bakmak oldu.
kırılmıştı camı.
bindi beygire tekrar.
hayvan topallıyordu biraz.
uslu uslu yola koyuldular.
sol kulağı kanıyordu kerim'in,
kirezce'ye geldiler
(sapanca'yla arifiye arası),
kerim durdu,
biraz zor nefes alıyordu.
geyve'ye girdi ertesi akşam.
beli o kadar ağrıyordu ki
inemedi beygirden
indirdiler.
kerim'i bir yaylıya bindirdiler.
adapazarı.
sonra belki on gün, belki on beş,
kağnılar, mekkâre arabaları,
sonra, gitgide daralan nefesi,
yahşıhan,
konya,
sile nahiyesi
(burda malûl gaziler için
takma kol ve bacak yapılıyordu),
ve nihayet hatçehan köyünden çıkıkçı şerif usta.
hâlâ rüyalarında görür kerim
incecik bir yoldan eşekle gelip
üzerine doğru eğilen
bu çiçekbozuğu insan yüzünü.
usta, ovdu kerim'i bayıltıncaya kadar.
sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini.
yirmi gün geçti aradan.
ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden
kerim'i kambur çıkardılar. -
63.
+1üçüncü bap
yil 1920
ve
arhaveli ismail'in hikâyesi
ateşi ve ihaneti gördük.
düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
akhisar, karacabey,
bursa ve bursa'nın doğusunda aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 ağustos'u :
uşak düştü.
yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
dumlupınar sırtlarındayız.
nazilli düştü.
ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık
dayanmaktayız.
1920 şubat, nisan, mayıs,
bolu, düzce, geyve, adapazarı :
içimizde hilâfet ordusu,
anzavur isyanları.
ve aynı sıradan,
3 ekim konya.
sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla delibaş
girdi şehre.
alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
ve manavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar zütürdüler.
ve 29 aralık kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani çerkez ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...
ateşi ve ihaneti gördük.
ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
insanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları. -
64.
+1ve çok uzak,Tümünü Göster
çok uzaklardaki istanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı zütürürlerdi.
şimdi, büyük sırlarını zütürüyorlardı.
şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı karadeniz'e.
dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
ingiliz torpitosudur.
ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
şaban reisin beş tonluk takası.
kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
rüzgar :
yıldız - poyraz.
esirlerini bordasına alıp
kayboldu ingiliz torpitosu.
şaban reisin teknesi
ateşten diregiyle gömüldü suya.
arheveli ismail
bu ölen teknedendi.
ve şimdi
kerempe fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
ismail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
arheveli ismail
kendi kendine sordu :
«emanetimizle varabilecek miyiz?»
kendine cevap verdi :
«varmamış olmaz.»
gece, tophane rıhtımında
kamacı ustası bekir usta ona :
«evlâdım ismail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»
ve kerempe fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
ismail, reisinden izin isteyip,
«şaban reis,» deyip,
«emaneti yerine zütürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«allah büyük
ama kayık küçük» demiş yahudi.
ismail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.
elleri kanayarak
çekiyor ismail kürekleri.
ismail rahattır.
kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
ismail unsurunun içinde.
emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
ve ismail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
rüzgâr bocalıyor.
belki karayel gösterecek.
en azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
fakat ismail
ellerine güvenir.
o eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve kemeraltı'nda fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
rüzgâr karayel göstermedi.
yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
ismail beklemiyordu bunu.
dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
ismail şaşırıp bıraktı kürekleri.
ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
bir ürperme geldi ismail'in içine.
ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
sular tekneyi açığa sürüklüyor.
artık hiçbir şey mümkün değil.
kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle ismail.
ilkönce küfretti.
sonra, «elham» okumak geldi içinden.
sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
sonra...
sonra, malûm olmadı insanlara
arhaveli ismail'in âkıbeti... -
65.
0@1 karına mektup yazmıs aç onu oku
-
66.
0dördüncü bapTümünü Göster
nurettin eşfak'in bir mektubu
ve
bir şiiri
kardeşim,
sana bu mektubu ankara'da kuyulu kahvede yazıyorum.
hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
dışarda yağmur...
mektepten istifa ettim.
cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
çocuklarımıza türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede
daha büyük
daha güzel.
biliyorum :
iş bölümünden bahsedeceksin.
fakat, ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
bak, tam sana bunları yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yağmurda harap postallarının meşinini ıslatarak
meclis'in önüne doğru iniyorlar,
istasyona gidecekler.
ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini incelterek marş okuyor genç türk köylüsü :
«ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak... »
yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.
tıraşları uzamış biraz.
elleri büyük ve esmer.
elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
yine birdenbire yunus emre geldi aklıma.
başka türlü anlıyorum ben yunus'u :
bence onda bütün bir devir dile gelmiş türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
bir şiir yazdım,
garip bir şiir,
«türk köylüsü» diye.
bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde şiir yazmak?
her ne hâl ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.
kardeşin
nurettin eşfak
türk köylüsü
topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır
kerem'dir
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, «yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir»,
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip
«-gayrık yeter!... »
demesinler.
bunu bir dediler mi,
«isrâfil sûrunu urur,
mahlûkat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa... » -
67.
0LAF EBELiĞi LAF EBELiĞi... LAF EBELiĞi LAF EBELiĞi... YILLARDIR ATATÜRK'ÜN iZiNDESiNiZ BRAVO ALIN SiZE AZiZ NESiN SiZi ANLATIYOR muallakLER!!!
-
68.
0nefret ediyorum senden ve ideolojinden nazım mezarını gibeyim
-
69.
0beşinci bapTümünü Göster
920'nin 16 marti
ve
manastirli hamdi efendi
ve
reşadiyeli veli oğlu memet'in hikâyesi
«bu hamiyetli ve cesur, manastırlı hamdi efendi olmasaydı, istanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. istanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamıştı. bir ucu ankara'da bulunan telin istanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?»
(nutuk, s. 295, devlet basımevi, istanbul 1938)
920'nin 16 martı.
öğleden evvel
saat onda
makina başında şöyle bir telgraf aldı ankara'daki :
«der-aliye 16/3/1920.
ingilizler bastı bu sabah
şehzadebaşı'ndaki muzika karakolunu.
müsademe edildi.
işgal altına alıyorlar istanbul'u şimdi.
berâyi malûmat arzolunur.
manastırlı hamdi.»
920'nin 16 martı.
harbiye nezareti telgrafhanesi buldu ankara'yı :
«etrafta dolaşıyor ingiliz askerleri.
şimdi işte
ingiliz askerleri giriyorlar nezarete.
işte giriyorlar içeri.
nizamiye kapısına.
teli kes.
ingilizler burdadır.»
920'nin 16 martı.
manastırlı hamdi efendi
buldu ankara'dakini tekrar :
«paşa hazretleri,
harbiye telgrafhanesini de işgal etti ingiliz bahriye askeri
tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
vaziyet vehamet kesbediyor efendim.
paşa hazretleri,
emri devletlerine muntazırım.
16 mart 1920
hamdi»
920'nin 16 martı.
durumu bir daha tekrar etti hamdi efendi :
«sabah bizim asker uykuda iken
ingiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken
askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.
neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup
ingilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp
beyoğlu ve tophane'yi işgal edip.
işte beyoğlu telgrafhanesi de yok.
işte beyoğlu telgraf memurları geldiler.
kovmuşlar.
burası da işgal olunacaktır bir saata kadar.
şimdi haber aldım efendim.»
920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü,
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ingiliz'in hepsi değil domuzu
sabaha karşı aldı canımızı.
920'nin 16 martı
basıldı vezneciler'de karargâh.
uyan be tosunum uyan.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
üçümüz : abdullah çavuş, şarkışla'dan osman,
bir de zileli abdülkadir.
920'nin 16 martı
bozdoğan kemeri'nde
kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.
920'nin 16 martı
uykuda kesti kâfir üçümüzü.
soktu osman'ın karnına kasaturayı,
bastı göğsüne kâfirin dizi.
dört çocuk babasıydı abdullah çavuş.
doymadı dünyasına abdülkadir.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.
920'nin 16 mart sabahı,
karakolun karşısında
bırakmadım elimden silâhı,
yere serdim iki ingiliz'i.
senin ırzını kurtardım istanbul'um,
sana can feda çakır gözlü gülüm.
üçümüzü uykuda kesti kâfir,
kurşuna dizdi ikimizi.
şimdi üçümüz :
abdullah ve osman ve abdülkadir,
taşları yan yana yatar eyüp'te.
arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
belki maşrıkta, belki mağripte,
biz de bilemeyiz yerini.
uykuda kestiler üçümüzü,
kurşuna dizdiler ikimizi,
ahmet oğlu nasuh arkadaşımın adı,
reşadiyeli veli oğlu memet benimkisi.
bir de altıncımız var,
kara kaytan bıyıklı bir şehit,
son mekânı şöyle dursun,
adını da bilen yok... -
70.
0atam izindeyiz
atam, hala yaşıyorsak:
edepsizlik sayesinde!
altı oku soruyorsan,
politika dehlizinde!
hele partin senden sonra,
devrimlerin tavizinde!
vasfedeyim halimizi,
kalemime ver izin de!
yobazlarla gericiler,
onlar bizden daha zinde!
’atam, atam..’ derler ama,
bir adınız var sizin de..
halkçılıkla devletçilik:
anlatamam, çok hazin de..
çoktanberi sahteciler,
ağır çeker her vezinde!
tek umut var, o da yalnız,
amerikan dövizinde!
sorma ata’m, halimizi,
hal mi kaldı anlatacak..
i̇şte geldik dizindeyiz!
yata yata çok yorulduk,
tatil yaptık, izindeyiz!
sanayide henüz daha,
cafer için lazım diye,
amerikan bezindeyiz!
geçeceğiz avrupa’yı
ama şimdi izindeyiz!
hocamız var, hacımız var,
uçan kuşa borcumuz var,
el oğlunun ağzındayız!
ama bizi zor bulurlar,
bahar, yaz, kış izindeyiz!
evet, doğru söylemişsin:
’türk milleti çalışkandır! ’
biz de senin tezindeyiz!
dinlenmekten yorulduk da,
onun için izindeyiz!
zinde kuvvet diye söz var,
kimse bilmez adresini,
ah izindeyiz, vah izindeyiz!
bugün değil, bu yıl değil,
çoktan beri izindeyiz!
i̇lerledik ata’m öyle,
şimdi görsen tanımazsın:
amerikan tarzındayız!
arasan da bulamazsın,
otuz yıdır izindeyiz
-
brolarım benim incel manifestosu ne zaman gelir
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 10 02 2025
-
şu tarz başlıklar
-
türk erkeği kaçınılmaz son
-
anidenn gelen cccrammsteinccc adlı yazarıı
-
souki bu video hakkında ne düşünüyorsun
-
tom kaulitzz bromunn çaylağı kalkmalı
-
nikli başlıkları okudukça bendeki minimum keyif
-
baktıgınız benim gördügünüz sizsiniz
-
zz top z nasıl bir
-
beyler baliye çok hesaplı tur buldum
-
bura hala burda mı la
-
günaydıncı tayfayı bitiremezsiniz
-
dubai çikolatası hakkındaki yorumum
-
cinselleşme yaşadım
-
hani lan kurtlar vadisi ile çocuklar duymasın
-
analını gibtirtmek isteyen inciciler
-
askere gıtmeden önce
-
inci sözlük olmasaydı ben
-
zalinazort acaip hafifledim
-
bugün kısıklı civarında bi inciciye arkadan girdim
-
bana intihar et yazar mısınız
-
mine tugayın ayakları nasıl kokuyordur
-
tom kaulitz ve kurtcocain çaylak
- / 1