0
Kur’an tarihte pek çok defa yorumlanmış ve yine bugün de yorumlanmaya devam edecektir. Dün Adem gökteki cennette yaratıldığına dair ondan delil getirirken, bugün yeryüzünde yaratıldığına dair ondan delil getireceğiz. Dün dünyanın düz olduğuna, güneşin dünyanın etrafında döndüğüne dair ondan delil getirirken, bugün dünyanın yuvarlak olduğuna dair ondan delil getirmekteyiz. Dün Allah’ın gökte olduğuna dair ondan delil getirirken, bugün Allah’a mekan izafet edemeyeceğimizden hareketle bunu hata olarak görmekteyiz. Kimi ayetlerini Arapça dilinin karakteristik yapısından yararlanıp, tevil ediyoruz. Bazılarında teşbih var, bazılarında temsil, bazılarında mecaz var diyoruz. Akıl ile nakil tearuz etse/çelişse aklı tercih ediyoruz. Nassları tevil ediyoruz.
Kur’an da tabiat yasaları anlamında sünnetullah geçmez. Kur’an da geçen sünnetullah toplumsal yasalar anlamındadır. Evrenin temel yasalarından illiyet yasası dediğimiz, Nedensellik Kur’an’da geçmez örneğin! Kur’an’ın nazil olduğu toplumun da bunlar yabancısı olduğu kavramlardır.
Olgular, olaylar her gün artıyor ve hem de sınırsız biçimde artmaya devam edecek! Oysa nasslar sınırlı! Bu sınırlı sayıda nass’tan nasıl olacak da evrensel sorunlarımıza acil olarak cevap bulacağız? Hz. peygamberi bu çağa getirmenin lüzumundan bahsediyoruz. O bugün gelse ne giyerdi, nasıl davranırdı? Öncelikleri neler olurdu? diyoruz. Aynı şekilde Kur’an’ı bugüne nasıl getirebiliriz? Ondan evrensel ilkeleri nasıl çıkarabiliriz? Fatiha’dan on bin anldıbını verebilirim diyen Fahreddin Razi’nin metodu çözüm değil, bilakis problemin kendisidir. Bu yorum değil, metni yormak demektir.Her şeyi metne söyletmek, kendimizi Şârî yerine koymak demektir. Üstelik her bir anlama gelen bir metin hiç bir şey söylemiyor demektir! Hadislere “vahy-i gayr-i metlüvv” muamelesi yapan Şafii’nin günahı bu kadar da değildir. O ve ekibi aynı zamanda her bir şeyin çözümünün Kur’an’da bulunduğunu ilkesini de vaz etmişlerdir. Böylece Kur’an yorum adı altında ciddi manada yorulmuştur. Bazıları siyasi, dini hedeflerini gerçekleştirmek için slogan gibi “Kitab’da biz hiç bir şeyi ekgib bırakmadık” [6/38] ayetini sık sık dile getirmektedirler. Oysa bu ayetteki “el-kitâb” kelimesi ilm-i ilâhîye karşılık gelmektedir. Yine gerek çağdaş Haricilerin /tekfircilerin bir slogan gibi kullandıkları “Hüküm ancak Allah’ındır” ayeti de böyledir. Bu ayetin de siyak ve sibakına bakıldığında görüleceği üzere bu ayetin teşrî (hüküm vazetme) yetkisinin kime ait olduğu gibi bir konuyla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bir an için söz konusu ifadedeki “hüküm” kavrdıbının teşri / yasama ile ilgili olduğu kabul edilse bile, bu ayet “Allah dinî ahkâmı bütün detaylarıyla Kur’an’da vazetmiştir” gibi bir iddiaya haklılık pâyesi vermez.
Evet Kur’an Allah kelamıdır, ama Allah değildir. “Madem ki O Allah kelamıdır, öyleyse tüm zamanlara ve zeminlere/coğrafyalara aynı anda hitap etsin! Bana bu kitapta mucizevi gücünü göstersin!” demek, Allah’tan ikinci bir Allah yaratmasını istemek kadar abestir. muhafazid Allah’ın son peygamberidir. Ama Allah kadar mükemmel, kusursuz olması ondan beklenemez. Neticede o bir beşerdir. içimizden biridir. Tıpkı bunun gibi Kur’an’da Allah tarafından gönderilmiştir ama Allah değildir. RABÇA DEĞiL, iNSANCADIR! Bir insanın kalbine doğmuş ve yine bir insanın dilinden dökülmüş, elçinin sözüdür. RABÇA DEĞiL, ARAPÇA’DIR! Bir dilin imkanlarıyla sınırlıdır. Onun Arapça olması Allah’ın insanlara anlayabileceği dilden, anladığı tarzda konuşması demektir. Kur’an bir hitaptır! Muhatab değişince hitap da, mevzu da değişir. Bu yüzden Kur’an muhatapların ortalama bilgisini esas alır ve maksadını, muradını bu bilgi temelinde anlatır. Kur’an’da mecaz da vardır, temsili anlatım da! Bu yüzden o bir bilgi kitabı değil, aksine bilinç inşa etme kitabıdır. O bir tarih kitabı da değildir. Bu nedenle onun kıssalarının tarihi bir gerçekliğinin olması da gerekmeyebilir. Zira amacı muhataplarının bildiği kıssalar üzerinden onlara hisse/öğüt vermektir. Ya da; o bizlere bilimsel sırları ifşa eden bir kozmoloji veya kozmogoni kitabı, informative bir bilgi kitabı da değildir. Kur’an hakikati teşhir etmez, ona işaret eder! O; hakikati afişe etmeden, hakikate işaret eden, hakikati gösteren anlamında “ayetleri” vardır onun.
Kur’an’dan çıkarılan temel ilkeler şunlardır; “eşyada asıl olan ibahadır, Şura/ meşveret, adil olmak, suç ve ceza dengesi, haksız kazancın her türlüsü memnudur, Hayırda yardımlaşmak gerekir, Sözleşmelere sadakat, Zaruretler mahzurları mübah kılar..” gibi hususlardır.
Bazen nass ile ümmetin maslahatı çatışabilir. Bu durumda ümmetin maslahatı tercih edilir. Örneğin Hz. Ömer birçok Kur’an emrini uygulamamıştır. Ki bu Ömer “muvafakat-ı Ömer” denilen, vahyin nasıl geleceğini tahmin eden, gerçek islam Devletinin kurucusu kabul edilen Ömer’dir. Çünkü onda ve diğer bir çok sahabe de olan Kur’an’ın inşa ettiği bir sağduyu, zihniyet vardır. Ömer; Kur’an’ın emrettiği müellefe-i kulübe zekat vermeyi durdurmuştur. Tek celsede üç talak verenin talağını boşanma için yeterli saydı. Ümmü veled denilen cariyenin satışını yasakladı. Ki Hz. Peygamber ve Ebubekir zamanında efendisine çocuk doğuran cariyenin satışı geçerliydi. Kıtlık zamanında yapılan bazı hırsızlıkların had cezasını vermemiştir, örneğin. Yine zaninin/zinakarın cezası daha önce 100 sopa ve sürgün iken, Ömer sürgün cezasını kaldırmıştır. Tazir cezalarını arttırmıştır. Akıle’nin cezası daha önce kabilesi tarafından ödenirken, Ömer bu cezayı/fidyeyi katilin kabilesinden almış divanlara devretmiştir. Daha önce fethedilen yerler gaziler arasında taksim edilirken, Ömer bu uygulamayı da kaldırmış, Şam, Irak ve Mısır gibi toprakları eski sahiplerine bırakmıştır. Ya da Ömer b. Abdülaziz’e kadar Hz. Peygamber ve diğer halifeler hediye alırken, bu halife hediye almayı rüşvet olarak kabul etmiş ve yasaklamıştır. Çünkü artık hediye vermenin amacı değişmiş, niyetler bozulmuştur.
Bugün sadece sekülerizm/dünyevileşme tehlike arz etmemektedir. Dinin de bu kadar sekülerleşmesi, dünyevileşmesi tehlikelidir. Dinin; siyasi bir ideolojiye indirgenmesi kadar ona yapılacak büyük bir kötülük olamazdı! Allah’ın son dini şeriate indirgenmiş, şeriat de ukubata, ceza yasalarına! Hem de bundan 1500 sene önceki toplumların ceza infaz yöntemlerine! Oysa bu dinin değişmeyen bir akidesi, ahlakı, ibadetleri vardır.
Özetle; sabit din, dinamik şeriat! Es-Sünnetü kâdıyetün alâ’l-Kitab! Yalnız bu sünnet Hicri üçüncü asrın genel din algısını ifade eden hadis/sünnet değil, iNSANLIĞIN ORTAK TARiHi TECRÜBESiDiR! KAZANIMLARIDIR! Kimse insanlığı bu noktadan geriye zütürmeyi aklından geçirmesin bile! işte bu sünnet kitaba hükmeder! Doğal hukuk, vicdan, içimizdeki Cebrail olan akl-ı selimimiz ve Makasıd-ı Şerîa/ Şeriatın ve Şârî’nin maksadını, maslahat, istihsan, sedd-i zerai, örf (bir toplumun ortak kabulleri, yazılı olmayan hukuku, konsensüs sapladığı ortak paydaları) Peygamberin ümmete öğrettiği hikmet, yani Kur’an’dan hüküm çıkarma metodu, bizlere islam’ı çağa getirme imkanı vermektedir.
Artık yeni bir peygamber ve din gelmeyecektir. Öyleyse Allah insanı kaderiyle başbaşa bırakmış demektir. Oysa O Allah rahim ve kerimdir, biz aciz kullarını sahipsiz, imkansız bırakmaz! Bizden beklediği aklımızı başa devşirerek, Kur’an ve tabiat ayetlerinden yararlanarak, öncelikle selef-i salihinin içtihatlarından, medeniyetinden de yararlanmak koşuluyla, tüm insanlığın ürettiği erdemlerden, bilimden, tarihi tecrübelerden yararlanarak O’nun muradını yeryüzünde tahakkuk ettirmektir. Sorumlu bireyler ve ahlaklı toplumlar yetiştirmek olmalıdır.
insan din için değil, din insan içindir. Yerlerin ve göklerin emaneti insana yüklenmiştir. Bu koca evren insan için yaratılmıştır. insanı ve onun yeteneklerini öne çıkarmalı ve ona güvenmeliyiz. Afakî ayetler kadar, kişinin enfüsî ayetlerinin/kişisel tecrübelerinin de bir değeri vardır.
Aksi halde Müslümanlar tarihin birer nesnesi olmaya mahkumdur. Bu kadar geri kalmış bir toplum, hukuktan bu kadar uzaklaşmış bu ümmet, ahlaktan soyutlanmış bir itikadın müminleri korkarım ki, sadece bu dünyalarını kaybetmeyecekler, netice de imanlarını, dolayısıyla ahiretlerini de kaybedeceklerdir. Zira bu kadar sefalet, acizlik, yenilmişlik neticede inandığımız tüm mukaddeslerimize itimadımızı da sarsacaktır.
Tümünü Göster