0
geçen üç aydan sonra gemimiz demir atmıştı ayrık adaya. karanlık elf prensi mordaine'nin kaosla yarattığı, sisle çevrili engin dağları olan ve sürekli fırtına yaşanan ıssız topraklar...
fakat artık burada bir yüksek elf garnizonu vardı. silvermyr'a giden elfleri korumak işin işgal edilmişti. fakat adaya hala mistik güçler hakimdi. aralıksız açılan portaller demonları adaya sürüklüyordu. bu da elf katliamı demekti. yüksek elf titanı lunar tarafından bize verilen görev ise adayı saran demonları öldürerek beyaz kuleye ulaşmaktı.
beyaz kule elf taşından yapılmıştı ve ay ışığı gibi parlayan bir aurası vardı. onun varlığı bize güç veriyordu. gemideki elit askerler arasında savas diyarından gelen minotaur generali ise omuzumdan tutarak
- adaya vardık efendim
dedi. şövalye ırkının ünlü denizcisi kaptan styx ise mürettebatından 10 okçunun hazır olduğunu ve bize katılmasını emretti.
evet hazırdık. minotaur generali ve ssol-sin ateş büyücüsü dışında bir bölüğün bize katılması bir nebze olsa da katkı sağlamıştı ama demonlara karşı hiç şansları yoktu...
adaya adım atar atmaz her tarafı sis kapladı. yağan yağmur altında ilerlemeye başladık. hiç vakit kaybetmiyorlardı. çalıların arkasından sesler duyan dev minotaur 3 metrelik baltasını otların arasına fırlattı.
geri çektiğinde ise siyah bir kan buldu. yeşil kanın aksine siyah kan sadece yılan ırkında ve kabus adı verilen demon atlarında bulunurdu.
biz bunu düşünene kadar yaklaşık on kadar kabus atı etrafımızı sarmıştı. alevden vücutları ve zehirli nefesleri vardı.
okçularıma ateş emri vermemler ateş büyücüsü alana bir armagedon indirdi. bu ateş büyüsünün en gizemli yeteneği idi. her yer cehennem alevi ile kaplanmış bu yaratıkları kül etmişti.
alevi kül eden ateş olarak bilinen armagedonu kullanan ssol-sin bayılmıstı. onu sırtına alan minotaur generali ve okcular ile zaman kaybetmeden yola koyulmuştuk.
cehennem pınarı adı verilen portallere doğru ilerliyorduk...