-
26.
+3 -1Şirk kosmada dunya rekoruna kosuyor
-
27.
+2 -2bu adam hiç türkçe eser vermemiş çoğunlukla arapça farsça eserler vermiş sevmiyorum bu adamı
-
28.
+1 -3mevlananın dıbına koyim kodumunun türk düşmanı
-
29.
+3 -1ateisttir beyler yazılarını okursanız görürsünüz bi kendini allah ilan etmediği kalmıştır
aslında müslümanım ben benim seviyemde olmadan anlayamazsınız yazdıklarımı yeaa diyerek müslümanları keklemiş, kelle gitmesin diye arada 1 2 allah kuran demiştir -
30.
+2 -2şemsle arasındaki lişki hakkında epey tevatür dolaşır bu kişinin. çok samimilermiş çok.
mevlana aşıkmış şemse. şems konya:'dan ayrıldığında yataklara düşmüş üzüntüden. kara sevdaymış. -
31.
+1 -2aşırı derecede abartılıyor. bugünlerde facebook listemde kaç dallama varsa sözlerini paylaşır bunun. iyice baydınız yani. neyse sonucunda islam ve tasavvuf dünyasında şair ve düşünce adamı olarak kayıtlara geçen bir kişi. binlerce şair var.
-
32.
+3Bu adama sahib, efendi kelimesinden türeyen mevlana demeleri bir yana, o eserindeki müstehcen hikayeler başka yana.
Ahi Evran hazretleri güldürü malzemesi yapılıp, Nasreddin diye anılırken, bu Celaleddin'in övgülere boğulması bana aşırı abes geliyor. moğollar hala anadoluyu işgal mi ediyor da Ahi Evran adı unutulurken, bu Celaleddin pazarlanıyor?
bu fars değil miydi, oğlu Moğollara karşı vatan için çarpıştı diye cenazesine gitmeyen.
Tüm Türk şehirlerini yakan masum insanları katleden Moğollar değil miydi bu Celaleddin'in olduğu şehre dokunmayan.
Türk çocuğu, işgale karşı son nefes, son nefer son damla kana kadar mücadele eden Ahi Evren ve yiğitleri(ki buna bu Farsın oğlu Alâeddin Çelebi de dahil buna) unutulurken bu adamı neden övüyorsun? sen stockholm sendromu mu yaşıyorsun?
son olarak Moğol işgalinden 700 yüzyıl sonra gelen ingiliz işgaline karşı dimdik ayakta duran Papa Eftim , senin gibilerden daha değerli ve daha kardeştir ben ve benim gibilere Celaleddin... -
-
1.
+2Adam ağır haklı burası karışır vaziyet alın.
-
1.
-
33.
+1 -2gittiği her meyhanede iki bira içip bağıra bağıra saçma sapan sözler söyleyen düşünürümsü . birayı ağzıyla içmeyenlerden .
-
34.
+3her bir hecesinin üç farklı dilde anlamı vardır ve lisanları farklı olsa da aynı manayı taşırlar.
mev (yok): farsça
la (yok): arapça
na (yok): türkçe
kısacası mevlana yokluktan gelen bir uludur. -
35.
+1 -2nahoş şiirleri vardır.(şemse, +18)Tümünü Göster
• **
"bu ayrılık
kusuruma bakmayın benim, dostlar,
bağışlayın beni.
ben davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın yoluna düşmüşüm,
deli divane olmuşum.
çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
ama yok da sayılmam hani,
var olan bir şeyim ben.
haydi ben bensiz geleyim,
sen sensiz gel.
ne varsa şu ırmağın içinde var,
soyunalım iki can,
dalalım şu ırmağa, hadi.
bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,
bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.
bu ırmakta ne ölmek var bize,
bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.
durma, çabuk gel, gelmem deme.
ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,
senin şânına sadece gelmek yaraşır".
mevlana celaleddin rumi
• **
dün gece
ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa,
talih kapısı ardına kadar açık,
güneş (şems) kucağımızda.
ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
şarap tasını her sunuşunda
diyordu aklına başına al.
hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!
mevlana celaleddin rumi
mesneviden erotik hikayeler.
• **
ateş ile pamuk- fasıl 3725-3735
zengin bir adam, zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli kızını, artık evlilik
çağı geldiği için kocaya verir. koca, kızın dengi değildir, ama babası kızının
baştan çıkmasından da korkmuştur. o yüzden kızının çocuk yapmasını
istemez: "kocan ansızın her şeyi bırakıp, kaçıp gider. çocuğu başına
dert kalır." kız da babasına söz verir, ama işler söylendiği gitmez,
gebe kalır.
3725-3735: babası dedi ki: bu ne, ben sana ondan kendini koru
demedim mi? öğütlerim, yel miydi ki hiç sana tesir etmedi? / kız,
baba dedi, nasıl tahammül edeyim? / erkekle kadın, şüphe yok ki
ateşle pamuk. pamuk ateşten nasıl çekinebilir? / yahut da ateş nasıl
olur da pamuğu yakmaz, çekinir? / babası dedi ki: a kızım, ben sana
onun yanına gitme demedim. / yalnız menisinden kendini koru dedim.
/ tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. / kız, peki
beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? / bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz
ki dedi. / babası gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince, kız dedi:
onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!..
mevlana'ya göre bu hikâyenin kıssadan hissesi; erkekle kadın ateşle
pamuğa benzer, ateşle pamuk birarada durmaz.
• **
mısır halifesinin aşkı
musul padişahının güzeller güzeli cariyesinin ünü mısır halifesine ulaşır.
bir adam halifeye cariyeyi över, resmini gösterir. halife, resme tutulur, onu
alması için musul'a güçlü bir ordu gönderir. ordu musul'u yerle bir eder, taş
kale mum gibi erirken musul padişahı cariyesinin istendiğini öğrenir. cariyesini
mısır halifesine bağışlar. halifenin ordusu mısır'a doğru yola çıkar. ama bir er
cariyeye âşık olur. 3875: ... aşk ateşi öyle parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
/ çadır içinde o ay parçasını kastetti. / akıl nerede, halifeden korkma nerede?...
3880: o kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. /
aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir
koptu. / er sıçradı, g.tü başı açık bir halde ateş gibi zülfikâr elinde dışarı çıktı. /,
bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış
koyuvermiş... 3885: ... er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan
gibi aslanın önünü kesti. / kılıçla vurdu, başını ikiye böldü. / derhal o ay yüzlü
dilberin bulunduğu çadıra koştu. / o hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti...
3890: o tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. / istekle ona kendini
teslim etti. / o anda o iki can, birleştiler
birkaç gün murat alıp verirler. o yiğit er cariyeyi mısır halifesine teslim eder.
ama yaptığına pişmandır. cariyeden halifeye bir şey söylememesini ister.
halife cariyeyi görünce sarhoş olur, "tası damdan düşer." 3940: halife buluşmayı
diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. / onu andı, aletini kaldırdı. /
o cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi.
/ kadının ayakları arasına oturdu. / oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
/ 3945: farenin çatırtısı kulağına değdi./ aleti indi, uyudu, şehveti tamamıyla kaçtı...
cariye halifenin gevşekliği karşısında kahkahalarla güler, o erin aslanı öldürüp
geldiğinde hâlâ aletinin inmediğini hatırlar. kendini tutmaya çalışır ama
kahkahadan ağzını kapatamaz. halife uyanır kılıcı çeker. 3955: ... habis dedi,
neden gülüyorsun? söyle... yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir
bahane icat edersen, ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlayan bir nur vardır...
cariye o yiğit erle yoldaki gerdeğini anlatır, "aslanı öldürdükten sonra bile aletinin
hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu", oysa fare çıtırtısının kendisinin
aletini indirmesine dayanamayıp güldüğünü söyler sonra halife cariyeyi musul
padişahından almakla hata yaptığını anlar. güvendiği er de emanete hıyanette
bulunmuştur zamanla kin güderek yapacağı zulmün, yine başına kötülük olarak
geleceğini fark eder. 3995: başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi,
bana çattı bu kasıt bana döndü, kuyuya düştüm. 4000: ... kin gütme, öç alma
zamanı değil. / ben kendi kendime bir ham iştir, yaptım... sonra cariyeden
olanları kimseye söylememesini ister ve onu yiğit er kişiyle evlendirir.
kıssadan hisse: kim kötülük ederse, kendine eder. zulmeden cezasını çeker.
sınanmışı tekrar sınama.
• **
hanımın zayıflayan eşeği
bir hanımın eşeği giderek zayıflıyordu. nalbantlara bu illeti sordu. kimse bunun
cevabını veremedi. kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı... evde
bir de halayık vardı. ayıya türlü türlü oyun bellettikleri gibi o halayık da hanımının
eşeğine kadına yakınlaşmasını öğretmişti, onunla nefsini köreltirdi. yalnız, hayvan
içinde ileri gitmesin diye aletine bir kabak geçirirdi. bir gün evin hanımı ahır kapısı
aralığından ne görsün? halayık bir sekinin üzerinde eşekle işi bitiriyor! görmezden
gelip ahırın kapısını vurdu. 1350: ... halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı
açtı. / yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya
oruçluyum demek istiyordu. eline sapı yıpranmış süpürge aldı, develerin yatması
için ahırı süpürüyor göründü... 1355: yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi.
/ fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? / işi yarıda kalmış, öfkeli aleti
oynayıp durmada. / gözleri kapıda seni beklemede... hanım, halayığı bir bahaneyle
başka yere gönderdi.
1360: ... zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
/ yalnız kaldım, bağıra bağıra şükredeyim. artık erkeklerin gâh tam, gâh yarım
yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. kadının keçileri sanki bini bulmuştu, öyle
neşelendi. / eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü... 1365: şehvet isteği, g
önlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş
parçası gösterir...
halayık gidince kadın kapıyı kapar, sevine sevine eşeği kendisine çeker, o halayığın
yattığı sekiye yatar.
• **
cilt 5 oğlanci hikayesi ( 2497-2515. beyitler 205-207.sf)
bir adam ve birlikte olduğu oğlanla sohbeti... bir oğlancı, evine bir oğlan
zütürdü. onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. bu sırada o mel'un çocuğun
belinde bir hançer gördü. dedi ki: belindeki ne? oğlan, kötü düşünceli biri
hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap
verdi.
2500. oğlancı, tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir
düşünceye kapılmadım. sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası
var? yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? tutalım aliden zülfikar'ı
miras aldın, tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster. mesih'ten bir nefes
bellediğini farzedelim, isa'nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam? kazanmak,
bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, nuh gibi bir gemi kaptanı
hani?
• **
özet: adam ılık beyler :( -
36.
+2 -1Tasavvufçu, kafir, kendini tanrı gibi gören şahıs. Nedense hep dindar biri zannedilir
-
37.
+2 -1@99 türk düşmanı çünkü birader, türklükle hiçbir ilgisi yok zaten yazdığı mesnevilerin hepsi farsça
-
38.
+1 -1Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.Tümünü Göster
Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (iplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.
Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.
Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, iplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.
Yaşdıbını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
Hz. Mevlâna -
39.
-2gayrimüslim, eşcinsel felsefeci.
aşk yaşadığı öğrencisi ile daha çok görüşebilmek için din kılıfını kullanmışlardır.
madem din bize izin vermiyor, din biz olalım demişlerdir. -
40.
+1 -1Ne güzel demiş Hz. Mevlana..
Ey Gönül..!
Nokta deyip de geçme..!
Bazen kötü bir şeylerin bitmesini sağlar
bazen de biten kötü şeylerden sonra yeni bir şeylerin başlamasını..
Sakın nokta deyip de geçme..!
Düşün bir, “Benimle olur musun” ile
“Benimle ölür müsün” arasındaki farkı doğuran değil midir nokta..? -
41.
+1 -1ben kendi kendime yazacam gececiyim lavuk lavuk birşey yazanı eksiye boğarım,
bu başlıkta cıvıtmayın lan liseliler -
42.
+2(alıntıdır)Tümünü Göster
Hz. Mevlânâ Eserlerini Niçin Türkçe Değil, Farsça Yazmıştır?
1- Hz. Mevlânâ’nın doğduğu Belh şehrinde, Türklerin dahi genelde konuştuğu dil Farsça idi. Dolayısıyla O, eserlerini yabancı bir dilde değil, anadilinde yazmış sayılır.
2- Hz. Mevlânâ Anadolu’ya geldiğinde herkesin konuştuğu ortak dil Türkçe değildi. Bu yüzdendir ki Karamanoğlu Mehmet Bey, zamanında “Bundan sonra Türkçe konuşulsun” diye ferman yayınlanmıştır.
3- iran ve Anadolu Selçuklularında resmî ve edebî dil Farsça idi. Türk entelektüellerinin lisanı Farsça idi. Din dili ise Arapçaydı; tefsirler Arapça yazılır, hadisler Arapça şerh edilirdi. Hz. Mevlânâ’nın Türkçe şiirleri varsa da çok azdır. Eserlerinde Arapça bölümler, bilhassa ayet, hadis metinleri ve bazı Arapça beyitler de çok miktardadır.
Merhum Mesnevihan Şefik Can'ın açıkladığı üzere; 13. yüzyılda, Anadolu Türkçe’si çok zayıftı. Türkçe'ye göre Farsça çok zengin bir dildi. Sadece Hz. Mevlâna değil, o devrin bütün âlimleri ilmi eserleri Arapça, tasavvufî eserleri de Farsça yazıyorlardı. Avrupa’da da âlimler kendi öz dilleri ile değil, Latince yazıyorlardı. Ancak 13. yüzyıldan sonra ilk defa Dante italyanca bir eser yazdı. O dönemin en tanınmış yazarları eserlerini Latince yazmışlardır. Bu hususun daha iyi anlaşılması için, çok açık bir örnek olarak XIII. asrın zayıf Türkçe’siyle edebi bir dil olan Farsça arasındaki farkı Sultan Veled Hazretlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Sultan Veled’in Türkçe şiirleri okunduğunda çok cılız, zayıf, zevksiz bir ifade görülür. Halbuki Farsça yazdığı şiirleri okunduğu zaman, Hz. Mevlâna’nın Divan-ı Kebîr’inde bulunan manevî zevk hissedilir. Yakın tarihte, en büyük örnek ise Tagor olmuştur. Hint şairlerinden Tagor, şiirlerini eğer kendi Bengâl diliyle yazıp neşretseydi, ingilizce dilini kullanmasaydı, bugün Tagor’u kimse tanımaz, şiirleri de dünyada bilinmezdi. Akıllara şu soru gelebilir: “Yunus Emre şiirlerini Türkçe söyledi. Yunus’un şiirleri de Hz. Mevlâna’nın şiirleri gibi ölmeyerek günümüze kadar geldi.” Yunus Emre, Anadolu Türkçe’siyle, Oğuz lehçesiyle yazmıştır. Yunus Emre’nin dili çok temiz ve güzel bir Türkçe; ama zengin değil. Yunus bir dere, bir ırmak gibi çağlayarak akıp gelmiştir günümüze. Hz. Mevlâna ise, bir umman, bir deniz gibi coşmuştur. Eğer Hz. Mevlâna, şiirlerini Türkçe söyleseydi, şiirleri Âşık Paşa’nın veya Sultan Veled’in Türkçe şiirleri gibi çok yavan, çok zevksiz olurdu ve dünyadaki edebi yerini alamazdı. (Şefik Can, “Selçuklu Kültüründe Hz. Mevlana’nın Yeri”, III. Uluslar arası Mevlana Kongresi)
4- Hz. Mevlânâ eserlerini eğer Türkçe yazmak isteseydi, doğup büyüdüğü Harezm bölgesinde konuşulan Hakaniye lehçesiyle (Doğu lehçesiyle) yazacaktı. Anadolu’da konuşulan lehçe ise Oğuz lehçesi (Batı lehçesi) idi. Dolayısıyla halk Doğu lehçesiyle yazılan eserleri yine rahatça anlayamayacaktı.
5- Tasavvuf, çok özel bir sahadır. Kitaptan okunup öğrenilecek, hele de halkın kitaptan okuyarak öğrenebileceği bir saha kesinlikle değildir. Tasavvufi hayatta yşanılan tecrübeler ve tasavvufi eserlerde kullanılan kavramlar sahaya ve kişiye özeldir. Denilebilir ki; Hz. Mevlânâ, Yunus Emre’den farklı olarak, başta Mesnevi’si olmak üzere eserlerini Farsça yazmış ve böylece namahrem, avam ve acemilere karşı bir nevi tedbir almıştır. Eserleri, ancak ehil olanlar tarafından okunup anlaşılsın ve avama aktarılsın diye güvenlik tedbiri almıştır. Çünkü o dönemde Farsçayı bilmek, edebiyattan anlamanın, ilim ve irfana sahip olmanın, böylece avam olmaktan ayırt edilmenin bir vesilesiydi.
6- "Hz. Mevlânâ'nın eserleri niçin Türkçe değil de Farsça?" eleştirisi, bazı yönleriyle "Kur'ân niçin Arapça?" sorusuna benziyor. Söyleyeni ve söyleneni önemseyen, hakikati anlamak isteyenin önünde engel bulunmamaktadır. Kişi Kur'an'daki mesajları Türkçe mealinden, Mesnevi'yi de tercümeslernden okuyabilir. Yeter ki dert edinsin... -
43.
+2@84 adam türk değil ki, türkçe çevirileri var, ne bu nefret amk, adam kendi dilini mi değiştirsin.
-
44.
+2"Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebilecegin kadar yersin. Denize testiyi daldirsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır."
Zengin de olsan,kit kanaat de gecinsen kalbindeki huzur hic ekgib olmasın. -
45.
+2sevmek zorunda mıyız abi. sevmiyorum, hatta nefret ediyorum. Ama sizin o sorgulamayan kafanız ve hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığınız insanları, çoğunluk seviyor diye savunmanız daha yanlış bence.
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 24 12 2024
-
gördellerde hata mı var
-
bu sözlük normal bir sözlük değil
-
mematinin yoklugunda tip okuyan
-
28 yaşındayım daha ehliyet almadım
-
böyle sözlüğü gibim sokum
-
memati bu ne
-
ördek polat
-
çok mutsuzum be wowgirl
-
28 aralık 2024
-
beyler endonezyadaki yengeniz foto attı
-
31spor un görsellerine bakıyorum sadece
-
ne zaman misafir ve çocukları bize gelse
-
didem soydan bile kürt olduğunu kabul etti
-
kamil muhalefet olma
-
the vikings beni takip etmeyi bıraktı
-
türkiyedeki insanlar özet
-
bu balili kızla evlenilir mi
-
fenerbahce de futboldan anlayan adam
-
kızıl goncalar ürün yerleştirmeli reklamlar
-
yeni yıldan şahsi beklentim
-
bütün dünya duysun şuan da evdeyim
-
inci sözlük bir koğuştur
-
kadınlara nası ilgi duyuyorsunuz
-
derdiniz zerre gibimizde değil
-
tecavüzün milim uzağındayım
- / 1