+1
-1
bir insanı yok eden nedir? ne parçalar içimizi, bizi bir posa gibi bırakır? inandıklarımız değil, inandığımıza inanılmaması. saf, temiz, masum duygularla sarılsak imanımıza, imanımız onların elinde parçalanır, kaybolmuşluğumuz, yalnızlığımız, kabul edilmeye olan açlığımız kemiklerinden sıyrılır. esasında inanmıyoruzdur, amacımız farklıdır, kendimizi göstermek istiyoruzdur, ilgi çekmek, allahın belası bir güdü. en kötü şeylerle yargılarlar bizi, samimiyetimize asla inanmazlar. orada yapayalnız kalırsın bir anda: şeriat getirmek isteyen, takiye yapan, esasında müslüman da olmayan ama öyle gözükmeye çalışan bir istismarcı. yapayalnız, tek başına, ağzını açmanın imkanı yok, anlatamazsın. senin saf duyguların kulaklarında yalan olur, yaşadığın tüm hayat riya.
hoca araya girdi, dedi ki, bu ülke hepimizin ülkesi. hepimizin. bu okul, bu sıralar, bu binalar, hepimiz için var. kim olursak olalım, bu ülkede yaşayan herkes için. biz yoksak bir anlamı da yok. arkadaşınız kurallara uyuyor. bir düşman değil, bu ülkenin bir insanı. yeter. nasıl hastaneye gitsek, karakola gitsek, bu ülkenin kurumları hizmet vermek zorundaysa burada da öyle, çünkü bunların hepsi bizim için var.
renk geldi yüzüne, başı dikleşti. maruz kaldığı nefretin ortasında bir sevgi adacığı görünce yüreği huzur mu buldu, merhamet mi, şefkat mi, arkaya döndü, gözlerinde bir gram öfke yok, yalnızca tereddüt, geçecek mi? bir daha olacak mı? bitti mi?
arkadaş ne zalimler?
bir insanı boğaz köprüsüne çıkartan duygu nedir? ne kadar basit söylüyorlar. ilgi çekmek. ilgi çekmenin dıbına koyayım. hangi insan istemiyor ilgi? şu kimsenin sevilmediği, çocukların babalarından dayak yediği ülkede kim istemiyor bir saniye biri tarafından sevilmeyi? herkesin herkese öfkeyle baktığı, azcık gözünün içine baksan tornavidayı böğrüne yediğin caddelerde kim korkmadan yürüyor, kim rahat, kim huzurlu? herkesin yargılandığı ve kimsenin sınavı geçemediği bu ülkede, yarış atı gibi birbiriyle yarışan çocuklar top dahi oynayamıyor sokakta. herkes kafayı yemiş gibi çoktan seçmeli sorulara gömülmüş. hayat bu mu? kendi yaşıtlarıyla bir kere bahçede koşmayan, bir kere evinden çıkıp da coca cola tenekesiyle maç yapmayan veletler düşman gibi bakıyorlar birbirlerine, hangisi daha çok net yapacak, hangisi daha önde..
lisede rakibiz, üniversitede, iş hayatında, iktidarda, iktidar dışında, okuduğumuz gazetede bile. her şey ölçülüyor, hem de her yerde. sevilmek için bütün rakamlarını ortaya koymak zorundasın. daha çok net, daha iyi puanlar.. daha çok bira içmeli, daha çok entry girmeli, şukelanın dibine vurmalı, twitterda follower yapmalı, banka hesabını şişirmeli, garajını arabalarla doldurmalı, daha güzel karıları zütürmeli, daha çok gece dışarı çıkmalı, hayvanlar gibi para harcamalı, zirveden zirveye koşmalı, bir an huzur bulmamalısın. yarış devamlı. sürekli.
meth sevilmek istiyormuş. allahım ne büyük günah! açıklamaya bak. sevilmek istediği için intihar edenlerin hikayeleriyle dolu edebiyat, hiç biri yalnızca sevilme isteğini bunun sebebi gösterecek kadar adileşmedi. bir insanı bir köprüye çıkartan bütün bir hayattır, kırgınlıkları, birikimleri, acıları, öfkeleri, kaybolmuşluğu, yenilmişliği. bütün gün bizi yenmek için kudurmuş bir toplumda yapayalnız kalmış, tek bir oksijen bile bulamamış bir insan, isyan etmek için o ayaklıklara sarılır, sevilmek için değil. başka nedenler de var ama asla tek bir sebeple değil, hepsiyle, bütünüyle, kümülatifiyle.
çakal gibi, yaralıyı gördüler mi kan kokusuna dayanmıyorlar. nasıl sarmışlar etrafını. midem bulandı. kafayı mı yediniz? şurada okuduğunuz 3 tane entry, 5 tane yorumla bir insanı nasıl yargılarsınız? bir insan her gün koca bir hayatı yaşar. geçmişiyle yaşar, ümitleriyle, hayalleriyle, dolu dolu bir gelecek tasavvuruyla yaşar. bir gün nedir? 24 saat ancak diğer günlerle bağlantılı olunca anlamlı. insanlar kelebek değil arkadaş, tek günden ibaret değil ömrü, bütün bir ömürle yaşar o bir tek günü.
yapayalnız, orada tek başına, sarılmış bir korkuluğa. bu nasıl bir ülke lan? bu nasıl bir toplum? biz kendi kardeşlerimizi böyle bir başına bırakacak bir hale nasıl geldik? iğreniyorum, nefret ediyorum bu ülkenin bu yapayalnızlaştırıcı sisteminden. insanı kardeşlerinden kopartan, sevdiklerinden kopartan, colossus gibi tek başına durmak zorunda bırakan bu rejim hepimizi tüketiyor. küçükken yaşıtlarınla yarış, okuldayken sınıf arkadaşlarınla, iş hayatında iş arkadaşlarınla, tek başına, bir başına hep ayakta dur. bir kere ayağın takılsın, bir kere tökezle, paramparçasın.
insan böyle bir hayvan değil arkadaş. milyonlarca yıldır toplum içinde yaşıyoruz, başkalarıyla beraber, paylaşarak, bölüşerek, omuz omuza durarak, yan yana gelerek, beraber çalışarak başardık ne başardıysak. kardeşlerimizi kuzu gibi kurtların ortasına atıp o parçalanırken kaçıp da kurtulmak değil medeniyet. hiç olmadı. bu şehirler, bu sokaklar, bu caddeler, bu koca devlet bile insan insanı korusun, kollasın, hizmet etsin diye var. bir kardeşi hayatına son verirken “ilgi çekmek istiyor, sevgiye aç, şov yapıyor” diyecek soğukkanlı kötümserlik insan denilen yaratığı öldürür. sonra toplumu, hayatı, birlikte yaşamı, değerleri yok eder. herkesin bir başına bütün dünyadaki türdeşlerine karşı vampir gibi savaştığı bir karanlık senaryo hepimizin ruhunu kurutur. çoktan seçmeli soruların başında duran ve sürekli kardeşlerini ısırmaya çalışan acaip vahşilere döneriz. yamyam gibi yeriz birbirimizi.
devletin yolunu meşgul etmiş, polisleri oyalamış, trafiği sıkıştırmış. neredeyse intihar etse şükredecek. bir zamanlar, gene bu ülkede, vatandaşın biri dama çıkmıştı, aşağıda millet toplanmış atla atla diye bağırıyordu. ruhsuz huur çocuğu eğlencesi. vandallar gibi kan görmek istiyorlar, ölüm görmek, ferregrafik bir ihtiyaç. birilerinin bağırsakları yola saçılmayınca mutsuz olacaklar. adam aşağı atlamadı, yuhalamaya başladılar. adam kendini öldürse, ortalarına düşse, beyni parçalansa, kan damarlarından patlayıp yüzlerine saçılsa ilkel zamanların insanları gibi sevinecekler. kopan bacaklar, savrulan dişler, ortadan ikiye karpuz gibi ayrılmış kafatası. bekledikleri fotoğraf bu. ölümle mutlu olmak en ilkel toplumlarda bile yoktur, insanlar başka insanları kurban etmemek için boğa kurban ettiler, kuzu, koyun, ceylan ne bulurlarsa kurban ettiler. türdeşimiz, kardeşimiz, canımız, akrabamız ölünce kafayı yeriz. savaşçılar kardeşlerini savaş alanında kurtardığı için kutsanır, ölenlere saygı duyulur cesetleri toplanır. savaşın kötülüğü, acımasızlığı, ilkelliği, rezaleti üzerine bronz çağından beri yazılmadık, söylenmedik şey kalmadı. ölüm görmek, daha da fazla insanın ölmesi için yapayalnız bir insanı suçlayacak kadar kimse alçalmadı.
bu yollar, bu gibtiğimin köprüsü, bu polis hepsi meth için var. hepsini meth için yaptık. methler rahat rahat bir yerden bir yere seyahat etsin, konforlu ve huzurlu bir şekilde dolaşsınlar diye var o duble yollar, otobanlar. polis, bir başka kardeşimize yardım etmek için kuruldu, kimse garip olmasın, bir başına kalmasın diye arkasına koca bir teşkilat kurduk. herkesden güçlü, her bireyden daha pazulu, hepsinin kafasını kıracak silahlarla donattık. bu ülkedeki en mazlumun, en güçsüzün, en biçarenin yanında kapı gibi dursun diye verilmedik yetki bırakmadık. polis önce mazlumların, güçsüzlerin, gariplerin koruyucusudur. meth’in derdi varsa derman olacak. meth yoksa, methler yoksa, biz yoksak polis yok, yol yok, köprü yok hiç biri yok. hiçbirinin anlamı yok.
kardeşim, iyi misin kötü müsün bilmiyorum. böyle çakalların arasında bir başına, tek başına kalmışın, sesin soluğun çıkmaz, derdin umman mıdır, bir gençlik hezeyanı mıdır hiç birini bilmiyorum. bu ülke senin için var. bu sokaklar, bu caddeler, bu şehir hepsi senin için var. iyi ki ölmedin, iyi ki bırakmadın kendini. daha fazla ölüm, daha fazla cansız bedenle abad olmayacağız, ölülerin gözlerinin içine soğuk soğuk bakıp, canlıları da ölmedikleri için suçlamayacağız. başarısız olanlar, kaybedenler, farklı olanlar, ezilenler, merhamete, azıcık sevgiye, birazcık ilgiye muhtaç olanlar, bu ülkenin demir gibi üstünden geçip ruhunu ezdiği bütün o kıymetli yeryüzü halifeleri, dualarınızla, umutlarınızla, hayallerinizle, korkularınızla ayakta duruyor bu ülke. güçlülerden, ezenlerden, parçalayanlardan, zalimlerden ve onlara özenen çoluk çocuğun kül rengi sözlerinden hepimize gına geldi. puşt gibi, yaratık gibi, huur çocuğu gibi konuşuyor, yargılıyor, hüküm veriyor. gideceğiniz bir yer yok, buralar hep sizin. tapusu sizin. bırakmayın kardeşim, bu ağaçları, bu bulutları, bu güzel denizleri, balık ekmekleri bırakmayın. balçığa bulanmış adamların lafları ne kadar kaplasa da gökyüzünü, arkasındaki güneş gibi parlayın be kardeşim, onlar da sizin parlamanıza muhtaç, siz ışık vermedikçe ne kadar karanlık olduklarını dahi anlayamazlar.
Tümünü Göster