1. 32.
    0
    reserved
    ···
  2. 31.
    0
    rezerveeee
    ···
  3. 30.
    0
    reserved
    ···
  4. 29.
    -1
    @26 yok la ordan almadım ilk entry de de * belirtiğim gibi tumblr sayfasından alıntı bu zaten...
    ki kendim için bişi istemedim,
    ++ verdiğin listede 2003 sonrası film yok ; laf koymayı düşünüyosan bari 3-5 film bakıp karşılaştırsaydın..
    aq malı gibtir git şimdi
    ···
  5. 28.
    0
    reserved
    ···
  6. 27.
    0
    Ulan var ya IMDB çıkacak kesin esprini gibeyim huur çocuğu diye girdim. Beni züt ettin. Eyvallah attım bi' köşeye.
    ···
  7. 26.
    -2
    http://www.filmlerim.com/makale/11115
    burdan almış bin
    ···
  8. 25.
    0
    Reserved
    ···
  9. 24.
    +2
    http://inciswf.com/1296317785.swf
    ···
  10. 23.
    +1
    kör oldum amk
    ···
  11. 22.
    +5
    239. JEUX INTERDITS (Yön: RENÉ CLÉMENT, 1952)

    nazilerin düzenlediği hava saldırısında ailesini kaybeden el kadar fransız kızının ölümle imtihanı. clement’in ustalığı çocuk olmayı anlaması; hangi anda ne hissedeceğini dayatmayıp seyirciyi duygularıyla baş başa bırakması. oscar’dan altın aslan’a bütün ödülleri toplayan film, yabancılaştırmak üzerine kurulu savaş karşıtı filmlerin de arketipi.

    240. BEING THERE (Yön: HAL ASHBY, 1979)

    uyarlamalara dudak bükenlerin özellikle görmesi gereken, harika bir kitaptan yapılmış harika bir film! hayat boyu evden çıkmamış ve sadece televizyon izlemiş bahçıvanın işvereni ölünce amerikan başkanlığına kadar giden serüveni. jerzy kosinski’nin baştan başa bir ironi olan romanından, peter sellers’ın kelimelere sığmayacak oyunuyla, dev bir uyarlama.

    241. MISERY (Yön: ROB REINER, 1990)

    zeka dolu, iyi bi gerilim filmi bulmak zordur. bu stephen king uyarlaması şüphesiz ki en iyilerdendir. bir numaralı hayranı tarafından rehin alınan yazarın korkunç hikayesi gerim gerim gererken, şaşkınlıktan ağzınız açık kalır. yazar rolündeki usta oyuncu james caan’ın karşısında kathy bates öyle bir oyun çıkarır ki aldığı oscar bile anlatmaya yetmez.

    242. L’ECLISSE (Yön: MICHELANGELO ANTONIONI, 1962)

    modern dünyada aşkın tedavülden kalkışı. antonioni’nin yabancılaşma üçlemesinin son ve altın halkası. bakmaya kıyamayacağınız bir delon ve ilham perisi vitti’nin müthiş katkısıyla yönetmenin üslup yolculuğunda son durak adeta. sonsuza ıraksayan nice derin düşünceye gark eden bir sembolizm zirvesi. göze değil akla tutulmuş bir çiçek dürbünü sanki. o yedi dakikalık marjinal finalin sinema sanatının olanaklarının sınırsız olduğunu muştuladığını söylüyor scorsese.

    243. QUERELLE (Yön: RAINER WERNER FASSBINDER, 1982)

    fassbinder, jean genet’nin tahripkar ve narsist anti kahramanıyla benzersiz kariyerini sonlandırıyor. LGBT sinemasının bu büyük zaferi, midnight express’in yıldızı brad davis, franco nero ve jeanne moreau’yu buluşturuyor. tümüyle aşırı yapay ışık-dekorda geçiyor; en aykırı yönetmenlerden birinin son cümlelerini müthiş bi estetikle birleştiriyor.

    244. DUO LUO TIAN SHI (Yön: WONG KAR WAI, 1995)

    hüzünle sevincin kol kola gittiği bir şiir, bir şarkı, bir resim bu film. wong kar wai’nin hediyesi. dili olup konuşmayan, dilsiz olup susmayan vb. eksantrik karakterleriyle insanı kalbinden vuran bir imkansız aşklar geçidi. bu kadar üslupçu bir sinemanın bu denli duygulandırması olacak iş değil. benim yönetmene bağlandığım film olduğunu bilin.

    245. CANIM KARDEŞiM (Yön: ERTEM EĞiLMEZ, 1973)

    hayatımızın en acıklı günlerinden birinde sinemamızın en acıklı filmi, berkin’in hatırasına gelsin.

    246. MÙI DU DU XANH (Yön: TRAN ANH HUNG, 1993)

    bu fransız yapımı vietnam filmi koşturmayan, bağırmayan, huzur veren bir şey izlemek isteyenler için. doğal yaşamın kendine has sessizliğinde, dinginliğinde cereyan eden bir külkedisi hikayesi. ruha masaj gibi; öyle etkileyici.

    247. MON ONCLE (Yön: JACQUES TATI, 1958)

    sadece altı filmle sinema tarihinin en büyük yaratıcıları arasına adını yazdırmış tati’nin başyapıtı. tati, kendi bedeninde cisimlenen hulot karakteriyle, bu unutulmaz modernizm eleştirisinde gözleriniz yaşarana dek güldürüyor. tati mizahı da, sineması da başka hiçbir şeye benzemez. hala tanışmadınızsa hayatta yapacağınız en büyük keşiflerden olacak!

    248. CREATURE FROM THE BLACK LAGOON (Yön: JACK ARNOLD, 1954)

    klagib amerikan bilimkurgusunun altın çağından, sansasyon yaratmış bir fantezi. jaws’ın öncülü gibi. tarih öncesinden kalma tuhaf yaratık terör estirecek, bilim adamları çaresiz kalacak, b film tutkunları çıldıracak. 3 boyutlu çekilmiş, çok sevilmiş, gerçek bir kült bu film. o kadar ki ingmar bergman her yıl doğumgününde bu filmi izlermiş!

    249. UNBREAKABLE (Yön: M. NIGHT SHYAMALAN, 2000)

    the sixth sense’le rüya gibi bir başarıya imza atan m. night shyamalan’ın bana göre en iyi filmi. klişeler değil karakterler üzerinde yükselen, alışılmışın çok dışında bi süper kahraman hikayesi. hala bekliyor keşfedilmeyi.

    250. DAS CABINET DES DR. CALIGARI (Yön: ROBERT WIENE, 1920)

    alman ekspresyonizminin en büyük klasiği. benim sessiz sinemaya aşık olmamı sağlamış bir başeser. hikayesi, karakterleri, finaldeki müthiş sürprizi ve yapım tasarımı ile büyüleyen, sinema tarihinin ilk katıksız korku filmi. sinema yazarı olmama yol açmış beş yapıt say deseniz, biri budur efendim. üzerine en çok kafa ve çene yorduğum filmlerdendir.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 21.
    0
    229. CLÉO DE 5 À 7 (Yön: AGNÈS VARDA, 1962)

    paris sokaklarında aylak aylak dolaşan ve her şeyden çok güzelliğinin farkında olan genç bir kadın. başta kendini sadece erkeklerin gözünden görüp onlar için salınırken, bir aydınlanma yaşıyor ve kendi için yürümeye başlıyor! akımın kraliçesinden; bir buçuk saat boyunca gerçekten de bir kadının bir buçuk saatini anlatan unutulmaz yeni dalga klasiği.

    230. BLOOD SIMPLE. (Yön: JOEL COEN, ETHAN COEN, 1984)

    coen kardeşler hep çok iyi filmler yaptılar. ama hala bu kara film zaferinden daha iyisini yapmadılar. eldeki malzemeyi bu kadar ciddiye alıp lakayıtlık derecesinde bir hafiflikte anlatabilmek! gerçekten nefes kesici. zeka, gerilim ve humorla bezeli, benzersiz bi suç filmi izlemek istiyorsanız eliniz şapkanızda izleyin. çıkaracaksınız çünkü.

    231. THE CONVERSATION (Yön: FRANCIS FORD COPPOLA, 1974)

    özel hayatın gizliliği denince 40 yıl geriden bugünlere bakan ve insanın ağzını açık bırakan dev dram. coppola, iki efsane baba filminin arasında, sinemanın röntgenci doğasından hitchcock’u kıskandıracak bir gerilim çıkarıyor. hackman’ın tarihin en büyük anti kahramanlarından birini yarattığı filmde suçluluk duygusu ve paranoya adeta cisimleşiyor.

    232. GROUNDHOG DAY (Yön: HAROLD RAMIS, 1993)

    bir film ne kadar güldürebilir, ne kadar eğlendirebilir sizi? ne kadar unutturabilir her şeyi? en fazla ne kadar çok şey hissettirebilir, düşündürebilir? hayatı daha iyi anlamanızı sağlayıp, daha çok sevdirebilir? bi mucize bu film. sinemanın yapabileceği her şeyi yapan, hepinize hitap edebilecek olan, yüzlerce kez yaşamak isteyeceğiniz. bill murray’nin peter sellers seviyesine ulaştığı bu eşsiz film, dün kaybettiğimiz yaratıcısı harold ramis’in anısına tabii.

    233. ALL ABOUT EVE (Yön: JOSEPH L. MANKIEWICZ, 1950)

    oyuncuların, oyuncu olmak isteyenlerin, oyunculuk mesleğine ilgi duyanların illa görmesi gereken film. dev oyuncular, dev roller, dev performanslar ve hem oyunculuğun doğasını hem oyunculuk dünyasını anlatan büyük bir klagib.

    234. AKIRA (Yön: KATSUHIRO OHTOMO, 1988)

    milyonlarca tutkunu olan aynı isimli manga’dan uyarlanmış, japon anime sinemasının en büyük klasiği. tıpkı blade runner gibi 2019 yılında, lakin LA yerine tokyo’da geçen bu siberpunk destanı sayesinde endüstri bugünlere geldi. önce seslerin kaydedildiği, anime karakterlerin bunlara uygun konuşturulduğu bu epik film teknik açıdan da büyük bir devrim.

    235. LÁSKY JEDNÉ PLAVOVLÁSKY (Yön: MILOS FORMAN, 1965)

    kız çocuğunun kadına dönüşmesi, tırtılın kelebeğe dönüşmesinden daha dramatik. nefis büyüme hikayesi. guguk kuşu’nun yönetmeni milos forman’ın çıkış filmi bi paket haribo gibi. öyle tatlı, eğlenceli. anlamadan bitiveriyor hani.

    236. FERRIS BUELLER’S DAY OFF (Yön: JOHN HUGHES, 1986)

    benim çocukluk kahramanım. aile, okul, toplum baskısından yaka silken tüm çocukların da keza. lise filmlerinin dahi yönetmeni john hughes’un perspektifinden, ergenlere cesaret aşılayan, dünyanın en eğlenceli macerası.

    237. PROVIDENCE (Yön: ALAIN RESNAIS, 1977)

    gerçekle kurgu arasına sıkışıp kalmış, ölümü bekleyen bir yazar. ve bellek üzerine bir meditasyon. dün kaybettiğimiz, sinemanın en büyük yaratıcılarından alain resnais’nin klagib film gramerini altüst ettiği gizli şaheseri.

    238. DARK CITY (Yön: ALEX PROYAS, 1998)

    gerek estetik, gerekse fikir açısından matrix kadar yaratıcı, kıymeti bilinmemiş bilimkurgu harikası. amnezi üzerine yapılmış, noir soslu bu kusursuz yapım, 90’lı yıllarda sinemada izlerken en çok heyecanlandığım film belki.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 20.
    0
    217. SHORT CUTS (Yön: ROBERT ALTMAN, 1993)

    22 ayrı karakter ve iç içe geçmiş 10 ayrı hikaye. sıradan insan hayatlarından zafer ve trajediler. büyük sinemacı altman, büyük öykücü carver’ın yapıtını görülmemiş ustalık ve benzersiz incelikle sinemaya tercüme ediyor. hollywood’un en prestijli oyuncularını bir araya getiren bu 3 saatlik başyapıt bitsin istemeyecek, bitince isyan edeceksiniz.

    218. CET OBSCUR OBJET DU DÉSIR (Yön: LUIS BUÑUEL, 1977)

    yaşlı bir erkeğin genç bir kadına duyduğu saplantı derecesinde arzu ve bu arzunun unutulmaz anatomisi. bunuel veda filminde babası olduğu sürrealizmin enstrümanlarını sonuna dek kullanıyor ve cevaptansa yeni sorular sorduruyor. sinemanın en büyük sürprizlerinden biriyle gelen film olağanüstü bir zeka ve mizah duygusu eşliğinde dimağımıza yerleşiyor.

    219. TYRANNOSAUR (Yön: PADDY CONSIDINE, 2011)

    öfke kontrolü olmayan bi adam. şiddetten mustarip azize gibi bi kadın. iki kaybedenin hazin hikayesi. aktör paddy considine’in ilk yönetmenlik denemesi, peter mullan ve olivia colman’ın da boğaza düğümlenen oyunculuk gösterisi.

    220. PICKPOCKET (Yön: ROBERT BRESSON, 1959)

    en büyük yaratıcılardan birinin sinema sanatının tüm olanaklarını kullandığı unutulmaz bir hikaye. insan doğasını en iyi kavramış yönetmenlerden şüphesiz bresson ve bir yankesiciyle düpedüz baş başa bırakıyor seyirciyi. tüm zamanların en iyi filmlerinden birine imza atarken, kendinden sonra gelecek nice yönetmeni derinden etkiliyor.

    221. THE BROOD (Yön: DAVID CRONENBERG, 1979)

    cronenberg’in teknik ve yaratıcı dehası su yüzüne çıkıp da ünlenmeden önce çektiği o deli filmlerden. ekstrem terapi tekniklerinden mutant çocukların yarattığı teröre, gizem üstüne gizem, insanda akıl fikir bırakmayan hikaye. body horror’un babasından gerçekten rahatsız edici bir şeyler izlemek ve tedirgin olmak isteyenler için mükemmel bir seçenek.

    222. IL GRIDO (Yön: MICHELANGELO ANTONIONI, 1957)

    çok sevildiğin insan tarafından bir anda sevilmez olmak üzerine yapılmış belki en can yakıcı film. antonioni’nin yabancılaşma kavrdıbını meşhur üçlemeden de önce didiklediği, onların gölgesinde kalsa da bir o kadar iyi işi.

    223. L’HOMME QUI AIMAIT LES FEMMES (Yön: FRANÇOIS TRUFFAUT, 1977)

    hayatta en çok kadınları sevmiş bir adam ve onu son yolculuğuna uğurlayan birbirinden güzel kadınlar. truffaut’dan karşı cinse büyük bir zaaf duyan ve hayatını bu uğurda harcayan bir adamın yarı komik yarı hüzünlü hikayesi. erkek milletini anlamaya ve anlatmaya çalışan, bunun için de kadın milletine incelikli bir bakış atan, değişik bir film.

    224. MR. SMITH GOES TO WASHINGTON (Yön: FRANK CAPRA, 1939)

    siyaset dünyasının çirkin yüzünü gözler önüne seren ve 75 yıldır eskimeyen bir frank capra harikası. james stewart’ın oynadığı saf ve dürüst bir genç yolsuzluktan geçilmeyen siyasetin ve yozlaşmış siyasetçilerin arasına düşer. söz hakkını kaptırmamak için 23 saat aralıksız konuşur, senatoyu felç eder. bu don kişotvari mücadele gözünüzden yaş getirir. bir tek mr. smith’le dünya değişir. dolayısıyla sırf yüzleri kızaracak mı diye görmek için bütün siyasilere izletmek gerekir.

    225. LOOKING FOR ERIC (Yön: KEN LOACH, 2009)

    sinemanın yanında futbol da sevenleri çıldırtacak bir film. hele serde eric cantona hayranlığı varsa. hayatı anlatan bu filmi izlemek ve sevmek için futbol delisi olmanın gerekmediğini belirtelim. ken loach’u ellerinden öpelim.

    226. SEUL CONTRE TOUS (Yön: GASPAR NOE, 1988)

    DiKKAT! DiKKAT! gaspar noe filmi öneriyorum! neredeyse aklımızı aldığı ilk filmi! DiKKAT! DiKKAT! başkahramanımız yaşaması için hiçbir sebep olmayan, nefes alıp vermekten başka bir işe yaramayan allahın cezası bir faşist. hayatta tiksinmediği, yok olsun istemediği hiçbir şey yok. kendi dahil. boğazınızdan zor geçecek bu film, uyarmadı demeyin. izledikten ve ilk tweet’teki DiKKAT! DiKKAT!’lerin sırrını öğrendikten sonra okumanız için… http://cemirique.tumblr.c...k-basina-seul-contre-tous

    227. LE NOTTI BIANCHE (Yön: LUCHINO VISCONTI, 1957)

    beyazperdenin gördüğü en iyi dostoyevski uyarlamalası ve hem içinize hem dışınıza akacak gözyaşları. vuslata erememe dendi mi eline kimsenin su dökemeyeceği visconti, sevmek ve sevilmek üzerine sinemasal bir şiir yazıyor. birbirinden muhteşem marcello ve maria, 60 yıl geriden, her şeyden çok sevilmek isteyen bugünün insanına selam gönderiyor. siz siz olun, başkasını seven birini sevmeyin.

    228. RUMBLE FISH (Yön: FRANCIS FORD COPPOLA, 1983)

    abisinin her daim gölgesinde kalan ve bir gün onun gibi efsane olmak isteyen bir serserinin hikayesi. coppola’nın en formda döneminden, kaç kez görseniz bıkmayacağınız, hep yeniden görmek isteyeceğiniz bir rüya gibi bu film. dönemin en yakışıklı iki ismi ve kalbinizi çalacak müthiş oyuncularla, duygudan duyguya koşacağınız bir üslup harikası.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 19.
    0
    201. LE NOTTI DI CABIRIA (Yön: FEDERICO FELLINI, 1957)

    fellini’nin IMDB kuşağı nazarında 8½, la strada ve la dolce vita’dan evla cabiria’sıyla başlıyoruz. cabiria, sinemanın hayatın gerçekliğinden yola çıkarak sanatın gerçekliğinde duygu üretebilme kabiliyetinin zirvesidir. fellini’nin hayat arkadaşı da olan giulietta masina’nın akıllara seza kompozisyonuyla ömür boyu unutamayacağınız bir filmdir. bütün kalbimle kişisel tüm zamanlar ilk on listemin değişmezi olan bu filmi görmenizi isterim… http://shar.es/UJTf6

    202. MY OWN PRIVATE IDAHO (Yön: GUS VAN SANT, 1991)

    aslında aşkı arayan erkek fahişe ve görüp görebileceğiniz en acayip anti kahraman hikayelerinden biri. hayatın en önemli anlarında uyuyakalan bir narkolepsi hastası olarak benzersiz river phoenix ve tek arkadaşı keanu reeves. gus van sant bu en üslupçu filminde hollywood hiç yokmuş gibi anlatıyor hikayesini ve büyülü bir romantizme imza atıyor.

    203. WOODSTOCK (Yön: MICHAEL WADLEIGH, 1970)

    insanlık tarihinin en büyük buluşması woodstock; bu da dünya gözüyle görülmüş bir rüyanın belgesi. orada değildik. hiçbir zaman da olmayacağız. ama bu kusursuz belgeselle o rüyayı yaşamış 500 bin kişiyle hep özdeş kalacağız.

    204. THE SOUND OF MUSIC (Yön: ROBERT WISE, 1965)

    oscarlı film önermek de nereden çıktı diyeceksiniz. artık böylesi ne çekiliyor, ne izleniyor efendim. sinema sanatının çok ekmeğini yediği, neden sonra gönlünün geçtiği müzikal türünün hemen hemen en klagib örneği. batı yakası hikayesi’nin üstüne daha ne yapılabilir denilirken bunu yapıyor robert wise ve türe resmen noktayı koyuyor. julie andrews kalbinizi fethederken çoğunu çok iyi bildiğiniz müziklerle örülü sahneler tüylerinizi diken diken edecek.

    205. UN HOMME ET UNE FEMME (Yön: CLAUDE LELOUCH, 1966)

    iki dulun hayatta yeniden sevme/aşık olma ihtimali ve sinema sanatının en büyük zaferlerinden biri. diyalogdan ziyade aksiyona dayanan senaryosu ve lelouch’un izleyenin ağzını açık bırakan yönetimiyle, sinema işte bu. her izleyişte içimden sanırım yapılmış en güzel aşk filmi diye geçiririm, aimee ve trintignant’lü bu gündüz düşü için. francis lai’nin filme ruhunu veren güzelim müziklerini de unutmamak lazım tabii. http://www.youtube.com/watch?v=2bYBn5VJ-ko + http://www.youtube.com/watch?v=8e8jjXaMkus

    206. WADJDA (Yön: HAIFAA AL-MANSOUR, 2012)

    bugüne dek önerdiğim en yeni film; 2012 yapımı bi suudi arabistan filmi. insanın ruhunu ısıtan vecide. sinema yapmanın yasak olduğu bir ülkede bir kadın yönetmen tarafından gizlice çekilmiş bu film tek kelimeyle inanılmaz. hayalindeki bigibleti alabilmek için ödüllü en iyi kuran okuma yarışmasına katılan vecide’nin güldürürken ağlatan hikayesi.

    207. PEEPING TOM (Yön: MICHAEL POWELL, 1960)

    sinemanın röntgenci doğasına en dolaysız bakışlardan birini atan, olağanüstü michael powell gerilimi. kadınları öldürürken yüzlerindeki korkuyu filme alan genç ve yakışıklı bir pgibopat ve sinemanın pgibanalizle teşrikimesaisi. çıktığı dönemde nefretle karşılanan ama zaman içerisinde kült statüsü kazanan filmlerin başında gelir belki. çok acayiptir.

    208. DEAD MAN’S SHOES (Yön: SHANE MEADOWS, 2004)

    zihinsel engelli kardeşine yapılan zulmün intikdıbını almak için evine geri dönen bir askerin hikayesi. son dönem ingiliz sinemasının en heyecan verici isimlerinden birinden hem akla hem duygulara hitap eden sarsıcı bir anlatı.

    209. VIVRE SA VIE (Yön: JEAN-LUC GODARD, 1962)

    nihayet bir godard ekliyoruz listeye. oyuncu olmayı hayal ederken kötü yola düşen nana’nın hikayesi. parisli genç kadının bir fahişeye dönüşmesini 12 kısımda adım adım anlatıyor godard ve yüreğimize hançer saplıyor. sinemayı belki herkesten çok değiştiren bir yaratıcı, bi nevi tanrı godard ve nana’yı oynayan anna karina da onun tanrıçası. bu siyah beyaz film de sanat filmi; yok o da değil, görüp göreceğiniz en yüksek sanat eserlerinden biri. baştan söylemesi!

    210. IDI I SMOTRI (Yön: ELEM KLIMOV, 1985)

    sinema bazen öyle yoğun bir deneyime dönüşür ki sinema olmaktan çıkar. bize hiç yaşamadığımız büyüklükte bir şey yaşatır. bir film izleriz ve artık başka birisiyizdir. hiçbir şey eskisi gibi değildir. işte şimdi önereceğim, tam da böyle bir film. elem klimov imzalı bu savaş filmi, hiç yaşamadığımız ve yaşamak istemediğimiz bi şeyi adeta yaşatıyor. bi silah bulup orduya katılan tertemiz çocuğun, II. dünya savaşı’yla masumiyetini yitirişi, kirlenişi, yaşlanışının hikayesi. sinemanın bütün enstrümanlarını sonuna dek kullanan, boğaza yumruklar tıkayan, altüst eden bir deneyim. bir sinema mucizesi. ve anmadan geçemeyeğim; aleksey kravchenko ismindeki sıpanın tüm zamanların en iyisi diyebileceğim çocuk oyuncu performansı!

    211. DUEL (Yön: STEVEN SPIELBERG, 1971)

    spielberg daha ilk filminde gerilimin kitabını yazıyor, tepeden tırnağa sinemacı olduğunu haykırıyor. manyak bir kamyon şoförü binek arabaya musallat oluyor ve 90 dakika boyunca kan ter içinde bir kovalamaca yaşanıyor. bir cümlelik hikayeden yola çıkan spielberg, sadece aksiyonun konuştuğu benzersiz ve sinir bozucu bir başyapıta imza atıyor.

    212. MISSING (Yön: COSTA-GAVRAS, 1982)

    şili’de 73’teki askeri darbe sırasında ortadan kaybolan idealist yazar. onu arayan bir baba ve bir eş. yılmaz güney’in yol’uyla altın palmiye paylaşan bu costa-gavras şaheseri, bireyin devlet karşısındaki çaresizliğinin şiiri. dev aktör jack lemmon’ın rejimin tüm engellemelerine rağmen adeta buhar olan oğlunu bulma gayreti öyle böyle değil inanın ki.

    213. CLERKS. (Yön: KEVIN SMITH, 1994)

    arkadaşım olsun isteyeceğim ilk yönetmen smith’tir. dünyanın en komik adamıdır. bu da en komik filmi. tezgahtarlık yapan iki ahbap çavuşun bir gününü anlatan film, dahiyane diyaloglar ve akıl dolu bir mizahla kalbinizi çalacak. tarantino filmlerini kıskandıracak sınırsız geyik potansiyeliyle amerikan bağımsız sinemasının medarıiftiharlarından sağlam.

    214. COMING HOME (Yön: HAL ASHBY, 1978)

    bir kadın ve bir erkeğin kadın ve erkek olmanın ötesinde, insanca bir ilişki kurması mümkün müdür? topluma rağmen bunu başaran iki insanın hikayesi; unutulmaz bir sevgi, aşk, arkadaşlık filmi. iç titreten bir sinema zaferi. fonda ve voight’un oscarlı performansları ve ashby’nin dahiyane anlarıyla, keza en iyi savaş karşıtı filmlerden biri.

    215. ANOTHER YEAR (Yön: MIKE LEIGH, 2010)

    hayatta ruh eşini bulup harika bir aileye sahip olanlar. ve bulamayıp her daim yalnız kalanlar. ingiliz sinemasının en iyi hikaye anlatıcısından, insanın içini ısıttığı nispette yüreğini burkan, unutulmaz bir komedi-dram. yaşamın içinden düpedüz tanıdığımız, neredeyse gerçek karakterlere hayat veren olağanüstü oyuncular ve kusursuz oyunculuklar.

    216. IN HARM’S WAY (Yön: OTTO PREMINGER, 1965)

    II. dünya savaşı fonunda geçen ve bir dizilik malzeme içeren melodram soslu enfes karakter draması. wayne, douglas, neal ve daha kimler. türleri ustalıkla melezliyor preminger ve en iyi ordu filmlerinden birine imza atıyor.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 18.
    0
    186. LA PLANÈTE SAUVAGE (Yön: RENÉ LALOUX, 1973)

    sanatsal açıdan dudak uçuklatan bu 40 yıllık animasyon, sürrealizmin sinemayla en en hakiki buluşması. cannes’ı birbirine katmış bu dahiyane film, insan medeniyetine dair en çarpıcı eleştirilerden biri. yok böyle bi yaratıcılık. bi tür düşünün. insanoğluna insanların hayvanlara baktığı gibi baksın. böceklere hatta. haşerelere. yaşasın fantastik sinema.

    187. REDS (Yön: WARREN BEATTY, 1981)

    bolşevik devrimini amerika’ya getirmeye çalışan idealist bir gazeteci ve yumruk gibi bir aşk hikayesi. 12 dalda oscar adaylığı, en iyi yönetmen dahil üç ödül ve yakın tarihi bi an bile sıkmadan, şiir gibi anlatan bir belge film. beatty büyük aktörlükten büyük sinemacılığa terfi ederken, keaton’la tarihin en inandırıcı çiftlerinden birini oluşturuyor. şahsen en hayran olduğum oyunculuk performanslarından ikisi, hayatta en çok etkilendiğim aşklardan birini perdeye kazıyor. üç saati aşan süresi asla gözünüzü korkutmasın. film değil destan gibi düşünün. bitince sudan çıkmış balığa döneceksiniz.

    188. CRÍA CUERVOS (Yön: CARLOS SAURA, 1976)

    gelin, bir çocuk için anasız-babasız kalmanın ne demek olduğunu bir de carlos saura’dan dinleyin. ispanyol sinemasının büyük ustası görüp görebileceğiniz en tatlı melonkolikle, kafayı ölümle bozmuş ana’yla tanıştırsın sizi.

    189. UN COEUR EN HIVER (Yön: CLAUDE SAUTET, 1992)

    adı üstünde ayazda bir yürekle kabına sığmaz bi tutkunun karşılaşması. en çok etkilendiğim filmlerden. beart’e ayrı, auteuil’e ayrı aşık olacağınız bu sarsıcı dram ravel’in müziğiyle birlikte zihninizde kocaman yer edecek.

    190. THE TRAIN (Yön: JOHN FRANKENHEIMER, ARTHUR PENN 1964)

    trenli film önereceğim demiştim; buyurun tren! bu filmi izleyince demir yollarında işe girebilirsiniz! II. dünya savaşının sonu. renoir’dan degas’ya, miro’dan picasso’ya fransa’nın sanatsal servetini almanya’ya kaçırma girişimi. bunu engellemek için eşsiz burt lanchester’dan başlayarak, canını hiçe sayan bir grup kahraman fransız’ın müthiş hikayesi. inanılmaz gerçekçi bir aksiyon, tansiyonunuzu zıplatacak bi gerilim. görüp görebileceğiniz en acayip savaş filmlerinden biri.

    191. MIRACLE ON 34TH STREET (Yön: GEORGE SEATON, 1947)

    şirinevler muhtarının affına sığınarak noel baba filmi önereceğim. efsaneyi konu alan efsane bir film. it’a wonderful life’tan sonra yapılmış en iyi noel filmi. hristiyan olmanıza gerek yok. mutluluktan serseme döneceksiniz.

    192. DEVDAS (Yön: SANJAY LEELA BHANSALI, 2002)

    yılda 1000 filme imza atan bollywood’un müzikli-dansı epik melodramlarında aşılamayacak bir zirve. belki 20 kez filme aktarılmış bir roman. ülkenin en büyük üç yıldızı. cleopatra’yı bile gölgede bırakacak bir sanat yönetimi. ölene dek dinlemek isteyeceğiniz müzikler. filme alınmış en iyi dans koreografileri. ve hıçkıra hıçkıra ağlatacak bir final. benim aşık olduğum filmlerden biri. sadece şu sahneyi izleyerek ciddi bi fikir edineceğinizden eminim. http://www.youtube.com/watch?v=s9oeBzNBIso

    193. ALTERED STATES (Yön: KEN RUSSELL, 1980)

    halüsinatif uyuşturucular ve bir su tankı marifetiyle evrimi genetik açıdan tersine çeviren bilimadamı. tek başına film izleme sebebi william hurt, bu aşırı saçma ama bi o kadar eğlenceli ken russell fantezisinde yine döktürüyor. bu kadar lakayıt olup, bu kadar ciddi ciddi varoluş, hayatın anlamı ve tabii aşk üzerine düşündüren bir film daha yok.

    194. THE BIG HEAT (Yön: FRITZ LANG, 1953)

    sırtını politikaya yaslamış suç örgütünün foyasını ortaya çıkarmaya çalışırken köşeye sıkışan polis. önce adalet sonra intikam derken kanunu bile tanımayacak. fritz lang imzalı bu nefis polisiye de türün klişelerini yaratacak.

    195. A AY (Yön: REHA ERDEM, 1989)

    nihayet bir türk filmi. sadece türk sinemasının değil dünya sinemasının en ilginç anlatılarından biri. tanımlamak zor bu filmi. siyah beyazın güzelliğinde kaybolacağınız düşsel bir yolculuk sanki. rüyadan uyandığınız an gibi. reha erdem’in sinema sanatına ilk hediyesi, münir özkul’un da perdeye vedası. ne büyük bir aktör olduğunu anlamak için kafi.

    196. BRICK (Yön: RIAN JOHNSON, 2005)

    gizemiyle ve dozunda dramıyla retinada harika bir tat bırakan, yakın tarihli bir küçük hazine. 40’ların eşsiz kara film mantığını 2000’lere ve bir liseye taşıyan film, hayatı değil hayat tarzı olan gençlere bakıyor. bogart’ımız joseph gordon-levitt, türleri ve dönemleri karıştıran bu havalı suç filminde asla aşamayacağı bir etki yaratıyor.

    197. LE CERCLE ROUGE (Yön: JEAN-PIERRE MELVILLE, 1970)

    le samourai’la benim hayatta en sevdiğim 10 filmden birini yapmış bir ustadan bir diğer suç şaheseri. kendinden sonraki kuşakları derinden etkilemiş, gerçek bir sinema büyücüsü melville ve saf sinemanın doruklarında geziniyor. delon, volonte ve montand gibi üç dev isimle avuç içlerinizi terletecek, boğazınızı kurutacak bir soygun filmine imza atıyor. tamamen diyalogsuz yarım saatlik soygun sahnesiyle sinema sanatının gövde gösterisi bu film. diğer sanatlar çay demleyebilir.

    198. ARIEL (Yön: AKI KAURISMÄKI, 1988)

    hayatla cebelleşmeyi bırakmış, teslim olmuş bir toplumda isyan bayrağını çeken bir adamın hikayesi. aki kaurismaki, müthiş gözlem yeteneği ve gülmeceyi hüzne katık eden stiliyle 70 dakikalık bir iskandinav masalı anlatıyor. kendi kültürüne dışarıdan bakabilme ve yabancılaştırma kabiliyetiyle, seyirciyi ağır ama ritimli bir yolculuğa çıkarıyor.

    199. GUNFIGHT AT THE O.K. CORRAL (Yön: JOHN STURGES, 1957)

    wyatt earp-doc holliday gerçekte en fazla burt lancaster-kirk douglas kadar karizmatik olabilirlerdi. tarihin en karizmatik şerifi ve kanun kaçağının hikayesini iki dev aktörün harika performanslarından izlemek ne büyük zevk. western’e ilgi duyanların bağırlarına basacakları film olağanüstü karakter çalışmasıyla türün en değerli örneklerinden biri.

    200. LUCÍA Y EL SEXO (Yön: JULIO MEDEM, 2001)

    sırada çok özel bir film var. defalarca izlediğim ve her izleyişimde gözyaşlarına boğulduğum bir film. gözyaşlarım biraz güzellik duygusundan, biraz müziğinden, biraz mimarisinden ama en çok da kendimden bir şeyler bulmaktan. sinemada son 25 yılın en sıra dışı imzalarından julio medem’le bir yazarın zihninin derinliklerine doğru yolculuk ediyoruz. bir romanın doğum sancısına ortak olurken, müthiş bir aşk hikayesinin içinden geçiyor ve tüm kahramanlarıyla özdeşleşiyoruz. öyle dahiyane bir kurgu söz konusu ki bu film bitmiyor ve her izleyişte yeniden başlıyor. ha bir de böyle bir erotizm yok!
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    ya çocuk işsiz misin okumam bunu amk emek vermişsin ama yok yani okunmaz bu olum mal mısın amk nesin ya bak bunları kategorize et,korkuydu komediydi belki bi ilgi çeker ama böyle okumam amk ooo kuuu maaam

    not: aman tanrım ne kadar çok yazı var!
    ···
  17. 16.
    0
    171. DON’T LOOK NOW (Yön: NICOLAS ROEG, 1973)

    benim bu yaşıma dek izlerken en gerildiğim şey korku filmiyle sanat sinemasının bu buluşması olabilir. pgibolojik derinliği olan bu dahiyane karakter draması, klişelere yaslanmadan korku türüne atılabilmiş nadir imzalardan. pozitif akıl ve batıl itikatların çarpıştığı filmin bir sürprizi de tarihin belki en yaratıcı, en tutkulu sevişme montajı.

    172. HAPPINESS (Yön: TODD SOLONDZ, 1998)

    bugün size nihayet happiness önereceğim. son 15 yılda yapılmış tüm filmler içinden en çok izlediğim. 100 kez görseniz bıkmayacağınız bu olay film, soap opera üslubunda çekilmiş kusursuz bir satir. bi eşi daha yok yemin ederim. toplum dediğimiz şeyin yapı taşı olan aile kurumundan başlayarak nasıl çöktüğünü anlatan film her anlamda altüst edecek sizi. rüya gibi bir kadro ve sinemanın tüm diğer enstrümanlarıyla katıla katıla güldürürken, dayak yemişten beter edecek. beter. bu da happiness üzerine düşüncelerim. dursun elinizin altında, izleyince okursunuz efendim. http://cemirique.tumblr.c...968036/mutluluk-happiness

    173. LE FEU FOLLET (Yön: LOUIS MALLE, 1963)

    alkolizmi, topluma uyumlanamamayı ve intihar olgusunu en iyi anlatan film. perdeye yazılmış bir şiir. muhteşem maurice ronet’nin yaşamayı belki herkesten çok hak eden kahramanının hikayesi boğazınıza bir yumruk gibi oturacak. bu yeni dalga harikasının yeniden çevrimi olan oslo 31. august benim gibi size de dokunduysa görmeniz şart. nokta.

    174. THE BREAKFAST CLUB (Yön: JOHN HUGHES, 1985)

    tartışmasız tüm zamanların en başarılı lise filmi. 80’ler ruhunun aynası, gerçek bir kült klasiği. gençlik filmleri denince akla gelen ilk isim john hughes. bu da hughes’un kariyer filmi. cabası türün tüm yıldız isimleri. dünya üzerindeki tüm liselileri temsil eden beş efsane karakterin kimlik sorunu ve otoriteyle imtihanı. kezlerce izlenesi.

    175. ADAM’S RIB (Yön: GEORGE CUKOR, 1949)

    kadınlığı ve erkekliği en doğru tarifleyen filmlerden biri. hiper gerçekçi bir romantik komedi. mükemmel bir karı-koca birbirini öldürecek hale gelmiş bi başka karı-kocanın avukatlıklarını üstleniyor ve olaylar gelişiyor. birbirinden olağanüstü hepburn ve tracy’nin oyunculuğun kitabını yazdıkları film tarihin belki en bomba repliğiyle bitiyor! levent kırca, nevra serezli, şener şen, perran kutman’lı yerli versiyonunu bilirsiniz kesin. tabii bu film 10 kat daha komik.

    176. IL CONFORMISTA (Yön: BERNARDO BERTOLUCCI, 1970)

    faşizmin doğasına atılmış en keskin bakışlardan biri. az bilinse de tüm bertolucci’lerin en iyisi. dikkat isteyen parabolik kurgu son ana dek merakta bırakacak; bu arada sinema sanatının zirvelerinde dolaşacaksınız tabii. tüm zamanların en iyi filmleri soruşturulduğunda özellikle yönetmenlerin çok yukarılara koyduğu bir yapım olduğunu ekleyeyim.

    177. LOVE STREAMS (Yön: JOHN CASSAVETES, 1984)

    bağımsız sinemanın öz babasından; abi-kız kardeş iki tuhaf karakterin alışılmadık delirme hikayesi. aşk durdurulamaz bir ırmak mıdır? sonsuza dek akar mı sizce de? kalple beyin arasında mekik dokuyan film böyle soruyor işte.

    178. PLANES, TRAINS & AUTOMOBILES (Yön: JOHN HUGHES, 1987)

    şükran günü’nde evine ulaşmaktan başka bir şey istemeyen bir adam ve yollarda geçen çılgın bir macera. steve martin’in tek kelimeyle döktürdüğü bu kusursuz amerikan komedisi, bir buçuk saat boyunca katıla katıla gülme garantili.

    179. SUNRISE: A SONG OF TWO HUMANS (Yön: F.W. MURNAU, 1927)

    sadece yapıldığı dönemin değil tüm dönemlerin en iyilerinden, sessiz sinemanın büyük büyük başyapıtı. aşkın dönüştürücü gücüne büyüleyici bi bakış atan bu eşsiz murnau masalı, estetik açıdan en başarılı sessiz film muhtemelen.

    180. DARLING (Yön: JOHN SCHLESINGER, 1965)

    seven ama bağlanamayan bir kadın. ne hayatlar deniyor. hiçbiri yetmiyor. açgözlülük bedelini ödetiyor. komediden trajediye dönen yok oluş hikayesi. özgürlüğü fırsatçılık sanan kahramanıyla 40 yıl öncesinden bugüne bakıyor sanki. julie christie’nin oscar’lı oyununa dirk bogarde eşlik ediyor. iliklerinize işleyecek bir başyapıt, gizli bir hazine bu film.

    181. THE FALLEN IDOL (Yön: CAROL REED, 1948)

    ingiliz sinemasının büyük ustasından tek tanığı bir çocuk olan nefes kesici bir cinayet hikayesi. bir çocuğun gözünden müthiş bir maharetle anlatılan bu graham green uyarlamasının hitchcock’u epey kıskandırdığını ekleyeyim.

    182. BEAU-PÈRE (Yön: BERTRAND BLIER, 1981)

    üvey babasına aşık olan 14 yaşındaki marion tam bir blier kahramanı. hem masum hem baştan çıkarıcı. ozon yokken blier vardı. itinayla tabu yıkardı. burada da diyelim ki amerikan sinemasının asla dokunamayacağı bir şeyi yaptı. şoke etmekle değil anlamakla ilgileniyor blier ve pgibolojik açıdan en derinlikli filmlerden birine imza atıyor.

    183. IL GRANDE SILENZIO (Yön: SERGIO CORBUCCI, 1968)

    tarantino’nun en büyük takıntılarından django’nun yaratıcısı corbucci, western’i yapıbozuma uğratıyor. izleyeni avcunun içine alan müthiş atmosfer, nasıl yani dedirten, isyan ettiren inanılmaz finale dek bir an tavsamıyor. çoğunuzun üç renk: kırmızı’dan tanıdığı jean-louis trintignant, adeta tiksineceğiniz kinski’nin karşısında dev döktürüyor.

    184. EL ESPÍRITU DE LA COLMENA (Yön: VÍCTOR ERICE, 1973)

    soluk soluğa bi hikaye, nefes kesen bi aksiyon aramıyor, güzellik duygusuyla yıkansam kafi diyorsanız. frankenstein’ı izledikten sonra gerçekle fanteziyi ayırt edemez hale gelen yedi yaşında bir kız. kızınız olsun isteyeceğiniz. büyüleyici bir kırsal tasviri ve bütünüyle duygulara seslenen bir sinema ziyafeti. ispanyol sinemasının iftiharlarından.

    185. THE VERDICT (Yön: SIDNEY LUMET, 1982)

    paul newman’ın etkileyici karakter çalışmasıyla zihne kazınan, dört dörtlük bir mahkeme filmi. paranın karşısında hiçe sayılan insan hayatını savunan alkolik ve düşkün avukatın onur mücadelesi. adeta bir rocky filmi.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 15.
    0
    156. STROSZEK (Yön: WERNER HERZOG, 1977)

    hapisten çıkmış bir deli, bir ayağı çukurda bir ihtiyar, bir fahişe ve bir werner herzog acayipliği. ian curtis’in ihtihardan önce son eyleminin amerikan rüyasını ters yüz eden bu hiper gerçekçi filmi izlemek olduğu söylenir. 20 küsur yıl önce istanbul film festivali’nde oynayan bu meydan okuma şimdi yeniden gösterilse kapılar kırılır yemin ederim.

    157. JALSAGHAR (Yön: SATYAJIT RAY, 1958)

    evlat acısını melodramın kolaycılığına kaçmadan ama bütün karanlığıyla anlatan bir 7. sanat anıtı. büyük usta satyajit ray’ın hareketli görüntü sanatının tüm olanaklarını kullandığı film, hint sinemasının da medarıiftiharı. insan ruhunu esir alan, hayatı zindana çeviren suçluluk duygusu kavrdıbını bi filozof derinliğinde didikliyor, resmediyor ray.

    158. ESTÔMAGO (Yön: MARCOS JORGE, 2007)

    brezilya’dan gelen bu modern zaman masalı, yemek üzerine yapılmış en büyük güzellemelerden biri. baştan sona gülerek/gülümseyerek izleyeceğiniz bu nefis anlatı, sadece iyi yemek yaparak dünyaları fethedebilirsiniz diyor. dramatik yapısı ve karakter çalışmasıyla hayranlık uyandıran bu iştah açıcı film aslında bir suç filmi ve hapisanede geçiyor! kendi adıma 20 yıl evvel şarküteri’yi (delicatessen) sevdiğim gibi sevdiğimi ilave edeyim. izleyeceklere iyi seyirler.

    159. THE MIRACLE WORKER (Yön: ARTHUR PENN, 1962)

    benim dünyam, hint filmi black’in yeniden çevrimi. black ise arthur penn’in the miracle worker’ının… penn’in filmi bancroft ve duke’un mantık sınırlarını zorlayan performanslarıyla izlemesi en zor, en tuhaf filmlerden biri. bugünün 3D filmleri bile bu kadar içine alıp hırpalamıyor seyirciyi. tam bir meydan okuma. yüreğinize güveniyorsanız izleyin. not: filmin zorluğu duygu sömürüsünden kaynaklanmıyor. bu bir melodram değil. zor çünkü sinir bozucu derecede gerçekçi.

    160. TENGOKU TO JIGOKU (Yön: AKIRA KUROSAWA, 1963)

    akira kurosawa’nın stiliyle ayrı, anlatımıyla ayrı çarpan filmi, kusursuz bir polisiye film atölyesi. bi fidye hikayesini sınıfsallık üzerinden ele alan film, gerek matematiği, gerekse ahlaki problematiğiyle epeyi uğraştıracak. benzer amerikan yapımlarını suya zütürüp susuz getirecek filmin en büyük kozlarından biri de eşsiz toshiro mifune elbette.

    161. SHI BA BAN WU YI (Yön: CHIA-LIANG LIU, 1982)

    akıllara durgunluk veren silahlar, doğaüstü savaşçılar ve en uçuk martial arts fantazilerinden biri. kung fu filmlerine meraklıysanız çizgi film izleyen dört yaşında bir çocuğa dönüşeceksiniz. ki finalden bahsetmiyorum bile! kill bill filmlerinde johnny mo ve pai mei olarak karşımıza gelen chia-hui liu’nun dehası karşısında ne denilebilir ki?

    162. JEREMIAH JOHNSON (Yön: SYDNEY POLLACK, 1972)

    all is lost ile 77 yaşında hala hayranlık uyandıran robert redford’un çakı gibi olduğu döneme gidelim. büyüleyici görüntüler eşliğinde bir dağ addıbının doğaya ve kızılderililere karşı destansı mücadelesine tanıklık edelim.

    163. TROPA DE ELITE (Yön: JOSÉ PADILHA, 2007)

    devam bölümüyle birlikte brezilya tarihinin en çok iş yapan, kültürel bir fenomene dönüşen filmi. 2008’de berlin’de altın ayı kazanan film, hollywood’u kıskandıracak aksiyonuyla soluksuz izleyeceğiniz bir politik gerilim. yürütmenin başından polis teşkilatındaki en küçük memura dek devletin nasıl yozlaştığını daha iyi anlatan bir film yok belki.

    164. GASLIGHT (Yön: GEORGE CUKOR, 1944)

    biraz kenarda kalmış bir noir belki ama cukor’un hakimiyeti ve bergman’ın masumiyeti ile nefes kesici. karısını çıldırtan erkek rolünde boyer de çok iyi. gizem ve gerilim dolu, karanlık bir şeyler izlemek isteyenler denesin.

    165. TWO-LANE BLACKTOP (Yön: MONTE HELLMAN, 1971)

    modifiye otomobillere ve drag racing’e ilgi duyanların kutsal filmi. bir bağımsız sinema zaferi. sadece ve hep yolda olmaktan dolayı kimliksizleşmek üzerine ilginç değinmeleri var filmin. cabası da araba ferregrafisi.

    166. PAT GARRETT & BILLY THE KID (Yön: SAM PECKINPAH, 1973)

    billy the kid ve celladı pat garrett’ın hikayesini bir de türün babası sam peckinpah’tan dinleyin. kristofferson ve coburn gibi iki erkeklik timsalini karşılaştıran film, vahşi batı’ya yapılacak en gerçekçi yolculuk belki.

    167. IT’S A MAD, MAD, MAD, MAD WORLD (Yön: STANLEY KRAMER, 1963)

    adında az bile ‘mad’ geçiyor. efsane bir kadroyla tüm zamanların en en en en çılgın komedisi! ‘63 yapımı bu epik macera, gömülü bir hazine için yarışan bir grup insanın insanlıktan çıkma hikayesi. gül gül öleceksiniz.

    168. DIABOLIK (Yön: MARIO BAVA, 1968)

    korku sinemasının ağababası mario bava, aksiyon, komedi ve fantezi ihtiyacımızı da unutmuş değil. hepimizin hayalindeki hayatı süren başkahramanı diabolik dünyanın en azılı haydutu. en zeki hırsızı. ha bir de aşırı ciksi! arkadaşlarla film partisi mi yapacaksınız? işte bu film tam sizlik! bol bol gülüp, geyik yapabileceğiniz nefis bir seyirlik.

    169. THE KILLING FIELDS (Yön: ROLAND JOFFÉ, 1984)

    iki milyon insanın canına mal olmuş bir diktatörlük rejimi ve tarihin en hümanist filmlerinden biri. yaşanan zulmü dünyaya duyurmaya çalışan bir fotoğrafçıyla tercümanlığını yapan yerel gazetecinin ağlatan dostluk hikayesi.

    170. KOKUHAKU (Yön: TETSUYA NAKASHIMA, 2010)

    japon sinemasının intikam filmlerinde alıp başını giden güney kore sinemasına okkalı cevabı. çok iyi. sadece şu fragman bile kan dondurucu. kusursuz bir senaryo aritmetiği. sinir sisteminize kolay gelsin. http://www.youtube.com/watch?v=F73eXXiMwB4
    Tümünü Göster
    ···
  19. 14.
    0
    + başlık takip
    emeğe sağlık
    ···
  20. 13.
    0
    146. SYNECDOCHE, NEW YORK (Yön: CHARLIE KAUFMAN, 2008)

    yaşam üzerine en temiz düşündüren filmlerden biri. müthiş bir zihin egzersizi. cesareti olan denesin.

    147. THE THIN BLUE LINE (Yön: ERROL MORRIS, 1988)

    bugün belgesel sinemasının handiyse yönünü değiştirmiş ekol bir errol morris belgeseli var sırada. tesadüfen bir araya gelmiş iki yabancı ve yıllarca aydınlanamamış nedensiz bir cinayet. bitse de bitmiyor bu film; ona göre.

    148. THE WARRIORS (Yön: WALTER HILL, 1979)

    çete savaşlarını anlatan bu film popun yüksek sanat eserine evrilmesinin en nadide örneklerinden biri. bir mucize bu film. yinelenemez bir başarı. çizgi roman, bilgisayar oyunu, aksiyon, bilimkurgu meraklıları görmeden ölmesin.

    149. PIXOTE: A LEI DO MAIS FRACO (Yön: HECTOR BABENCO, 1981)

    anasız babasız büyüyen, her türlü suça itilen sokak çocuklarının hikayesi daha etkileyici anlatılmadı. hector babenco’nun filmi ve filme adını veren başkahramanı kalbinize dokunacak, iki saatliğine siz de brezilyalı olacaksınız.

    150. TO BE OR NOT TO BE (Yön: ERNST LUBITSCH, 1942)

    la vita e bella’yı sevmiş miydiniz? bu mükemmel ernst lubitsch satirini de bir o kadar seveceksiniz.

    151. REFLECTIONS IN A GOLDEN EYE (Yön: JOHN HUSTON, 1967)

    carson mccullers, john huston, marlon brando, elizabeth taylor ve en tuhaf sinema zaferlerinden biri. gizli eşcinsellik, evlilik, ihanet ve orduya mensup şerefli bi erkek olmak. tüm bu malzemenin görsel anatomisi adeta bu film.

    152. HÖSTSONATEN (Yön: INGMAR BERGMAN, 1978)

    daha çok baba-oğul çatışmasına meraklı 7. sanatın, anne-kız çatışmasına attığı unutulmaz bir bakış. yüreğinizi burkarken beyninizde şimşekler çaktıran bu dev yapıt perdedeki en büyük buluşmalardan birine sahne oluyor… yönetmenlik sanatının zirvesinden ingmar bergman’la oyunculuk sanatının zirvesinden ingrid bergman’ı bir araya getiriyor! özellikle bir annesi ve/veya bir kızı olan her kadının görmesi gerekiyor. kendinize yapabileceğiniz eşsiz bir jest inanın…

    153. SORCERER (Yön: WILLIAM FRIEDKIN, 1977)

    tarantino’nun tüm zamanların en iyi 12 filmi arasında saydığı bir gizli hazine. bir avantür şaheseri. friedkin ve scheider’i en iyi dönemlerinde buluşturan film, şaşırtıcı anlatımı ve keza gerilimiyle esaslı bi sinema deneyimi. tangerine dream’in bu film için yaptığı ve 80’lerde neredeyse her üç türk filminden birinde karşımıza gelen müziklere dikkat!

    154. RYAN’S DAUGHTER (Yön: DAVID LEAN, 1970)

    sinemaya başta ihtişam duygusu olmak üzere büyük katkılar yapmış bi ustanın az bilinen başarılarından. sinir bozucu derecede inandırıcı bir aşk üçgeniyle irlanda devrimini koşut olarak anlatan, müthiş eğlenceli bir tarihi dram. o en çok gitmek istedikleri ülke irlanda olanların eli mahkum görmesi gerek; zira irlanda’yı daha iyi anlatan bir film yok! üç saati aşan süresi gözünüzü korkutabilir. ancak öyle lezzetli bi film ki bu, su gibi akacak, bitsin istemeyeceksiniz hatta.

    155. PAPURIKA (Yön: SATOSHI KON, 2006)

    bu mucize anime, japon animasyon sanatçılarının bizimle aynı dünyada yaşamadığının ispatı sanki! nasıl ki anime şaheseri ghost in the shell olmadan the matrix olmazdı, bu film olmadan da inception olmazdı diyeceğim… animeye başlamak için de altın bir fırsat olduğunu hatırlatıp fragmanı paylaşmakla yetineceğim: http://www.youtube.com/watch?v=jJzEW_eE1G0
    Tümünü Göster
    ···