/i/Kitap

kitap sever, seviyeyi yükseltmeye niyetli panpaların paylaşımlarda bulunduğu altincidir
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    0
    “Dün geldin sen.”
    “Dün geldim.”
    “Nasıl, beğendin mi burayı?”
    “Çok.”
    Bakışlarını hiç kaçırmadan konuşuyor. Yüzünde hiçbir kıpırtı yok. Bir haftalık sakalı var yüzünde, ağarmış, güneşte gümüşleniyor.
    Kaşları kalın iki bıyık gibi, incin; gözlerinin yarısını örtüyor. Sigarayı incitmekten korkar gibi iki parmağının ucunda tutuyor.
    “Neden düştün?”
    “Suç işledim.”
    “Suçun ne?”
    “Kitap yaktım.”
    “Kitap mı yaktın?”
    “Kitap yaktım. Siyasiyim.”
    Gözlerinde ilgiler beliriyor. Kalkıyor yerinden.
    Belini tutuyor. Yanına sokuluyor, çöküyor, iyice yanaşıyor, dizleri dizlerine değiyor.
    Koluna yapışıyor.
    “Siyasisin ha?”
    “Siyasiyim.”
    Sağına soluna bakınıyor.
    “Çok verdiler mi?”
    “Daha yargılanmadım, yeniyim.”
    “Vay be! Ne verirler?”
    “Bilmem.”
    “Adam mı öldürdün?”
    “Yok canım ne adam öldürmesi.”
    “Banka mı soydun yoksa?”
    “Yok babacığım, banka falan da soymadım.”
    “Yoksa uçak kaçıranlardan mısın?”
    “Kitap yaktım kitap. Anlıyor musun?”
    “Vay canına!”
    Anlamış gibi başını sallıyor ama anlamıyor.
    ···
  1. 2.
    0
    Okumadım
    ···
  2. 3.
    0
    “Demek daha gün yemedin?”
    “Yemedim.”
    Yargılanmadığına, gün yemediğine üzülmüş gibi.
    “Sizin ne olacağınız belli olmaz.”
    “Nasıl?”
    “Belli olmaz. Bakarsın ipe zütürürler, bakarsın salıverirler.”
    “Öyle.”
    “Sigara içer misin? Sarayım mı?”
    “Zahmet olmasın.”
    “Ne zahmeti. Zahmet ne demek.”
    Cebinden küçük naylon bir torba çıkarıyor, açıyor.
    Başparmağıyla gösterme parmağını uzatıp birleştiriliyor, ikisinin arasına çukurca yerleştirdiği incecik kağıda torbadan çıkardığı çöplü tütünü yayıyor, iki elinin parmakları arasında yuvarlıyor, diline sürüp ıslatıyor, yapıştırıyor kağıdı; bir ucu genişçe bir sigara. Kağıdın uçlarını içine doğru topluyor, uzatıyor.
    “Buyur.”
    “Sağol.”
    ···
  3. 4.
    0
    Aldığın kaba sigara nemli daha.
    Kendine de sarıyor. Yere bıraktığı yanar sigarası bitmek üzere, alıp sigaranı yakıyorsun.
    “Ne kadar gün yersin?”
    “Bilmem.”
    “O dediğin şeyi pek anlamadım ama ne yaptıysan iyi şeyler yapmışsındır.”
    Eğilip sigarandan yakıyor sigarasını.
    “Sizler okuduğunuz için suç işlersiniz, bizler okumadığımız için. Sizin bilginiz bizde, bizim görgümüz sizde olsaydı, gör bak neler olurdu o zaman. Ne siz böyle içeri düşerdiniz, ne biz. Bir araya gelemedik. Bizi kolay kolay bir araya getirmezler. Eh işte, ancak böyle mahpushane köşelerinde buluşabiliyoruz. Ne yapalım, bu da bir başlangıç.”

    Şaşkınlıkla bakıyorsun bu yaşlı bilgeye.
    Başında hemen hiç saç kalmamış. Kulaklarının içini saran kıllar bile ağarmış.
    ···
  4. 5.
    0
    “Ama bir gün o da olur be kardeş” diyor.
    “Niye olmasın. Böyle böyle başlar bu işler. Yavaş yavaş.”
    Birden sokuluyor, kolunu tutuyor.
    “Ne zaman çıkarsın burdan?”
    “Vallahi ne bileyim ben? Şimdi bıraksalar şimdi çıkarım.”
    Sigarayı emer gibi içiyor.
    “Önümüzde genel af var.” diyor.
    “Ne kaldı ki şurada. Çıkarım ben. Sen de çıkarsın.
    Hep çıkarız. Allah büyüktür. Çıkınca seni nasıl bulabilirim?”
    Sanki kırk yıllık dostsunuz.
    “Bak ne diyeceğim.”
    Merakla bakıyorsun bu yaşını başını almış kocaman çocuğa, ne diyeceğini merakla bekliyorsun.
    “Oturduğun yeri bir kağıda yazar verir misin bana?”
    “Veririm, niye vermeyeyim.”
    “Yakın bir yerde mi oturuyorsun, arasam kolay bulur muyum seni?”
    Bir gün çıkarsa gerçekten gelip bulacak seni.
    “Oldu bu iş” diyor. “Sevdim seni delikanlı. Çıkar çıkmaz doğruca sana gelirim. Ama bana bir şey bulacaksın.”
    ···
  5. 6.
    0
    “iş mi?”
    “işi batsın.”
    “Ne ya?”
    “Başka bir şey. Kolay bir şey.”
    “Neymiş o?”
    “Bulacaksın ama söz mü?”
    “Ama, yani, ne olduğunu bilmeden..
    Bulamayacağım bir şeyse?”
    “Bulursun sen. Siyasisin bulursun.”
    “Allah allah!”
    Kuşkulanmış gibi yeniden soruyor.
    “Siyasisin değil mi? işletmiyorsun?”
    “Siyasiyim dedim ya.”
    “Çok iyi, çok iyi.” diyor.
    Başını güvenle sallıyor. Yüzü daha aydınlık, daha dinç şimdi.
    ···
  6. 7.
    0
    “Güneş burası, gel şu gölgeye geçelim.”
    Kalkıyor, ardına bakmadan yürüyor.
    Yürümüyor, sürüklüyor kendisini.
    Öne eğik gövdesi, iki yana açılmış ince kemikli bacaklarıyla, ayağındaki arkaları basık ayakkabılarını sürükleyerek duvar dibine gelip, daracık gölgeye çömeliyor. Nedense bunun tesbihi yok. Yanına varıp yine ayaklarını uzatarak oturuyorsun betonun üzerine.”
    ···
  7. 8.
    0
    “Nerelisin sen?”
    işte yine aynı soru.
    “içinden mi?”
    “içinden.”
    “Ben sivaslıyım. Yıldızeli”nden. içinden sayılırım.
    Bizim köy Yıldızeli’ne yarım saat sürer.”
    Eskiden Yenihan’mış, sonradan değiştirmişler adını, Yıldızeli yapmışlar.
    Adam dokuz yıldır içeride. Sekiz mahpushane gezmiş.
    Dediğine bakılırsa, doğruysa, bu adam olsa olsa otuz yaşında, bilemedin otuz iki. Ellisinde gösteriyor.
    “Yaşlı gösteriyorsun.”
    “Dokuz yıl. Kolay mı? Çürüdüm.”
    Gerçekten çürümüş.
    “Bana mavzer Nuri derler. Adım öyle kaldı.”
    Sigarası bitmeden sigara sarıyor, yeniliyor.
    Sonra hikayesini anlatıyor.
    ···
  8. 9.
    0
    O yıl iyi ekin olmuş.
    “Ergin yağmurlar yağdı.” diyor.
    “Ne bereketli yıldı. Allah verince veriyor.”
    Aralıklı yağmurlar yağmış boyuna. iyi ekin kaldırmışlar. iyi de para geçmiş eline Nuri’nin.
    Evlenmiş. Gönlü çoktan akmışmış kıza.
    “Para da bol. Binlikleri paket etmişim.”
    Başlık parası Ödemiş, almış kızı. Kızın adı Cevriye.
    “Güzel karıydı Cevriye, gözü kör olası. Ceren gibiydi.”
    Günlerden bir gün, köyden biri, bir buçuk aylık karısı Cevriye’nin yoluna çıkmış, tebelleş olmuş kadına. Ayartmaya çalışmış. Bu da Nuri’nin kuşağına ulaşmış. Çıkarmış babadan kalma mavzerini ceviz sandıktan, varmış pusuya yatmış kasabanın yolunda. Akşamüstü olmuş, adam kasabadan dönesiymiş. Böğürtlenlerin arasından fırlamış, adamın böğrüne dayamış mavzerini Nuri.
    “Soyun ulan eşşek oğlu eşşek!” demiş.
    Adam, “Yapma, etme” diyecek olmuş, bakmış ki iş kötüye varacak, Nuri “Soyun ulan” dedikçe, nesi var nesi yoksa üstünde bir bir soyunmuş çaresiz.
    “Söğüt dalı soyar gibi soydum, cıscıbıl bıraktım herifi Allah’ın huzurunda” diyor Nuri.
    Adam, soyulmuş söğüt dalı gibi cıscıbıl ortalarda kalınca, Nuri dayamış mavzerin namlusunu adamın kıçına, katmış önüne, sürmüş getirmiş köyün içine.
    Adam önde bu arkada dolanıp durmuşlar köyün içinde.
    ···
  9. 10.
    0
    “Köyün nice erkeği, nice kızanı varsa takıldı ardımıza. Göreceksin tam bir düğün alayı, bir davul zurnası ekgib.”
    Dört dönmüşler köyün içinde.
    “Mavzerin yağlı namlusunu dürtü dürtüveriyorum deyyusun kıllı kıçına, dirgen gibi.”
    Sonunda yorulmuşlar. Köy kahvesinin önüne gelmişler.
    “Dur ulan ayı.” demiş Nuri.
    Durmuşlar.
    Mavzerini kaldırmış, kaldırdığı gibi de kabzasını indirivermiş adamın böğrüne.
    “Yıktım yere” diyor. “Deli danalar gibi böğürdü durdu tozun toprağın içinde.”
    Nuri omuzlamış babadan kalma mavzeri, gez göz arpacık, tam beyninin ortasına patlatacak kurşunu, bütün köylünün önünde vurup öldürecek adamı.
    “Demeyi unuttum” diyor. “Herif köyün ağası. Konağında birbirinden güzel tam dört karı; yetmiyor.”
    Cevriye güzel kadın. On altısında. Ceren gibi.
    Nuri’nin bir buçuk aylık karısı.
    “O yıl ekinler iyi.”
    Nuri başlık parasını da ödemiş.
    “Bizim bir buçuk aylık gül gibi karımıza..” diyor.
    Köyün yarıdan çoğu ağanınmış.
    Ama Nuri’nin toprağı kendinin. Babasından kalmış.
    “Kölesi değildim o mal düşmanının.” diyor.
    Rezil olmuş ağa. Rezillik bir yana, bakmış canından da olacak, başlamış yaltaklanmaya.
    “Görsen, deve gibi herif ağlıyor köyün köylünün içinde.”
    “Ben ettim sen etme.” demiş ağa.
    “Ko gideyim buralardan. Gidişim olsun da gelişim olmasın. De, acı bana, bak eline ayağına kapandım, gayrı sen de göster büyüklüğünü. Kulun köpeğin olayım, üç çocuğumu yetim koyma, ardımda kalacaklara acı, bağışla, koyver gideyim.” demiş.
    ···
  10. 11.
    0
    Ağanın çoluk çocuğu da oracıkta, köylünün arasında; olanları, olacakları izler dururlarmış.
    Hepsi birden dalıvermişler ortalığa, yalvarıp dövünmeye, Nuri’nin ayaklarına kapanıp ağlaşmaya başlamışlar bir ağızdan.
    “Bir ağıttır başladı” diyor. “De hadi gel düşür tetiği bakalım.”
    indirmiş mavzerini Nuri, kalakalmış.
    Yüreğini bir kuş gagalar dururmuş.
    O öyle yapmış ya, bu kez bir şenliktir başlamış ağanın kızında kızanında.
    “Baktım herif hala ortalarda, iki büklüm cıscıbıl duruyor, yapıştırdım tekmeyi kıçının tam ortasına.”
    Ağa yediği tekmeyle neye uğradığını anlayamadan kapaklanıvermiş yere.
    Nuri hızını alamamış.
    “Tozun toprağın içinde doğrulmaya çalışan çıplak züte, Yaradana sığınıp” diyor, bir tekme daha savurmuş olanca gücüyle.
    Adam bir daha kapaklanmış yere yüzükoyun.
    Neden sonra güçlükle doğrulmuş, kalkmış, yuvarlana yuvarlana...
    “Yaralı bir it gibi ürüye ürüye” seyirtmiş gitmiş nereye gittiyse.
    ···
  11. 12.
    0
    Nuri, elindeki babadan kalma mavzeri fırlatmış atmış. Yürümüş köyün alanından, vurmuş gitmiş doğruca kasabaya. Girmiş bir lokantaya.
    “Allah ne verdiyse... ”
    içmiş, içmiş. Bir güzel bulmuş kafayı.
    O kafayla da ay ışıklı gecede -ayın on dördü müymüş neymiş, ay bakır sini gibiymiş gökte- kendini savura savura yürümüş dönmüş köyüne.

    Cevriye kadın, olanları duymuşmuş, gözleri kasabanın yolunda Nuri’sini beklermiş.
    Kapısının önüne gelmiş yığılmış Nuri.
    Cevriye kaldırmış Nuri’sini, içeri taşımış.
    Tam döşeğine yatıracak, candarmalar basmışlar, yaka paça alıp zütürmüşler Nuri’yi ay ışıklı gecede.
    “Karakoldayım. Bir de baktım ne göreyim: Canını bağışladığım o ağa olacak it, o cıscıbıl bütün köylüye rezil ettiğim ırz düşmanı, giyinmiş kuşanmış başımda dikelmiyor mu?
    “Bu adam köyde çekmedi beni. Karılarıma, kızlarıma sulandı, malımı mülkümü kıskandı” demiş ağa.
    “Böyleyken böyle oldu” demiş
    Dünyanın yalanını uydurmuş. Sonunda, “Akşamüstü kasabadan dönerken, köyün dışında pusu kurmuş bana, yoluma çıktı, çekti mavzerini üstümdeki bütün paramı aldı” demiş.
    Nuri’yi göstermiş. “
    Tam üç yüz altmış beş bin lira para vardı üzerimde, hepsini zorla aldı bu herif” demiş.
    “Bütün param buydu: üç bütün kağıt yüzlük, bir bütün ellilik, bir onluk, bir beşlik. Üstümde ne var ne yoksa aldı” demiş.
    Böyle demiş böyle bitirmiş ya sözünü, candarmalar, uzatmalının “he” demesiyle yıkıvermişler oracıkta Nuri’yi yere, ceplerinde nesi var nesi yoksa dökmüşler ortaya.
    Üçyüz ciksen liraya yakın para çıkmış Nuri’nin üzerinden.
    “Yani bu kadar olur” diyor Nuri.
    Üç tane yüzlük, bir bütün ellilik de varmış Nuri’nin üzerinden çıkan paralar arasında.
    Kasabada lokantada bozdurduğu beş yüzlüğün üstüymüş.
    “Gaspa soktular, bastılar cezayı” diyor.
    Yüzü sanki dokuz yıl öncesinde Nuri’nin.
    Gözleri hınç dolu.
    Cevriye de gitmiş. Nuri içeri düşünce ağa Cevriye’yi de alıp evine “kuma” zütürmüş...
    ···
  12. 13.
    0
    “Bak anlattım sana hikayemi, dinledin. Yazsan destan olur. Bir türkü yakıp plağını çıkarsan varlıklı kişi olursun. Dinledin. Anlattım sana. Tam dokuz yıldır içerideyim. Çürüdüm be namussuzum. Şimdi az bir şey kaldı önümde. Ekim’de Allah’ın izniyle afla birlikte hepimiz dışardayız. Şimdi senden istediğim bir şey var. Bana bir makinalı tüfek bulacaksın. Bir makinalı tüfek. Bütün istediğim bu. Bak bunca yıl yaşadım, hiçbir şeye sahip olmayı bu kadar istemedim.”
    Bakışıyorsunuz.
    Yüzü, tepeye dikilen güneşin altında su gibi.
    Gözleri umut dolu, pırıl pırıl.
    “Tak tak tak” tarayacak ağayı, biçecek köyün ortasında makineli tüfekle, delik deşik edecek.

    Gümüşte gümüşlerden ağarmış sakallarının altındaki gevşek derisinin seyirdiğini görmemek için kör olmalısın.

    “Bir makinalı tüfek kardeş. Bak sen siyasisin.
    Yaparsan sen yaparsın bunu. Başka şey istemem. Dünyada bütün istediğim bu, bir makinalı tüfek.
    Kaç paraysa... ”
    ···