0
kaleye kimin geçeceği tartışmalarında bile esamem okunmazdı. beni aralarına almadıkları için, bir de yürekteki futbol aşkı yüzünden oturur izlerdim hepsini. kenar mahallenin kenarda bekleyen forvetiydim.
seyir zevki berbat olduğu için bir müddet sonra oyundan ziyade oynayanları incelemeye başlamıştım. benim yapamadığım neyi yapıyorlar, bende olmayan ne var diye düşündükten sonra olayın topta bittiğini anlamıştım. topu olan kişi, ev sahibi ülkelerin turnuvalara direk katılması gibi, her maçta sahadaydı. hatta dikişli gerçek futbol topu olanlar plastik topu olanlara göre daha ileri mevkilerde oynuyorlardı. çopur erman vardı, babası kasap, en güzel topun onda olması sebebiyle hep ileri uçta oynardı. gol orucunu bozamadan büyüdü babasının yerine geçti.
benim müzmin yedekliğimin sebebi, topa sahip olma oranımın %0 olmasıydı. bunu çok geç fark etmiştim. işin sırrını çözünce keyfim kaçtı, o an topsuz geçen günlerimi, kaybolan yıllarımı verselerdi gelişine vole çakardım.
o derece hırslandığım bir temmuz akşamında babamdan para istedim. ne alacağımı bile sormadan reddetti. babama da hırslandım. ertesi sabah kahvesinde işe girmek için kemal amca'nın yanına gittim, kahve kapalıydı. kemal amca'ya hırslanmadım, ne de olsa potansiyel patron adayımdı. dükkanı açmasını beklemedim, maç yapanları izlemek için kombinesine sahip olduğum okul bahçesindeki stadın kenar tribününe çöktüm.
o akşam hiçbir mülakata tabi tutulmadan kahvede işe başladım. yaz tatilinde olmamız, bana forvetin kapılarını açacak bir futbol topu için tam gün çalışmamı sağlıyordu. bir yandan da kemal amca'yı mahçup etmemek için canımı dişime takıyor, falsolu ortaları çatala takacağım günlerin hayaliyle çay taşıyordum.
çok sonra anladım babamın o sıralar işsiz olduğunu. annem babamın eve para getirememesini patronunun maaş vermemesine dayandırıyordu. takvimler ağustos'un ilk haftasını gösterdiğinde ilk haftalığımı anneme vermiştim. ilerleyen haftalarda da annemin deyimiyle babam maaş alamadı. o maaş alamayınca ben top alamadım. top alamayınca da mahalle maçlarının aranan ismi olamadım. okulların açılmasına iki gün kala işi bıraktım.
sonraki yıllarda babamın patronu sürekli değişti ama hiçbiri maaşını vermedi. bense her yaz tatilinde bir meşin yuvarlak için kemal amca'nın kahvesinde çay dağıttım, oralet dolaştırdım, küfür öğrendim. öğrendiklerimin hepsini beni maça almayanlara sarf ettim.
lise bittiğinde takvimler haziran'ın ikinci haftasını gösteriyordu. kemal amca iyice elini eteğini çekmiş işleri bana bırakmıştı. yıllarla doğru orantılı olarak haftalığım da artmıştı, iyi kazanıyordum.
izinli olduğum bir gün maziyi anmak için okul bahçesine yollandım. bir zamanlar burada top koşturanların çoğu hayat rüzgarına kapılmış, bilmediğim coğrafyalara savrulmuştu. okula geldiğimde yine bir mahalle maçının yapıldığını, ama kadroların artık bambaşka çocuklardan müteşekkil olduğunu gördüm. mahalle futbolunun değişmeyen tipik kuralları aynen korunuyordu; bunu semiz bir tosunun forvet oynamasından anladım. sonra kendimi gördüm. kenar tribününe çömelmiş, bağladığı kollarına çenesini dayamış, tek başına 90'a takılı hayaller kuran kendimi...
bu tribünde en sessiz tezahüratların yapıldığını, bu çömelmiş poziyonun hayal kırıklığının bir tezahürü olduğunu biliyordum. temiz yüzlü bu çocuğun bir kahve köşesinde küfür eğitimi almasına izin veremezdim; üstelik her kahvenin kemal amca gibi bir sahibi de yoktu.
yanına oturdum, cebimden bir yirmilik çıkarıp uzattım. hiç itiraz etmeden aldı ve koşarak uzaklaştı. sahadan çok uzağa top almaya giden bu çocuğun, birazdan akıl dolu ara pasları gole çevirecek fırsatçı bir golcüye dönüşmesini izleyeceğimi biliyordum.
kenar tribünü yine bana kalmıştı. bu tribün için kombinemin asla iptal olmayacağını anlamıştım.