-
1.
+1''Adana'da doğdum. yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Adımı o dönemlerin ünlü sanatçısı FERDi TAYFUR'dan esinlenerek koymuşlar '' 1945 Yılında Adana'nın Hürriyet Mahallesi 381. sokakta Nezihe ablanın tek gözlü kerbin evinde dünyaya geldim. Benden önce Tayfur isimli kardeşim varmış ve altı yaşından zehirli sıtma hastalığından kurtulamayarak ölmüş. Şimdi 4 kardeşiz. ikisi kız ikisi erkek. Benden büyük bir ağabeyim var adı Sermet. Küçüklerim ise Nafia ve Nerime, Annemin adı Şerife, babmın adı ise, Beyköylü Cumali.Tümünü Göster
Beykozlu Cumali'nin Oğluyum..
Sonradan annem anlatmıştı. Eğer ağabeyim Tayfur ölmeseymiş, belki de ben şimdi dünyada olmayacıkmışım. Öylesine yoksul bir durumdaymışız ki ailem o yıllar, beni doğurmak istememiş annem. Aldırmayı kafasına koymuş. Ama babam kendini içkiye vermiş oğlunun ölümü nedeniyle. Ve anam da o ızdırapla beni karnında unutmuş. Zorunlu olarak doğduğum zamanda , ölen oğularının adının önüne bir Ferdi eklenmiş, şimdiki kimliğime kavuşmuşum. Altı yaşındayken babmı kaybettim. 29 yaşındaki Beyköylü Cumali beni , 3 kardeşimi ve annemi terkedip göçtü bu dünyadan. Şimdi hayal meyal anımsıyorum babamı. Ve hiç aklımdan çıkmıyor o dev yapılı efsane kahramanı babam. Özlüyorum ve sık sık rahmetli annemden, henüz tanıyamadığım babamın öyküsünüdinlemek istiyorum. Ama ilk sözcüklerle birlikte ağlamaya başlıyor. Sonra pişman oluyorum annemi üzdüğüm için. Dur anlatma anam ağlama söz bir daha babamı sormayacağım sana diyorum. Bir yandan hıçkırıklara boğulan anam, yinede susmak bilmiyor ve kegib kegib cümlelerle başlıyor '' Beyköylü Cumali'ninöyküsünü dile getirmeye: Baban toprağı olmayan, cebinde beşparasız bir köylüydü. Birbirimizi delicesine severek evlendik. Hapisten henüz çıkmıştı.Bir düğün gecesinde göz göze geldik ve beni istetti. O denli mert bir insandı ki, tüm çevre halkı ona sığınırdı. Bilekli ve yürekliydi. Zaten hapisede o yüzden düşmedi mi ? Halasının kocası askerdeyken halasına bir adam musallat olmuş. Cumali' ye haber salmış kadın. gel beni bu adamın elinden kurtar diye. O da bıçağı kaptığı gibi adamın peşine düşmüş. Ve bıçaklamış. Karınca bile incitmezdi ama, namusunuda düşkündü. Namusu için dünyayı yıkardı. Tabii Jandarmalar hemen tutuklayıp hapise atıyorlar. Bir kaç yıl yatıp çıkıyor. Çıkar çıkmaz da evleniyoruz. işte o günden bugündür de namı '' Beyköylü Cumali'yeçıkıyor. Sonra evliyken askere çağırıyorlar. Sen o zaman 4 yaşındaydın. Hatırlamazsın, baban çok senden ayrı kaldığına üzülerek gitti askere. Hiç unutmam sabah erkenden kalkıp seni uyandırdı ve dakikalarca sarılıp sarılıp öptü.
Yoksullukla ilk Tanışma..
Bu çocuğa iyi bak ileride büyük adam olacak hanımdiyerek tahta bavulunu alıp yola koyuldu Arkasından su döktük. Sen uykulu gözlerle babana el salladın. Neden sonra bir ağlamaya başladın ki susturabilene aşkolsun. ille baba baba diye tutturmuştun. Komşular. akrabalar güçlükle susturdular seni. Her akşam seni ve ağabeyini alıp gezmeye zütürürdü baban. Sen mi yoksa Sermet mi , bilemiyorum, geçmiş gün unutmuşum. Bir gün bir oyuncakçı dükkanında bir kamyon görmüşsünüz. Ayrılmak bilmemişsiniz dükkanın vitrininden. Çekiştirip duruyormuşsunuz babanızı kamyonu al '' diye. O gün Cumali eve geldiğinde yüzü sapsarı, gözleri öfkeden fırlayacak gibi... o dev yapılı adam adeta çocuk gibi ağlıyordu karşımda. Lanet ediyordu böyle hayata böyle yaşamaya. Sizlere o kamyonu alacak parası olmadığı için sabaha kadar uyuyamadı. Sigara üzerine sigara yaktı. Gezinip durdu odanın içinde. Bir ara yanınıza gelip ikinizi de okşadı, saçlarınızdan. Ay ışığı tam Cumali'nin üzerine vurmuştu. Hani musluktan su damlar ya, işte öylece gözlrinden yaşlar damlıyordu, yanaklarınız üzerine. Sizler ise mışıl mışıl uyuyordunuz. Bana dönüp şu küçümenlere bak. Kim bilir belkide rüyalarında o kamyonu görüyorlardır şimdi. Allah belasını versin bu kahpe dünyanın. Ahh! sefil para. Rezil ettin beni be ! Hadi yatsana artık Cumali Efendi. Yarın ola hayrola. ÇOcuktur onlar isterler. Ne üzüntü ediyorsun kendine O hala Niçin, niçin ? inliyor, haykırıyordu. Onu izlerken yüreğim parçalanıyordu. Benim de içimi bir hüzün kaplamıştı. insan bazen öyle oluyor ki, yoksulluğu unutuveriyor. Sanki Allah buyruğuymuş gibi herşeye razı gösteriyor. Ama çaresizliğe düştüğün zaman da isyan ediyorsun, yumruklarını havaya kaldırıp onulmaz acını göğe doğru yükseltiyorsun. işte böylesi bir garipliğimiz vardı Adana'da.
Anamın nasırlı ellerini iki elimin arasına almış öpüyordum. Tarnısal bir anlam kazanmıştı yüzü. Saçlarının ak telleri gözlerinin üzerine düşmüş, tere ve yanaklarındaki ıslaklığa yapışıp kalmıştı. O anda odaya ilk kızım Tuğba girmişti. KUcağında yığınla oyuncak vardı. Getirip hepsini odanın ortasına döktü. Allah bunlara yoksulluk göstermedi. Ey büyük Allah, sen ne kadar Kadirsin. Beni şu yavrularımdan ayırma diyerek duvalar etmeye başlamıştı rahmetli anam. O kadar büyük sarsıntı geçiriyordu ki, karşımdaki yaşlı kadın bu duruma son vermek istiyordum. Ama o bir defa başlamıştı anlatmaya. Öyküyü yarıda kesmek adeta babama ihanet gibi geliyordu. Bir süre sustu. Tuğba'nın yanına giderek onu sevip okşamaya başladı... Dışarıda hafif bir rüzgar vardı. Perdeler bayrak gibi dalgalanıyordu. Bir sigara yakıp pencerden dışarıya bakmaya koyuldum. Deniz gülüyordu adeta. Güneş aydınlattığı için, deniz de onun coşkun bir sevinç içindeki ışıklarını yansıttığı için mutluydular. Uzaktan anamla ( rahmetli ) kızıma bakıyordum. Biraz önceki o acılı yüzün nasıl sevince ve şefkate dönüştüğüne hayret ediyordum. Sürekli kucaklayıp öpüyordu babaanne torununu. Benim için ne kadar dokunaklı ve mutlu bir tabloydu. Seyrine doyum olmaz ilahi bir gösteriydi bu candan sarılış ve öpüşler. Şimdi baban yaşasaydı da görebilseydi şu kızı. Ne kadar çok severdi. Ahh ! körolasıca talih. Ona o bıçağı saplayan eller, iki dünyada da rahat yüzü görmez inşallah Tüm bunları söylerken dişlerinin çatırtısını duyuyordum. Geçip yerine oturdu. Eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı rahmetli annem. Ferdi gel de devam edeyim. Baban çok yiğit adamdı. Daha öncede dinlemiştim bunları. Artık dinlemek istemiyordum . Çünkü annemden kuşku duyuyordum. Kaygılandım. Birkaç kez önemsiz de olsa kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ayrıca bende çok bunalıyordum. Çünkü biliyordum ki , öykünün en acıklı bölümü başlayacaktı. Benim de yaşadığım ve gözlerimin önünden gitmeyen babamın hazin ölüm hikayesini anlatacaktı. Kanlar içinde ve vücudu dört bir yandan bıçaklanmış babamı görür gibi oldum birden. Yüreğim sıkıldı, burkuldu. O ne olağanüstü bir manzaraydı. Ve ben o acıyı yeniden yaşıyacaktım. Mecburdum buna. Annemi kırmak istemiyordum. Bağrıma taş basıp dinleyecektim. Çünkü nede olsa anlatılan babamdı ve anlatanda canım kadar sevdiğim annemdi. ''Askere gitti baban. izmir'deydi. Kız kardeşlerinden Nafia, o askere gider gitmez, Nerime ise daha sonra dünyaya geldi. O ne sıkıntılı günlerdi. 2 bebek ve 2 de küçük çocukla yaşam mücadelesi veriyordum. Sizleri yanıma alıp, kardeşlerinizi de sırtıma bağlayıp, pamuk tarlalarında açlışıyordum. Elime geçen birkaç kuruşu sizlere harcıyordum. Çünkü ben açlığa alışmıştım. Sizlerin yiyeceği maması önemliydi. Baban, yıllık izine geldiğinde o da tarlalarda çalışıyor, rençperlik yapıyordu. Bütün amacı, beş on kuruş para kazanıp bana giderken bırakmaktı. Sürekli sizleri doyasıyla sevememekten yakınıyordu. Çünkü sabahları erken kalkıp kendisini tarlalara zütürücek traktörlere yetişiyordu. Siz uykudayken gider, gecenin geç saatlerinde yine siz uyurken dönerdi. Hayatın bütün yüküyle omuzlarımıza çökmüştü sanki. Baş döndürücü bir hızla yuvarlanıp gidiyorduk bilinmedik yerlere. Hiç bir kimse de elimizden tutmuyor, dertlerimize bir çare getirmiyordu. Ama, sanki onlar bizden farklı mıydılar ? Mahallede hep birdik ve aynı yazgının tutsağıydık. Baban'la dertleşirdik gecenin geç saatlerinde. Ben yatağa uzanır, o da ayak ucuma oturup asker sigarasını yakar, elimi tutar, askerlik anılarını anlatırdı. Gün ışıyana kadar hiç uyumazdı. Beni de uyutmazdı. Bizden geçti Şerife, şu cocukları bari kurtarsak derdi devamlı... Ama kimi nasıl kurtaracağından da hiç söz etmezdi. Çünkü onları okutacak parası yoktu. BU da onu kahrediyordu. Zaman zaman cebinden bir cüzdan çıkartıp fotoğraflarımızı gösterirdi. Bu da olmasa şu askerlik çekilmez derdi. Hadi, hadi derdim. Askerliğe kabahat bulma. Sana yaramış. Şişmanlamışsın baksana Yok be hanım. Bakma kilolu olduğuma. Kayın ağacı gibiyim. içten içe çöküyorum . BU söz o kadar anlamız gelmişti ki bana. Yüzüne bakıp durdum öylece. Ne demek istemişti. Niye içten içe çöküyordu. Daha 30'unda bile değildi. Ama hiç üstelemedim. Hadi yatalım artık Eliyle boşver gibilerinden bir daire çizdi havada. -
2.
+2 -14 gün sonra iznim bitiyor. Canım hiç uyumak istemiyor. Sen de uyuma ne olur. Seninle konuşmayı o kadar çok özledim kiolur deyip, kendisini dinlemeye koyuldum. Hiç durmaksızın anlatıyordu. Ama hep kederli öykülerdi anlattıkları. Dertlenir, hüzünlenir, birden susar, sonra yine başlardı konuşmaya. Çoğunlukla da işi gücü çocuklardı. istemiyordu onların da kendisi gibi acı çekmesini, Yoksul düşmesini. Ama onlarında eninde sonunda aynı hayatın içinde olacaklarından emindi. Ve o zamanda Tanrı'ya yalvarıp mucize dilenirdi. Dört gecemiz de böyle gelip geçti.Tümünü Göster
Yine bir sabahın ezanında çocuklar uyurken, varıp yollara düştü. Köşeyi dönene kadar da gözünü benden ayırmadı. Babam askerde duvarcı ustasıymış. izmir'de askeri inşaatlarda çalışıp dururmuş. Kötü yazgısı''Beyköylü Cumali'yi askerde de rahat koymamış. Birgün başına bir kaza gelmiş Bir hastanenin inşaatında görevli iken askeri aracın, arka kapısınınaniden açılması ile yere düşmüş. Hemen, daha bir kaç saat öncesine kadar duvarlarında mala salladığı, koridorlarında çimento taşıdığı hastaneye kaldırmışlar. Bir koğuş bulup yatırmışlar. Yarası pek ağır değilmiş. ama, acısı varmış omuzdan yana... Bir hemşireyle tanışmış birgün hastanede. Genç güzel bir kızmış. Hastaneye bir Adanalı'nın geldiğini duyunca hemen ziyaretine koşmuş. O da Adanalı'ymış. Babamı görür görmez bir çığlık koparmış; Aaaaa ben sizi tanıyorum Beyköylü Cumali değil misiniz? Meğerse kız babamın ününü yıllar önce duymuş. Başlamışlar babamla sohbet etmeye. Kız ayrılmaz olmuş koğuştan. Kızın görevi aslında başka bir servisteymiş ama, gece-gündüz babama hizmet etmeğe başlamış. Ve böylece aradan bir kaç gün geçmiş yada geçmemiş kız, yine sabahın ilk ışıklarıyla birlikte koğuşa girmiş usulca. Koca koğuşta bir babam, birde öte köşede 2-3 hasta uyanıkmış. Diğerleri mışıl mışıl uyuyormuş. Ayaklarının ucuna basa basa gelip yatağın ucuna bir kuş gibi konuvermiş. Oldukça heycanlı, telaşlı imiş. Babam hemen birşey söylemek istediğini anlamış. Amam hiç sesini çıkarmamış. Söyleyeceklerini beklemeye koyulmuş.'' Senin ününü ben çok duydum. Adana'da erkek adam olduğunu haksızın yanında yer aldığını söylerlerdi. Herhalde bana da yardım edersin değil mi ? Ve, sonradan babamın hayatına mal olacak isteğini başlamış anlatmaya...
Yakında terhis oluyorsun... Hastaneden çıkmana da az bir zaman var. Bizim oralara döndüğünda falanca bir köyde bir toprak ağası vardır. O benim akrabam olur. Çocuklarının başı için ne olur ona söylede bana biraz yardım etsin. Sefaletimiz hep böyle ömür boyu sürecek mi ? Hiç bir çaresi yok mu ? bunun Beyköylü Cumali ? ''Aradan iki gün geçmiş. Babam taburcu olmuş. Hava değişimiydi, birikmiş izinlerdi derken teskere alıp Adana'ya dönmüş... Ama o ne dönüş diyor rahmetli anam Bütün mahelleli evimize toplanmıştı. Gözün aydın Şerife bacı. Hoşgeldin Cumali Gardaş diyen, sarılıp öpüyordu babanı. Bir efsane kahramanı gini karşılanmıştı baban. Hele sen yok muydun. Babanı bir an olsun yalnız bırakmıyordun. O kalabalığın arasında Cumali'nin pantolonuna yapışıp nereye gitse sen de ardından sürükleniyordun.Ahh.. Anam ne çok da acı çekmiş hayatta. Bütün bunları anlattırken hala o günlerin anılarıyla yüklüydü. Öylesine yoğun yaşıyordu o yıllar öncesine ve gençlik dönemlerini. Gözlerim bir ara anamın komidinin üsttündeki resimlere takılıyor. Ne kadar da değişmiş. Tazeliğinden ve coşkulu bakışlarından hiç bir iz kalmamış. Vücudu çökmüş, kamburu çıkmış, saçları ağarmış bir kadın artık o... Şimdi, hayatın bir sırrı gibi karşımda duruyor. Ben bunları düşünürken, annem babamın askerden geliş günlerini özetlemeye devam ediyor. Geldiğinin ilk haftasında benden çiğ köfte istedi. Biraz da para bırakıp: Sen hazırlığı yapadur, ben eti getiririm dedi. Sonra da çıkıp gitti. Eski arkadaşlarını görecekmiş. Ben sofrayı hazırladım. Yeşillikleri masaya yerleştirdim. Cumali'yi beklemeye başladım. Hayli geç olmasına rağmen ortalıkta yoktu. Sözde erken gelicekti de bana çiğ köftelik et getirecekti. Söylenmeye başladım. Ne gelen var ne giden. Beni aldı bir merak. Çünkü hiç böyle yapmaz söz verdi mi saatinde evinde olurdu... Sizlere bir kaç lokma yedirip yatırdım. Gece tüm sessizliğiyle Adana'ya çökmüş, sokaklar boşalmıştı. Kulağım kapıdaydı. Bir tıkırtı duysam hemen kalkıp bakıyordum. Meğerse ben endişe içinde babanı beklerken o da ölümü kucaklamaya gidiyormuş. Ahh, bilseydim bırakır mıydım onu. önüne geçer, ayaklaranı kapanır, kapı eşiğinden dışarı komazdım. Sonradan öğrendim ki eski bir arkadaşına rastlamış. Arap ahmet diye biri. Ben de tanırım. Çok severdi babanı. Babanı yemeğe davet etmiş. O da kıramamış. gitmişler bir yere, yiyip içmişler. Sonrada yanlarına 2 arkadaşlarını alıp bir pavyona gitmişler. işte o pavyon babanın sonu oldu oğlum. Pavyonda o hemşire kızın bahsettiği ağa ya rastgelmiş. Sekiz on kişilik bir mahiyeti varmış adamın masasında. Baban kalabalık masaya gitmenin ayıp olacağonı düşünerek garsonla ağaya haber salmış. Gelsin de hele kendisi ile bir konuyu görüşeceğim. Rica ettiğimi söylemeyi unutma Garsonun haberi üzerine ağa memnuniyetle kalkıp gelmiş babannın yanına... Tanış çıkmışlar. Sarılıp öpüşmüşler. Biraz muhabbetten sonra Cumali, konuyu kendisine açmış. Kulağına eğilip akrabasının ricasını fısıldamış. Ağa teşekkür etmiş ilgileneceğini söylemiş.
Sonra da izin isteyip Masadan ayrılmış. Yerine döndüğünde arkadaşlarına hiç birşey söylememiş. Ağam niye kalkıp gittin o masaya. Ne oldu? Senden ne istediler ? diye soranlara da hiç yanıt vermemiş. Yok bir şey, benim özel meselem. Siz karışmayın. Suskunluk içinde içmeğe devam etmiş ağa ve adamları. Ama, ağanın çakallarının içine bir kurt düşmüş. Snmışlar ki Cumali, ağadan haraç istiyor. Kinlenmeye öfkelenmeye başlamışlar için için. Neden sonra baban tuvalete gitmiş. Bunu gören çakallar, birer ikişer Cumali'nin arkasından gitmeye başlamışlar. Ve etrafını sarmışlar. ilk anda şaşırmış baban. itişip kakışma olmuş aralarında. Uzun boylu, atlet yapılıydı Cumali. Çekirge gibi de çevik. Vurduğunu yere sermiş. Biri silahını çekip yanlışlıkla arkadaşını yaralamış. Silah sesi pavyonu birbirine katmış. Babanın arkadaşlarından sadece Arap Ahmet kalmış. Karşı taraftan da çoğu kaçmış. Arap Ahmet, gidip babanın ellerine sıkı sıkıya sarılmış. Yapma Cumali. Askerden yeni geldin. Daha çoluk çocuk doyamadı sana. Elinden bir kaza çıkıcak. Gel gidelim burdan. Arap Ahmet, Tam babanı dışarıya çıkaracağı zaman bunu fırsat bilen çakallardan biri başlamış babana bıçak sallamağa. Sol böğründen yaralanıp yere kanlar içinde düşmüş... Sonra alıp hastaneye kaldırmışlar babanı. Taşıdıkları otomobilin içi kan gölü halindeymiş. Nöbetçi doktor hemen koşup ilk müdaheleyi yapmış. şafak sökmek üzereymiş. Güneş doğuyormuş. Adana'nın üstüne Gökyüzü masmavi pırıltılar içinde yeni bir gün başlıyormuş. Ve babam hastanede durmaksızın kan keybediyormuş. Adana'nın bir köşesinde bir insan ölümle pençeleşirken diğer bir köşesinde de başka bir dram oynanıyormuş. Annem ağlamaklı gözlerle yollara düşmüş: Yanında da ben. Konuya komşuya, önüne her çıkana, babamı sormağa başlamış. O sırasa karşıdan koşmakta olan Deveci Mehmet'e rastlamış. Ben de size geliyordum bacı. Cumali biraz rahatsızlandı da kendisini hastaneye yatırdık.
Merak etme bacım. Sizi zütürmeğe geldim demiş. kegib kegib sözcüklerle, kısık bir sesle. Anam daha da meraklanmış. Olduğu yerde sarsılmış. Hemen bir faytona atlayıp gitmişiz hastanenin kapısına. Kadınsı önsezilerle olayın çok önemli olduğunu anlamış anam. Ama, dev gibi kocasına da fena şeyler kondurmak istemiyormuş. Beni aşağıda bırakıp onlar odaya çıkmışlar. Hayli kalabalıkmış babamın yanı. Duyan gelmiş. Babamı vuran adam da bir intikama kurban gitmemek için gidip polise sığınmış. arkadaşlarıyla da haber salmış: Ben ettim, o etmesin. Sarhoştum beni bağışlasın diye Ama, babamın konuşacak hali bile yokmuş. Altı gün boyunca inleyip durmuş. Karısını , beni ve 3 çocuğunu sayıklayıp durmuş geceler boyu. Son gecesi hep dualar etmiş Tanrı'ya. Bir yudum su istemiş anamdan. Kendine gelir gibi olmuş. Anamın eline sarılıp: Aman çocuklara birşey hissettirme. Onlar daha çok küçük. O minik dünyalarına kan ve göz yaşı sokmayalım. demiş. Anam biden sevinmiş babamın iyiye giden bu durumuna. Başını iki elinin arasına alıp, bir kaç lokma bişeler yedirmek için. Kısa bir süre gözlerini tavana dikip, ellerini anama dolamış. Beni terketme Şerife gibilerinden. 1 saatlik bir sessizlikten sonra ruhunu teslim etmiş. O gözler bir daha açılmamacasına kapanmış. -
3.
+2ilk Aşkım..Tümünü Göster
15 yaşındadım. Artık tek bir pencereden bakmıyordum dünyaya. Birden fazla pencerelerim olmuştu. Ve her pencerden ayrı bir tablo izliyordum. her geçen gün biraz daha bağışıklık kazanıyordum yaşamın güçlüklerine ve acılarına. Büyük bir olgunlukla karşılıyordum yazgımı ve yagımızı. Hiç bir hayat yeniden yaşanmıyor ve hiç bir yarın bugünden belli olmuyordu. insanoğlu, sürekli olarak kendini olağanüstü bir takım duygulara ve olaylara karşı hazır tutmalıydı. Çünkü alışagelmiş ve monotonlaşmış bir hayat, birden öylesine değişime uğruyordu ki, kendi bile şaşırıyordu. işte beni de şaşırtan ve halen izini üzerimde taşıdığım bir olay geldi başıma, 15 yaşındayken... Nerden bilebilirdim, o gecenin ben de bu denli ruh sarsıntısına yol açacağını? O ysa o gecenin diğer gecelerden bir farkı yoktu. Gökyüzü yine yıldızlarla doluydu ve Adana yine her zamanki sessiz karanlığına bürünmüştü Bir düğün gecesiydi. Adana'ya yakın bir mesafede bir köyde yapılıyordu düğün. Ben de çağırıldım. Önceleri gitmek istemedim. Bir tek takım elbisem vardı ve o da hem ütüsüz hem de kirliydi. O kıyafetle gitmek delikanlılık onuruma dokunmuştu. Ama canım da öylesine çekiyordu ki. Fakat yapabileceğim birşey yoktu. Gün batmak üzereydi. Ya o elbiseyi giyip gidecektim, ya da kalacaktım. Hemen o anda aklıma bir sokak aşağımızda oturan ahbaplar geldi. Onların kömürlü bir ütüleri vardı. Koşarak gidip kapılarını çaldım. Şanssızlık bu ya, onlar da evde yoktu. Uzun bir süre kapılarının önünden ayrılmadım. Her zili çalışımda biraz daha ümitleniyor, kapı açıldı, açılacak diye heycandan içim içime sığmıyordu. Fakat gerçekten yoklardı evde.Çaresiz bir şekilde evime döndüm. Sanki 15 yılımın en büyük darbesini yemiş gibi bir yıkıntı içindeydim. Yüreğimde alevlenen küçük pırıltı da sönüvermişti, bir anda. Küfürler dolusu, öfke yüklü bir halde eve girdim ve elbisemi giyip yola çıktım. Güneş batmıştı. Akşam çökmüştü her tarafa . Bir türkü tutturmuş, ana caddeye doğru yol alıyordum. Hava o kadar güzeldi ki, hiçbir araca binmek istemedim. Yürümeye başladım köye doğru. Uzaktan varmakta olduğum köyün, tektük ışıkları görünüyordu.Bir saate yakın bir zamandan sonra biraz da yorgun olarak köy düğününün yapıldığı meydana geldim.
Artık tam anlamıyla geceydi. Davullar çalıyor, silahlar gökyüzünü kurşun yağmuruna tutuyordu. Meğerse sevdalanmaya gelmişim bu bir saatlik yoldan buralara kadar. Ve işte ilk aşkımın öyküsü... Köyün öğretmenine aşık oldum o gece 20 yaşında esmer, uzun boylu bir kızdı. Ne adını biliyordum, ne de herhangi bir özelliğini . Ansızın ola gelmişti her şey. Gözlerimiz düğümlenmişti adeta. Sürekli birbirimizi izliyorduk. içimde bir korku belirmeye başlamıştı. Evliyse yada bir belalı arkadaşı varsa? diye kuşkulanıyordum. Aynı heycanı onun da gözlerinde görmeye başladım. Kim bilir o da benden çekiniyordu. Neden sonra gülümsemeye başladı. Titriyordum. Gözlerime inanamıyordum. Bütün cesaretimi toplayıp, yanına gittim. Konuşmaya başladık. Köy halkı, içkiden artık iyice kendinden geçmiş durumdaydı. Kimsenin kimseyle uğraşacak hali yoktu. Adını söyledi. Öğretmenlik yaptığını anlattı. Sandalyede oturuyordu. Yanına çömelerek sizi hergün görmek istiyorum. Buna izin verir misiniz ? diye sordum. Siz onca yolu göze alıyorsanız buyrun dedi. O gece gözüme dirhem uyku girmedi. Hep, şimdi adını anımsayamadığım o güzel gözlü, masum yüzlü kızı düşünüp durdum. Sonra ki günlerde gizli gizli buluşmaya başladık. 15 yıllık hayatım ona o kadar ilginç gelmişti ki bir arada olduğumuz saatlerde hep beni konuştururdu, ben de zevkle, herşeyimi en ince ayrıntısına kadar ona anlatıyordum. Hüzünleniyordu. Zaman zaman beni avutuyor, yüreklendiriyordu. O kadar sevecen bir kişiydi ki... Sanki insanlığın tüm alınyazısını kendisine dert edinmişti. O zaman, gözlerimden yuvarlanmaya başlayan iri iri gözyaşları, yüreğimde çoktandır biriken kinleri, aptallıkları ve çamuru silip zütürüyordu... Karanlıkta, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının ortasında, dudağımı dudağına yapıştırıp bir süre öylece kalırdık. Ay ışığının yansıdığı pamuk tomurcukları , bu öpüşlere anlatılmaz bir sihir kazandırırdı. Bir düş içindeydim sanki. Fakat herşey o kadar gerçek ki... Aradan haftalar geçmişti. Hemen hemen her gece beraber oluyorduk. Yine gecelerden bir geceydi. Beyaz kerbinli okulun tek ışıklı odasının penceresine yanaştım. Camı tıkırdattım. Pencereyi açıp beni görünce öfkeden çıldıracak gibi oldu. Şaşırmıştım. Şaka yapıyor sanmıştım, bu saatte ne işimin olduğunu sordu. Sustum. Eliyle işaretler yapıp gitmemi söyledi. Sana gelmeyeyim mi istiyorsun yoksa '' Bu soru üzerine pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırdı bana: Kovulmuştum. Hemen dönüp gitmeyi gururuma yediremiyordum. Öylece kalakaldım bir süre. Ve çöküntü dolu bir yürekle, ağır adımlarla uzaklaşmaya başladım. Anladım ki, ben onun için sadece geçici bir hevestim. Belki de bir eğlence. Çünkü tahsil derecem sıfırdı ve ekonomik durumum da kötünün de kötüsüydü. O geceyi bir felaket gecesi olarak bugün bile anımsarım. Yolda yürüken düşüncelerim ve değer yargılarım allak bullak olmuştu. Kalbimi ayaklarımın altına alarak önünde diz çöktüğüm ilk kız beni yaralamıştı. ilk çöküşüm, ilk ızdırabımdı o aşk.
Çok sonra aynı kızı Adana'da gördüm. ilk anda irkildim. Adımlarım çakılmışcasına olduğum yere mıhlanıp kaldım. O da beni görmüştü. Yalnızdı. Kendisini tanıdığım o düğün gecesindeki ilk tebessümüyle bana baktığını farkettim. Adana'ya yağmur yağıyordu. Saçları sırılsıklam olmuştu. insanlar saçak altlarına sığınmış yağmurun dinmesini bekliyorlardı. O anda haylı süredir içimde hissettiğim kin ve öfkem silinip gitti ve sevgiye dönüştü. Yanına yaklaşıp kolundan tutarak hemen oradaki mağazanın içine soktum.
Yağmurlu Bir Gündü, Gittin O Gidiş
Ne olur hiç bir kötü söz söyleme deyiverdi. birden Hayır. Ne münasebet, seni öylesine çok özledim ki... demek insan sevdiğini unutamıyormuş. Nasılsın ? Bildiğin gibi. Eski öykü sürüp gidiyor. Değişen bir şey yok. Yüreğim onulmaz acılarla çarpıyordu. insanlar geçiyordu yanımızdan: Omuzlarını vurarak, sağımızdan solumuzdan ve ikimizi bölerek ortamızdan geçen insanlar. Kederli yüzlü, gülen ve umursama insanlar. Hayat her yürekte, bir ayrı hüküm sürüyordu. Gitmem gerek, köye giden bir otobüs var, onu kaçırmayayım. Yağmur yağıyor. istersen dinmesini bekle. Gecikirsen ben seni bırakırım Sadece elini uzattı. Hiç bir yanıt vermedi Allahaısmarladık bile demeden uzaklaşıp gitti. Ellerinin ellerime değdiği son andı o. Yağmur gittikçe hızını arttırıyordu. Gidiş o gidiş oldu. Ve bir daha hiçbir zaman göremedim onu. Dilerim içinde taşıdığı sırrın, acıklı bir öykü ile ilgisi yoktur. -
4.
+1ilk Sınav, ilk Başarım..Tümünü Göster
Şekerci dükkanını bırakıp, eniştemin traktör atölyesinde çalışmaya başladım. Çok dürüst bir insandı eniştem... Tamir ettiği traktörler saat gibi çalışır ve yıllar boyu sahibinden bir yakınma gelmezdi. Ama bu dürüst davranışı,ona pahalıya mal oldu. Dükkanını kapatmak zorunda kaldı. Çünkü, diğer tamircilerin yöntemiyle çalışmıyordu. Onlar herhangi bir arızayı tam olarak onarmıyolar, böylece müşterilerinin yeniden kendilerine gelmesini sağlıyorlardı. Tabii dikkanın kapanmasıyla birlikte ben de yeniden işsiz kaldım. Eniştem kendi sorunlarından çok benim işsiz kalmama üzülüyordu. Ama bu üzüntü çok fazla sürmedi. Bir çiftlik ağası kendisini ustabaşı olarak yanına aldı. Beni de zütürdü eniştem. Ordaki görevim Çiftlikte çalışanlara traktörle yemek taşımaktı. Böylece ilk kez direksiyon başına geçmiş oluyordum. Benim için yeni bir dünya başlamıştı. Günde 3 defa traktörüme biniyor ve çiftliğin dört bir köşesine giderek, çalışanlara yemek dağıtıyordum. Yanık türküler tutturuyordum direksiyon başında. Sesim, motorun sesine karışıp, uçsuz bucaksız Adana ovalarında derin yankılar yapıyordu. Sevdalarımı, acılarımı, özlemlerimi hep bu türkülerde dile getiriyordum. Zaman zaman uğulduyan rüzgar, türküleri hiç tanımadığım, bilmediğim insanların kulaklarına kadar iletiyordu. Çiftliğe komşu olan köylüler bazen gelip beni dinlemekten büyük zevk alıyorlardı. Traktörle yanından geçtiğim ırgatlar, başlarını yukarıya kaldırıp, ellerindeki işleri bırakıp, beni dinlemeye koyulurlardı. Onların bu ilgisi ben daha da yüreklendiriyor, sesime daha çok anlam kazandırıyordu. Akşam olup da, herkes yorgun ve bitkin halde yatağına uzandığında, konuları hep ben olurdum. Çalışanların çoğu yoksuldu ve bir lokma ekmek parası için yollara düşmüşlerdi. Aralarında genci de vardı, yaşlısı da. Ve hepsinin de öyküsü aşağı yukarı aynı olduğu gibi, düşleri özlemleri de ortaktı. Ne acıdır ki, o koşullar altında doğan insanlar, maalesefyine o koşullar altında yaşdıbını sürdürmeğe mahkümdu bizim toplulumumuzda. Tabii benim gibi istisnalar hariç... Bu çocuğun sesi ne kadar güzel... Bu Ferdi, galiba ses sanatçısı olacak... Hadi, şu sesin sayesinde sen bari hayatını kurtar gibi sözlerle benim onurumu okşar, bana moral verirlerdi. Ben de o gece tüm bu övgülerin etkisiyle sabaha kadar uyuyamaz, nice pembe dünyalar, düşler kurardım. Ve bu düşlerden silkinmem ancak güneşin bir altın nehir gibi odama uzanmasıyla olurdu. işte o zaman, gerçek beni bir ahtopotun kolları gibi sarar ve hayata küskünlüğüm yeniden başlardı. Henüz hiçbir şey olmadığımı ve şu anda sadece basit bir toprak işçisi olduğumu tüm acımasızlığıyla kavrardım...
Birgün çiftlikte çalışırken bir gazete parçası elime geçti. Adana'da yayınlanan bir yerel gazetenin sayfasıydı bu. Adana'da yeni kurulan Adana radyosu için bir yarışma yapılacağını yazıyordu. Yarışma müzik dalındaydı. Büyük bir heyecan dalgsı sardı içimi. Sıcak duygular birden tüm benliğimi içine aldı. Çiftlik kahyasından izin isteyerek hemen Adana'nın yollarına düştüm. Doğru, radyoevine giderek yarışmanın koşullarını öğrendim. O zamanlar 17 yaşındaydım. Kayıt parası olarak 15 Lira istediler. Parayı yatırdım ve hemen çiftliğe döndüm. Yarışma günü geldiğinde, heyecanım artık doruk noktasındaydı. Çünkü, işin içinde bir de alay konusu olmak vardı. Ya kazanamassam ben ele güne ne derim diye kara kara düşünüp duruyordum. Çünkü o kadar övgüler ve güzellemeler yağdırıyorlardı ki, adeta zorunlu hissediyordum kendimi başarılı kılmaya. Ve nihayet, sabahtan beri beklediğim salonda, benim adım anons edilerek, yarışmanın yapıldığı stüdyoya çağırdılar. Masa başında kravatlı, heybetli ve kolalı gömlekli adamlar oturmuş beni süzüyorlardı. insanlara karşı verceğim ilk sınav olduğu için ne yapılacağını, nasıl davranılacağını bilememenin çaresizliği içerisindeydim. Bu konuda okul deneyimim bile yoktu... ilk anda ürkütücü geldi o adamlar, o oda bana. Masadaki adamlardan biri sert bir dille, kapıyı kapatmamı söyledi. Arkamı dönüp kapıyı ittim. iyi kapat, iyi kapat oğlum . Mandalını çevir. adeta, yeniden kükredi aynı adam. iyice sersemlemiş elim ayağıma dolanmıştı. Kapının mandalını çevirdim ve köşeye büzülürek, suçlu bir çocuk edası ile beklemeye başladım. Sanki kendi isteğimle yarışmaya gelmiş gibi değil de, büyük bir suç işleyip yargıcın önüne yakalanıp getirilmiş bir hükümlü gibiydim... Yarışma başlamıştı... Mikrofon başına geçip arkamda sazlar olduğu halde yarışma türkümü söylemeye başladım. Ahmet Sezgin'in Küp içinde ayran adlı türküsünü seslendiriyordum. Söylerken gözlerimi kapamıştım. Çünkü adım okunmadan biraz önce yine benim gibi bir yarışmacıdan böyle bir öğüt almıştım. Gözlerini kapa ve kendini yalnızmış gibi hisset demişti. ismini dahi bilmediğim bu arkadaşımın öğüdü oldukça yaralı olmuştu. Türkümü bitirdim ve jüriyi başımla selamladım ve salonu terkettim... ' Adana radyosunun açtığı sınavda ikinci olmuştum. Birinciliği kıl payı kaçırmıştım. Talih artık gülüyordu bana. 17 yıldır üzerimde dolaşan gölgelerden sıyrılmış, güneşe doğru ilk adımı atmıştım bu sınavla.
Sonuçları bir hafta sonra açıklayacaklarını söylediler. Tabii o bir haftanın nasıl geçtiğini tahmin edersiniz sanırım. Danışmadaki görevli, sonuçların evlere bildirileceğini söylemişti. Ama, nerede ben de o sabır. Bir hafta geçtikten sonra, doğru radyoevine giderek sonucu almak istedim. Önceleri söylemek istemediler. Ama, ben öylesine direttim ki, beni bir kat yukarıya çıkartıp aldığım puanı söylemek zorunda kaldılar. 100 üzerinden 93 puanla ikinci olmuştum. Sevincimden havaya zıpladığımı ve avazım çıktığı kadar bağırdığımı anımsıyorum. ilk sınavım ve ilk başarımdı bu benim. Sokağa çıktığımda, insanlara sevgi doluydum. herkesi, tüm dünyayı ortak etmek istiyordum bu yoğun mutluluğuma. Anam geldi gözlerimin önüne birden. Ona müjdeyi nasıl vereceğimi düşünerek ve koşarak evime geldim. Benim için en büyük ve tek varlıktı anam. Babamın mirası, bana hayat veren kadındı o. Ellerine sarılıp, bir yandan ağlıyor, bir yandan da başarımı kegib kegib cümlelerle müjdeliyordum. Anama da ağlıyordu. Yavrum benim... Aslan oğlum benim... diyerek yanaklarımdan, saçlarımdan öpüp duruyordu. Ahh... Keşke baban da sağ olsaydı da bugünleri göreseydi. Ruhunu şadettin onun da Ferdi'ciğim diyordu. Babamın sözü geçince, sevincim birden buruk bir duyguya dönüştü. Beyköylü Cumali'yi anımsadım. Hiçbir zaman gözlerimin önünden gitmeyen silüetini, tüm görkemiyle yeniden görür gibi oldum. Sanki birazdan kapı çalınıp içeri girecek, beni kucaklayacakmış gibi bir duyguya kapıldım. Ve o kadar inandım ki, bu duyguya, kapının eşiğinde onu beklemeğe başladım. Ama çok uzaklardaydı artık babam. Ölümsüz bir adından gayrı, geriye hiçbir şeyi kalmamıştı. Babam... Babacığım benim... Ölüm, ne kadar da erken ve zamansız gelmiti ona. Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen , hala onun özlemi içindeydim ve onun kişiliği ile doluydum. Adana radyosuna gidip gelmeğe başladım. Nedense bir türlü bağlamcı ağabeylerim bana fırsat tanımıyolardı. Bu
-
çıkarınn beni bu cehennemden
-
ilkokuldayken siniftaki kızları döverdim
-
tylerr dursun burayaa gel
-
cccrammsteinccc günaydın başlığı cügü rekoru
-
maske kafali ibo
-
yatiyom ben ya
-
türkiyenin dünyadan övgü aldığı video
-
köylü dedemi öldürdümmm
-
konstant ile öpüşmek
-
gözümü ifşalıyorum beyyler
-
lahana haşlamiştim kendime
-
gassaldim
-
gapdan girk beri bag hele
-
biciksüel olmayan gay erkeklere ne denir
-
kendimle ilgili beklentileri baya dusurdm
-
bazı bayanlar başına gelenleri hak ediyor
-
560bin tl olan adam insan eti satiyor
-
nee erkek penisimi yalayacaksınız
-
çaycı hüseyin kendine bir horozz alsa
-
gassal izleyen ve ya izlemiş ne kadar insan varsa
-
gay pataklayan allah şahidim olsun ki
-
gran torino sana selam getirdim
-
ınci sözlük geyler odası
-
maske kafali ibrahim nikli yazar
-
ilk önce iş
-
560bin tlsi olan dalama cok simarmis
-
buyuk fontla yazi yazan
-
wow girl olarak meme uçlarim
-
kaka deliğimi emmek isteyennnn
-
elazığ çuf çuf hikayesi
- / 2