-
51.
+2Part 13Tümünü Göster
…..
Doksanlı yıllardan iki adet Tarkan şarkısının linkini paylaşarak başlıyorum panpalarım. Hepinizin güzel günleri olsun.
https://www.youtube.com/watch?v=S18f1tMsTW0
https://www.youtube.com/watch?v=FE4gjUyOI6U
ikinci dönem başındaki hislerimden bahsediyim size biraz pampalar. Aşk, güzel dostluklar ve heyecan dolu tarifi olmayan hislerim sanki biraz daha kuvvetlenmeye başlamıştı. Orta okul zamanlarımdan beri ilgi duyduğum gitar ensturmanını öğrenmek için hissettiğim duygular artık beni harekete geçirmek için daha fazla baskı uyguluyodu karar verme mekanizmalarıma. Bu müzik aletini icra edicek olmanın ve tüm dostlarımızla daha güzel günler geçiricek olmanın hevesiyle başladım bu döneme.
Adsl modemlerin ve youtube, ares, hi5, netlog ve benzeri bi çok sosyal oluşumla tanışmamında nerdeyse ilk aşamalarıydı. Artık 2004 senesi bitmişti. 2005 senesinin ilk ayları ve maceramızın daha da ısınan zamanları bizi bekliyodu. içimde daha çok heves daha çılgınca fikirler ve çok daha fazla aşk vardı artık. Gemi limandan çoktan ayrılmıştı. Hiç bilinmeyen yerlere doğru, keşfedilmemiş bir çok duyguya doğru yol almıştım artık.
Okulun ilk günlerinde kayda değer fazla bişey olmadı. Sema ben ve arkadaş gurubumuzla klagib günlerimizi geçirirken Hakana müzik muhabbetini açtım. Birlikte yapabiliceğimizi söylediği andan itibaren hevesim daha da artmıştı. Beraber bir çok araştırma yaptıktan sonra bi kurs bulduk. Aylık 20 lira ödeyerek bu kursa gidicektik. Özel ders şeklinde değildi. Toplu olarak tüm kursiyerler mugibi cemiyeti binasının güzel bir odasında bu enstürmanı öğrenecektik. Hocayla tanıştık, kursa ismimizi yazdırdık. Pazar günleri Ahmet Hocanın kursundan sonra Hakanla beraber gitar kursuna başlamıştık artık. Küçüklüğümden beri dolabımın içinde olan klagib gitar vardı. Ablamın gitarı. Yıllar önce dayım ingiltereden almış fakat ablamın öğrenmesine fırsat olmadan gitar çoktan kılıfına konmuş ve dolaba kaldırılmıştı. Malum o zamanlar üniversite hazırlığı vs vs derken fırsatı olmamıştı. Önümde bişeyleri bi türlü sebeplerden başaramamış olan akrabalarımı ya da kardeşlerimi görünce tekrarını yaşamamak için emek verirdim, uğraşırdım. Zihnim hep bu yönde çalışırdı. Ne zaman yapabilirdim şimdi yapamazsam?
Kursa başladık Hakanla. ilk günü kursun tanışma ve gitarı tanımakla geçti. Gitar hocamız Selim abi benim gitarı görünce tellerin tamamen eskidiğini ve artık değişmesi gerektiğini söyledi. O günü o şekilde atlatınca çıkışta Hakanla biraz dolaştık ve benim gitarıma tel almaya gittik. Ertesi hafta gitara teller takılınca ve akoru yapılınca ne kadar mükemmel bi alet olduğunu bi kez daha görmüş oldum. Hevesim ikiye-üçe katlanmıştı. Kursa başladıktan sonra yavaş yavaş gitarı öğreniyodum artık. Mantığını kavradıktan sonra internetten videolar izleyerek antrenmanlar yapıyor kursa gittiğim her Pazar çok daha gelişmiş bi şekilde Selim Hocanın karşısına çıkıyodum.
Artık birde müzik serüveni başlıcak gibi gözüküyodu. Arkadaş gurubumuzla samimiyetimizi daha çok ilerletmiştik artık. Derslerde herkes sürekli yer değiştiriyor herkes birbiriyle sıkı fıkı dost olmuş görünüyodu. Kenetlenmiş bi guruba kim zarar verebilirdiki? Kimse… Bütün bu güzelliklerin karşısında elbetteki bir ‘kötü’ çıkmasa evrenin kuralına aykırı olurdu. O günlerde gelicekti elbette…
O dönemlerde ben sigara içiyo olmama rağmen bunu çoğu arkadaşımdan gizlemiştim. Zira çekiniyodum. En yakınlarım dışında kimseye söylememiştim. Hele Semadan aşırı çekiniyodum. Biliyorum bana çok kızardı. Hemde üzülürdü. Asla üzemezdim onu. Onu üzmek dünyayı üzmek olurdu kıyametim olurdu.
Gitar macerasının başlaması Semayı rahatsız ediyo gibi görünsede ben buna inanmak ve çevremdekilerin bu minvalde bana uyarılarda bulunmasına kulak asmıyodum. Gitar sırtımda her Pazar kursa gelişimde yeni öğrendiğim akorları gösteriyo ve arkadaşları saçma sapan ritimlerde eğlendirmeye çalışıyodum. Her hafta bendeki gelişmeyi gören arkadaşlar beni tebriklere boğuyo Sema bundan rahatsız olmuyodu benim gözümde. ilerleyen günlerde hikayenin en acı ve en can alıcı noktası olacak olan müzik serüveniyle ilgili şimdilik bu kadar bahsetmem yeterli diye düşünüyorum.
Takip eden panpalarım şukuları ekgib etmeyesiniz. -
52.
+3Bir kaç açıklama yapma gereği hissettim hikaye ile ilgili. Hikaye tamamen yaşadığım anılardan oluşuyo. Kurgu yok, değişiklik yok. Wordde yazıp sözlüğe yapıştırıyorum. internetin aniden gitme riskine karşılık bi önlem bu. Tüm yazdıklarım bi anda yok olmasın diye. O zamanlarda hissettiğim tüm duygularımı elimden geldiğince ekgibsiz ve abartısız nasılsa o şekilde yazmaya gayret ediyorum ve edicem. Fakat başlık sebebiyle sözlükte çok fazla ilgi görmedi sanırım hikayemiz. Farketmez ben gene takip eden panpalarım için yazmaya devam edicem.
Şukuları ekgib etmeyesiniz.
Sevgiyle kalın. -
53.
+2Part 14Tümünü Göster
…..
Kış ayları atraksiyonsuz geçti diyebilirim. Baharın ilk belirtilerinin başladığı dönemlerde Hakanla ilk göz ağrısı Gamze maalesef ayrıldı. Hakanın her türlü ortamdaki özgüveni manıtacılık konusunda nerdeyse yerin dibindeydi. Karakterlerde uyuşmayınca anlaşıp ayrıldılar. Bu çevremizde yaşanan ilk ayrılıktı. Tayfayı ne kadar etkilemesede Hakanı etkilemişti. Bi müddet bizlerden uzaklaştı, o neşeli hali yerini daha durgun bi adama bıraktı. Elbette bu durum çok uzun sürmeyecekti, hepimiz bundan emindik.
Mart ayı olduğundan çok fazla emin olmadığım bir gün hep beraber sabah kahvaltısına gitmeyi teklif etmiştim bizimkilere. Herkes kabul etti. Sabah buluşup güzide sahil kasabalarının birinde hep beraber kahvaltı edicektik. Sonrasında da okula geçicektik. Tiyatro çalışmasına gitmediğimiz bi gün kimseninde evdekilerden izin alma derdi olmadığı bu güne rast getirmiştik herkes gelebilsin diye. Zira kız arkadaşlarımızın her an böyle bir şansı olmuyodu genelde.
Sabah hep beraber okulda buluştuk. Burak hatırlamadığım bi sebeple bize katılmadı o gün. Hakan Ben Sema Berna, Benay ve Hande toplandık, yola çıktık. Semayla dışarda ilk kahvaltımız olcaktı. Evet, gene başbaşa değildik ama olsun. Kahvaltının mükemmel geçiceğinden emindim. Cebimde tamı tdıbına 25 lira param vardı. 20 lirası kursun parasıydı… O gün kursun parasını ödeme bahanesiyle para istemiştim. O ay ödeyemicektim ama bu plan için değerdi açıkçası. O zaman için küçük bi para değildi. ilk kez kız arkadaşlarımızla dışarı çıkmıştık. Hesabı öderim diye düşünüyodum. Dışarda çok fazla zaman geçirmemiştim o zamanlara kadar. Nerdeyse 3-5 kez dışında hiçbir kafeye gitmemiştim. Normal olarak fiyatlardan falan haberim yoktu. Her neyse…
Mekana geldik. Çok lüks olmayan, konum itibariyle muhteşem boğaz manzarasına sahip bu küçük mekanda en uç köşedeki denize sıfır masaya geçtik. Bi tarafta Ben, Sema, Hakan, diğer tarafta Hande, Berna ve Benay oturuyodu. Kahvaltı olarak herkes tost ve çay söyledi. Sevgili Hande arkadaşımız doymamış olacakki hamburger falanda söyledi. Gene o çılgın ve tatlı hareketleriyle ortama neşe katıyo ve yedikçe yiyodu. Sipariş vermeden öncede bizden onay almayı ihmal etmiyodu. Ağzı doluyken konuşmaya bayılırdı. Gene bu huyundan vazgeçmedi ve biz gene iğrenmedik. Semaverimiz ortada, Sema yanımda, manzara boğaz manzarası. Daha ne isterdimki? Hiçbişeye gerek yok. Güzel sohbetler ve muhabbetlerden sonra artık okul vakti yaklaşmıştı. Hep birlikte kalktık. Hakan ve ben kasanın başına yürüdüğümüzde kızlarda yanımızdaydı. Nazik bi hareketle onları dışarıya çıkmaları için uyardım. Şef garsonla göz göze geldiğimizde hesabı söyledi:
‘Eveeet arkadaşlar. Sizin 40 lira.’
Hasgibtir! Nasıl lan? Nasıl 40 lira yannan! Diyemedim tabi. Hakanla gözgöze geldik. 20 lira çıkardı cebinden. Bende çıkardım Yüzümüz kıpkırmızı bi şekilde hesabı ödedik. Bu durumu goygoya verip dışarı doğru kızların yanına yürürken Hakan gülerek muzip muzip koluma girdi kulağıma eğildi:
‘ahahha lan bende para kalmadı yol paramda yok napcaz kanka?’
Bende hemen gülerek cebimde kalan son 5 lirayı gösterdim. ‘Hallederiz kanka :D’
Gülerek dışarı çıktık. Kızları sahile yöneldik hep beraber. Banklara oturduk. O eşsiz manzaraya karşı hep bir ağızdan şarkılar söyledik. Şakalar eğlenceler çocukluklar. Semayla gene sarıla sarıla boğazı izledik. Hava az çok serindi. Sarılarak üşümemesini sağlamaya çalışıyodum. Kılımı kıpırdatmıyodum. O anlar bitmesin diye geçiriyodum beynimden. Çok fazla muhabbet etmiyoduk. Sus pus birbirimize bakıyoduk o halde yalnız kaldığımız zamanlarda. Derin derin uzun uzun. Sıkıcı bi sahne evet ama içinde olunca bitmemesini istediğiniz bi sahne beyler.
Artık okul vakti iyiden iyiye gelmişti. Otobüse binince ben hemen muavine 5 lirayı uzattım iki öğrenci aldı. O zaman sanırım iki öğrenci 1.5 lira ediyodu toplam. Verdim. Arkaya doğru ilerledik sonra okula döndük. Semanın parasını ödeyemedim çünkü o hemen önden giderek kendi parasını vermişti. Eminimki az param kaldığını anladığı için bunu yapmıştı. Hesabı öderkende dışardan sürekli bana bakıyodu. Çeklindiği için yanıma gelemedi bana bişey diyemedi. iyiki dememiş olsun. ilk kez hesap ödemiştim. Hoşuma da gitmişti açıkçası.
Okula döndüğümüzde Ahmet Hoca bizi çağırdı. Tiyatroyu ektiğimiz için bize baya kızmıştı. Hocayla aramda özel bi muhabbet ve yakınlık olduğu için ben durumu izah ettim. Anlayışla karşıladı ve böylece resmi olarak Semayı ve beni öğrenmiş oldu. Destek oldu, arkamda durdu. Bi sorun olursa ilk ona gidiceğimi söyledim, bunun için söz verdim. Hoşuna gitti.
O hafta bunlardan başka önemli olan müzikle alakalı kendimde bir keşif yapmış olmamdı. Müzik dersinde sınıftan bi çocuğa sürekli şarkı söyletiyolar çok iyi olmamasına rağmen herkes beğeniyodu. Sonra müzik hocamız sırayla herkese müzik kitabındaki bi parçayı söylettirmeye başladı. Hayatımda banyo yaparken ve terasta hamakta sallanırken sadece şarkı söylemiş olan ben için bu biraz fazla olucağa benziyodu. Sıra bana geldiğinde hocanın masasına yöneldim. Müzik kitabından gerekli sayfayı açarak derin bi nefes aldım. Önce okumasam diye reddettim ama herkes okumuştu. Hoca ayıp olur diyerek banada söyletti. Ben parçayı hızlı hızlı okudum. Sınıftan resmen alkış koptu. Kendime ve beğenilmesine çok şaşırmıştım.
O gün eve gittiğimde aynanın karşısına geçerek bildiğim ve sevdiğim bazı parçaları söylemeye başladım. Giderek hoşuma gitmeye başlamıştı bu durum. Kursa gittiğimizde de ara sıra gitarı elime alıyor ve kolay olan parçaları çalmaya çalışıyordum. Aynı zamanda söylemeye çalışıyodum. ilerde güzel şeyler olcağına emin olarak mart ayınıda sonlandırmıştım. O aydan sonra kursa gidemedim… Maddi durumlar çok fazla el vermedi. Zaten Nisan sonu ya da Mayıs ortasında kurs bi konserle sona ermişti. Konser için Selim abinin yoğun baskısı olmasına rağmen aynı gün sınıfımızın tekne gezisi olacağı için teklifi reddetmiştim. Zaten çıkıp çalarak şarkı söylicek kadar iyi değildim. Heyecanlanırdım. Bir de Semayla ilk tekne gezimiz olacaktı. Bunu kaçıramazdım.
Tekne gezimizden önce bir müze gezisi var. Bu geziyi anlatarak partlara devam edicem. Herkese mutlu günler olsun panpalarım. Şukuları ekgib etmeyesiniz. -
54.
+2Part 15Tümünü Göster
Herkese selam panpalarım. Birazdan başlıyorum. Başlamadan önce yazdıklarımın tamdıbını okuma fırsatım oldu. Neler neler olmuş öyle diyorum fakat bi yandan da neler neler olucak daha diyorum…
31 Ağustosta yazmaya başlamama rağmen epey bişeyler birikmiş. Çok fazla atraksiyonlu bi lise birinci sınıf bekleyemezdik zaten değil mi? Aktivite olarak daha fazlasını henüz yapamıyorduk malumunuz ergeniz daha.
Ailelerimiz tutucu koruyucu. Öyle de olmalılardı çünkü lanet bi çevresi vardı okulun. Bunu ilerleyen zamanlarda daha iyi görücez hep beraber.
En son müze gezisini anlatmayı planlıyodum evet. Fakat ondan önce araya bişey sıkıştırıcam. Tüm diğer partlarla anlattığım zamanla eş zamanlı geçti bu olay başımdan.
Son iki dersin beden olduğu bi gün hocamız gelememişti. Bu yüzden tüm sınıf bi yerlere dağıldı eve gidenler gezmeye gidenler oldu. Fakat biz o gün sebebi nedir bilemiyorum okul bahçesinde kalmayı tercih ettik. Burak ben Sema Berna Hakan Selen Hayriye bahçedeydik.
Bankları karşılıklı yerleştirip muhabbet etmeye başlamıştık. Hava kararmaya başladığında muhabbet iyice koyulaşmıştı. Selen etraftakileri kesiyor dedikodu yapıyor, Hayriye kırmızı yanaklarını iyice kırmızılaştıran kahkahalar atıyor, Berna kısmen sessiz ama hikayeleri ve anlatılanları pür dikkat dinliyor, Sema ve ben kolkola günlük muhabbetlerimize devam ediyor, Burak da hoşlandığı ama bi türlü açılamadığı ve bu yüzden vazgeçmek üzere olduğu kızı anlatıyordu. Ben de ona cesaret veriyordum bi yandan. Vazgeçme aslansın kaplansın gibisinden motive edici şeyler söylüyodum. Sonra Burakla özel olarak konuşmak için Semaya göz işaretiyle kalkıcağımı belli ettim. Burağa:
‘Gel kardeşim, biraz turlayalım bahçede..’ diyerek banktan kaldırdım. Koluna girdim. Yürümeye başladık.
‘Burak, sen bana ne diyodun abi? Semayla ilk zamanlarda umutsuluga düştüğüm o anda bana cesaret vermedin mi? Bana vazgeçme diyen sen değil miydi?’
iç çekti. Sandığımdan daha üzgündü. O neşeli mutlu adam, hiç böyle bakmamıştı yüzüme. Sonra döküldü ağzından kelimeler birazda gözleri buğuluydu:
‘Senle ben aynı değiliz. Ne biliyim sen farklısın. Zayıfsın bikere…’
Burak öyle dedikten sonra keşke bende şişman olsaydımda derdine ortak olsaydım kardeşimin diye geçirdim içimden. Duruldum bi anda. Sonra kendimi toparladım başladım onu sarsmaya ve biraz yüksek sesle:
‘Lan saçmalama! Tip herşey değilki kardeşim. dıbına koyim ne mal adamlar var etrafına baksana. Hepsi yakışıklı olsa ne olur? Senin kadar zeki esprili he bide tatlı herif var mı lan bu okulda? Bana göster sana vericem lan! Bana baksana olum, tipime bakma kafama bak, ben safım sen benden zekisin bi kere seni kabul etmicek kız ya salaktır ya da seni tanımamıştır.’ diyerek güldüm. Cesaret verdim ve o duygusal havayı biraz olsun dağıttım. Sonra sımsıkı sarıldık.
‘Fırat, sağol kardeşim. Yanımda olduğunu bilmek bana iyi geliyor. Aramızda kalsın bu mevzular.’ Dedi.
Göz kırptım ve sonra geri yürümeye başladık.
Buragın kendinin farkında olması için biraz daha destek olmam gerektiğini farketmiştim. Kapalı kutu sanardım kendimi ama bizim Burak benden daha kapalıymış. Zira okulun ilk günleri bana aşıladığı özgüveni unutamam. Canım kardeşim benim.
Arkadaşların yanına doğru ilerlerken oturduğumuz bankın bi kaç sıra yanındaki bankta 3 tane değişik tipli üst sınıflardan çocuklar Buragı yanlarına çağırdı. Ben o an ne olduğunu farkedememiştim. Burak gitti. Ben arkadaşların yanına döndüm. 2-3 dakika hala gelmeyince Buragın ve çevresini kaplayan tiplerin yanına doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Ne konuştuklarını tam duyamadan içlerine kadar girdim. Buragın omzuna elimi atarak:
‘Bi sorun mu var kardeşim noldu?’ dedim. Çocuklar bana tiptip bakmaya başladılar. Burak sen git bişey yok benim tanıdıklarım dedi. Tamam deyip ordan ayrılırken aralarından birisi ‘sen gel bakim buraya’ diye seslendi arkamdan.
Ellerim cebimde gayet kendimden emin bi şekilde yanlarına gittim tekrar. Konuşmaya başladık:
‘Hayırdır neden çağırdın sen beni?’
‘Hayır mı değil mi anlarsın gel benle!’
Çocuk bi hamle yaparak koluma girmeye çalıştı. Kolumu kurtardım. Dışardan bakıldığı zaman bi sorun çıkıcaga benzemiyodu ama ben o an bi sorun çıkıcagını anlamıştım. Kavgayla asla işi olmayan bi adam olarak korkmadım desem yalan olur. Tek düşündüğüm camdan yapılma olmadığımdı. En fazla ne yapabilirdi?
Kolumu kurtardıktan sonra bi adım geri attım:
‘Ne konuşucaksan burda konuş’
Çocuk alaycı b tavırla gülerek:
‘Kızların yanında ayıp olur, görmesinler maazallah fiyakan bozulur!’
Çocugun bu lafından sonra gaza gelmiştim çoktan. istediğini başardı ve beni tahrik etti. Sonra okulun diğer tarafına yürümeye başladık. Bi anda 4-5 kişi oldular. Burak sürekli bişeyler geveliyodu. Gerek yok kavgaya yapmayın falan demeye çalışıyodu. Çocuklar beni köşeye sıkıştırdı. Beni yanına çağıran o ’gavat’ karşıma geçti. Diğerleri etrafımda. Benim eller cebimde. Resmen bekliyodum napıcaklarsa yapsınlar diye. Sonra çocuk konuşmaya başladı gene.
‘Sen kimsin lan! Kimsin bize hesap soruyosun! Çömez! Gömerim seni bu okula!
Bu laflar karşısında hala ellerim cebimdeydi. Gayet kendimden emin bi şekilde:
‘Ben sana hesap sormuyorum. Arkadaşımla ilgili problem olduğunu düşünerek yanınıza geldim. Bi problemin yoksa uzatma!’
Bu lafımdan sonra çocuk epey sinirlendi. Kim olduğumu ve nerde oturduğumu öğrenmeye çalışıyordu. Anlamıştımki korktu. Henüz vurmaya cesaret edemedi.
‘Kimsin lan söyle nerde oturuyosun! Bu okulu dar ederim sana söyle!’
‘Sakin ol, dar edicek bişey yok, …………da oturuyorum. Noldu napıcan?’
dememe kalmadı ve:
‘giberim ………. (oturduğum yerin adı)!’ diyerek ani bi hareketle bana tokadı yapıştırdı. O.Ç.
Tokattan sonra 5 kişiye birden girişmeye gayret etsemde bi kaçına iki üç tane sallasamda dayağı yemiştim bi kere. Yumruk yemedim tekmede yemedim. Ama dayak yedim. Gururum çok incinmişti. Tokat attıktan sonra onlara saldırma gayretim boşa çıktı. Herkes toplandı ayırıp uzaklaştırdılar. Burak çok fazla dahil olmadı, kızlar sesleri duyunca koşarak yanımıza geldiler. Bağrışmalar çağrışmalar. Sema çocukların üzerine çullandı. Resmen saldırıya geçti. Onu aradan çektim çıkardım. Herkes toplanmıştı kavga ettiğimiz bölgeye. Bizim çocuklardan kimse olaya dahil olmadı. Herkes korkmuştu. Bağrışmalar çağrışmalar içinde olay dağıldı.
Semanın o şekilde çocuklara saldırdığını gördüğüm andan itibaren gurur, dayak ve benzeri hiçbişey umrumda değildi. O an Semaya zarar gelmemeliydi. Onu ordan uzaklaştırdıktan sonra bişey olurdu endişesiyle fazlaca tepki gösterdim:
‘Sen neden karışıyosun?! Neden saldırıyosun?! Ya sana bişey olsaydı?! Ya sana bi zarar verselerdi?!’
Çok sert bağırmıştım. Ona bişey olacak korkusu, beni delirtmişti resmen. Kalbini kırmaktan o kadar korkan ben bağırabilmiştim, ama korkumdan, ona zarar gelirse napardım ben?
‘Seni kırmak istemiyorum, ama beni çok korkuttun. Sana bişey olsaydı kendimi affetmezdim. Olay çıkabilirdi. Kırdımsa seni, özür dilerim…! Dedim.
Baktı yüzüme, uzun uzun baktı, ah o bakışlar. Sonra:
‘Özür dileme, tamam… Ben de sana bişey olcak korkusuyla saldırdım, gözüm döndü. Birazda zaten yani biliyosun beni, tutamam kendimi. Çok korktum, sana bişey olmasın sakın…’
dedi.
Gözgöze baktık, o an sarıldık birbirimize. Sımsıkı sarıldık. Çıkış vaktine az bi süre kalmıştı. Arkadaşlardan herkes dağılmaya başlarken benim için o mevzu orda bitmezdi tabiki, bitmiyecekti….
…… -
55.
+2Part 16Tümünü Göster
Okulun, arkadaş, çevremizin ve aşkın güzel yanlarından sonra artık çevremizdekilerin pislik yanı bulaşmaya başlamıştı hepimize. Lakin biz korurduk kendimizi, bulaşmazdık kötülüklere. Kendimizi korumaktan başka hiç bir şey umrumuzda olmazdı. Gururumuz onurumuz kardeşlerimiz… Daha önemlisi yoktu. Biz iyi taraftık…
Olay yatıştıktan sonra ben kuzenimi aradım. O da bizim okuldaydı. Lise son sınıftı. Olayları bir bir anlattım. 10 dakka içinde yanıma geldiler. Kapıdan içeri girdik. Kuzenimin yanında getirdiği arkadaşlarının hepsi okulun ‘serseri’ denilen fakat haklının yanında olan tipleriydi. Mevzuyu duyunca zaten ‘kim ulan bu düdük öttüren lavuk!’ tarzında bi tepkiyle gelmişlerdi. Üç kişilerdi. Okulun bahçesinde yeni yapılan voleybol fileleri ve karanlıkta voleybol oynayan çocukların arasından hemen seçtim bana salçalanan bini. Kuzenimin yanında getirdiği arkadaşlarından Görkem voleybol sahasına daldı. Topu alıp ayağıyla okul bahçesinin dışına bir şut çekti. Herkes durmuştu ona bakıyodu. Bağırdı, herkesi dağıttı. O bin ve yanında bana saldıranlar kalmıştı. Yanlarına gittik. Bana tokat attığı yere zütürdük. Görkem çocuğu gösterdi ve bana döndü:
‘Bumu lan sana tokat atan?!’ dedi. Evet dedim.
‘Bumu lan bizim oturduğumuz yere küfür eden?!’ Evet dedim tekrar.
Mevzu orda tekrar konuşuldu. Bana tokat atan bin ‘elini ayağını öpiyim’ tarzına geçtikten sonra artık müdahale ettim.
‘Tamam yeter. Çok fazla uzamasın Görkem abi. Bana haksızlık yaptılar, bundan sonra yapamasınlar diye sizi çağırdım. iyice tanısınlar diye. Tamam artık hırpalama boşver…’ dedim.
‘Bana tokat atan çocuk artık karşımda küçücüktü. Sinek gibiydi. Keşke kendi gücümle ona bunu yaşatabilseydim ama benden büyüklerdi, bana yardım eden de olmamıştı… Kuzeni aramaktan başka çarem kalmamıştı zira bu herifler bana bidaha bulaşabilirlerdi.
Görkem abi doymamış olucakki bana bağırdı:
‘Vur lan sana nasıl vurduysa! Vur lan sende hepsine sana nasıl vurdularsa vur!’ dedi.
Ben artık fiziksel olarak olaya müdahale ettim. Çocukları dağıttım. Görkem abiye teşekkür ettim. Sırtımı sıvazladı bi sorun olursa beni ara tarzında arkandayız kimse sana dokunamaz gibisinden laflar söyleyerek yanımdan ayrıldılar. Bizim çocuklardan kimse o an yanımda değildi… Hepsini bi bahaneyle atlatmıştım. Zaten gelselerde bişey olmazdı, kavga esnasında müdahale etmemişlerdi çünkü…
O günden sonra Buraga ya da Hakana kızmadım. Sadece acıdım. Aynı durumda ben olsaydım saldırırdım eminimki. Sema dışında kimse olaya müdahale etmemişti.
Ertesi gün okula gelip herkesten özür diledi bana vuran çocuklar. Burak Hakan ve diğerleri bunu görünce şaşırdı ama ben pek bişey belli etmedim. Hakanla Burak yanıma geldiler, özür dilediler, bişey yapamadık dediler. Kızmadım onlara. Herkes kahraman olmak zorunda değildi elbette…
Müze Gezisi
Aslına bakarsanız müze gezisi gününde önemli olan tek şey Semayla olan yakınlaşmamızdı. Artık daha çok yalnız kalabiliyoduk, artık daha çok dertleşebiliyoduk ve daha çok sarılabiliyoduk. Boş derslerin çoğalması buna büyük etkendi. Ön sıradan arkaya elimi uzatıyor ders esnasında bile el ele tutuşuyorduk. Yan yana oturduğumuzda da sıra altındaki kitap koyma bölümünde el ele tutuşuyoduk. ikimizinde sol elleri aşşağıda sağ ellerle yazı yazarken ilerden çok komik göründüğümüzden emindik ama o elleri tutamazsam vaktim boşa gitmiş gibi oluyordu :D
Müzelerin nerdeyse tamdıbını gezmiştik. Deniz Müzesi Topkapı Sarayı Askeri müze ve daha bir çok müze. Tüm gün sımsıkı sarılarak geziyoduk. Eserlere baktığımı hatırlamıyorum. Geziye giderken Hande ve Semanın ortasında oturmuştum otobüste. Uyuz ve gereksiz bir hoca beni ordan kaldırıp en ön koltuğa oturtmuştu. Kağıda not yazıp Semaya yollamaya çalışıyordum :D tüm yolculuk öyle geçti, tüm müze gezisi ise sarmaş dolaş gezerek…
Zaman akıp gitmişti, dönüşte otobüsler okulun önünde bizi indirdiğinde arkadaşlarla kahvaltı yaptığımız sahil mekanına gitmeye karar verdik. Sahile gelince makana girmeyip banklarda oturmayı tercih etmiştik. Herkes bi köşede birbiriyle oturuyordu. Ben ve Sema bir bankta sadece ikimizdik. Başımı omzuna yaslayarak boğazı seyrederken güneş yüzüme vuruyodu, akşam güneşi güzele vurur esprileri eşliğinde iyice sokulmuştum canım sevgilime…
Sonra yakınlaştık… Daha da yakınlaştık…. Akşam güneşi ikimizede vururken dudaklarımız çarpıştı… Zaman durdu… Dünyada savaşlar bitmişti o an, Mısır bizimdi, Gazze bombalanmıyordu, Bağdat kurtulmuştu, Afrikada açlıktan ölen çocuk kalmamıştı… Dünya o kadar güzeldiki ikimiz içinde…
ilk kez dudaklarım başka dudaklara değmişti. Aşık olduğum kişinin dudaklarına değmişti. Bu daha önemliyidi. ilk elini tuttuğum gün geldi aklıma. Yine ruhunu kalbime göndermişti, ruhu yine kalbimin en güzel köşesine kıvrılıp kurulmuştu, dudaklarımdan kalbime doğru giden ruhunun sesini duyabiliyodum sanki. Hissedebiliyodum… Allahım o nasıl güzel bir kokuydu öyle. Dudaklarımda kalan…
O yaklaşık 35-55 saniyenin ardından göz göze baktık. Gözlerini kapadı, elimi yanağına zütürdüm. Kulagına yaklaşıp
‘sana aşığım ben….’ Dedim.
Daha aşkım bile dememiştim oysaki… Orda ilan ettim sadece. Söyledim. Haykırmak bağırmak isterdim ama olmadı. Zil zurna sarhoştum çünkü. içmeden sarhoş etmişti beni çoktan.
Gözlerini açmadı, hiçbişey söylemedi. Yanağını kavrayan ellerimi tuttu, avuçlarımdan öptü, tekrar yanağına koyup bi iç geçirdikten sonra sarıldı bana.
Tam bu anda Burak saate bakmış olcakki seslendi.
‘Fırat, geç oldu abi kalkalım mı artık?’
Lan içine sıçtın dıbına koyim be! Bi dur ben sanki bilmiyorum ne zaman kalkıcağımı gibik! Diyemedim tabi. Kafamı kaldırıp ‘tamam lan’ gibisinden hareket yaptıktan sonra kalktık. Herkes evlerine gitmek için dağılmıştı.
O gece uyuduğum uykuyu bir daha hiçbir gece uyumamışımdır. Her şeyin ilki güzel pampalarım. Yaşayın derim. Aşık olun sevin sevilin.
Bu parti Sezen Aksu-Beni Unutma parçasını size armağan ederek bitiriyorum.
Şukuları ekgib etmeyin panpalarım. Okuyun hikayeyi. Okutturun. Daha yeni başlıyoruz :D -
56.
+1 -1Devam etsene lan
-
57.
+2Part 17Tümünü Göster
https://www.youtube.com/watch?v=kXQ-PVfomFg
Panpalar herkese selam. Bayram tatili, kurban maceraları, akraba-arkadaş ziyaretleri derken epeydir yazamadım. Artık bugün birkaç part atarım diye düşünüyorum. Hemen başlayalım.
…..
Aşk ne kadar ilginç. Onca filozof onca bilim adamı onca düşünür, yazar, şair üzerine bir şeyler söylemiş. Yazmış. Konuşmuş. Sırrını çözen olmamış. Her yaşta başka, her tende başka, her yüzde başka yaşanan mitolojik bir şey sanki. Gerçek mi hayal mi belli değil. Öyle yoğunki kalp atışları, kan akışı hızlanır tansiyon oynattırır adama. Hayatınızı mahvedebilecek potansiyel bir güçtür. Atom bombasından etkilidir sanki.
işte bu duygular eşliğinde geçen dakkalar, saatler, günler, haftalar ve aylar. Hayatımın dönüm noktalarının en önemlisini yaşadığımı bilmeden yaşadığım zamanlar. Gene o günlerden biri:
3 Nisan 2005 / Pazar
Sema’nın doğum günü. Beraber olduğumuz ilk doğum günü. O gün kurs vardı. Ahmet Hocamla konuştum. Son ders için bize izin vermesini, Sema için sınıfta bir sürpriz hazırlıcağımızı söyledim. Sağolsun canımız Ahmet Hocamız izin verdi.
Yoğun telefonlaşmalar ve mesajlaşmaların ardından tüm kurstaki arkadaşları organize etmiştim. Doğum gününü unutmuş gibi yapıcak, son ders geldiğinde Burakla işimiz var diyerek hızla okuldan uzaklaşıcaz, Ayşım Semayı parkta oyaladıktan sonra sınıfta bi eşyasını unutmuş gibi yapıcak, biz de bu sırada okula dönüp sınıftaki tüm hazırlıkları tamamlıcaktık. Sema sınıfa girincede, sürpriz!
Tüm hazırlıklar tamamdı. Sipariş ettiğimiz pasta sabah erkenden gelmiş, öğretmenler odasındaki dolaba koymuştuk. Ben herhangi özel bir hediye alıp almadığımı açıkçası hatırlayamıyorum şuanda. Eğer hatırlarsam yazarım.
Kursun son dersine girdik. Ahmet hoca sınıfa geldi. Usta oyunculuğunu konuşturdu tabi. Gitmesi gerektiğini acil işinin çıktığını söyledi. Herkes oyununu oynıcaktı. Vakit gelmişti artık. Ben hala daha unutmuş gibi davranıyordum. Burakla konuştuk. Semayla vedalaşıp hızla okuldan çıktık. Arka bahçenin karşısındaki parkta pusuya yattık. Sema, Ayşım ve Hayriyenin dışarı çıktığını görünce hemen diğer caddeden dolanarak ön kapıdan okula girdik. Herkes dağılarak okluldan çıktığı için kaçamak şekilde okula dönmeleri biraz vakit almıştı. Herkes sınıfa varınca bir yandan Ayşımla mesajlaşıyor bir yandan da hazırlıkları yapıyorduk.
Sınıfın camından okulun arka bahçesinin karşısındaki park biraz görünüyordu. Ben ara sıra Semaya bakıyor çocukları uyarıyordum:
‘Lan hızlı olun biraz, artık Ayşım oyalayamıyor, gelcekler hadi hazırlanın artık!’
Aşırı heyecanlıydım. Her zamanki gibi tüm organizasyonu benj yönetiyordum. Ayşımdan mesaj geldi:
‘Artık oyalayamıyorum, cüzdan bahanesi buldum, sınıfa geliyoruz. Hazır olun!’
Hemen tüm hazırlıkları tekrar kontrol ettim. Sonra seslendim:
‘Hazır olun! Geliyolar!’
Artık pusuya yatmıştık. Sınıfta bekliyoduk. Kursun sınıfı başka bi sınıftı. Kapısının kolu kırıktı. Delikten dışarısı rahatlıkla görünüyordu. Hazırlıkların kullandığı sınıf olduğu için birde tv ve vcd çalar vardı. Burak bi cd taktı. Kumanda elinde hazır bekliyordu.
Ben delikten bakıyor, ara sıra kafamı sınıfa doğru uzatıp ‘susun’ işareti yapıyordum. Sonra koridorun en ucundan Sema ve Ayşım belirdiler. Yavaş yavaş sınıfa doğru ilerliyorlardı. Semanın yüzü çökmüş morali bozuktu. Resmen yutmuştu numarayı. Unuttuğumu düşünmüş ve inanmıştı.
Yavaş yavaş kapıya doğru yaklaşırken tam elini kapıyı açmak için uzatıcakken ben açtım. Karşısına dikildim…
Şaşırdı, ellerini ağzına zütürdü. Tamamen şoktaydı. O anda Burak ‘play’ tuşuna basmış olacak ki ‘Gece Yolcuları-Ölüm de var sonunda’ parçası çalmaya başladı. Herkes alkışlarken Sema bana sarıldı. Sımsıkı sarıldı… Gözyaşlarının boynumdan akışını hala daha unutamam beyler… Ağladı, ağladı, ağladı… Durmadan ağladı. Şarkı boyunca dans ederken boynuma yüzünü yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağladı.
ilk dansımızdı bu. Onun doğum günüydü, bizim ilk dansımızdı, benim ikinci doğum günümdü, canımın parçasının doğduğu gündü. Artık canımdan kanımdan bir parçaymış gibi hissediyordum Semayı. Ayrılmaz bir bütün gibi. Elmanın iki yarısı gibi değil, su ve toprak gibi… Birbirini besleyen iki madde gibi. Bambaşka iki madde ama birbirine hayat veren…
Ne mi oldu sonra?
O gün inanın bana dünyadaki tüm savaşlar bitti… Harbiden ama bitti yani. Ne güzelmiş yaşamak, ne güzelmiş insanlar, ne güzelmiş sevmek, sevilmek ne güzelmiş, eşsizmiş bu adına ‘aşk’ dediğimiz duygular. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, sanki hiç bir gün azalmayacakmış gibi. Her geçen gün daha da artan bir coşkuyla. O coşku hiç bitmeycekti o zaman. Hep devam edecekti. Biz iyiydik. iyiler kazanacaktı. Kötüler her zaman kaybedecekti…
Çok mutlu oldu Sema. Gün boyu gözleri parıldıyordu. Resmen gözlerinin içi parlıyordu. Öyle mutlu olmuştukki, tüm gün yapışık ikiz gibi gezdik. Sahile gittik, yürüdük. Uzun uzun sohbetler ettik. Tüm gün sımsıkı sarıldık. Ellerimiz ellerimizden hiç ayrılmadı. Kan akışı transferi mübarek…
Her günümüz böyle olsun sevgilim, her anımız böyle geçsin, eğlenelim, gezelim, beraber herşeyi hakkediyoruz sevgilim… -
58.
+2Part 18
Evet beyler. Artık sanırım dönemi bitirebiliriz. Yaz tatilinide özet geçtikten sonra ikinci seneye başlarım diye düşünüyorum. Tüm olayların başlangıcı olan ikinci sene. Biraz spoiler, olsun. En azından atraksiyonlu bir sene bizi bekliyor. Onu bilin.
Gitar kursunu bırakmıştım hatırlarsanız. Fakat evde ufak ufak öğrenmeye devam ediyordum. Bırakmaya niyetim yoktu anlıcağınız.
Nisan ayı sonrasında ise kayda değer etkinliklerin başında tekne gezisi geliyor. Sınıfça düzenlediğimiz veda gezisi tarzında bir organizasyondu. Tüm sınıf dibine kadar eğlenmiş tüm boğazı baştan sonra turlamıştık. Sabahtan akşama kadar sürmüştü organizasyon.
Aslında olay beklenir, bir atraksiyon beklenir ama inanın bana tekne gezisinde herhangi bir olay olmadı. Gayet güzel geçmişti. Herkes adına veda niteliği taşıyan organizasyondan bir kişi dahi memnuniyetsiz ayrılmamıştı.
Gezinin hemen ertesi haftasındaysa okulumuzun sene sonu etkinliğine katıldık. Tiyatrolar, müzik grubu, farklı farklı bir sürü sanatsal etkinliği 3 gün boyunca yaşamıştık.
Etkinliğe tüm arkadaş gurubumuzla katılıyor, çıkışlarda klagib olarak sahil kenarında toplanıp sohbetler muhabbetler ediyorduk. En sağlam sohbetlerin muhabbetlerin başladığı yıllar işte… Herkes bir şeyler anlatmaya paylaşmaya hevesli. Herkes saf temiz sanki herkes günahsız. Samimi içten ve oyun yok. Herşey net…
Karnelerimizi aldık. Tatil başlamadan önceki son toplanmamızı okul bahçesinde gerçekleştirdik. Herkes oradaydı. Herkes hem mutlu hem hüzünlüydü. ikinci seneyi iple çekiyorduk fakat bir yandan da tatil yapmak istiyorduk. Semayla vedalaştık. Öpüştük, sımsıkı sarıldık… Biraz buğulandı ortam. Sildim göz yaşlarını:
‘Sen merak etme, hiç görüşemezsek bile ben evinin önüne gelirim, seni görürüm, olsun, çok uzun sürmez bu ayrılık…’
Sarıldık sımsıkı ve vedalaştık… Yürüye yürüye gitti yavaş yavaş. Gözden kaybolana kadar arkasından baktım. Burak yanımdaydı, sahile yürüdük gene. Sohbet muhabbet derken o da evinin yolunu tuttu, ben de.
işte muhteşem bir yıl böyle geçti beyler. Aşk dolu. Birkaç can sıkıcı olay dışında efsane sene. Kötüyle tanışmıştık elbette ama daha kötüyü tanımamıştık.
Tertemiz bir yıl bu şekilde geldi geçti…
ikinci senede görüşmek üzere… -
59.
+2Panpalarım ikinci seneye başlamadan evvel ilk seneyle ilgili sorularınız olursa sorun. Hepsine cevap vereyim.
Bu arada takip eden panpalar, şukuları ekgib etmeyin.
Hikaye fazla tutmadı ama çok umrumda da değil açıkcası. Anıdır sonuçta, yazmak iyi geliyor, kalsın buralarda. Elbet içinden bazı noktaları kendine yakın bulup okuyan-okutturan olur.
Sevgiyle kalın. -
60.
+3-içerik gizlenmiştir.-Tümünü Göster
-
61.
+2Part 20Tümünü Göster
Yaz tatilinin sonuna doğru malum bölüm seçimleri için düşüncelerdeydim. Fen mi seçicem, Türkçe-Matematik mi? iki seçenek arasında gidip geliyordum. Yeteneklerime bakıldığı zaman fen seçmem en doğrusuydu. Fakat tüm arkadaşlarım Türkçe-Matematik seçmişlerdi.
Uzun düşüncelerden sonra Fen seçtim. Ben sabahçı olacaktım, Sema ve tüm arkadaşlarım öğlenci. Okulun ilk günü sınıfıma girdiğimde pgibolojim alt üst oldu. Sınıfta birkaç tanıdığımın olması hiç birşeyi değiştirmemişti. Sema yoktu, arkadaşlarım yoktu…
Tabiri caizse ilk günden bunalıma girmiştim. Ya bunu atlatacaktım, ya da Türkçe-Matematiğe arkadaşlarımın yanına geçecektim.
Okulun ilk gününden sonra eve bir hışımla girdim. Bölümümü değiştirmek istediğimi ve asla o sınıfta okuyamayacağımı aileme bildirdim. inadım inattı… Bunalımdan kurtulmamın yolu buydu. Ailemse buna tamamen karşı çıkıyordu. Yeteneklerimin o yönde olmadığını söyleyip beni ikna etmeye çalışıyorlardı. Üzerimde inanılmaz bir baskı olmasına rağmen ben kendimden emindim. Fende olsam Sosyalde olsam Türkçe-Matematik bölümünde de olsam benim için farketmezdi. Her derste başarılı olabileceğime inanıyordum. Tek bir yönüm ağır basmazdı benim, her şeyden orta derecede vardı lakin. Fen okusam iyi bir mühendis olurdum emindim, Türkçe-Matematik okusam iyi bir pgibolog olurdum eminim. O zamanlar kendimi bu şekilde ifade ediyordum. Herşeye yeteneği olan fakat tek bir şeye odaklanamayan bir insan.
Okulun ikinci günü tüm baskılara rağmen bölümümü değiştirdim. Ahmet hocamla yaptığım görüşme bunda çok etkli olmuştu:
‘Bak Fırat, sonradan pişman olacağın hiç bir şey yapma. Kendi sorumluluğunu al, seçimlerini kendin yap…’
Ahmet Hocam benim sağolsun yardımcı oldu manevi olarak. Artık Türkçe-Matematik bölümündeydim. Arkadaşlarımın yanındaydım, Semanın yanındaydım. Öğlenciydim beraberdik herşey harika olacaktı…
Yan yana oturduk hemen. Yeni arkadaşlarla da kaynaştık. Benim açımdan harikaydı her şey.
O gün okul çıkışında Serdarı yalnız başına yürürken gördüm. Uzaktan baktım. (Kursa tanıştığım arkadaş, hani sonraları kardeşim olacak çocuk. ) Arkasından yakşalarak hemen yanına gittim. Biraz üzgündü. Sahile doğru yürüdük. Morali bozuk olunca ben sormaya başladım sebebini. Üzgün bir ifadeyle başladı anlatmaya:
‘Ayrılmak istiyorum Tuğbadan. Çok seviyorum, o benim ilk aşkım tek aşkım, ayrılmak istiyorum çünkü beni bunalttı…’
Çok bunalmış ve sıkılmış bir haldeydi. O kadar sevdiği ve aşık olduğu kızın onu bu hale getirmesi gerçekten üzücüydü. Ben lafı fazla uzatmadan konuştum:
‘Bak kardeşim, bugün ayrılırsın, bir hafta sonra pişman olursun. Sıkılmışşın bıkmışşın ama gelir geçer. Sevgi aşk olsun yeterki bunun üstesinden de gelirsin. Ayrılcağına git konuş kendini bu kadar sıkmana ne gerek var?’
Motive edici birkaç cümlemden sonra aramızda bi enerji oldu. O anlattı ben anlattım o anlattı ben anlattım. Birden bire birbirimize bir çok şey anlatmştık. Artık hava iyice karardığından muhabbeti başka zaman dışarda bi kafede nargile içerek geçirmek için sözleştikten sonra ordan ayrıldım.
Eve geldiğimde bölüm değiştirdiğimi evdekilere açıkladım. Önce çok tepki vermediler. Fakat sonraları anladımki bu iş burda bitmeyecekti…
Hafta sonu geldiğinde Serdarla buluştuk. Bana bi kafe önerdi gitmek için. Bense ona daha güzel bi yer olduğunu söyledim. Burası sonraları her anımızın geçeceği ‘Sedirli Kafeden’ başka bir yer değildi.
Sedirli kafeye geçtik. Masamıza kurulduk. (Ben lise 1 de ve o yaz ara sıra o kafeye gider Mehmet abinin 4 buçuk liralık nargilesinden içer, 50 kuruşa çayımı yudumlardım.)
Ben hemen nargileyi söyledim, çaylarla beraber gelsin diye işaret ettim. Serdar bana döndü:
‘Abi sigara kullanıyor musun?’ diye anlamlı anlamlı baktı. Durdum düşündüm ‘lan artık yapcak bir şey yok içiyoruz bu taku madem söyleyeyim’ dedim kendi kendime.
‘Evet kardeşim ara sıra içerim.’ Dedikten sonra Serdar fırladı gitti. Sonra geri geldi. Bir paket sigara almış masaya koydu. Markası mı ney? Viceroy! Hey gidi günler…
Serdara bir anda bu kadar ısınmamın ve sigara içtiğimi söylicek kadar samimi olmamın bir etkiside aşık bir adam olmasıydı. Adam aşıktı beyler. Gözleri parlıyordu. Onu hem kendime benzetiyor hem de etrafımda böyle ilişkilerin olmamasının hasretiyle yanıp tutuşuyordum.
Abartısız 5-6 saat orada oturarak hem nargile hem sigara hem çay içerek muhabbetin dibine vurduk. O bana Tuğbayı nasıl sevdiğini nasıl başladığını anlattı ben ona Semayı nasıl sevdiğimi nasıl başladığını anlattım. Nerdeyse aynı zamanlarda başlamış ilişkilerimiz. Nerdeyse her olay her mevzu birbirine benziyordu. Bir sürü ortak noktamız olduğunu keşfettikçe birbirimize daha fazla açılmaya başladık. Öyle derindi ki muhabbetler sanki öz kardeşimle konuşuyordum. Çok sevmiştim be bu adamı. Bu adamla biz kopmazdık artık orası belliydi.
Günün sonunda sahile inerek düz çizgide yürüme yarışmamızı tamamladıktan sonra vedalaşarak ayrıldık. O günün bana kazandırdığı tek şey işte buydu. Canım kardeşim Serdar…
Bu arada Burak ve Hakana gelicek olursak, sınıflarımız tamamen değişmişti. Hakandan ve Buraktan kopmak istememekle beraber farklı sınıflarda olmanın dezavantajını yaşayacaktık, ilk günden belliydi… -
62.
+1Part 21Tümünü Göster
Serdar, kardeşim… Ortak hislerimiz, geçmişimiz, karakterlerimiz o kadar benziyorduki, can kardeşim olacağını beraber geçirdiğimiz o sedirli kafe gününden anlamıştım. Daha çok anılarımız olacaktı, belliydi.
Semayla ilişkimin gidişatı her zamanki gibiydi ilk günlerde. Bölüm değiştirişim yanına gelişim onu da mutlu etmişti. ilk yıldan çevremizdeki arkadaşlarımızın çoğu bizimleydi fakat bir o kadar da yeni arkadaş edinmiştik. Güzel sesli Ersin ve daha bir çok yeni arkadaş.
Gitar çalışımı yaz tatilinde çok ileri düzeye taşımıştım. Bir çok parça çalabilecek kadar gitar biliyordum artık. Okulun daha ilk haftası tiyatro öğretmenler günü için başlatılan etkinlikte müzik hocamız beni sahneye çıkarıcağını söylemişti. Çok heycanlıydım. Daha önce hiç kalabalığa gitar çalmamıştım.
Bölüm değiştirdikten sonra okula birkaç saat erken gidiyor, kantinde arkadaşlarla toplanıp şarkılar türküler söylüyorduk. Öyle uzun geçen ilk iki haftaydıki, dopdolu.
Bir gün Serdar ve diğer arkadaşlarla kantinde gitar çalıp şarkı söylerken nerdeyse 50-60 öğrenci etrafımızda toplanmıştı. Orada yeni arkadaşlar edindik. Oğuz ve ismail. Bir alt dönemimizden olan bu çocuklarla epey ısınmıştık birbirimize. ismail türkü söylüyor, oğuz ise bateri çalıyordu. Beyler o dönem herkes baya sıkardı yalan hikayeler. ilk başta oğuzun sıktığını düşündüm. Sonraları sıkmadığını gördüm fakat bu çocuk biraz değişik bi çocuktu. Evet cana yakındı samimiydi dost olunabilecek bir çocuktu görünüşte fakat ben yine de çok sevmekle beraber çok fazla ısınamamıştım çocuğa. Bir adım geri durdum genellikle. Sonraları samimi olsakta bu durum pek değişmedi.
Gitar çalıp şarkılar söylemek okulda bana bir tanınırlık sağlamıştı. Arkamdan laf atıyorlar, sevenler oluyor ve sevmeyenler de oluyordu. O kalabalık arkadaş gurubunu görenler aramıza girmek istiyor ve biz buna asla hayır demiyorduk. Nerdeyse 25 kişilik kocaman bi arkadaş gurubu olmuştuk. Sevgili olanlar vardı sevgili olmaya çalışanlar vardı hiç sevgilisi olmayanlar vardı. Farklı farklı sınıflardan farklı farklı bir sürü arkadaş. iyice genişlemişti çevremiz. Bazen Semayla ufak tefek kavgalarımız oluyordu bu gitar mevzusu yüzünden. Fakat ben çok fazla uzatmıyordum. Müzik inanılmaz güzeldi, beni beğenmesini desteklemesini beklerken Sema sorun çıkarmaya başlamıştı. ilk başlarda çok önemsemedim bu durumu. Fakat biraz zaman sonra iyice bunalmaya başlamıştım… Anlatıcam elbet o günleride, şimdilik bu kadar spoiler yeterli.
Serdarla okul çıkışı yürürken bize kalmasını teklif ettim. Terasımızda oturur sabaha kadar muhabbet ederiz diye düşünmüştüm. Kabul etti. Ertesi gün bize gitmek için hazırlandı. Merkezde buluştuk. Bize geldiğimizde hava kararmıştı artık. Önce biraz internette takıldık. Sonra Sema ve Tuğbaya video çektik. Hatıra videosu. Cd’ye kopyalayıp vermeyi planlıyorduk. Gitarda çalıp şarkıda söyledik elbette. O zaman yeni patlamıştı: Hacettepe-Ölürüm hasretinle. Aslında Grup 84 fakat biz Hacettepeliler olarak biliyorduk adını. Çok güzel olmuştu parçayı çalıp söylemek. Okulda da muhakkak çalıp söylemeliyim diye düşünmüştüm o gece. Videoları çekip şarkıyı kaydedip artık saat geç olduktan sonra balkona hazırlık yaptım. Masa ve sandalyeleri manzaranın tam karşısına yerleştirdim. Dede yadigarı küllüğü masanın ortasına koydum. Tavşan kanı çayımız yanımızda başladık muhabbet etmeye. Yine o anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Sabaha kadar Tuğbayı ve Semayı konuşmuştuk.
Muhabbet o kadar koyuyduki meyveler kahvaltılıklar çaylar sürekli tazeleniyor vakit akıp gidiyordu. Bir yandan sigaralarımızı tüttürüyor bir yandan manzaraya karşı keyif yapıyorduk. Sabaha karşı hava iyice serinledi. Kurulu olan hamağa geçip muhabbete orda devam ettik. Üzerimiz örtülüydü. Ben bir ara uykuya dalmışım, Serdarın seslenmesiyle uyandım:
‘Lan ne? Ne? Sarı araba mı? Ne sarı arabası?’ diye sayıklaya sayıklaya uyanmışım. Serdar sesli gülmemek için ağzını tıkayarak
‘Ah be kardeşim ben de bişey anlatıyorum, dinliyosun sanıyorum uyumuşsun be kardeşim!’ diyerek gülmesini sürdürdü.
Artık iyice geç olmuştu saat. Sabah ezanıyla beraber içeri geçtik.
Muhabbet öyle güzeldi ki, sanki artık dünyayı kurtarabilirdik. Öyle güçlüydük ki canım kardeşimle. Artık o gece birbirimize bir söz vermiştik. Biz kardeştik, sırtımız birbirimize dayalı, dağ gibi iki adamdık biz artık. Yıkamazlardı bizi. Yıldıramazlardı… -
63.
+2Part 22Tümünü Göster
ikinci sınıfın ilk günleri geçip giderken Sema benden iyice uzaklaşmaya başlamıştı. Sorularıma cevap vermiyor, söylediğim hiç birşeyi dinlemiyordu. Uzatmamaya ve kafama takmamaya çalışsamda buna sebep olan neydi? Gerçekten bilemiyordum. Gitar çalıp okulda şarkılar söylemem onu epeyce rahatsız etmişti tahmin ettiğim buydu. Ama ben kimseye bakmıyordumki. Farkında olmadan beni çok üzüyor, yapmaması gereken davranışlar sergiliyordu.
Sema normalde düzgün giyinen bir kızdı beyler. Okul eteği falan normal seviyelerdeydi. Fakat benim gitar mevzularından sonra bu durum değişmeye başladı. Etek yukarı çıkmış biraz. Ben bunu farkedince küplere bindim. Yalnız konuşmak için yanıma çağırdım. Artık bu şekilde davranmaması ve eteği eski boyuna getirmesi için ne kadar çabalasamda beni hiç takmadı. Sorunun en olduğunu sorduğumda ise hiçbirşey söylemedi. Arkasını döndü kantine gitti. Bütün arkadaşlarımız ordaydı. Ben artık sinirden deliye dönmüş vaziyetteydim. Kantine geri döndüğümde benim üzüntülü ve sinirli olmamı hiç takmamış olacakki inadıma rahat rahat oturuyor yüzüme bile bakmıyordu. Neyin intikamıydı bu? Gitar çalıp şarkı söylemenin mi? Bu kadar olmazdı. Yanına yaklaştım o oturuyor ve ben ayaktaydım. Seslendim kafasını çevirip bana baktı, el işareti yaparak:
‘Sema, görmüyor musun eteğinin boyunu! Kantin epey kalabalık! Neden böyle yapıyorsun?!
Kafasını çevirdi, hiç takmadı, etrafındakilerle konuşmaya devam etti. Artık patlamıştım. Kontrolümü kaybettim:
‘Ya baksana şu hale bana bak beni neden takmıyorsun!!!’ diyerek bas bas bağırdım.
Hiç beklemeden arkamı dönüp hızlı bi şekilde okuldan çıktım. Çok sinirlenmiştim. Aşırı derecede yoğun yaşamıştım o asabilik duygusunu. Günlerdik içimde biriken anlamsız hareketlerinin ve tavırlarının son raddesiydi bu olay. Bir saat sahilde dolaştıktan sonra okula geri döndüm. Tavırlar aynıydı. Yüzüme bile bakmıyordu. Tekrardan yanına gittim:
‘Sana bağırdığım için özür dilerim ama bu durum hoşuma gitmiyor. Lütfen bu durumu düzelt ve bana artık o şekilde davranma, üzülüyorum…’ dedim sakin bir sesle. Bana döndü:
‘Sen naptığının farkında mısın? Bana herkesin içinde bas bas bağırdın! Bide gelmiş özür diliyosun. Konuşmak istemiyorum!’
Çok sinirliydi. Canımın parçası, sevdiğim kız… Neden bu hale gelmişti? Neden bu şekilde davranıyordu? Bunu hakedicek hiç bir şey yapmamıştım ben oysaki. içten içe meselenin gitar çalıp şarkı söylemem olduğunu düşünsemde gelip açık açık bunu bana söylemedikçe müziğimi yapmaya devam edeceğime kendi kendime yemin ettim. Beraber olup insanlara karşı güzel tarafımızı göstermektense neydi bu tavırlar tripler? Kavganın adamı değildim hiçbir zaman. Fakat belliki daha çok sinir krizleri geçirecektim…
Okulun ikinci haftası başladığında bir anda bölümümün değiştirildiğini öğrendim. Ailem bu duruma daha fazla sessiz kalamamış ve geleceğim adına en doğru kararı vereceklerini düşünmüş olacaklarki benden habersiz bölümümü değiştirmişlerdi…
Dünya başıma yıkıldı desem yeridir. Neler oluyordu böyle? ikinci sınıfın henüz başı neden bunları yaşıyordum? ilk sene herşey istediğim gibi giderken bir anda neden herşey tersine dönmeye başlamıştı? Sema bir yandan bu olaylar bir yandan. Neden bunları yaşıyordum? Babanemin hastalığı maddi durumumuzun kötü bir halde olması zaten iyi olan bir çok şeyi ortadan kaldırmıştı. Neden herşey tamamiyle olumsuz yönde ilerlemeye başlamıştı? Şüphesiz ikinci sınıfın tek iyi yanı müzik ve Serdar kardeşimdi şimdiye kadar… Belkide ilerleyen günlerdeki iki kadim dostum bunlar olacaktı kimbilebilir?
Bölüm değişikliği haberini alır almaz okulu terkettim. Dehşet derecede sinirliydim. Semayla olan olaylardan sonra sinirim epey katlanmıştı. O hışımla eve vardım. Herkes evdeydi. Kapıyı vurarak içeri girdim:
‘Siz naptığınızı zannediyorsunuz? Neden bana saygı göstermiyorsunuz? Kararlarımı aldıktan sonra hedeflerimi koyduktan sonra neden benden habersiz benim yerime kararlar alıyorsunuz!!!’
Babam net bir ses tonuyla konuştu:
‘Asıl sen ne yaptığının farkında değilsin. Yeteneklerinin farkında değilsin! Arkadaşlarının uğruna geleceğinle oynuyorsun! Buna daha fazla seyirci kalamazdık! Kır dizini otur! Arkadaşların yüzünden değiştirdiğin hedeflerine geri dön!’
Ailem çok netti. Fakat bende çok nettim. Kararlıydım. inada bindirmişlerdi beni. Aldığım karar yanlış bile olsa bu kararı ben almıştım ve sonuçlarına katlanırdım. Gece olana kadar odamdan çıkmadım. Gece oldu herkes odasına çekildi. Herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra çantama eşyalarımı doldurdum. Evet evden kaçıcaktım! Kararım kesindi, evden kaçıp gidicektim!
….. -
64.
+2Part 23Tümünü Göster
….Çantamı kontrol ettikten sonra üzerime okul kıyafetlerimi giydim. Gitarımı da aldıktan sonra evin iç kapısını yavaş yavaş açtım. Merdivenlerden sessizce aşşağı indim. Dış kapıyı araladım. Hava zifiri karanlıktı. Köpek havlamalarıyla gecenin sessizliği ara sıra bozuluyordu.
Dışarıya adımımı attım ve kapıyı kapattım. Sokakta yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Cebimden bir sigara çıkarıp yaktım. O kadar sessizdiki dışarısı, sigaranın yanarken çıkarttığı çıtırdama sesini duyabiliyordum. Yürürken kıyafetlerimin, gitarın, çantamın, ayakkabılarımın sesleri ve sigaranın çıtırdama sesine ara sıra havlayan köpek sesleri karışıyordu.
Sigaram bitene kadar sahile vardım. Cadde üzerinden tek tük araçlar geçiyordu. Boğazdan geçen dev gemilerin manzarasıyla yürürken etrafta neredeyse hiç kimse yaya değildi. Koca bir cadde ve yalnızca ben…
Semaya mesaj attım. Cevap gelmedi, aradım ses çıkmadı. Durumu anlattım. Ah keşke uyanık olsaydı… Kendimi yapayalnız hissediyordum. Merkeze vardığımda sahilde bir banka oturdum. Bir sigara daha çıkarttım. Yaktım. Dalgaların sesi ferahlatıyordu fakat bir yandan da stres olmaya başlamıştım. Bugün kaçtım. Peki yarın ne yapacaktım? Nereye gidebilirdim?
Çok geçmeden gün ağırmaya başladı. Dükkanlar yavaş yavaş açılıyordu ve ben hala aynı yerde oturuyordum. Sonra bir anda telefonum çaldı. Arayan ablamdı:
‘Fırat! Nerdesin sen?!’
Donup kaldım. Öyle korkmuş geliyorduki sesi, hemen cevap verdim:
‘Şey, ee merkezdeyim, kaçtım!’
‘Saçma saçma konuşma! Olduğun yerde bekle!’
Henüz 10-15 dakika geçmeden babamla birlikte ablam yanımda belirdi. Beni aldılar, eve zütürdüler. Babam gerçekten çok korkmuştu. Annemde tabiki. Eve girdiğimde salonda oturduk. Hiç kimse bir şey bile demedi. Sadece sessizce oturduk. Bakışlarından ne kadar korktuklarını anlayabiliyordum.
Ertesi gün kahvaltıda hiç konuşmadık. Hazırlanıp okula gittim 9.00 gibi. Bölümümü değiştirmek için tekrardan başvurdum. iptal edildi. Müdüre kadar gittim. Sonuç alamadım.
Artık direncimi yitirmiştim. Okulda ruh gibi gezerken Ahmet Hoca beni gördü yanına çağırdı:
‘Fırat, artık daha fazla kendini yıpratma. Elbet senin göremediklerini görmüş olabilceğini düşün ailenin… Pişman olmazlar inşallah sende pişman olmazsın…’ dedi. Sırtımı sıvazladı bana biraz moral verdikten sonra yanımdan ayrıldı. O gün öğlen saati geldiğinde Serdarı bekledim kantinde. Geldiğinde sarıldık sımsıkı. Sonra durdum yüzüne baktım dün gece olanları anlattım. Serdar ağzı açık bi şekilde dinliyordu. Sonra iç çekti:
‘Ah be kardeşim… Bu kadar mı istiyordun bölüm değiştirmeyi?’
‘Hayır be abi. Tamam bölüm değiştirmekte istiyordum eyvallah ama… Daha çok ortamdan kopmak istemedim. Sanki herşey mahvolacaktı gibi hissettim ne bileyim… Hepsini gibtir et, ben o sınıfta nasıl okuyacağım lan!?
‘Bak şimdi bunları düşünme, zamanla alışacaksın bence. Gel bugün herkesi toplayalım kaçalım okuldan. Gerçi sen kaçmış olmıcaksın sabahçı muallak!’ dedi gülerek.
Serdar ah Serdar canım kardeşim. O gün Serdar ismail Oğuz ve bir çok arkadaş çıktık. Sahile gittik. Oyunlar oynadık eğlendik. ismail o gün Handeye açıldı. Hoşlanmış bizimkinden. Hande de kabul etti tabi. Şarapçının tekinden para aşırarak yüzük aldı ismail… Çocukluk işte, taktı yüzükleri falan…. Ulan ne eğlenmişiz be… Artık Hande ve ismail sevgililerdi.
O gün akşama kadar gezdik eğlendik. Sema yanımdaydı ama beyler, sanki uzaktaydı. Son problemleri hala daha atlatamamıştık. Arkadaş ortamımızda hala daha rahatsız olacağım meseleler oluyordu. Ben artık söylemekten vazgeçmiştim. Sadece susuyor ve içime atıyordum.
Ben artık sabahçı olacaktım. Tüm arkadaşlarım ve Sema öğlenci. Bu durumun bize ve bana neler kazandıracağı veya neler kaybettireceğini çok geç olmadan anlardım elbette. Bu günler sabır günleriydi. Sabredecektim. Gerekirse fazla fazla fedakarlık yapar gene kopmazdım arkadaşlarımdan…
Müziğe sarılırdım. Semaya sarılırdım. Serdara sarılırdım. Dağ gibi kardeşim benim.
Ertesi hafta Serdar evde kimse olmayacağını ve onlarda kalabileceğimizi söyledi. ismailide çapğırmıştık. ismail ben ve Serdar. Üç arkadaş baya samimiydik. ismailde geçtiğimiz günlerde biraz bahsetmişti hikayesinden. Babasız büyümüş. Çok zor şartlarda hayatını devam ettiriyor ve küçük yaşından beri çalışıyordu.
Hazırlık yaptık Serdarla. ismailde merkeze geldiğinde toplandık ve büyük rakı aldık. Oturup yavaş yavaş içecek ve sabaha kadar sohbet muhabbet edecektik.
Ahmet Kaya-Şu Dağlarda Kar Olsaydım parçası eşliğinde soframızı kurmaya başladık. Oturduk. Herşeyimiz hazır. Yavaş yavaş kadehlerimzi tokuşturduk, muhabbetin dibine doğru inmeye başladık. Herkes sevdiğini anlattı gene. Gecenin sonu tabikide halayla tamamlandı. ismail uyuduktan sonra yapılan şakalar da cabası tabi…
Nerdeyse ilk bir ayını atlatmıştık ikinci sınıfın. Açıkcası mutsuzdum beyler, çok mutsuzdum. Hiç bir şey eskisi gibi değildi, Sema özellikle. Ya da acaba ben mi değişmiştim? Bilemiyordum. Kafam sürekli Semadaydı. Eskisi gibi olamayışımızdandı. Birinci yılımız dolmaya yakın zamanlarda benim hevesim tavan yapmış ve bir kutlama tarzı etkinlik yapmayı planlarken bile Sema çok isteksiz ve hevessiz davranıyordu… Sesimi çıkarmamaya devam ediyordum. Müziğe devam ediyordum. içim yana yana bu durumun düzelmesini bekliyordum. Aramız nerdeyse haftanın 3 günü berbattı. Ya gitar mevzusundan ya da başka mevzulardan illaki kavga çıkıyordu. Fakat tabiki açık seçik müzik sebebiyle çıkmıyordu kavga. Ama ben biliyordum sebebi buydu.
24 Kasım öğretmenler günü için yapılacak etkinliklerin provaları yaklaşırken benim heyecanım artmaya başladı. Bu kadar karmaşanın arasında bana iyi gelebilecek tek şey böyle bir etkinlik olacaktı eminimki… -
65.
+2Part 24Tümünü Göster
24 Kasım provaları öğlen olacaktı. ilk prova sadece tanışma olmuştu. Tanışma tamamlandı herkes dağıldı. Ben hemen kantine geçtim. Bizim çocuklar kesin gelmiştir diye. Kantine doğru uzaktan yaklaşırken camın kenarında Sema ve Burağı gördüm. Biraz samimi oturuyorlardı. Hızlı adımlar atarken bir anda yavaşlamıştım.
Duvarın dibine geçip izlemeye başladım. Fazla samimi tavırlar beni son derece rahatsız etmişti. Beyler. O manzaradan sonra beynime kan ulaşmadığını hissettim lakin sakin olmam gerekiyordu. Yavaş yavaş kantine giriş yaptım. Uzaktan beni görünce birbirlerinden uzaklaştılar. Burak bana baktı:
‘Vaay abi hoş geldin kaç zaman oldu görüşemiyoruz be…’
Alaylı bir gülüşle cevap verdim:
‘Semaya ayırdığın vaktini bana ayırırsan görüşebiliriz kardeşim..’ dedim. Kızardı. Sema bana hiç bakmıyordu. Sanki çok normal şeyler yaşanıyormuş gibi bir tavır sergiliyordu. Neler olduğunu anlayamıyordum. Sonra işi şakaya döktük diğer çocuklar gelince.
iki masa kapatıp gitar çalmaya başladım. Herkes ordaydı. Burak yanımdaydı Sema karşımdaydı. Bir ara karmaşa esnasında gitarı elimden bıraktım. O kadar kalabalıktıki kimse kimseyi nerdeyse duyamıyordu. Burağa seslendim:
‘Burak! Abi telefonunu versene bi ya evi aramam lazım bende hiç kontör kalmamış.’ Dedim.
Plan yapmamıştım beyler, sadece ve sadece o an saniyeler içerisinde oldu tüm bunlar. Bir anda böyle bir şey uydurup Burağın telefonuna bakmak geldi içimden. Tereddüt etmeden çıkarıp verdi Burak telefonunu.
Kantinden uzaklaştım. Gürültü bahanesiyle. Burağın onun mesajlarına girmek için telefonunu aldığımı anlamaması gerekiyordu. Annemi arayarak tuvalete doğru çıktım. Konuştuktan sonra telefonu kapattım.
Ellerim tir tir titriyordu. Kantinde gördüğüm manzaradan önce de birkaç şeye şahit olmuştum ama hiç şüphelenmemiştim. Lan Burak bu! Olur mu böyle bir şey? Yaparlar mı lan bana bunu? Yapmazlardı elbette! Olamazdı yediremezdim. Hatta şüpheye düşmek bile beni üzmüştü. Kendimi suçlamıştım. Tüm bu düşünceler kafamdan geçerken kantine geri döndüm. Mesajlara girmedim. Saçmalama dedim kendi kendime. Yapamazlar böyle bir şey.
Merdivenlerden aşağı doğru inerken tam kantinin kapısına yaklaşmak üzereydim. Geri döndüm koşa koşa. Tuvalete girdim. Mesajları açtım…
Keşke açmasaydım! Keşke görmeseydim! Keşke hiç bulaşmasaydım!
….. -
66.
+2Part 25Tümünü Göster
Bir parça paylaşarak başlayalım:
https://www.youtube.com/watch?v=nTw6GGezp8o
Mesajları gördükten sonra paramparça oldum. Zift sürmüşsün kalbime de kuruduktan sonra sanki tırnağınla söküyormuşsun hissi hakimdi sol yanımda. Aşkımlı bitanemli mesajlar… Günlük konuşmalar hepsi… içerisinde 'sevgili' olduğunuz kişiye söylenen kelimelerden barındıran kahrolası mesajlar. Okudum hepsini. Ekrana bakarken dünya durdu ama bu sefer savaş başladı, Gazze bombalanıyordu şimdi, Bağdat işgal altında, Mısır elimizden çıkmış… Göğsüm daraldı, yüreğim yandı…
Sakinleşmeye çalıştım bir süre. Sırtımdan soğuk ter aktığını hissedebiliyordum. Telefonu cebime koydum. Elimi yüzümü yıkadım. Aynaya baktığımda gözlerimin içi kıpkırmızıydı. Kendimi o kadar zor tutuyordumki her an kavga çıkarabilirdim. Fakat ben kavga adamı değildim beyler, en azından şimdilik…
Daha iyi hissetmeye başlayınca kantine geri döndüm. Herkes ordaydı gene. Burak seslendi:
‘Abi hopp burdayız, halledebildin mi aradın mı valideyi?’
Cevap vermedim. Cebimden telefonu çıkartıp uzattım. Aldı şaşırmış şekilde geri koydu cebine. Hiç mi ihtimal vermemişti mesajlarını okuduğuma? Şaşkındı ama renk vermemeye çalışıyordu. Tam elini omzuma atacakken ittim. Semaya döndüm, uzun uzun baktım. Konuşmayınca endişeli bir sesle:
‘Neden boş boş bakıyorsun? Bir sorun mu var?’
Cevap vermedim. Konuşursam eğer bomba gibi patlama ihtimalime karşı susmayı tercih ediyordum. içime sığmayan duygular yaşıyordum fakat bu sefer öfkeydi… Sema suskunluğumdan anlamıştı artık bir sorun olduğunu, fakat etrafındakilerle gayet rahat konuşuyor bana dönünce saçma bi şekilde ciddileşiyordu:
‘Fırat! Söylicek misin? Söylemicek misin? Derdin ne? Ne bu surat?’
Kendimden emin bir sesle:
‘Hemen dışarı çık, çöp konteynerinin yanında beni bekle.’ Dedim. Hiç afallamadı, gayet sakindi:
‘Offf ne oldu ne istiyorsun?’
Artık bu tavıra tahammülüm kalmamıştı. Kolundan tuttum ve zorla dışarı çıkarttım. Bahçe aşırı kalabalık olduğu için bodrum kata labaratuvarın olduğu yere indirdim. Öyle sıkı tutmuştumki kolundan, inene kadar hiç bırakmadım. indikten sonra ileri doğru hafifçe ittirdim. Aşırı öfkeliydim, kendimi kontrol etmem gerekiyordu farkıdnaydım…
Bağırmaya başladım:
‘Telefonunu ver!’
‘Ne bu hareketler? Napıcaksın telefonumla? Vermiyorum!’
‘Ver şu telefonu bana! Çıldırtma beni! Ver dedim sana ver! Mesajlarını açıp ver şunu bana!!!’
Seslerden dolayı herkesin oraya toplanma ihtimalini göze alamadı Sema. Telefonu vermek zorunda kaldı. Mesajlarına girdim ama hiç bir mesaja rastlamadım. Öfkem dinmiyordu, bağırmaya devam ettim:
‘Burağın telefonundaki mesajları okudum!! Sen naptığını zannediyorsun!! Ne anlama geliyor o mesajlar! Napıyorsun sen!!’
Bir anda sakinleşti, gülerek cevap verdi:
‘Hahaahaha bende çok önemli bir şey oldu sandım. Arkadaşça konuşuyorduk işte, ne var bunda? Neyin derdindesin?’
Bu cümleleri duyduğuma inanamıyordum. O rahat davrandıkça öfkem katlanıyordu:
‘Oha bana bunları sen mi söylüyorsun? ileynanın omzuna elimi koydum diye bana onca lafı eden sen mi? Müzikle ilgilenmeye başladım diye günlerce tribe giren sen mi? Eteğinle ilgili tek bir laf bile ettirmeyen sen mi? Kız arkadaşlarla birazcık samimi olunca günlerce acısını çıkaran sen mi? Ben herşeye bu kadar dikkat etmeye çalışırken, Burakla, bak hemde Burakla aşkımlı canımlı bitanemli nasıl konuşabiliyorsun?’
Sustu derin derin nefes aldı, sonra:
‘Yeter!! Yeter Fırat! Arkadaşcaydı diyorum! Burak o kadar yakın arkadaşımız! Şüphelenmen kadar saçma bir şey olamaz!’
Doğru söyleme ihtimali neydi sizce beyler? Bilemiyorum. Ama normalliği ve anormalliği ayırt edebilecek durumdaydım. Ne kadar öfkeli de olsam bunun anormal olduğu açıktı.
‘Bir daha böyle bir şey görürsem pişman olursun!!! O Burak bini de ayıp etti. Onun da dıbına koyucam rahat ol sen!’ diyerek hızla yanından uzaklaştım.
Kantine geri döndüm. Apar topar eşyalarımı topladım gitarımı da alıp sahile attım kendimi. Kime anlatsam kimden akıl alsam diye düşünüyordum. Aklım karma karışıktı. Ulan Burak bu be... Yapar mı bana böyle yamuk? Olabilir mi aralarında bir şey? Anlamak mümkün mü? Nasıl anlayabilirdim? Hadi diyelim ki anlamak mümkün, ya gerçekten öyle bir şey varsa? Ben nasıl dayanırdım buna?
Anlamaya çalışmak ve doğruyu meydana çıkarmaya çalışmak yerine Semaya inanmayı seçtim beyler... Aşk dediğimiz şeyin anasını avradını gibsinler dedim ardından da.
Semaya mesaj attım... Ona inandığımı fakat bir daha böyle bir şey yaşanmaması konusunda dil döktüm. Yaptığının yanlış olduğunu kabul etmesi için uğraştım...
Artık yavaş yavaş başlamıştı hayatımın aşkla mücadelesi… Yanlış kararlar, yanlış davranışlar... Aşırı tepkiler... Kötü alışkanlıklar… En önemliside hayatı boşvermiştim artık. Ben bu muydum?
…. -
67.
+2Part 26Tümünü Göster
Kendimi sorgulamak beni çok daha diplere indirmeye başlamıştı. Sorguluyor, bir sonuca varıyor, fakat mantığımın emirlerini asla yerine getiremiyordum. Karşı karşıya kaldığım durumu tamamen mantığımla irdelediğimde, anladınız işte sonucu, öyle yani. Fakat ben duygularımla hareket ediyordum. Mantığımın karşıma çıkardığı sonucun bana yaşatacağı yıkımdan kaçıyordum sanırım. Açıklaması buydu yaşadığım olaydan sonraki sonucun.
Saçma sapan bir şeyle karşılaşmıştım ve kendimi bana yaptığı ufacık açıklamaya inandırmıştım. Sorgulamadım olayı daha fazla derine inmedim Burakla mevzuyu konuşmadım bile… Hislerim bunu emretmişti…
Sanki olay hiç yaşanmamış gibi günlük hayatıma devam ettim. Semayla beraber devam ettim tabikide. Çok ama çok saçma bir şekilde ona daha fazla bağlanmıştım. Evet aşırı seviyordum aşıktım fakat son olaydan sonra daha fazla bağlanmıştım. Ya da adını bağlanmak koymuştum bunun, henüz farkında değildim.
Kavgalarımız ve beni rahatsız eden tavırları devam ediyordu ama son günlerde sanki daha iyiydik. Rahatsız olmamaya çalışıyor eski günlerimize dönebilmek için beyin fırtınaları yapıyordum. Okuldan eve geldikten sonra akşamları Semanın çıkış saatinde okula gidiyor beraber beş on dakika konuşmak yürümek için bir sürü çaba sarfediyordum. Okula bir gün gitmesem içim rahat etmiyordu. Özlüyordum evet ama bilinç altımda okula gitme sebebim bu değildi… Artık yorulmuştum bu durumdan sıkılmıştım. Neden bu şekilde hissediyordum? Neden sanki kaçıp gidicekmiş gibiydi? Neden sürekli en son ben vardım onun için artık?
Cevapsız binlerce soru. Hissettiğim kötü duygulara aklımla birer birer bahane buluyor ve kendimi o bahanelere inandırıyordum.
Bütün bu hengameler içerisinde artık öğretmenler günü şiir dinletisi provaları başlamıştı. Dinletinin programı tamamen belliydi fakat şiirler belli değildi. Şiir okuyacak olan arkadaşlar şiirlerini kendileri seçeceklerdi. iki bölümden oluşacak programda bana düşen görevse bölüm arasında iki tane şarkı söylemekti.
Çoğunluğu kızlardan oluşan dinleti gurubunda simaları genel olarak tanıyordum. Ağırlıklı üst sınıflardan oluşan bir kadro vardı.
Provaların ikinci ya da üçüncü gününde artık herkesle kaynaşmıştım. Dinlenme zamanları başka başka şarkılar çalıyor eğleniyorduk. Bana ilaç gibi gelmişti bu etkinlik. Her an aklımın bir köşesinde Sema vardı lakin yorgundum artık… O kadar yorgundumki tek dinlendiğim yer burasıydı. Arkadaşların müziğe ilgisi de hoşuma gidiyordu. ilkay, Nilgün, Merve, Meriç ve bir sürü arkadaş. Meriç hatırlarsanız Semanın kuzeni. Şiir dinletisinde o da olacaktı.
Sahne arkalarında genellikle ilkay ben Nilgün gırgır şamata yapardık. Ara sıra Meriçin sert bakışlarına maruz kalsam da pek istifimi bozmamaya gayret ediyordum. Semanın kulağına gitse ordaki rahatlığım, kesin gene büyük kavgalar ederdik.
Gene bir gün provada Nilgün şiir kitabını bana uzatıp:
‘Herhangi bir yerinden aç kitabı, hangi şiir denk gelirse onu okuyacağım’ dedi. Gülümsedim aldım kitabı:
‘Ya saçma sapan bir şiir gelirse o zaman gene okuyacak mısın?’ diyerek kahkaha attım. Kitabın ortasından açtım, denk gelen şiire bakmadan verdim Nilgüne. Yüzüme baktı:
‘Güzel şiir, ben okurum bunu. Baya da şanslıymışım saçma sapan bir şey gelmedi.’ Dedi gene gülerek.
Sıra ona geldiğinde okudu şiiri. Şuraya yazayım da belki seversiniz.
Cahit Sıtkı Tarancı-Desem ki
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Okudu şiiri, çok da güzel okudu. Nilgün değişik bir kızdı beyler. Aşırı arkadaş canlısı sıcak samimi ve çok iyi biriydi. Onun için değerli olursanız sizin gerçekten yanınızda durabilecek biriydi. En azından öyle görünüyordu. Meriçin sınıftan arkadaşı olduğu için Semayla beni biliyormuş. Şiir muhabbetinden sonra benim biraz modum düşünce açılmıştı mevzu. Biraz anlatmıştım meseleleri. Çok fazla yorum yapmadı. Sonra döndü bana:
‘Gelsene beraber dışarı çıkalım spot lambası alıcaktım sende hava almış olursun.’ Dedi.
Bende kabul ettim. Mola verildiğinde dışarı çıktık beraber nalburdan spot lambası aldık. Geri dönerken biraz lafladık gene:
‘Şiir dinletisi olayı benim için baya iyi oldu, bu sıralar zor günler geçiriyorum.’
‘Çok fazla düşünceli olduğun belli ama benden sana söylemesi, çok fazla takıyosun, değer mi bi düşün…’ dedi sessiz sessiz.
Değer tabi lan yannan! Sanane amcık, sen mi bilcen değer mi değmez mi? iki muhabbet ettik diye bu kadar ileri gitme, seviyorum Semayı, ben karar veririm değip değmiceğine! Diyemedim tabi. Sustum bi süre sonra döndüm Nilgüne:
‘Nilgün, bence bunları konuşmayalım..’ dedim sakin bir şekilde.
ikimizde sustuk, salona indik. içeri girdiğimizde hoca gelmiş ve herkes oturuyordu. Anında Meriçle göz göze geldim. Bana kötü kötü baktı. Kendi kendime dedim 'lan noluyo gene dıbına koyim ne bu bakış ne bu surat!'.
Prova bittikten sonra tüm öğlenci öğrenciler gelmişti okula. Semayı arıyordum açmıyordu. En sonunda okul kapısında yakaladım:
‘Sema! Aşkım, nerdesin sen ya seni arıyorum her yerde! Telefonlarımı neden açmıyorsun bir şey mi noldu?’
‘Offf Fırat! Yok bişey! Bak hoca bakıyo sıraya girmem lazım git sonra konuşuruz!’
Ağır ağır uzaklaştım. Aşırı sinirlenmiştim. Gene noluyodu? Ne bu tavırlar tripler? iki dakka huzur yok dimi? Aynı gün akşam okula geldim. Çıkışa. Semayı beklerken Serdarla karşılaştık. Derse girmemişler. Yanında da bir çocuk daha. Adı Fıratmış onunda. Serdarın baya yakın arkadaşı birinci sınıftan beri. Neşeli esprili (iğrenç esprileri güzel yapmasıyla meşhur) bir arkadaş. Sevdim bende çocuğu. Birinci sınıfta zaten görüyodum ara sıra. Göz aşinalığım vardı yabancı gelmedi yani, hemen kaynaştık. Ee o da Fırat ben de Fırat bundan sonra sen Sarı ol dedik. Sarı Fırat. Artık kadroda Sarı Fıratta vardı. Genişlemeye devam beyler.
Çıkışta Semayı bekledim. Çıktı konuşmak için yanına gittiğimde beni görmüyordu sanki. Ya karşısındayım ama yüzüme bakmıyor. Bir şey diyorum cevap vermiyor. En sonunda tuttum kolundan:
‘Eğer cevap verirsen hiçbir şey söylemeden gidicem, şimdi söyle bana noldu?’ dedim.
Yüzüme baktı, umursamaz bir tavırla gene:
‘Sen sabah dışarı gezmeye gittiğin kıza anlat bunları!’ dedi.
Bir anda parladım:
‘Ya sen ne saçmalıyorsun gezmeye falan gitmedim ben nalbura gittik geldik ne var bunda!
Hiç değiştirmedi tavrını:
‘Tamam işte gidebilirsin’ diyerek itti beni. Lan çıldırmak üzereydim hiçbir şey diyemiyordum. Peşinden yürümeye devam ettim, yürürken bir yandan konuşuyordum (bağırıyordum):
‘Ne diyorsun sen be ne saçmalıyorsun be? Ne bu tavır amacın ne senin? Ne yaptım ben sana bunları yapıyosun sen? Ne istiyosun?’
Durdu baktı bana:
‘Git Fırat, git!’ dedi. Döndüm arkamı. Ayrıldım yanından. Sahile doğru yürürken Serdar ismail ve Sarıyı gördüm ilerde. Onların yanına gittim. Oturduk biraz geyik yaptık. Kafam az da olsa dağılmıştı. Ertesi günü dışarı çıkmak için plan yaptık. Sarılıp vedalaştıktan sonra evlere dağıldık.
Gün geçtikçe beni itiyordu… Ne yani gitar çalıp etkinlik yapmak mıydı mesele? ihmal mi ediyordum onu? Asla. Her akşam çıkışa gelen kimdi? Haftanın iki günü dersimin erken bitmesine rağmen onun okula gelmesini bekleyen kimdi? Ben her hangi bir zamanda onu ihmal etmezken ya da kötü davranmazken bir dediğini iki etmemeye çalışıp bu lanet tavırlarını sonlandırmasını beklerken neden günden güne artıyordu? Çözemiyordum, çözemedikçe deliriyordum… -
68.
+2Part 27Tümünü Göster
…
Geceleri yastığa kafamı koyduğumda içimden gelen sesleri dinliyordum. Bir yandan duygularım bir yandan mantığım konuşuyor, ara sıra ikisine de müdehale ediyordum. Çok fazla küfür ettiğimde oldu her ikisine. Biri başka konuşuyor diğeri başka konuşuyordu. Hangisini dinleyeceğimi şaşırmıştım.
Sonra akışına bırakmaya karar verdim. Mücadele ettikçe bir sonuç elde edemiyordum çünkü. Artık herşey olacağına varacaktı. Çok fazla düşünmeyecektim ve huzuru bulacaktım. Tek beklentim buydu.
Öğlencilerin okula geliş saatinde Serdarı yakaladım. Okuldan kaçıp benle sedirli kafeye gelmesi için ikna ettim. Sonra ismailde bize katıldı. Semaya Handeye ve Tuğbaya söylememiştik. Çok ani oldu haber verme gereği duymamıştık.
Sahilden yürüye yürüye sedirli kafeye geldik. Oturduk çaylarımız geldi sigaralarımız yanıyor… Muhabbet sohbet esnasında tam kapıya yüzümü döndüm ki kapıdan kimler giriyor kimler…
Hande, Tuğba ve Sema bizi takip etmişler. Yanımıza oturdular. ismaille Serdar hemen durumu açıkladı ve hallettiler. Ben açıklama gereği hissetmedim. Zaten Serdarla ismail o sırada gerekeni söylemişlerdi. Aynı durum benim içinde geçerliydi. Semanın suratı beş karıştı, usulca döndüm:
‘Sevgilim, bak işte bir sorun yok, sizden bahsetmekten başka napıyoruzki zaten? Seviyoruz uleenn’ diyerek gülümsedim ve sarıldım. Olayı şakaya vurarak yumuşatmaya gayret ettim. Demiştim ya artık bu şekilde davranacaktım, rahat olacaktım. Sonra Sema durdu boş boş baktı, ‘yemeği önünden alınmış bir kedi’ gibi astı suratını. Hiç bir şey söylemeden yanımdan hızlıca kalkıp çantasını alarak koşa koşa dışarı çıktı.
Peşinden gitmedim ilk başta. Sonra dayanamadım çıktım. iskeleye doğru gittiğini gördüm. Uzaktan biraz izledim. Oturdu. Biliyordum arkasından gitmemi bekliyordu. Gidicektim fakat uzaktan biraz izledim. Sadece öylece oturuyordu. Yanına gittim:
‘Sema, bitanem neden böyle davranıyorsun ne oldu?’ diye usulca sordum biraz yakınlaşıp. Cevap vermedi. Sadece sinirli bir şekilde oturuyordu. Tekrar konuştum:
‘Hayatım, sorun edicek bir şey yok hadi gidelim arkadaşlarımızın yanına.’ Diyerek ikna ettim. Kalktık tekrar sedirli kafeye oturduk. Akşam olana kadar gene çok fazla rahatsız edici davranışla karşılaşmama rağmen sesimi çıkarmadım. Lakin artık sesimi çıkarmayacaktım.
Aşırı derecede beni rahatsız etsede Semadaki bu değişim, aldırış etmemeye çalışıyordum artık. Çünkü ona aşıktım. Deli gibi aşıktım… Ondan vazgeçebilmem için geçerli bir sebep yoktu yaşadığımız ilişkide. Herşeyle beraber kabullenmiştim. Ne kadar rahatsız olup kavga etsemde sonucunda kabullenen taraf bendim. Ne zamanki o rahatsız olsun gene kabullenen bendim… Ben fakat bu durumuda kabullenmiştim artık…
O günü kazasız belasız atlattıktan sonra biraz öğretmenler günü etkinliğininde bana vermiş olduğu moral motivasonla günler güzel geçmeye başlamıştı. Rahat davranma kararım keni üzerimde etkili olmuş önceki kadar kafama takmıyordum hiçbirşeyi. ilişkimiz aynı gitsede ben aynı değildim artık. Daha az kafama takıyor daha az kavga etmeye çalışıyordum. Yaşananlar aynıydı hatta daha ağırdı fakat tepkilerim daha hafıfti.
Öğretmenler günü etkinliği yaklaştıkça provalar artıyor, artık akşamları da bir prova yapılıyordu. Etkinliğe kadar akşam provaları üç veya dört kez olmuştu toplamda.
Akşam provalarının bir tanesinde herkesle vedalaştıktan sonra okul kapısına doğru yöneldim. Tam dışarı adımımı atcakken arkamdan bir ses:
‘Fıraaaaat! Fırraaaaat! Benide bekle beraber gideliimmm.’
Bağıran Nilgünden başkası değildi. ilk an tereddüt ettim. istemedim. Ben düşünüp cevap verene kadar yanıma kadar gelmişti zaten:
‘Sahilden yürümüyor musun eve giderken?’
‘Evet, nolduki?’
‘Ee tamam işte bu akşam beraber yürüyelim bende yalnız gitmemiş olurum.’
Sustum ilk baş. Sonra:
‘E peki madem yürüyelim.’ Dedim isteksiz isteksiz.
Hava karanlıktı. Yürürken bir yandan gırgır şamata yapıyor bir yandan da çekirdek yiyorduk. içim hiç rahat değildi aslına bakarsanız. Fakat rahat olmaya karar vermiştim. Ben yanlış bir şey yapmıyordum sonuçta arkadaşımla yürümekten başka bir şey değildi bu yaptığım. Semanın bundan fazlaca rahatsız olması tabikide önemliydi benim için yoksa bu kadar düşünmezdim. Evet önemliydi fakat son zamanlarda yaşattıklarından sonra…
Sahile kadar yürüdük beraber Nilgünle. O anlattı ben anlattım. Semaya dair herşeyi anlattım. Onu nasıl sevdiğimi yaşadıklarımızı nasıl bu duruma geldiğimizi herşeyi biliyordu artık. Bütün hikayeleri dinletikten sonra döndü bana baktı:
‘Sen bence fazla yormuşsun kendini. Belkide tek taraflıdır senin sevgin. Farkında bile olmayabilirsin. Semayı az çok tanıyorum. Senide artık az çok tanıyorum. Eminimki şuan bu kadar üzülmen onun umrunda bile değildir!
Çok sinirlenmiştim. Nilgün gene üzerine düşmeyen işlere burnunu sokmaya kalkışmıştı ve sokmuştuda. Fakat bu sefer kafamda bir soru işareti belirdi. Acaba Nilgün doğru söylüyor olabilir miydi? Acaba beni uyandırmaya mı çalışıyordu, yoksa beni kandırmaya mı çalışıyordu? Meriçin yakın arkadaşı olduğu fikri aklıma geldikçe iyicve içim bulanıyor işin içinden çıkamıyordum. Evet Nilgün iyi kalpli ve arkadaş canlısı birisiydi. Fakat bana olan yaklaşımı çok farklıydı.
O gün eve gittiğimde bütün gece bunları düşündüm. Nilgüne mesaj attım:
‘Acaba haklı mısın diye düşünüyorum bazen.’
Cevap anında geldi:
‘Haklı olmayı isterdim.’
‘Neyse, elektrikler gitti, şarj az, görüşürüz.’
‘Şuan karanlık bir yerde olmak isterdim…’
Son mesajı okuduğum zaman çok şaşırmıştım. Nilgüne karşı tamamen arkadaşça yaklaşıyordum ben fakat sanırım onun tarafında bu hiçte öyle değildi. işime gelmişti açıkçası. Bunca sıkıntının arasında bunca sorunun arasında bir macara gibi.
Anlamamazlıktan gelerek konuyu kapattım. Ertesi gün okulda çok fazla karşılaşmamaya çalıştım. Çünkü için rahat değildi. Nilgünün bana karşı bir şeyler hissediyor olma ihtimali bile beni korkutuyordu. Zaten ilişkim berbat gidiyordu ve ben ilişkimi daha fazla berabet bir duruma sokmak asla istemiyodum… -
69.
+2Part 28Tümünü Göster
….
Ertesi gün okulda yanına gittim. Biraz daha samimiydim o gün. Bana olan ilgisini farkedince tatlı gelmeye başlamıştı. Bir yandan tırsıyordum fakat bir yandan da bu durum hoşuma gidiyordu. Tüm yaşadığım taktan günlerin içinde iyi geliyordu bana.
Semayla aramsa her zamanki gibi berbattı. Çok fazla takmamaya çalışsamda aklımın ucudnaydı hep. Arkadaşlarım sevdiklerim yanıma geliyor ve bana Semanın hiçte üzgün olmadığını herşeyin yolunda gittiğini söylüyorlardı. Serdar özellikle her gün mesaj atıyor bana rapor veriyordu. Herkes böyle demeye başladığında Nilgünün aslında haklı olabileceğini düşünmeye başlamıştım iyiden iyiye. Öyle düşündükçe de her gün ne lduysa ne yaşandıysa Nilgüne anlatıyordum. Tenefüste yanına gittim. Gene bazı muhabbetleri anlattıktan sonra döndü bantı bana Nilgün:
‘Sen ağzınla kuş tutsan, kanadı niye siyah bunun der sana.’ Dedi. Yanımda uzaklaştı. Arkasından gittim.
‘Bak haklı olabilirsin evet, seninle konuşmak bana iyi geliyor buna da evet, ama seviyorum napabilirim?’
Cevap vermedi. Nilgün akşamları başka bir okulda tiyatro organizasyonuna gidiyordu. Muhabbetler esnasında söylemişti. O gün sabah okuldayken akşam yanına gitmek için plan yaptım. Sonra vazgeçtim. Zaten iki gün sonra öğretmenler günüydü. Etkinlik bittikten sonra belkide hiç görmemeyi seçecektim. BU macerada burda biterdi. ilgisi hoşuma gidiyor aynı zamanda ilişkimle ilgili yaptığı yorumlar sanki kafamı açıyor gibiydi. Ona karşı herhangi bir şey hissetmiyordum sadece bir arkadaş ve dost olarak görüyordum.
Prova günü gelip çattığında herkes çok heyecanlıydı. Salon tamamen dolmuştu. Gözlerim Semayı arıyordu fakat bulamamıştım. O anda onun gösteriye gelmeyecek mi acaba düşüncesi bütün moralimi alt üst etmişti. Sinirlenip elimi duvara vurunca biraz çizildi ve kanadı. Nilgün hemen yanıma gelip yara bandı verdi. Birini elime bantladım. Diğerini gitarın sapına bantlayarak üzerine ‘4.10.2004’ yazdım.
Moral olarak tamamen çökmüştüm nerdeyse. ilk bölüm tamamlanınca sahneye yürüdüm yavaş yavaş. iki tane parçamı söyledim. Hızlıca sahneden indim. iğrenç bir performans sergilemiştim. Semanın gelmeyişiyle orda yapayalnız kalmıştım sanki. Salon dopdoluydu ama sanki boştu… ikinci yarının bitmesini zor bekledim.
Tüm etkinlik tamamlandığında hemen salondan kantine yukarı çıktım. Semayı arıyordum ulaşamıyordum. En son kantine baktığımda gördüm orda…
Sınıfından arkadaşlarıyla oturuyor kahkahalar gülüşmeler havada uçuşuyordu… Yanına gittim:
‘Sema benimle biraz dışarı gelir misin?’
‘Ne oldu ne var?’ dedi. Sonra kalktı kantinin kapısına çıktık. Kolundan tuttum usulca:
‘Neden gelmedin? Neden dinlemedin beni?’
‘Off Fırat hiç uğraşamıcam şu anda!’
Bu cümleyi duyunca çılgına dönmüştüm. Sadece yüzüne baktım. Sadece baktım Cevap vermeden salona geri döndüm. Bir hışımla içeri girdim. Herkes vedalaşıyordu ve dağılıyordu. Hızlıca ve nefes nefese etrafıma bakmaya devam ettim. Nilgünü arıyordu gözlerim. Nihayet sahne arkasında buldum onu:
‘Hadi çabuk giyin toplan gidiyoruz!’
‘Fırat sakin ol ne bu halin tamam gidelimde nereye gdiyoruz noluyor?’
‘Offf fazla uzatma hadi giyin beraber sahile gidelim çok sinirliyim.’
‘Tamam bekle.’
Üzerini giyinip geldi. Herkesin vedalaşmasını beklerken zaten tüm okul dağılmıştı. Biz çıkarken dışarı okuldan sadece etkinlik ekibi kalmıştı dışarıya çıkan.
Sahile doğru yürümeye başladık. Tüm olanları anlattım tekrardan. Sonra Nilgüne döndüm:
‘Elimde olsa ayrılırdım ama elimde değil. Seviyorum.’
‘Bunları oturunca konuşalım’ dedi. Tamam dedim. Çantasından bira çıkarttı. içe içe sahile doğru yürümeye başladık. Sonra kayalıklara geçtik oturduk. Bir yandan içiyorduk bir yandan sohbet ediyorduk. Nilgün bana döndü:
‘Sen daha toysun. Daha kimbilir kimseyle sevişmemişsindir bile. Böyle hissetmen çok normal ama kullandırtıyosun kendini farkında bile değilsin!’
Toy kelimesi beni çok rahatsız etmişti. O dakikadan sonra hiç bir şey umrumda değildi sanki. Aşırı derecede zor durumda hissediyordum kendimi. Sığıncak limanımda tam karşımda hatta dibimde oturuyordu. Hatta ve hatta sığınmama hazır bekliyordu.
‘Sen bana toy demekle çok büyük hata ettin. Ne yani şimdi sana kendimi ispat etmekle mi uğraşıcam? Hiç sanmıyorum canım!’
Diyerek cevap verdim bu lafına. Nilgün benden sadece bir yaş büyüktü ama gerçekten benden kat ve kat daha tecrübeliydi. Benim Semaya olan saf ve temiz sevgim onu etkilemiş:
‘Senin Semaya olan sevgin beslediğin duygular beni çok etkiledi. Yani senden etkilendim. Sana Semadan ayrıl gel bana diyemem evet ama inan bana söylediklerimde haklıyım, gör artık.’
Sustum. içimde sadece ‘toy’ kelimesinin verdiği hırs vardı. Güzel bir cümleyle bertaraf etmiştim o kelimeyi fakat bir cümle yetmeyecekti. Nilgünün zaten bana olan ilgisini farketmiştim. Evet çok iyi bir arkadaştı arkadaş canlısı fedakar birisiydi ancak içimdeki şeytan o gece ona o gözle bakmıyordu. Bir an kalkıp gitmeyi düşünsemde bunu yapmadım. Şeytanın söylediklerini birer birer yapmaya başladım. O günün sonunda yaşadığım hırs ve sinir şimdi kendimi ıspat etme çabasına dönüştürmüştü. Nilgünün tek lafı beni diğer manada kendine çekmeyi başarmıştı.
Biramdan son yudumu alıp sigara yaktım. Sonra Nülgüne döndüm sigaradan bir fırt çekip üflerken konuşmaya başladım:
‘Bu akşam sana toy olmadığımı uygulamalı olarak göstericem. Hazır mısın?’
Dumanı yüzüne üflerken kurduğum bu cümle Nilgünün gözlerini kapatıp bana yaklaşmasına sebep oldu. Artık ok yaydan çıkmıştı. Dudaklarımız birbirine yapışık bir vaziyette bir yandan öpüşüyor bir yandan da belinden kavrıyordum. Sonra bir anda kendimi geri çektim. Yüzünü tuttum, kulağına yaklaştım:
‘Sen bana toy demiştin dimi?’
diyerek üzerindeki tişörtü omzundan aşağı doğru bir anda açtım. Artık şairinde dediği gibi ‘yüzünün bittiği yerde memelerin vardı, memelerin kahramandı sonra, sonrası iyilik güzellik…’
Sonrasını anlatıp size ferre malzemesi yapmayacağım tabikide. Fakat işte tam o anda benim içimdeki şeytan tamamen ortaya çıktı…
Artık bir yanım aşık Fırattı, diğer yanım pişman Fırat, diğer diğer yarımsa toy olmayan Fırattı artık…. -
70.
+1Rezerve
başlık yok! burası bom boş!